Tarih: 26.12.2019 21:49

Ankaralılar: 'Seni görmeye, bu vatan uğruna ölmeye geldik!'

Facebook Twitter Linked-in

Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya Gelişinin 100. yılı gururla kutlanıyor, Ulu Önder Atatürk ve tüm şehitlerimiz saygı ile anılıyor...

 

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankaralılarla, Anadolu halkıyla kaynaştığı ve Ankara’nın en anlamlı günü, 27 Aralık Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 100'üncü yıl dönümü coşku ile kutlanıyor…

 

 

Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın en iyi Ankara’dan yönetileceği inancındaydı, Ankara yurdumuzun tam ortasında ve cephelere de eşit uzaklıktaydı. Her ilde haberleşme ve ulaşım olanağı bulunmuyordu. Bu düşüncelerle Atatürk ve temsil heyetinin üyeleri 27 aralık 1919’da saat 14.00’te Dikmen sırtlarından Ankara’ya geldi. Ankara ve çevresinin tüm halkı, Atatürk’ü ve temsil heyeti üyelerini büyük sevgi ve sevinç gösterileri ile karşıladılar; davullar çalındı, oyunlar oynandı, Seğmenler gösteriler yaptı. Ankaralılar, Atatürk’ü ve temsil heyetini Ankara’ya davet etmekle Erzurum ve Sivas Kongreleri sonunda temsil özgürlüğü kazanan Milli iradeye olan saygılarını, bağımsızlığa duydukları özlemi göstermiş oldular, milli egemenliğe ev sahipliği yaptılar milli egemenlik ankara’dan tüm yurda dalga dalga yayıldı...

1919 yılında Anadolu’daki manzara genel hatlarıyla şöyleydi: Orta Anadolu’daki bir avuç toprak parçası dışında Anadolu, işgalci güçler tarafından paylaşılmıştı… Hükümet Merkezi İstanbul işgal altındaydı ve Yunan orduları durmadan Batı Anadolu’da ilerliyordu… Ülkenin her bir yanından işgalci güçlerin yaptığı zulme ilişkin acı haberler geliyordu…

 

 

Fakat, bu haksızlık, bu zulüm büyük bir halka yapılmaktaydı ve aynı halk, işgalci güçlere teslim olamayacak kadar onurluydu ve şanlı bir geçmişe sahipti… Nitekim, Batı Anadolu’da Zeybekler, Kuzey’de, Güney’de, Güneydoğu’da ve Doğu Anadolu’da yerel milisler, işgalci güçlere karşı tüm güçleriyle direniyor ve bu ağır cezanın hiçbir şekilde hazmedilemeyeceğinin işaretlerini veriyorlardı… Bağımsızlık kaçınılmazdı fakat bunu yerel milislerle ve yerel çarpışmalarla başarmak bir o kadar güçtü… Milli Mücadeleyi Ulusal Kurtuluş Savaşına dönüştürecek ve yerel güçleri toparlayacak bir lider, bir Önder gerekiyordu…

 

İşte bu Önder, 27 Aralık 1919’da, bundan 100 yıl önce, Dikmen sırtlarında belirdi… Ankaralıların “Kızılca Gün” dediği bu tarihi günde, Ankara’nın köylerinden, kasabalarından, ilçelerinden akıp gelen binlerce atlı ve yaya Seymen ile Ankara halkı Büyük Önder’i Dikmen Sırtlarında bağrına bastı… Şaşıran ve duygulanan Büyük Önder’in “Merhaba Efeler! Niye zahmet ettiniz, neden geldiniz?” sorusuna Gazi Paşa’nın etrafında çember olan binlerce Seymen hep bir ağızdan “Seni görmeye, bu vatan uğruna ölmeye geldik!” diye cevap verdiler… Büyük Önder “Fikrinizde sabit misiniz?” diye yeniden sorduğunda Seymenler büyük bir kararlılıkla “Andolsun!” diyerek karşılık verdiler… Bunun üzerine gözleri yaşaran Mustafa Kemal “Varolun Yiğitler!” diyerek şükranlarını bildirdi… Peşisira davullar, zurnalar çalınmaya başladı… Ve uzun yıllardır semalarına kara bulutların çöktüğü, umutların tükendiği Anadolu’da, zeybekler yeniden dönülmeye başlandı.

Silindi mi maşrapamın kalayı
Dizildi mi Seymenlerin Alayı
Düşmanları öldürmenin kolayı
Koç gibi meydanlarda dönenlerdeniz
Biz Vatan uğruna ölenlerdeniz

27 Aralık 1919’da, Gazi Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişi, Milli Mücadelenin seyri ve Kurtuluş Savaşımızın başarıya ulaşması açısından, son derece önemli bir dönüm noktasıdır.

Atatürk’ün Ankara’ya gelişinde düzenlenen Seymen Alayı, basit bir karşılama töreninden öte, ülkeyi içinde bulunduğu karanlıktan kurtaracak, yeni bir liderin, Ankara halkı ve Seymenler tarafından seçilmesi anlamı da taşımaktadır. Zira Seymen Alayları milli felaket günlerinde kurulur ve yeni bir dönemin müjdesini verir. Büyük Önder’in etrafında, etten duvar ören Ankaralıların gerçekleştirdiği bu sivil oluşum ve tarihte eşine az rastlanır halk desteği, Milli Mücadeleyi sürdürecek olan Büyük Önder’e ve Kuvayı Milliyecilere, olağanüstü moral güç vermiştir. Ve Ankara bundan böyle yüzyıla damgasını vuracak olan ve dünyadaki bütün ezilmiş halklara bir model oluşturacak Kurtuluş Savaşımızın merkezi durumuna gelmiştir.

Ankaralılar, 27 Aralık’ta düzenlenen Seymen Alayı ve karşılama törenini, karanlık bir dönemin kapanıp, aydınlık bir geleceğe geçiş müjdelediği inancıyla “Kızılca Gün” olarak tanımlarlar. Kızılca günler, aynı zamanda, yeni bir devletin kuruluşunu müjdeleyen günlerdir.

Binlerce yıllık Türk tarihinde, devlet kurma törenlerinin vazgeçilmezleri olan “Seymen Alayı Dizilmesi”, “Sancak”, “Davul” sembolleri ve gelenekleri, 27 Aralık 1919’da da ortaya çıkmıştır. Öncelikle 27 Aralık 1919 sabahı Seymen sancağı dikilmiş, kurbanı kesilmiştir. Ardından binlerce yıllık devlet geleneğimizde bağımsızlığı, özgürlüğü, lideri ve nihayetinde devleti temsil eden “Davul”lar ortaya çıkmıştır. Uzun yıllar suskun olan davulların ve köslerin sesleriyle Ankara semaları inletilmiş, Seymenler coşkuyla zeybek dönmüştür. Ve nihayetinde Dikmen Keklikpınarı’ndan başlayıp birkaç koldan Ulus’taki Vilayet Binasına uzanan Seymen Alayı dizilmesiyle geleneksel devlet kurma ve lider seçme töreninin tüm özellikleri 27 Aralık 1919’da gerçekleştirilmiştir.

Binlerce yıllık Türk tarihinde, ve milyonlarca kilometrekarelik Türklerin yaşadığı coğrafyada, devlet kurma geleneğinin son temsilcisi olan ve aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün Önderliğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin fiilen kuruluşunu sembolize eden bu önemli günün yaşatılması, Biz Ankaralılar ve tüm vatandaşlarımız için büyük bir öneme sahiptir.

27 Aralık 1919’da gerçekleşen Seymen Alayı, Ankaralıların Büyük Önder’e kayıtsız şartsız verdikleri desteğin de somutlaşmış bir ifadesidir. Atatürk, gerek Ankara’nın tarihten gelen Cumhuriyet bilinci, gerekse kendisine gösterilen heyecan ve coşkunun zirveye çıktığı bu müstesna desteğin etkisiyle, Ankaramızı, önce milli mücadelenin karargâhı, ardından “Türkiye Cumhuriyeti”nin “Başkent”i seçerek onurlandırmıştır.

Milli Mücadelenin başlangıç günlerinde, Ankaralılar, Mustafa Kemal’i coşkulu biçimde karşıladıkları gibi, Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde de verdikleri olağanüstü destekle, Atatürk’ün gönlünde ayrıcalıklı bir yer kazanmışlardır. Bu değeri, Atatürk, “Ankara’nın ve Ankaralıların benim gönlümde müstesna bir yeri vardır” sözleriyle ifade etmiştir.

Ankaralılar olarak ne kadar gurur duyulsa azdır. Zira, ülkemizin yaşadığı en karanlık dönemlerde Mustafa Kemal’i karşılamak, O’nu bağrına basmak, önce Kuvayı Milliye’nin kalbi, sonra da Cumhuriyet’in Başkenti olmak tarihin yazgısıdır. Ankaralılar, bütün Anadolu’yu kaplayan umutsuz ve karanlık günlerde; olağanüstü bir sağduyu, öngörü ve özveri ile Ankaramızın ve ülkemizin geleceğini hazırlamışlardır. Nitekim, 27 Aralık, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankara’da, Anadolu halkıyla, Ankaralılarla kaynaştığı gündür… Milli Mücadele hareketi Ankara’da halkla buluşmuş, ete-kemiğe bürünmüş o yıllardan bu yıllara gurur ve mutluluk kalmıştır... 

Atatürk'ün Ankara'ya gelişi ile ilgili bir anı

Hava açık, ılık, birkaç gün önce sepeleyen kar tutmamış. Halk, Çankaya bağlarının batısındaki kırşehir yoluna açılan yokuş boyunca akın akın yollarda. Kulaklar minarelerde. O tarihi anı, salalarla bütün Ankara’ya müezzinler duyuracaktı...

Mustafa Kemal’i karşılamaya çıkanlar arasında bölük bölük seğmenler göz alıcı bir biçimde hepsi de çakı gibi. kimi atlı, kimi yaya. Kiminin sağ omzunda baltaları asılı, kiminin “martini” tüfekleri çapraz. Şal kuşaklarında hançerleri parlıyor. Gözleri gibi elbas köyünden usta davulcular gelmiş; Abdal Hasan’lar, Deli Haydar’lar, Kara Mahmut’lar, Mohaç’tan, Çaldıran’dan, ya da bir başka er meydanından. sabırsız bir bekleyiş bu.

Saatler öğleden sonra üçü on geçeyi gösterirken, o salalar duyuldu. Cümle halk arasında bir dalgalanma oldu. Yokuş başına doğru bir yüklendi ankara. Bir sevinçli telaş, bir büyük heyecan. Uzaklarda bir motor gürültüsü vardı. Sonra, korna sesleri...Evet, geliyordu Mustafa Kemal...

Bandırma vapuruyla Samsun’a gelen osmanlı paşası o “Miralay Mustafa Kemal Hazretleri” değildi bu gelen. anadolu hareketini başlattığı için boynunda sarayın “idam fermanını” taşıyan, bütün rütbelerinden istifa etmiş ve “milletin bağrına dönmüş bir fert olarak” sadece Mustafa Kemal’di. Kutsal kavgamızın, “Kurtuluş Savaşı”nın hazırlığını tamamlamıştı. Ankara, bu hazırlığın doruk noktasıydı. Yaralı bir ulus, artık onun önderliğinde buradan şahlanacaktı. Samsun’da bir hurdalıktan alınan, her parçası bir başka yerde bulunmuş, üstü açık, köhne otomobili yaklaşınca heyecan son haddine varmıştı. Davullar çok daha coşkuyla vuruyor, cümle tezahürat birbirine karışıyordu. Gülümsüyordu Mustafa Kemal, henüz 38 yaşındaydı; ama yüzünde, nice savaş meydanının tandırında yoğrulmuş bir başka olgunluk vardı. Mavi gözleri çelik pırıltısıyla yanıyor, kalpağının iki kenarında, şakaklarında uçuşan başak rengi saçları, güzel yüzüne bir başka anlam veriyordu. 

Yokuş başında, seğmenlerin önünde durdu. otomobilden indi. onlara doğru ağır ağır yürüdü. hepsi bir anda esas duruşa geçtiler. Her soluk tek can olmuştu. bütün gözler, onun gözlerinde düğümlüydü. vakur ve sert bir sesle:

— 'Merhaba efendiler!' dedi.

— 'Sağol paşa hazretleri!'

— 'Arkadaşlar, buraya neden geldiniz?'

— 'Millet yolunda can vermeye geldik!'

— 'Fikrinizde sabit misiniz?'

— 'Ant olsun!..'

ve işte o zaman Mustafa Kemal'in gözleri ilk kez yaşardı. Zincir kabul etmeyen bu ulus, onun peşinde, gerekirse ölüme bile göz kırpmadan gidebilirdi...

 

kaynak: Dr. Metin Özaslan

haber: enpolitik




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —