Ocak Medya yazarı Veysi Dündar bugün “Gözümüz Yok Gülüşünüzde, Siz Ağlatmayın Yeter” başlıklı yazı kaleme aldı.
Ocak Medya yazarı Veysi Dündar kaleme aldığı yazısında, “İnsanları güldürmek için onlara huzur, umut, güven vermeniz gerekir” dedi. Dündar, gülmenin ve insanın değerini vurguladığı yazısında “Ateş düştüğü yeri yakar. Biraz da etrafını. Ondan sonrası ise hale hale dağılan bir duman ve küldür. Hele ki yeterince uzaklaştıysanız yangın yerinden ne ateş ne de duman kalır. Gülmek için yeterince nedeniniz var. Gözümüz yok gülüşünüzde, siz ağlatmayın yeter. Analar ağlamasın yeter” dedi.
Veysi Dündar'ın bugün yayınlanan köşe yazısı şöyle:
‘Gülün Adı’ bir döneme damga vuran bir kitap ve bu kitabın neredeyse satır satır görselliğe tahvil olduğu filmin adıdır.
Gülün Adı’nın ana temalarından biri de gülmenin zararlı bir faaliyet olması üzerindedir. Gülmenin adaba aykırı ve Ortaçağın engizisyona dayalı skolastik düşüncesinde ayıplanır olması üzerine uzun tasvirler yer alır.
Aristo’nun Poetika’sının komedi üzerine olması ve bu kitapta anlatılan gülmenin toplumun istikrarını, dini ve bizatihi gerçeği tehdit ettiği ifade edilir bu katı görüş tarafından. Buna karşılık filmde Sean Connery’nin canlandırdığı Baskerville’li William gülmenin saçmalığa karşı en güçlü silah olacağını savunur.
Gülmenin klasik dönem Hristiyanları için içerdiği bu tartışmayı popüler bir romana dönüştürmeyi başaran Umberto Eco’nun yeteneğiydi.
İnsan, ‘Gülen Hayvan’ olarak da adlandırılır. Gülebilen başka bir canlı yoktur. Ağlamak da gülmek de insanın ayırt edici özellikleri arasında yer alır.
Ayva güler, nar ağlar Türkçede.
Gülmek ağlamanın zıddı diye düşünülür. Oysa ki gülmek kolay, ağlamak zordur.
İnsan belki günde birkaç kez gülebilir ama ağlaması için gerekçe bulmalıdır.
Bazen ufacık bir mutluluk, küçük bir jest, minik bir hediye insanı güldürür.
Her şeye ağlayabilen çok özel insanlar dışında ağlamak içinse gerçekten zorlayıcı bir şeyler olmalıdır. Kimse durup dururken ağlamaz. Ayrılık ağlatır. Acı ağlatır. Umutsuzluk ağlatır. Mutsuzluk ağlatır. Umutsuzluk ağlatır. Çaresizlik ağlatır. Ama bunlardan çok olursa çok çok ağlatır.
Çokça umutsuzluk, çaresizlik, ayrılık, acı, mutsuzluk insanı hüngür hüngür ağlatır hem de. Bunların hepsi birden ölüm haberlerinde vardır. Sırasız ölümdeyse bunun katmerlisi vardır. Genç ölmek acının tavanıdır. Gözyaşı seldir genç ölümünde.
Ergin Günçe’nin dizeleriyle genç ölmek tam da budur :
“Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır
Erken ölmüş, iyi giydirilmiş
…………
Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize
Bence o çocuk öyle gülmemeli
Ay kar gibidir pencerede”
Gülmek kolay ağlamak zorken.
Güldürmek zor ağlatmak ise çok kolaydır.
Sanırım Nejat Uygur söylemişti. “Soğan bile insanı ağlatır ama güldürmek için beceri gerekir” diye.
Sonuna kadar altına imza atılacak bir sözüdür bu ustanın.
İnsanları güldürmek için onlara huzur, umut, güven vermeniz gerekir. Ağlatmak içinse bunlardan yoksun bırakmanız. Umudu güveni ve huzuru getirmek zordur. Oysa bunlardan yoksun bırakmak için tek yapmanız gereken pamuk ipliğiyle bağlandığımız hayata olan bağları koparmaktır.
Cem Karaca unutulmaz şarkısında “doğarken ağladı insan bu son olsun” der. Shakespeare ise daha gerçekçidir ve durumu şu şekilde tasvir eder : “insan doğarken bu aptallar sahnesine geldiği için ağlar.”
Genç bir ölünün ardından dökülebilecek göz yaşı için sanırım Rimbaud’nun şu dizelerinden daha iyi bir karşılık olamaz : “Allah’ın talep ettiğinden daha çok gözyaşı döktüm.”
Dilimize girmiş sözler arasında herhalde acının sınırsızlığını en iyi tarif eden ‘Evlat Acısı’ sözüdür.
Evlat dediğinde bütün kalpler yumuşar, bütün yelkenler iner.
Her evlat bir ananın kuzusudur.
Bir evlat bir ananın uykusuzluğudur.
Bir evlat bir babanın alın teridir.
“Evlat acısı vermesin” sözü duaların yücesidir.
Bir ailenin en değerlisi her zaman en sondan gelenidir. El üstünde tutulanıdır.
Ağlamayı en çok hak eden gözler evladını kaybeden yüreğin sahibine ait gözlerdir.
O gözler kan içindedir ve hayatın neden bu kadar haksız olduğunu sorgular.
Kendisi de genç yaşta ölen Ergin Günçe’nin bir diğer dizesinde ölüm şöyle tarif edilir :
“Dört arkadaş bir olup
Tahta kutu içinde
Ölünüzü götürün
İncirlerin altına
Dönersen ıslık çalarsın
Yol uzun, su karanlık
Otur bir çardak altına
Bırak biraz yağmur yağsın”
Ölümün soğuk ve çaresiz yüzüyle bir mezarlıkta sonsuz uykuya emanet edilen bir evladın ardında bıraktığı çaresizliktir.
Ateş düştüğü yeri yakar. Biraz da etrafını. Ondan sonrası ise hale hale dağılan bir duman ve küldür. Hele ki yeterince uzaklaştıysanız yangın yerinden ne ateş ne de duman kalır.
Gülmek için yeterince nedeniniz var.
Gözümüz yok gülüşünüzde, siz ağlatmayın yeter.
Analar ağlamasın yeter.