Tarih: 21.11.2019 17:27

Kitap Oku: 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu? -40- 'Öcalan ile Örgütün İrtibatı Kesilmeli'

Facebook Twitter Linked-in

Hukukçu Dr. İrfan Sönmez'in adından çokça söz ettiren son kitabı 'Kürt Sorunu mu? Devletleşme Sorunu mu?' ile okuyucularının karşısına bir kez daha çıkıyor.  Enpolitik olarak, tarihe not düşen ve önemli bir kaynak oluşturan bu kitabı, siz değerli okuyucularımızla okuma etkinliği teması ile her gün kısım kısım paylaşıyoruz... (Kitabı Bilge Oğuz Kitapevi (0212 527 33 65) veya Kitap Yurdu online kitap satış internet sitesinden edinebilirsiniz.)

'Kürt sorunu nedir' sorusu ile başlayan ve çok sayıda alt başlıkla cevaplar aranan kitapta 5'inci ve son bölümü 'Çözüm' ile konuya açıklık getirilerek çözüm önerileri sunuluyor. İşte okumanın kırkıncı bölümü..

ÖCALAN İLE ÖRGÜTÜN İRTİBATI KESİLMELİ

PKK'nın başsız kalması veya bıraktırılmasını da bu kapsamda değerlendirebilir miyiz?

Önemli bir noktaya temas ettiniz,daha önce liderlerin toplumsal hareketler için ne kadar önemli olduğuna işaret etmiştim. Liderini kaybeden hareketler strateji geliştirmek ve militanlarını seferber etmekte zorlanırlar. Başsız bir vücuda dönerler.

PKK başını kaybetti ama bu dedikleriniz olmadı?

PKK başını kaybetmedi, Suriye'de iken örgütü doğrudan yönetiyordu, içeri düşünce önce avukatları sonra bizzat devletin imkanlarını kullanarak yönetti. Öcalan'ın mektuplarının Kandil'e,Avrupa'ya,bölücü çevrelere nasıl ulaştırdığını daha önce anlattığım için tafsilata girmiyorum.Öcalan dışarıdayken de içerideyken de hep örgütün başında kaldı.Devletin gözleri önünde örgütünü yönetti,eylemler yaptırdı.Farklı düşünenleri,örgütü bölme potansiyeli olanları tehdit ederek veya etkisizleştirerek örgütü tek parça halinde tuttu. Avukatlarını,HDP milletvekillerini,MİT'i kurye gibi kullandı. Tedbir mekanizmalarından biri de örgütle lideri arasındaki irtibatı kesmek,örgüt içinde farklılaşmanın yolunu açmaktır.

Devlet bunu nasıl yapacak,ailesi veya avukatlarıyla görüşmesine mani mi olacak, böyle bir sınırlama uluslararası toplumun tepkisini çekmez mi?

Ailesi ile elbette görüşecek,avukatları ile de. Ama bu görüşmelerin insani ve hukuki sınırlar içinde kalmasına dikkat edilecek.Örgüte talimat verdiğinin anlaşıldığı anda görüşmeler kesilecek.   Görüşmelerini PKK'nın örgüt dilini çok iyi bilen görevliler nezaretinde yapacak. HDP veya başka siyasilerle görüşmesine izin verilmeyecek.Avukat görüşmeleri hukuki boyut ve sayı olarak sınırlandırılacak. Karşınızda on binlerce insanın kanına girmiş bir katil var,ona alelade bir mahkum gibi davranamazsınız. Peru,Aydınlık Yol Hareketinin lideri Gonzalo'yu bir deniz üssünde tutuyor,ailesi dışında kimse ile görüştürmüyor, günde yarım saat gün ışığına çıkarıyor, okuması için kitap bile vermiyor.Gonzalo,ben bir profesörüm bana kitap verin,isterse Donanma Tarihi olsun  dediğinde kendisine sadece İncil veriliyor.

Bizde öyle mi yapalım?

Öyle yapalım demiyorum, ama örgütü yönetmesine,cezaevini bir yönetim merkezi olarak kullanmasına izin vermeyelim diyorum. Oturduğu yerden örgütü yönetecekse tutuklu olmasının bir anlamı kalır mı? Ayrıca milli meselelerde  Batı ne der  diye  düşünülmez. Ülkenin kaderi başkalarının insafına bırakılamaz. Almanya'nın Marksist RAF örgütü liderlerini nasıl yok ettiğini hatırlayın. 1977'de başta Ulrike ile eşi  Baader Meinhof olmak üzere liderleri hapishanede öldürülmüş olarak bulundu.Kimse de bu insanlara ne oldu diye sormadı,Alman hükümeti intihar diyerek infazların üzerini örttü.Batı, kendi varlığı üzerinde son derece titizdir.Bize gösterdikleri tepki PKK üzerinden milli varlığımıza yönelik hesapları ile ilgilidir.

Bu son sözünüz uluslararası hukuka uyma düşüncenizle çelişmiyor mu? Hem uluslararası hukuka uymalıyız diyorsunuz hem de Batı'nın ne dediğine bakmayın diyorsunuz?

Çelişmiyor,Batı'nın her dediği hukuk mudur ki uyalım? Siyasi değerlendirmelerle uluslararası hukuk aynı şey değildir. Hukuka uyalım Batı'nın siyasi değerlendirme ve taleplerine değil.

ÖZERKLİK BÖLÜNMEKTİR

-Bir ara Güneydoğu'ya özerklik,Türkiye'ye demokrasi diyorlardı?

Enteresan, 20-30 yıl önce aynısını Barzani ile Talabani Irak'ta diyorlardı;Kürdistan'a özerklik,Irak'a demokrasi. Saddam zulmü altında inleyen kitleleri demokrasi söylemi ile taraflarına çekeceklerini, Kuzey Irak'ın özerkliği konusunda  en azından nötr hale getireceklerini umuyorlardı. Gelinen nokta ortada. Özerklik bir ara istasyondur,bağımsızlığa giden yolun son aşamasıdır.Devlet olmanın bütün icaplarını yerine getirip bayrak çekme merasimini beklemektir. Kuzey Irak'a özerklik yetti mi,yetmedi. Etnik hareketler genellikle birbirlerini taklit ederler,birini okuyarak ötekinin ne istediğini anlayabilirsiniz. ETA İspanya'dan,IRA İngiltere'den,KDP Irak'tan ne istiyorsa HDP/PKK'de Türkiye'den aynısını istiyor. Yöntemleri, sloganları,kullandıkları dil aşağı yukarı aynıdır. 

-Özerklik ve ana dilde eğitimin yanlışlığına işaret etmiştiniz ama ben yine de sorayım, bölgede herhangi bir düzenleme yapılmalı mı?

Bölge eksenli düzenlemeler farklılaşma ve bölünmeyi derinleştirmekten başka işe yaramaz. Özellikle siyasi taleplerin yerine getirilmesi ve bunun bölge ve coğrafya esaslı olarak uygulanması ulus içinde ulus,devlet içinde devlet olmanın yollarını açacak, merkezle var olan bağları da kesip atacaktır. Her türlü düzenleme Türkiye'nin geneline şamil olmalı ve asla devletleşmenin zemini olacak unsurlar içermemelidir. 

KUCAKLAYICI BİR DİL KULLANILMALI

-Bölge siyasetinin çeşitlendirilmesinden bahsettiniz, bölgeye nasıl gidilmeli,nasıl bir dil kullanılmalı?

Ortak değerlerle gidilmeli,PKK'nın kutsallarıyla,sloganlarıyla giderseniz,milli bütünlüğü değil,PKK ideolojisini tahkim etmiş olursunuz.İdris-i Bitlisi'den beri kaderlerimizi birleştirmişiz. En az bin yıldır aynı topraklardayız.Tarihimiz şu veya bu ölçüde ortak. Kahramanlarımız bir. Kutsallarımız bir.Hassasiyetlerimiz bir.Aynı duyuş ve hissediş ritmine sahibiz.Ortak noktalarımız farklılıklarımızın bir kaç katı.İstersek ortaklaşacağımız çok şey buluruz. Selahaddin-i Eyyubi,İdris-i Bitlisi,Sultan Alparslan gibi... Dile gelince,diliniz birleştirici,kucaklayıcı,naif olmalı. Üslup bazen sözün muhtevasından daha önemlidir.Dedikleriniz doğru olmalı ama doğruları da doğru bir dil ile söylemelisiniz; didaktik,tepeden inmeci, inciten bir dil hiç bir toplumda karşılık bulmaz.Bilhassa terör olayları,ölümler,çatışmalar anlatılırken -etnik milliyetçiliği- tahrik eden bir dilden kaçınılmalıdır.Geçmişte bu konuda çok büyük hatalar yapıldı,genellemeci yaklaşımlarla bir çok insan hedef alındı. Meydan okuyan,aşağılayan bir üslup kullanıldı.Teröristle,sempatizan,militanla partizan birbirinden ayırt edilmedi. Hatta her  Kürtçe konuşana şüphe ile bakıldı.İnsanı insana,insanı topluma bağlayan biraz da güvendir.Bir sözü en güzel nasıl söylemek mümkünse öyle söylemeliyiz.Dilimiz sempatizanı militan yapmamalı.

-Kullanılan dilin yatıştırıcı,kucaklayıcı bir dil olması gerektiğine ben de inanıyorum. Ama öyle ö yargılar oluşmuş ki bunları nasıl aşacağız? 

Bir hareketin sosyolojik bir tabanı varsa bugünden yarına bir çözümü yoktur.Terörü kısa zamanda etkisiz hale getirebilirsiniz ama aynı şey yıllar süren propagandaların oluşturduğu algıları söküp atmak için mümkün olmaz.Bölücülükle mücadele daha uzun bir zaman ve sabır ister.  Önce etnik milliyetçiliğin  oluşturduğu ön yargıların yıkılması gerekir. Size güvenmeyen,inanmayan bir topluma etki edemezsiniz.Bu güven zamanla kazanılır.Ayrıca insanlar gibi toplumlar da -kendinden olanları- dinlemeye daha yatkındırlar. Güneydoğu'ya bölge insanıyla gitmek,onların dilinden(halinden) anlayanlarla hitap etmek daha etkili sonuçlar doğurur.Bugün etnik olarak Kürt olup,kendini Türk milletine mensup hisseden,bölgeyi tanıyan,bilen,orada ikamet eden büyük bir kitle var. Bu kitle organize olup düşüncelerini siyasete tercüme edemediği için hep yok sayıldı.Bölgedeki tek sesliliğin ortadan kaldırılması için bu kitlenin organize edilip seslerinin duyurulması da başka bir tedbirdir.Çok sesli bir görüntü uluslararası kamuoyu açısından da önemlidir.Kürtleri yeknesak,homojen bir kitle olarak göstermeye çalışan çevrelerin oyunlarını bozar,onları Kürtlerin sözcüsü olma mevkiinden indirir.

-Güneydoğu'ya kendi insanıyla gitme önerinizi  orijinal buluyorum. Bu nasıl olacak?

Şiddet etnik kimlikleri keskinleştirir.Tarafların bir birlerine bakış açılarını olumsuzlaştırır.İnsanlar birbirlerine komşu,tanıdık,dost,arkadaş diye bakmayı bırakıp, Kürt,Laz,Çerkez,Alevi,Sunni gibi etnik kategorilerle bakmaya başlarlar.Biz- siz ayırımı, bizden olanlar dışındakilere güvensizlik olarak yansır.   Bu gibi durumlarda  biz çerçevesine girenlerin devreye sokulması gerekir.Aileden,aşiretten,klandan birinin sözleri dışarıda olan birine göre daha inandırıcı gelir.Kürde,Kürt'le gitmek,olumsuz çağrışımlar yapan aracılarla gitmekten daha faydalı sonuçlar doğurur.

Söz'ün misyonunu ifade edebilmesi için bölgede terörün bitmesi şart,aksi takdirde bu dedikleriniz teoride kalır,realize edilemez.

Elbette,konuşma hürriyetinin olmadığı yerde söz fonksiyonunu icra edemez. Terör bitmeli ama bu yapılırken ayaktan ziyade başa yönelinmelidir. Bunu daha önce genişçe izah etmiştim.Bazen bir kişiyi etkisiz hale getirerek bin kişi devre dışı bırakılabilir. Liderler böyledir. Daha az maliyetli ama daha çok sonuç alıcıdır.Çünkü çok sayıda insanı terörizm suçlaması ile kriminalize etmek,adaletsizlik duygularını  körükleyerek  karşı tarafa iter.Haksızlığa uğrama duygusu, PKK'nın meşru amaçlar için savaşma iddiasını perçinler.Kişi, kendine yapılandan hareketle etnik milliyetçiliği/terörü vicdanında meşrulaştırır.Onun için hedef ne kadar daraltılırsa PKK'nın kitleleşme eğrisi o kadar aşağı çekilir. Terörle mücadelede doğru olan liderlerin,finans kaynaklarının hedef alınmasıdır.

DEMOKRASİDEN VAZ GEÇMEK

Ya demokrasi, terörle mücadele de nereye konulacak,onunla mı onsuz mu?

Terörün hedeflerinden birinin devleti sert ve radikal tepkiler almaya zorlamak olduğunu ifade etmiştim.Sistemin demokrasiden uzaklaşması bütün bir halkın cezalandırılması anlamını taşır.Terörle mücadele edelim derken -halkın tamamının- günlük hayatı etkilenmeye başlar.Bu da sosyo- psikolojik açıdan toplumda  mağduriyet hissi ve güvensizlik duygusu oluşturur.Mücadelenin teröristlere değil kendine yöneldiğini düşünerek, verilen mücadeleden kuşku duymaya başlar.Demokrasi terörün sebeplerinden biri değil, tam aksine onunla mücadele etmenin en etkin aparatlarından biridir.Bölücü yapılanmalar en az ayrıştırma malzemelerini demokratik sistemlerde bulurlar. Bölücülük ve terörle mücadelede demokrasinin bazı zaaflarının olduğu doğrudur.Demokrasiye yöneltilen en önemli eleştirilerden biri teröre yataklık eden fikirlere ifade özgürlüğü tanımasıdır.Lakin son yıllarda terörle karşı karşıya kalan ülkelerde bu konu  ciddi tartışmalara konu olmuş,güvenlikle demokrasinin çelişmediği, biri için diğerinden vaz geçmenin gereksiz olduğu vurgulanmıştır.Demokrasi hep aynı düzlemde giden,statik bir toplum düzeni değildir.Temel kurallarının yanında, şartlara göre pozisyon almaya elveren,  esnek yanları da olan bir sistemdir.Bu zaafların bir kısmı toplumdan topluma değişen demokrasi algısı ile ilgilidir. Türk toplumunda demokrasi bir sınırsızlıklar,kuralsızlıklar rejimi gibi görülmekte, sınır koyan her düzenleme demokrasiden uzaklaşma olarak telakki edilmektedir. Oysa sınırsızlık anarşi ve kaostur,dünyada böyle bir demokrasi yoktur.Dolayısıyla, şiddete,teröre teşvik eden fikir ve oluşumlar demokratik özgürlüklerden yararlanamazlar.Bunun en somut örneği, İspanya Yüksek Mahkemesi tarafından kapatılan, Anayasa Mahkemesi tarafından da onaylanan   Batasuna Partisi ile ilgili karardır. Parti, terör örgütü ETA ile organik ilişkisi olduğu,terör eylemlerini kınamadığı, teröristlerden siyasi tutsak olarak söz ettiği ve propagandalarında -terör örgütünü çağrıştıracak- sembollere yer verdiği mülahazasıyla kapatılmıştı. AİHM, İspanya mahkemelerinin verdiği bu kararı,  söz konusu parti ile ETA arasındaki bağlantının  nesnel olarak demokrasiyi tehdit ettiği gerekçesi ile haklı bulmuştur. ETA ile ilgili burada zikredilmesi gereken bir durum da şudur. ETA  yedi bölgeden oluşan bir BASK ülkesi olduğunu iddia etmekte,bunun için mücadele ettiğini söylemektedir. Bu bölgelerin 5'i İspanya topraklarında, 2'si Fransa topraklarındadır.İspanya tarafında bulunan Bask bölgesinde etnik ayrımcılık geniş bir tabana sahipken,Fransa tarafındaki Bask toplumunda taraftar bulamamıştır. Bunun nedenlerinden biri, iki tarafın farklı demokrasi maceralarıdır. İspanya 1939'dan 1975'e kadar Franco tarafından baskıcı,despot,otoriter bir rejimle yönetilirken,Fransa demokrasi ile yönetilmiştir.İki taraftaki Bask toplumunun yakın geçmişle ilgili hatıra ve hafızaları farklıdır. Franco'nun baskıcı rejimi etnik kimlikleri keskinleştirirken,Fransa demokrasisi bu kimlikleri zayıflatmıştır.Bu örnek,  eksik demokrasilerin  kimliksel talepleri kışkırttığını, gelişmiş demokrasilerin kimlikler üzerinde oluşmuş  baskıları azaltarak,kimliğin içindeki dikey ilişkilerle biz duygusunu zaafa uğratarak muhalif gücünü azalttığını göstermektedir.Dünya Değerler Araştırmasının  2006 verilerini değerlendiren Faruk Ekmekçi;'demokrasiden tatminsizlik arttıkça Kürt kimlikli partilere oy verme eğiliminin de arttığını söylemektedir. Bu bakımdan terör ve bölücülük demokrasiden vaz geçmenin gerekçesi olamaz tam aksine onu daha da güçlendirmenin gerekçesi olabilir.

-Bu da siyasetçilere düşen bir görev.

Siyasetçilerin görevi sadece demokrasiyi tahkim etmek değil,aynı zamanda toplumun büyük çoğunluğu tarafından paylaşılan politikalar üretmektir.Ülkenin bekası ile ilgili politikalar ortak akılla oluşturulmalı,  partiler arasında asla siyasi bir rekabet aracı haline getirilmemelidir.Türkiye'de son yıllarda izlenen politikalara bakıldığında bu -ortak aklı- bulabilmek mümkün değildir. Oy kaygısı, vatan kaygısının önüne geçmiş, en hayati politikalar bile işporta tezgahına düşürülmüştür.Bölücülükle ilgili uzun vadeli bir politika ve strateji oluşturulmalı, iktidarlar değişse bile şartların icbar ettiği -taktiksel değişikler hariç- bu politika ve stratejiden taviz verilmemelidir.Terörle mücadelede son yıllarda yaşanan çelişkilerin nedeni  politikasızlıktır. Şu unutulmamalıdır,ülkeleri terör örgütleri değil,siyasetçilerin hataları böler. Hayat memat meselesi olan konularda particilik yapılmaz,ikbal hesabı yapılmaz,siyasi rekabet yapılmaz.Devletin elini zayıflatacak,sahada olanların moral-motivasyonlarını bozacak politikalar yapılmaz.Söz konusu vatan olunca siyasi partilerin şartsız,şurtsuz bir araya gelmesi,tecrübe ve bilgilerini paylaşmaları gerekir.


(YARIN, 'ULUS DEVLET TAHKİM EDİLMELİ' BAŞLIĞI İLE DEVAM EDECEK)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —