Vaktiyle bir Atsız varmış, varolsun! Hüseyin Nihal Atsız 44 yıldır saygıyla anılıyor...

Ropörtaj 11.12.2019 13:42:00 0
Vaktiyle bir Atsız varmış, varolsun! Hüseyin Nihal Atsız 44 yıldır saygıyla anılıyor...


Yakın tarihimizin önemli fikir insanlarından, şair, tarihçi, romancı ve korkusuz bir dava adamı Hüseyin Nihal Atsız vefatının 44'üncü sene-i devriyesinde rahmet ve saygıyla anılıyor...

Yakın geçmişimizin önemli düşünürlerinden biri olan Hüseyin Nihal Atsız, vefatının 44'üncü sene-i devriyesinde saygı ve rahmetle yad ediliyor...

 Hem çalışmalarıyla tarihimizin en eski dönemlerine kadar ışık tutabilen büyük bir tarihçi, hem atlıyı atından indirebilecek kadar güçlü bir yazar ? şair; hem de Türklük Biliminin ilgilendiği konularda kaynak sayılabilecek derecede önemli eserler veren bir Türk'tü Hüseyin Nihal Atsız. 

Türk edebiyatında kendine özel bir yer bulan 'Geri Gelen Mektup' adlı şiir, Atsız'ın ne denli güçlü ve derin bir kaleminin olduğunun en büyük kanıtı olan nadide bir eserdir. 

GERİ GELEN MEKTUP

Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? 
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? 
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden? 
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse; 
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse; 
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla! 
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım; 
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; 
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu! 
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu! 
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler! 
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur; 
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

Atsız'ın Milliyetçiliği

Atsız Türklük dünyasını ayrı ayrı ülkelere ve parçalara göre düşünmek yerine ileride siyasî birliğini kurabilecek bir bütün olarak görür. Benimsediği bu Turan ülküsünün günümüzün şartları bakımından maceracı bir tutumdan uzak bulunduğunu da, ?Biz boş hayaller ardında değiliz. Mâzide hakikat olan şeylerin yeniden hakikat olmasını özlüyoruz. Hastalıklardan korunmuş, nüfusu çoğalmış, ahlâkı yükselmiş, sanayii ilerlemiş bir Türkiye istiyoruz. Sınır dışındaki ırkdaşlarımızı kurtarmak yollarını arıyoruz. Onları kurtarırken Türkiye?yi batırmak gayretlisi değiliz? (?Unutmayacağız?, Altın Işık, nr. 5, Mayıs 1947) diye çok açık bir şekilde belirtmiştir. 

Vaktiyle Bir Atsız Varmış

Atsızlığı nam eden yiğitlerim atlansın; 
Kor taşıyan avuçlar,pas çözsün,pusatlansın! 
Yıkılsın Ergenekon; yurtlarım azatlansın! 

Hainlere kargışlı,kahpe acun dar olsun! 
?Vaktiyle bir Atsız varmış?; var olsun! 

Ayzıt yarenlik etsin,kurt doğursun Almıla, 
Demir yığan,vade az,koşsun Atam Irkıl?a, 
Kara Ozan söyleye,gök çöke yer yıkıla, 

Bay kılınsın budunum,kalanı bizar olsun! 
?Vaktiyle bir Atsız varmış?; var olsun! 

Sançar bas kahkahayı,çınlat Tanrı Dağı?ndan, 
Kara Kağan gafleti,az bu gaflet çağından, 
?Kurtkaya elini çöz?,çık sürgün otağından, 

?Kanlı sınır boyları yağıya mezar olsun? 
?Vaktiyle bir Atsız varmış?; var olsun! 

Deli kurt Çakır alsın, Gökçen?i terkisine, 
Açığma-kün kul olsun, Burkay?ın kargısına, 
İ-çing katun delirsin, Kürşad?ın korkusuna 

?Hayat çelik kollarla atılan bir zar olsun?, 
?Vaktiyle bir Atsız varmış?, var olsun! 

Geçmesin geri gelen o mektubun yarası, 
Selim Pusat sorgusu,bir mektebin sırası, 
Yurt olmaya yetmesin iki kutbun arası, 

Atam?a süngülerim, kılıçlarım yar olsun, 
?Vaktiyle bir Atsız varmış?, var olsun! 

Bozkurtlar diriliyor,ey kutlu atam Atsız, 
Yolların başıdır bu; onun için pusatsız, 
Bir işimiz hep yarım! Yapılmıyor Kürşat'sız! 

Ve katında ona da kırk ayrı selam olsun, 
'Vaktiyle bir Atsız varmış', var olsun! 

Anılmadan yaşarsın ve bilmeden acımı, 
Belirsiz mezarlarda bir ?tabutluk? geçimi, 
-ki bugünün erleri, iyi görsün öcümü, 

Böyle düzen, böyle çağ, böyle devran kahrolsun, 
?Vaktiyle bir Atsız varmış?, var olsun! 

Ordularla yenilmez bir gayız var kanında, 
Bizim gönlümüzdesin, Kürşad'ın sofrasında, 
Dilek adlı sarayın, artık Tanrı Dağı'nda. 

Kutlu Atam durağın, en kutlu diyar olsun, 
Vaktiyle bir Atsız varmış; var olsun. 

Sen ömründe bir kere,bir kere sevinirken, 
Tanrı yolu uzaktır! Biz sıkı giyinirken, 
Ve demirdağ bir daha,bir daha delinirken, 

Yastığımız mezar taşı,yorganımız kar olsun, 
?Vaktiyle bir Atsız varmış?, var olsun!

Ahlak en büyük prensibiydi

Atsız?ın milliyetçiliğinde yüksek ahlâk en başta gelen prensiplerden biridir. Milletin temelinin ahlâk olduğunu ısrarla söyleyen Atsız, Türklüğün etrafını sarmış düşman milletler ve kuvvetler karşısında ancak yüksek ahlâklı, disiplinli, uyanık bir tarih şuuruna sahip, askerî terbiyesi gevşememiş, kozmopolitlikten kendini uzak tutabilmiş bir millet olmakla ayakta kalabileceğimizi zihinlere sokmaya çalışır. Ahlâk bozukluğu nu ve bunu artıran kozmopolit tesirleri Türklüğün en büyük düşmanı olarak ilân eder. 

Milliyetçiliği kadar bir Türkolog olarak da ilgisi tarih sahasında ağır basmış, çalışmalarında esas merkez tarih olmuştur. Daha ilk yazılarından başlayarak Türk tarihine yönelen Atsız onun geniş çaplı meseleleri üzerinde durmuş, bu konuda farklı görüşler ileri sürmüştür. Mevcut tarih anlayışını çeşitli yönlerden yetersiz ve yanlış bularak Türk tarihinin kadrosu, çağlara ayrılması, hânedan iktidarları ile devlet kavramının birbiriyle karıştırılması, Türkiye tarihinin başlangıcının gerçek zaman ve yerinin ne olduğu gibi meseleler üzerinde dikkat ve münakaşaya değer sağlam görüşler getirmiştir. 

Hayatı ve mücadelesi

12 Ocak 1905?te İstanbul Kadıköy?de doğan Atsız, baba tarafından Gümüşhane?ye bağlı Torul kazasının Midi köyündeki Çiftçioğulları ailesine, anne tarafından ise Trabzon?un Kadıoğulları ailesine mensuptur. Hüseyin Nihal Atsız, Deniz Kuvvetleri?nde Deniz Güverte Binbaşılığı?ndan emekli olan Mehmet Nail Bey?in, bir Deniz Yarbayı?nın kızı olan Fatma Zehra Hanım ile evliliğinden olan üç çocuklarından biridir. Atsız?ın bir kardeşi yine bir eğitimci ve yazar olan Ahmet Nejdet Sançar, diğer kardeşi ise Fatma Nezihe Çiftçioğlu?dur.

' Bir gün ülkede milliyetçi geçinen politikacılar, yöneticiler, sanatçılar, aydınlar hiç bir çıkar kaygısına düşmeden, yiğitçe, korkusuzca Türkçü söylemlerde, Türkçü tavırlarla milletin karşısına çıkarlarsa o gün Türkçülük büyük bir utkuya yaklaşır.' H. Nihat Atsız

Atsız, ilk ve orta öğrenimini Kadıköy?deki Fransız ve Alman Mektebi?nde, Kadıköy ve İstanbul Sultanisi?nde yapmıştır. Lisenin onuncu sınıfındayken sınavı kazanarak Askeri Tıbbiye?ye girmiştir. (1922) Buradan çıkarılınca Kabataş Lisesi?nde üç ay yardımcı öğretmenlik, sonrasında ise Deniz Yolları?na bağlı bir Vapur?da katip yardımcısı olarak çalışmıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi?nin ?Yüksek Muallim Mektebi?ne girdikten bir hafta sonra askere alınmıştır. İstanbul?da askerliğini yaptıktan sonra yeniden okuluna dönmüş ve mezun olup aynı bölümde asistan olarak kalmıştır.

1931 yılında felsefe bölümünde okuyan Mehpare Hanım ile evlenmiş; fakat 1935?te ayrılmıştır. Bu dönemden sonra aylık yayımlanan ?Atsız Mecmua?yı çıkarmaya başlamıştır. Çıkardığı dergilerin çoğu, bir süre sonra mahkeme kararları ile kapatılmıştır. Atsız, bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı da yapan Reşit Galib?in Prof. Dr. Zeki Velidi Togan?ı ağır bir dille eleştirmesi üzerine, aralarında Pertev Naili Boratav?ın da bulunduğu sekiz arkadaşıyla birlikte ?Zeki Velidi?nin öğrencisi olmakta iftihar ederiz.? diyen bir protesto telgrafı çekmiştir.

'Bir millet bağımsızlığını, hürriyetini ve sınırlarını kaybedebilir, hatta yıllar boyunca başka bir milletin esareti altında yaşamak zorunda kalabilir ama bütün bu unsurlar o milletin yok olmasına etken olamaz. Ancak kendi dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkumdur.' ( H. Nihal Atsız)


Bu telgraftan sonra Reşit Galib, Atsız?ı mimlemiş ve onu üniversiteden uzaklaştırmak için fırsat gözetmiştir. Nihayet Atsız?ın bir makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve 13 Mart 1933 tarihinde onu görevden uzaklaştırmıştır. Üniversite görevinden uzaklaştırıldıktan sonra, üç ay Malatya Ortaokulu?nda Türkçe öğretmeni olarak; dört ay Edirne Lisesi?nde edebiyat öğretmeni olarak çalışmıştır.

?Atsız Mecmua?nın devamı niteliğinde olan ?Orhun? dergisini çıkarmaya başlamıştır. Bu dergide, o dönemde liselerde ders kitabı olarak okutulan tarih kitaplarındaki yanlışlıkları dile getirmesi üzerine 1933?te bakanlık emrine alınmış, Orhun dergisi de kapatılmıştır. Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 1934 tarihinde Kasımpaşa?daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu?na Türkçe öğretmeni olarak atanmıştır.

Dönemin Başbakanına 2 açık mektup yazar

1936 yılında ikinci eşi olan Bedriye Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten Yağmur (1939) ve Buğra (1946) adlı iki çocuğu olmuştur. Kasımpaşa?daki Türkçe öğretmenliği görevinden alınan Atsız, daha sonra Özel Yüce-Ülkü Lisesi?nde ve Boğaziçi Lisesi?nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Bu dönemde Orhun dergisini yeniden çıkarmaya başlamıştır. Ülkede yayılan ?komünist? dalganın verdiği rahatsızlıkla, dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu?na iki tane açık mektup yazmış ve özellikle Milli Eğitim?e sızan marksist düşünceleri dile getirmiştir.

' Bir milletin yürütücü kuvvetine ?ülkü? denir.' (Hüseyin Nihal Atsız)

Sabahattin Ali tarafından dava açılır

Atsız?ın yurt içinde beğeni toplaması üzerine, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından görevine son verilmiş, Orhun dergisi de kapatılmıştır. İzleyen süreçte mektubunda ?vatan haini? dediği Sabahattin Ali tarafından kendisine dava açılmıştır. İkinci oturumu 3 Mayıs 1944?te yapılan davanın sonucunda Atsız 6 ay hapse mahkum edilmiş, bu ceza sonradan ertelenmiştir. Sonrasında açılan davada aldığı 6,5 yıllık ceza ise temyiz yoluyla bozulmuştur. Davaların sürdüğü bu süreç içerisinde, Atsız çok kötü koşullarda yargılanmış, ?tabutluk? adı verilen küçücük bölmelere bırakılmış, akreplerin yaşadığı dar yerlerde aç susuz bırakılmıştır.

Kitaplarını satmak zorunda kalması...

Atsız ile aynı dönemde, aralarında Alparslan Türkeş, Orhan Şaik Gökyay, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan ve Osman Yüksel Serdengeçti gibi büyük şahsiyetlerin de bulunduğu kişiler de tutuklanmış, sonradan karar Askeri Yargıtay tarafından bozulmuştur. Bir dönem kendisine iş verilmeyen Atsız, sınıf arkadaşı Tahsin Banguoğlu?nun Milli Eğitim Bakanı olmasıyla birlikte 1949?da Süleymaniye Kütüphanesi?nde göreve başlamıştır. İş bulamadığı dönemde, ekonomik anlamda çok büyük sıkıntılar çekmiştir. Bu nedenle, çok sevdiği kitaplarının bir kısmını satmak zorunda kalmıştır.


'Bize bir gençlik lazımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.' (Hüseyin Nihal Atsız) 

Kütüphane?de bir süre çalıştıktan sonra, Ankara Atatürk Lisesi?ne edebiyat öğretmeni olarak atanmıştır. Fakat buradaki bir konuşması, davalık olmuş; fakat mahkeme konuşmanın bilimsel olduğu kararına varmıştır. Bu karar üzerine Atsız, yeniden Süleymaniye Kütüphanesi?ndeki görevine gönderilmiştir. 1953 yılından 1969 yılına kadar Süleymaniye Kütüphanesi?nde çalışan Atsız?ın en uzun memuriyeti bu dönem olmuştur. 1962?de ?Türkçüler Derneği?ni kurmuş ve ölümüne kadar Ötüken dergisini çıkarmıştır.

Özellikle Doğu?daki bölücü oluşumlarla ilgili yazılar yazmış, sonrasında sistemli girişimlerle Atsız yeniden mahkemelik olmuştur. 15 ay hapis cezası almış ve cezası Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından affedilmiştir. 2,5 ay kadar cezaevinde kalan Atsız, 10 Aralık 1975?te kalp krizi geçirmiş, fakat doktor onun kalp hastası olduğunu anlayamamıştır. 11 Aralık 1975?te geçirdiği ikinci kalp krizi, Atsız?ı alıp götürmüştür.

'Sakin, sevecen ve şakacıydı'

Yoksulluk içinde geçen günleri, durmadan açılan mahkemelerle sarsılan Atsız, geçirdiği bu kötü günlerde hiçbir zaman kararlı duruşunu elden bırakmamıştır. Çektiği o kadar çileye rağmen, ömrünü davasına adamış, bu yolda gözünü kırpmamıştır.

Yazdıkları ile ?keskin ve sert? bir üsluba sahip olan Atsız, özel yaşamında ise bir o kadar ?sakin, sevecen ve şakacı? bir insandır. Her türden insanla arkadaşlık kurabilen, gününü dolu dolu geçiren bir düşünce insanıydı Atsız... Fransızca, Arapça ve Farsçayı iyi derecede bilen Atsız, hayal ettiği eski Türk yaşantısı içinde yaşamayı başarabilmiştir. Türk dünyasına ve Türk Dili?ne çok büyük önem vermiş, özellikle Türk gençliğinin bilinçlenmesi için çok çabalamıştır.

Atsız, nev?i şahsına münhasır bir insandı. Türk?e âit her şeyi severdi. Osmanlıydı; Selçuklu'ydu; Göktürk'tü. 2. Abdülhamit Han?a ?Göksultan? derdi. Vahdeddin Han?ın vatan hâini olmadığını söylerdi. 1933?de sekiz arkadaşıyla Çanakkale?ye giderek, her yıl büyüyen Çanakkale ihtifalini başlattı.

70?lerde yazdığı Ruh Adam romanında, Çanakkale savaşı hakkında müthiş fikirler ortaya koydu. ?Çanakkale, erlerin; İstiklâl Harbi, subayların savaşıdır.? dedi. Evet, 'Çanakkale ne Mustafa Kemal?in zaferidir ne de bu fikre karşı çıkanların dediği gibi Enver Paşa?nındır' dedi. 'Mehmetçiğin zaferidir.' dedi... 'Savaş olmasaydı, o Mehmetler, 20. asrı Türk asrı yapacaklardı' dedi...

Tek taraflı kadrolaşma için Bakana istifa çağrısı

Atsız çok yönlü bir yazardı.  Şâirdi, romancıydı, tarihçiydi... Korkusuz bir dâvâ adamıdıydı. Bir yazısında, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel?in tek taraflı bir kadrolaşma faaliyetinde bulunması nedeni ile istifâsını istemiştir. Kendisini fakülteden atan dekanı, herkesin içinde tokatlayacak kadar gözü de karadır. Yufka yüreklilerle çetin yolların aşılmayacağına inanır.

Atsız, Türkiye Cumhuriyetini Osmanlının devamı olarak gördü. Osmanlı'yı da Selçuklu'nun... Böylece devlet Orta Asya?ya kadar gider.  

Kadıköy Osmanağa Câmii?nde kılınan cenâze namazında, hoca ?Merhumu nasıl bilirsiniz ey cemaat-müslümin?? diye sorunca Fethi Gemuhluoğlu şöyle seslendi:

?Bu musalla taşı onun kadar bir er kişiyi çok az görmüştür hoca efendi!?

Rahmet ve saygıyla anıyoruz.

ESERLERİ

Roman:


Dalkavuklar Gecesi, İstanbul 1941. Bozkurtların Ölümü, İstanbul 1946. Bozkurtlar Diriliyor, İstanbul 1949. Deli Kurt, İstanbul 1958. Z Vitamini, İstanbul 1959. Ruh Adam, İstanbul 1972. 

Öykü:

'Dönüş', Atsız Mecmua, sayı.2 (1931), Orhun, sayı.10 (1943) 'Şehidlerin duası', Atsız Mecmua, sayı.3 (1931), Orhun, sayı.12 (1943) 'Erkek kız', Atsız Mecmua, sayı.4 (1931) 'İki Onbaşı, Galiçiya...1917...', Atsız Mecmua, sayı.6 (1931), Çınaraltı, sayı.67 (1942), Ötüken, sayı.30 (1966) 'Her çağın masalı: Boz oğlanla Sarı yılan', Ötüken, sayı.28 (1966) 

Şiir: 

Yolların Sonu (1946) 

İnceleme: 

Türk Tarihi Üzerine Toplamalar Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi Türk Edebiyatı Tarihi Türk Ülküsü Osmanlı Tarihine Ait Takvimler Türk Tarihinde Meseleler 

Biyografi:

Edirneli Nazmi Kemalpaşaoğlu Birgili Mehmet Efendi Ebussud

kaynak: yenidenergenekon.com/islamansiklopedisi
haber: enpolitik.com 


Salı 5.3 ° / 2.8 °
Çarşamba 6.6 ° / 0.6 °
Perşembe 7.7 ° / 1 °