Tarih: 13.03.2020 11:42

'Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkarmışız!' Ülkücü camianın saygın ağabeyi Galip Erdem özlemle anılıyor

Facebook Twitter Linked-in

Ülkücü hareketin saygın lideri, gazeteci, yazar ve avukat... Fakat bunlardan çok daha önce ülkücülüğü ve ağabeyliği hatırlanan bir isim Galip Erdem.  12 Mart 1997'de vefat eden Erdem,  ölümünün 23'üncü sene-i devriyesinde saygı ve özlemle anılıyor...

Bir neslin ağabeyliği vazifesini ve sorumluluğunu hakkıyla yerine getiren dava adamı Galip Erdem, bugünün ve gelecek neslin hem hocası, hem rehberi oldu. 

Kocaman bir beyni ve ondan da büyük bir yüreği vardı Erdem'in. Başta Tercüman ve Yeni İstanbul olmak üzere pek çok gazetede köşe yazıları; Türk Yurdu, Orkun, Ötüken, Ocak, Devlet, Töre ve Sözcü dergilerinde makaleler yazdı. 

'Batı medeniyetine üstünlük kazandıran vasfın iki kere ikinin dört ettiğini bulmasında değil, dört etmeyebileceğinin araştırılmasına da izin vermesinde olduğunu anlayamadığımız müddetçe kaderimiz değişmeyecek.' (Galip Erdem)

 

 

'Bizler davayı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik, davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.' sözünün sahibi Galip Ağabey, tespitleri ile dönemi için çok önem taşımıştır. Galip Erdem'in siyasi hayatını ise anlatan en iyi cümle 'siyaseti sevmeyen bir siyasetçi'dir.

Cesareti 12 Eylül'deki emsali de olmuş olan 'Galip Ağabey'in 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinin insanlar üzerinde korku yarattığı aylarda, herkesin suskun ve şaşkın olduğu, yasaklar altında Türk Milliyetçileri mesajlarını örtülü iletmek zorunda kaldığı zamanlarda; hala unutulmayan o tarihi 'Beşiktaş Nasıl Kurtulur' yazısı şöyleydi: 

'Yılbaşı gecesi. Evdeyim ve yalnızım. İş olsun niyetine, âdet yerine gelsin diye TV'yi açmışım. Birileri eğleniyor, zıplıyorlar, sıçrıyorlar, mütemadiyen gülüyorlar ve galiba marifetleriyle beni de güldürmek istiyorlar. Bakıyorum, ama gördüğüm çok şüpheli! Kulağıma bir takım acayip sesler geliyor, hiç anlamıyorum. Bir türkü olsa dinlerdim: 'Bayram gelmiş neyime/Anam anam garibem/Kan damlar yüreğime/Anam anam garibem,' Bir Hoyrat da fena sayılmazdı: 'Düşde gör/Hayâlde gör düşde gör/Düşenin dostu olmaz/Hele bir yol düş de gör.' Başka bir Kerkük türküsü en iyisi idi. 'Sevmiş bulundum efendim gayrı ne çare. ' Hiçbirini söylemediler. Seçtiklerini de ben dinlemedim.

          Evet efendim, ayıp değil ya, ben de Beşiktaş'ı sevmiş bulundum! Aklım fikrim hep Beşiktaş'ta. Dünyanın diğer işleri ile hiç ilgilenmiyorum. Siyasetmiş, iktisatmış, ticaretmiş bana ne, hiçbirine aldırmıyorum. Yeni zamanların Mecnûn'u gibiyim; kâinatı, Leylâlaştırmışım. Beynimi kemiren soruya cevap arıyorum: Beşiktaş nasıl kurtulur? Kınamayın dostlarım; benim yaşamam Beşiktaş'ın kurtulmasına bağlıdır. Beşiktaş düşerse, artık hiç iflah olmam!

        Beşiktaş, bildiğiniz gibi, henüz unutulmamış yakın geçmişte çok güçlü bir takımdı. Üst üste beş yıl ve daha birçok şampiyonluğu vardır. Üç kıt'ada at, şey affedersiniz, top koşturan, şanlı şöhretli nice takıma diz çöktüren Beşiktaş, şimdi puan cetvelinin 13. sırasında, ha düştü ha düşecek! Bir zamanlar dünyanın en büyüğü Real Madrid'e kafa tutan 70 yıllık Beşiktaş, bugün iki yıllık Rizespor'u tek golle yendiği için bayram ediyor. Olur mu böyle, üzülmez mi insan?

        Beşiktaş'ı kim kurtarabilir, o muhteşem maziyi kim yeniden yaşatabilir? Şüphe mi ediyorsunuz? Elbette Beşiktaşlılar! Yalnız bazı cahiller -Hain de olabilir- zannediyorlar ki, İstanbul'un bir semtinde oturmak demek, Beşiktaşlı olmak demektir. Oysa benim sevmiş bulunduğum ve kurtarılması gereken Beşiktaş bir semt değil, bir takımdır. Hemen hatırlanması gerekir ki, Beşiktaş semtine girenler içinde, Bursaspor'un ajanları ve Trabzonspor'un uşakları da vardır. Şu halde bir: Beşiktaş'ın kurtulması için, küme düşmesi imkânsız Beşiktaş semti ile küme düşmesi muhtemel Beşiktaş takımını birbirine karıştırmamak şarttır. İki: Türkiye'nin her yerinde, hatta Türklerin yaşadığı diğer ülkelerde 'koyu' Beşiktaşlıların bulunduğunu hiç unutmamak lâzımdır.

        Son zamanlarda Beşiktaşlılardan çok, diğer takımlara mensup olanların 'Beşiktaş nasıl kurtulur?' konusunu münakaşa ettiklerini, çare aradıklarını, yol gösterdiklerini öğrenmekteyim. Bazı saf Beşiktaşlılar da, bu aşırı dostluk(!) gösterileri karşısında heyecanlanıyorlar ki, gözyaşlarını tutamıyorlar. Ne oluyoruz, akılsızlığa faiz mi ödeniyor? Takımlarının şampiyonluğu için, şüphesiz haklı olarak, Beşiktaş'ın yenilmesini isteyenlerden fayda beklenir mi? Beşiktaş elbette ilim ve tekniğin rehberliğinde, ancak ve ancak Beşiktaşlıların gayretleriyle kurtulur         

        Yanlışlık nerede, suç kimde? İsterseniz, önce futbolculardan başlayalım: Beşiktaş, birkaç yıldır, Türkiye'nin en pahalı futbolcularını oynatıyor. Beş milyonluk, on milyonluk adamları, Beşiktaş'ın kurtulması için en hızlı koşan, en iyi çalım atan, en geç yorulan, en sert ve düzgün şut çeken futbolcuların alınması yetmez. Beşiktaş'ı canından çok sevmeyen, takımı için her fedakârlığı göze almayan; gençliğinden, hatta çocukluğundan itibaren siyah-beyaz renklerin rüyasını görmeyen, Karakartal'ın hayalini kurmayan oyunculardan hiç hayır gelmez. Forma aşkı kuru bir edebiyat değildir. 25 yıl önce bir 'Beton' Mustafa vardı, Harbiye’de oynardı. Bilenlerin anlattığına göre, öyle ahım şahım bir futbolcu değildi.

        Ama millî formayı bir giydi mi arslan kesilir, harikalar yaratır, maçlardan sonra takımın en başarılı oyuncusu olduğunda ittifak edilirdi.         

        Hele hele kafasında ve yüreğinde başka bir takıma mağlubiyet şuuru ve duygusu taşıyanlardan şiddetle kaçınmak gerekir. Beşiktaş'ın milyonlar sayarak aldığı bir oyuncu, Trabzonspor'un geçen yılki şampiyonluğunda en fazla pay sahibi idi; bu yıl, Beşiktaş'ı küme düşme hattına yuvarlayanların en başında bulunuyor. Acaba, demez misiniz?

        Gelelim yöneticilere: Duyduğumuza göre, özellikle son yıllarda, Beşiktaş'ı yönetenlerin çoğu takımın tarihinden, zaferlerinden, gayesinden, hedefinden ve ülküsünden habersiz kimselermiş. Yöneticiliği ikinci bir meslek saymışlar. Siyaset mücadelesinde taraftar toplamak için, bol kazançlı bir yatırım yapmak için, nihayet meşhur olmak için Beşiktaş'ı kullanan yöneticiler varmış. Hatta vebali anlatanların boynuna Beşiktaş'ın ne zaman kurulduğunu bilmeyen, ilk forma renginin ne olduğunu duymayan yöneticilere bile rastlanmış; önce kırmızı-beyaz renklerin seçildiğini, Batı Trakya kaybedildikten sonra siyah beyaz'a çevrildiğini öğrenmemiş, Fuat Bolkan'ı hiç tanımamışlar. Böyle yöneticilerin elinde Beşiktaş'ın niçin şampiyon olamadığına değil de nasıl hâlâ kümede kaldığına şaşmaz mısınız?         

        Şimdi de, Beşiktaş'ı kurtarmanın asıl çaresine geçiyorum: Önce yönetim Beşiktaşlılık ruhunun gerçek temsilcilerine teslim edilmeli, Beşiktaş'ın büyüklüğünü ve Beşiktaşlılığın şerefini anlamakta geciken oyuncular hemen takımdan çıkarılmalıdır. Sonra da Beşiktaşlılar, yöneticisi, sporcusu ve taraftarı ile bütünleşmeli, bir granit sağlamlığı içinde olmalı, her güçlüğü birlikte göğüslemeli, her engeli beraber aşmalıdırlar. Sevgi en büyük başarıların, en parlak zaferlerin kaynağıdır. Bütün Beşiktaşlılar birbirlerini çok, ama pek çok sevmelidirler. Sevinçler gibi üzüntüler de paylaşılmalı, birlikte bayram edildiği gibi, birlikte yas tutulmalıdır. Beşiktaşlı bir oyuncuya atılan her tekmenin, takılan her çelmenin, vurulan her dirseğin acısını yalnız oyuncu arkadaşları değil, bütün yöneticiler ve taraftarlar da hissetmelidirler. Bir Beşiktaşlı incindiği zaman, her Beşiktaşlının yüreği kanamalıdır. Fenerbahçelilere, Galatasaraylılara ve Trabzonsporlulara vereceğimiz en güzel cevap, birbirimize sunduğumuz sevginin kuvvetidir, derinliğidir ve ölümsüzlüğüdür.

      Yöneticilerle oyuncuların münasebeti bir baba-oğul münasebetine benzemelidir. Yaramazlık yapanın kulağı çekilecektir. Ama kötü bir âmirin insafsız şiddeti ile değil, iyi bir babanın şefkatli yumuşak­lığı ile çekilecektir.

        Beşiktaşlılar, inanan insanlardır. İnanan insanlar güçlüdür, güçlü insanlar sabırlıdır. Fırtına dinecek, bulutlar dağılacak, hava açacak, güneş yeniden doğacak, eski günler yeniden gelecektir. Takımımızın puan cetvelindeki sırasına üzülmeyin. Bütün büyüklerin hayatında böyle talihsizlikler vardır. Birbirinizden kuvvet alın, birbirinize kenetlenin, güzel günleri bekleyin. Dava büyüktür ve elbette çetindir. Ama mutlaka kazanılacaktır ve Beşiktaş düşmemekle kalmayacak, mutlaka şampiyon olacaktır...'

MUSTAFA TOYGAR KALEMİNDEN....

Muhsin Yazıcıoğlu ile dava arkadaşlığı yapmış, ülkücü hareketin içinden gelen 28 şubat post modern darbe sürecini yaşamış sitemiz enpolitik yazarı Mustafa Toygar da bugünkü köşe yazısında Galip Erdem'i şöyle anlattı: 

'Gerçek tüm ülkücülerin; vefakâr, cefakâr, gönül dolusu sevgiyle bağlı olduğu, saygı duyduğu ağabeyleri…

Haksızlığa, hainliğe, zulme, zulüm karşısındaki miskinliğe direnen adam…

Feragatin, fedakârlığın, hasbiliğin, dava arkadaşlarına karşı tevazuun, din ve millet düşmanlarına karşı vakarın timsali olarak yaşadı. İnandığı kutsal değerler ve Türklük için yapamayacağı fedakârlık yoktu. O sessiz ve şöhretsiz bir kahramandı.

O, 12 Eylül zulmüne karşı tek başına direnen kalemdi.

Galip Erdem’in, 12 Eylül Darbe sürecinde dergilerde yazdığı makaleleri hararetle okurdum. O yıllarda Silahlı kuvvetlerde Topçu Teğmen rütbesinde bir zabittim.

Maalesef, Onunla tanışamadım ama iyi bir Türk Ocaklı, Türkçü olan Galip Ağabeyi mücadele arkadaşlarından o kadar dinledim ki sanki yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyorum. Kitaplarını, yazdıklarını, fikirlerini biliyorum tabi. Onu her anlatan bir efsane kahramandan bahsedercesine anlatırdı.

12 Eylül sonrasında Bab-ı âli’nin yazar-çizer takımının neredeyse tamamı, darbecileri alkışlayıp darbe liderlerine şirin gözükmeye çalışırken Galip Erdem, 12 Eylül yönetiminin Ülkücülere, Türk Milliyetçilerine yönelik baskılarına, zulümlerine karşı çıktı. 1981 ağustosundaki MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasında Türk Milliyetçiliğine yönelik suçlamaları cevapsız bırakmadı ve devrin cuntacılarına yazdığı uzun mektubun bir kısmında şöyle diyordu:

“Adım Galip Erdem… Ülkücü gençliği de çok iyi tanırım…

12 yıldan beri binlercesinin canına, on bine yakınının yaralanmasına, binlercesinin cezaevlerinde çürümesine mal olan çok şiddetli bir mücadeleye neden, kimlere karşı ve hangi değerlerin korunması için katıldıklarını çok iyi bilirim. Kültür ve ülkü sahasında eğitimlerine, Türk milletinin dünya durdukça yaşaması için nelere bağlı kalınması gerektiğinin şuuruna varmalarına elimden geldiğince yardımcı olmuşumdur, ben onlardan biriyim, onları ben eğittim”

“Sizden bir tek dileğim var… Ülkücüler, eğer öyle olması gerektiğinin faydasına inanılıyorsa yargılansınlar, cezalandırılsınlar. Ama lütfen devleti yıkmaya çalışmakla, milleti sevmemekle, vatanı bölmekle suçlanmasınlar. Dileğim yaşayanlar hesabına değil… Bir gül bahçesine girercesine şu kara toprağa giren binlerce şehit adınadır, ruhlarının huzuru içindir.

Onlar neden, kimin uğruna ve hangi değerleri yaşatmak için öldüklerini biliyorlardı. İnanıyorum ki, bugün olmazsa yarın millet de bilecektir, tarih de bilecektir.

İstiyorum ki siz de bilesiniz ve başkalarına öncülük edesiniz. Mamak’ta yargılanan Türk milliyetçiliğidir. Tarih, Türk milliyetçiliğini yargılayanları affetmez. Türk milliyetçiliğini suçlayan, onları zindanlara gönderen, idam sehpalarında sallandıran bir zihniyet bir gün mutlaka millet tarafından yargılanır; siyasi tarihe de kara bir leke olarak damgasını vurur. Hepsi bu kadar… Ötesi benim için önemli değil…

Allah’a inanırım ve takdirin tedbirden önce geldiğini bilirim. Derin saygılarımla.

Galip Erdem, Başbakanlık Müşaviri” diyordu.

12 Mart 1997… Yani aramızdan ayrılalı 23 sene olmuş, bu vesile ile Galip Ağabeye Allah(cc)tan gani gani rahmet diliyorum, mekânı Cennet olsun.'

GALİP ERDEM'İN HAYATI

Galip Erdem, 10 Mart 1930'da Rize'nin Fındıklı ilçesinde doğar. Fındıklı 1954 yılına kadar Artvin iline bağlı, eski adı 'Viçe' olan, on bin nüfuslu şirin bir ilçedir.

Galip Erdem, Fındıklı'da 'Ofluoğlu' adı ile bilinen bir ailedendir. Babası nahiye müdürlüklerinde bulunmuş Rasim Bey, annesi Pehlivanoğullarından Zekiye Hanımdır. Galip Erdem ailenin tek çocuğudur.

İlkokulu Fındıklı 11 Mart İlkokulunda bitiren Galip Erdem, babasının memuriyeti dolayısıyla, ortaokulu Bitlis ve Siirt gibi illerde tamamlar. Babası Erzurum Narman nahiye müdürlüğüne tâyin edilince, Galip Erdem de Erzurum'da lise tahsiline başlar ve 1949 yılında liseyi pekiyi derece ile bitirir.

8 Kasım 1951'de başlayan yedek subaylık görevi, 31 Ekim 1952?de teğmen rütbesiyle biter. Ve 27 Nisan 1953'te PTT Genel Müdürlüğü Ankara Yenişehir Şubesinde ilk olarak memuriyete adımını atar. 7 Temmuz 1954 tarihinde memuriyetten istifa eden Galip Erdem Maliye Bakanlığı Millî Emlâk Genel Müdürlüğünde tekrar memuriyete başlar. 6 Ocak 1955 yılında bu görevinden ayrılır. Daha sonra İETT idaresinde takip memuru olarak işe başlar (7.7.1956). Ertesi yıl bu görevinden de ayrılır ve GİMA T.A.Ş.' ye girer. Bu arada sigortalı olarak 476 gün çalışır (3.8.1959). Bu arada Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olur.

23 Kasım 1959?da Bayındırlık Bakanlığında Tevfik İleri?nin müşavirliği görevine başlar. Bu görevi uzun sürmez. 'Tercüman' imzasıyla fıkralar yazar (1 Ağustos 1961). Yeni İstanbul Gazetesinde fıkra yazarlığına devam eder (1.1.1962) ve İzmir?de avukat İhsan Koloğlu?nun yanında avukatlık stajını tamamlar (1963).

10 Mart 1965'te Zafer Gazetesinde fıkra yazarlığını sürdürür. Aynı çalışmaya Babıâlide Sabah Gazetesinde devam eder. 1.7.1966 tarihinde Millî eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Müdürlüğüne müşavir olur. 2.4.1969'da tekrar fıkra yazarlığına başlar ve 'Bizim Anadolu' Gazetesindeki bu çalışması, 31 Aralık 1969'a kadar devam eder.

 

'Vatansız bir adam dört kelimeyi yan yana getirdi mi, bir numaralı vatanperver kesiliyor! Korkaklar cesur, ahlâksızlar ahlâklı oluyor! İşin en acı tarafı, yüzyıllardan beri devam eden bu oyunun ne zaman biteceğini de kimse bilemiyor!' (Galip Erdem)

 

Galip Erdem, daha sonra Başbakanlık Plân ve Prensipler Dairesinde danışman olarak görev alır . 30.06.1973 tarihine kadar, danışmanlık görevini sürdürür.

1974'te Ortadoğu Gazetesinde tekrar fıkra yazarlığına başlar. 10.09.1975'te Başbakanlık Müşaviri olur. 22.07.1981 tarihinde Turizm ve Tanıtma Bakanlığında Genel Müdürlük Müşavirliğine nakledilir ve 24.02.1982?de yirmi yıl üzerinden emekli olur. Avukatlığa başlar. Bu süre altı yıl devam eder. Mamak?ta görülen ünlü MHP ve Ülkücü Kuruluşlar dâvasının avukatlığını üstlenir. İnsanüstü gayretlerle fedakârane bir şekilde çalışır.

1987?de Merzifon Yağlı Tohumlar A.Ş.de yönetim kurulu üyeliği, Konya Şeker Fabrikasında denetçilik görevinde bulunur. 1987 yılında Sosyal Güvenlik Eğitim Vakfı Başkanlığı vazifesini üstlenir. Daha sonra bu görevinden ayrılmak zorunda kalır.

1989'da Namık Kemal Zeybek'in Bakanlığı döneminde Kültür Bakanlığı APK Başkanlığına APK uzmanı olarak tayin edilir. Daha sonra üçlü kararname ile Bakanlık Müşavirliğine getirilir (17.9.1990). Bilâhare, Türk kültürüne antipatisi olan Fikri Durmuş Sağlar tarafından müşavirlikten alınıp 7.5.1992'de aynı bakanlıkta tekrar APK uzmanlığına tâyin edilir.
Bu görevde iken 10.3.1995 tarihinde yaş haddinden emekli olur. Böylece 26 yıl beş ay hizmeti dolayısıyla birinci derecenin dördüncü kademesinden emekliliğe hak kazanır.

1966'da evlenen ve 1974'te boşanan Galip Erdem'in 1969 doğumlu Bilge Erdem adında bir kızı vardır.

12 Mart 1997'de Çarşamba gecesi saat 22.10?da Ankara Gazi hastanesinde vefat eder. Cenazesi 14 Mart 1997 Cuma günü öğleyin Kocatepe Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Cebeci Asri Mezarlığına defnedilir.

Galip Erdem, Karakedi(1950), Türk Yurdu (1959), Tercüman (1960), Ölçü (1960), Son Havadis (1961), Yeni İstanbul (1962-1963), Düşünen Adam (1962) Babıâlide Sabah (1965), Zafer (1966), Bizim Anadolu (1969), Devlet (1969), Töre (1971), Bozkurt (1974), Ortadoğu (1974), Hergün(1977), Ocak (1971), Yeni Sözcü (1981), Bakış (1981), gazete ve dergilerinde köşe yazıları, fıkralar ve makaleler yazar.

1958-1960 yıllarındaki Türk Ocakları Merkez Heyetinin yayın organı Türk Yurdu Dergisinin Genel Yayın Müdürlüğü görevinde bulunur.

6-7 Eylül 1955'te, hâdiseler dolayısıyla, Topkapı-Çapa dolmuşunda iken gereksiz ve sebepsiz yere içindekilerle birlikta Emniyet Müdürlüğüne getirilir. 45 gün Selimiye Kışlasında gözaltında tutulur ve daha sonra süçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılır. 54 kilodan 39 kiloya düşer.

Galip Erdem'in ilk yazısı 'Beşsanat' adlı bir dergide yayınlanır. 1948'de yayınlanan şiirinin adı 'Bayrak'tır.

Galp Erdem'in kitap haline gelmemiş yüzlerce yazısı bulunmaktadır. Ayrıca yayınlanmamış altmışa yakın şiiri mevcuttur.

Galip Erdem yazılarında pek çok takma ad da kullanmıştır. Bunlardan Bilge Erdem, Elif Bilge, Murat Bilge, İlteriş Metin, Mehmet Rasim, Aptalî bazılarıdır. 
 

İşte Galip Erdem ve teorileri... 

Pek çoğumuz rahmetli Galip Erdem Ağabey'i tanırız belki ama 'tespitleri' ni bilmeyebiliriz. Hem rahmetliyi anmak, hem de bu tespitleri aktarmak için işte Galip Erdem tespitleri:

'Ağrı Dağı' tespiti: Bizler 'dâvâ'yı Ağrı Dağı'nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: ?Dâvâ?yı dağın eteklerinde unutmuştuk!? Meğer biz dâvâyı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.

'Dönen Döner' tespiti: Bir kere dönen, ilerde tekrar dönebilir; döneklere dikkatli davranın.

'Bırak Meçhul Kalsın' teorisi: Başkalarının sizi sevip sevmediğini ve hakkınızdaki kanaatini ille de öğrenme merakına kapılmayın; belki üzücü bir sonuçla karşılaşırsınız. Bırakın meçhul kalsın, böylesi daha iyidir.

'Kazık' teorisi: Başkalarının yediği kazık sizi uyarmaya yetmez; ille de bizzat kazık yiyerek ders alırsınız.

'Keman Çalma' teorisi: Kim bilmediği işi yaparsa veya bilmediği konuda konuşursa, hayatında eline hiç almadığı kemanı çalıyor gibidir.

'Metafizik Maceraperest' tespiti: Hayatın asla bilinemeyecek yönlerini araştıran; ruhlar dünyasına dalan, insanlığın bütün sırlarını çözmeye kalkan tipler metafizik maceraperestlerdir.

'Kompartıman' teorisi: Bazılarının beyni bölüm bölümdür, kompartımanlara ayrılmıştır. Kompartımanlar arasında bütünlük, geçiş ve iletişim yoktur. Beynin bir bölümünün 'ak' dediğine diğeri 'kara' diyebilir.

Ruhu şad olsun!..




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —