Ocak Medya yazarı Veysi Dündar kaleme aldığı yazısında, “Bir ülkede işlerin yolunda gidip gitmediğini anlamak isterseniz, sadece haber alma özgürlüğünün sınırlarını sorgulamanız kafidir” dedi. Dündar tutuklanan gazetecileri ve haber özgürlüğünü konu aldı Dündar, “İktidar eğer gerçekten basınla ilişkisinde yasaların gözetildiği bir yapıyı oluşturmak istiyorsa, öncelikli olarak Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesini düzeltmelidir. Bu yapılmadan ortaya konulacak tüm hamleler ancak bu karnenin daha da bozulmasına yol açacaktır” dedi.
Veysi Dündar'ın yayınlanan köşe yazısı şöyle:
Bir ülkede işlerin yolunda gidip gitmediğini anlamak isterseniz, sadece haber alma özgürlüğünün sınırlarını sorgulamanız kafidir.
Gazeteci neden haber konusu olur? Allah korusun vakti gelip ölünce. Onun dışında gazetecinin habere konu olduğu ülkeler işlerin yolunda gitmediği ülkelerdir.
Gazetecileri yaptıkları haberler nedeniyle yargı önüne koyduğunuzda aslında onları haberin öznesi yapmış olursunuz. Gazetecinin bu şekilde haber olması ülke için hayırlı değildir.
İktidarın kendine bağımlı kıldığı yazılı ve görüntülü medyanın tahakkümüne karşılık, özellikle internet medyası alanındaysa muhalif sesler kendine daha çok yer bulabiliyor.
Muhalif bakışın cezalandırıldığı örnekleri ülke geçmişinde de görmüştük. Askeri darbe dönemleri bunun en ağır örneklerine şahitlik etmiştir.
Türkiye’nin son 5 yılına damga vuran süreçte ise, basına yönelik iktidar bakışının giderek sertleştiğini ifade etmeliyiz.
Yasama, Yürütme ve yazık ki en acı biçimde Yargı erklerini tek potada eritebilen iktidar için, bu 3 kuvvetin dengeleyicisi olan 4. kuvvet olan basına dair bakış da farklı değil.
Basının güçlü bir kuvveti temsil ettiğini ve bunun iktidarı tehdit ettiğini teşhis eden siyaset kurumu için, ‘basın özgürlüğü’ fazlasıyla rahatsız edici geliyor.
Özellikle araştırmacı kategorisindeki gazetecilerin hoşa gitmeyen haberleri ya da sorgulamaları iktidarın en tepesinden gelen eleştirilere maruz kalmaktadır.
Örneğin bir bakanın kendisine göçmenlere dair sorulan soruya dair gösterdiği tepkiyi de aynı kategoride değerlendirmeliyiz.
İktidarın kibirle karışık bir tepeden bakışla ülkeyi sevmeyi sadece kendisine layık gören tavrı bu hoşgörüsüzlüğün temelini oluşturmaktadır.
Ülkeyi sevmek için iktidardan yana olmanız, iktidarın tüm icraatini kayıtsız şartsız onaylamanız ve sorgulamamanız gerekmektedir.
Basının sorgulama ve teyit etme görevini yaparken mevcut yasalara uyması gerekir. Tabii ki hiçbir yasa da sonsuz bir keyfilikle malul olmamalıdır.
İktidar olanaklarının karşısında sınırlı kaynaklarla hareket eden basının çeşitli gerekçeler öne sürülerek susturulduğu bir ortamda, yasa maddesine atıf yapılarak gazeteciliğin yargılanması normal şartlarda belki de en az sorgulanacak bir durumdur.
Ancak Türkiye’nin zayıflarla dolu basın özgürlüğü karnesinde, yasa ile olan bu uyumsuzluktan ziyade iktidara karşı duruş göstermek sorgulanmaktadır.
2 Barış’ın da aynı haber nedeniyle tutuklanarak Oda TV’nin şalterinin kapanmasının gerekçesi MİT yasasının açık bir maddesinin ihlali olarak tanımlanıyor.
Kendileri ile bundan bir süre önce yaptığım röportajda bana “Hayat böyledir, bazılarının takası kıyıda beklerken, bazı kayıklar burnunu dalgalara vurur da gemi olur“ diyerek çabalarını özetlemişlerdi.
MİT ve Libya konulu Google aramalarında karşımıza çıkan bir dolu çapraşık bilginin içinde onların yaptığı bir haber tüm şimşekleri üzerlerine çekti. Bu durumun çelişkili olduğunu sanırım bir tek ben düşünmüyorum.
Diğer tarafta Seçilme ve Seçme hakkını keyfi biçimde yeniden tanımlayan iktidar çevreleri, beğenmedikleri seçilmişleri atanmışlarla değiştirmekten geri durmamaktadır. Bu beğenilmeyen siyasetin gazetesine yönelik baskılar ve tutuklamalar iktidar için sıradan bir tavır olarak görülmekte.
Örnekleri çoğaltılabilecek bu tutumun yarattığı ortamda basın özgürlüğünün giderek suç işlememe konusunda aşırı bir özenlilik haline dönüştüğünü belirtmek gerekiyor.
“Acaba hakim karşısına çıkarmıyım, savcı beni çağırır mı?” endişesi hakim.
İktidardan beslenen konvansiyonel ve sosyal medyanın neredeyse şerbetli diyebileceğimiz hakaret özgürlüğüne karşı, muhalif kesimin en ufak bir eleştiride dahi 40 kere düşünerek yazdığını söylemeliyiz.
İktidarı ya da devlet kurumlarını durmuş saat misali gerçekten sorgulanabilir bir haberle ilişkili olarak dahi güvensiz kılan durum tam da budur.
Murat Ağırel’in sosyal medyadan topladığı görselleri kolajlayarak yaptığı paylaşım üzerinden suçlandığını gördük. Murat Ağırel’in hepsi belgelenmiş onlarca dosyasının iktidar çevrelerinde rahatsızlık yaratmadığını düşünmekse naiflik olur.
Dün akşam saatlerinde gazetecilere destek olmak için aynı anda hem İYİ Partili hem de HDP’li milletvekilleri Çağlayan adliyesinde buluştular.
Aynı anda hem Yeniçağ hem Yeniyaşam yazarlarından hesap sorulmaktaydı.
Bu aslında siyasete yön veren anlayışın karşısında dayanışma gereğini de işaret etti.
İktidarın kendini eleştiriden münezzeh gören iş yapma anlayışı ile, gazetecilerin ortaya koyduğu eleştirileri yok sayması giderek toplumda basının dönüştürücü gücüne olan inancı yok ediyor.
İktidar eğer gerçekten basınla ilişkisinde yasaların gözetildiği bir yapıyı oluşturmak istiyorsa, öncelikli olarak Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesini düzeltmelidir.
Bu yapılmadan ortaya konulacak tüm hamleler ancak bu karnenin daha da bozulmasına yol açacaktır.