Tarih: 20.03.2020 12:56

E. Moskova Büyükelçisi Ümit Yardım ile Türkiye-Rusya gerginliğini ve dış politikamızı konuştuk...

Facebook Twitter Linked-in

Gelecek Partisi kurucularından, Gelecek Partisi Dış İlişkiler Başkanı emekli Moskova Büyükelçisi Ümit Yardım ile Rusya’yı, Rusya ile olan gerginliği ve dış politikamızı konuştuğumuz röportajımızı, siz değerli Enpolitik takipçileri ile paylaşıyoruz.

ÖNYAZI- MUSTAFA TOYGAR

Ümit Yardım, en son Viyana Büyükelçisi iken Ahmet Davutoğlu’nun; “parti kuruyorum, sana ihtiyacım var” çağrısı üzerine hiç tereddüt etmeden emekliliğini isteyen bir diplomat.

Dışişleri Bakanlığımızın çok parlak bir diplomatı ve deyim yerindeyse çekirdekten yetişme… Boğaziçi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümünü bitirdikten sonra 1985 yılında Dışişleri Bakanlığında göreve başlıyor. Muhtelif ülkelerde; Başkâtip, daire başkanı, müsteşar, genel müdürlük, başkonsolosluğu gibi görevlerde bulunuyor.

2010-2014 Tahran Büyükelçiliği-Büyükelçi

2014-2016 Moskova Büyükelçiliği-Büyükelçi

2016-2018 Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı

2019- Viyana Büyükelçiliği- Büyükelçi

 

Kendisinin ayrıca kültür-sanat üzerine çeviri kitapları olmakla birlikte, Azerbaycan’dan 'Türk Mimari Sanatı' üzerine fahri doktorası bulunmaktadır. Hali hazırda, 'Bir Büyükelçinin Tahran, Moskova ve Viyana Anıları' üzerine kitap çalışması gerçekleştirmektedir.

 

Evet, parlak bir geçmiş ve kendisini bekleyen daha da parlak bir gelecek… Ama o Türkiye’nin geleceğinden de endişe ettiği için siyaseti seçiyor.

Büyükelçilikler maalesef son yıllarda, diplomasi ile alakası olmayan, milletvekili ve bakan olamayanların işgal ettiği makamlar olmuştur.

Bu şartlarda elbette Ümit Yardım gibi gerçek bir diplomatla; Rusya’yı, Rusya ile ilişkileri ve genelde dış politikayı konuşacaktık.

Ümit Bey bize çok değerli vakitlerini ayırarak sorularımıza gayet güzel cevaplar verdiler. Aklımıza gelebilen her şeyi sorduk. Sorulardan önemli bir kısmı aşağıda sıraladığımız gibi.

Ümit Beye ve benim en büyük yardımcım gazetemiz editörü Melek S. Tunç’a teşekkür ediyorum.

                                                                                  Mustafa Toygar

MUSTAFA TOYGAR: ÖNCELİKLE BİZE BİRAZ KENDİNİZDEN SÖZ EDER MİSİNİZ?

ÜMİT YARDIM: 1961 Balıkesir doğumluyum ama doğum yerinden öte memleketim Denizli’dir. İlkokul yıllarımız Eskişehir’de geçti. İlk, ortaokul lise… derken Boğaziçi Üniversitesi derken memuriyet vesilesi (Dışişleri Bakanlığı memuriyeti) ile  Ankara’ya geldik 1985  yılının Mayıs ayında.  15 Mayıs 1985 yılında başlayan memuriyetimi 34 yıl boyunca sürdürüp, iki ay önce bitirdim. İki aydır da iç politika ile ilgilenmeye çalışıyorum. Sadece ve sadece kendi isteğimle emekli oldum ve şuanda Ahmet Bey ile birlikte bu alanda çalışıyoruz.

 

TOYGAR: AHMET BEY’İN DAVETİ İLE EMEKLİ OLDUNUZ BİR YERDE DOĞRU MU?

-Şüphesiz.

TOYGAR: BİZE BİRAZ ÇARLIK RUSYASI, SOVYETLER BİRLİĞİ VE BUGÜNKÜ RUSYA’YI DA İÇİNE ALACAK ŞEKİLDE RUSLARIN DİPLOMASİ YAKLAŞIMLARINDAN BAHSEDER MİSİNİZ?

-Ben Rusya’da iki dönem görev yaptım birinicisi Sovyetlerin yıkıldığı dönem olan 1990-1991 döneminde 3 yıl, genç bir memur olarak görev yaptım. İlk tayin yerlerimden biri Moskova’dır. 20 yıl kadar sonra da 2014-2015 ve 2016 yıllarında da büyükelçi olarak görev yaptım toplam 5 yıl boyunca görev yapmış oldum.

Öncelikle tüm görev yerlerimin özel önem taşıdığı ve anlamlı olduğunu söylemem gerekir.

Görev yaptığım ülkeler içinde Rusya’nın, Sovyetler Birliğinin ve Moskova’nın benim için çok önem taşıdığını söyledim. Bunun iki nedeni var. Rusya, Türkiye anlamında tarihten gelen ve bugüne kadar da süren büyük önem arz eden bir ülke gerek Osmanlı-Çarlıktan belki daha da öncesinden.

Türk halklarının en köklü ilişiler içinde bulunduğu ülkelerden biri olması Osmanlı’dan önce, Osmanlı ile ilişkilerin sürmesi ve bugüne kadar gelen süreç içinde baktığınızda bu birinci neden.

İkinci neden Sovyetler Birliği gibi çok önemli küresel bir ideolojik devlet yapısının çöküşüne bizzat içinde yaşayarak şahitlik etmiş olmak bir diplomat için en önemli şanslaradan biriydi.

Sorunuza dönmek gerekirse, ben genelde devletleri ekonomik durumlarından farklı olarak, çok farklı bileşenleri bünyesinde topladıkları takdirde küresel bir güç olabileceğine inanan, bunu savunan bir insan olarak, bu perspektiften tahlil yapmak isterim.

Çünkü ekonomi veya siyasi güç, tek başına bir belirleyeci unsur olması mümkün değil. Bunun örnekleri sırf ekonomik kriterden bakarsak dünyada milli geliri Türkiye’den çok çok üstte olan ülkeler var. Ama bu, o ülkeleri küresel düzeyde güçlü ülke yapmıyor yada başka alanlarda güçlü olan ülkeler var. Kültürel düzeyde baktığımızda mesela görev yaptığım yerlerden Avusturya’yı çok güçlü bir devlet olarak görürüm çünkü küresel düzeyde kültürel bir açılımı vardır ama bu da tek başına Avusturya’yı güçlü bir devlet yapmıyor.

Dolayısı ile Rusya gibi ülkeler küresel ülkelerdir. Tabi ben Türkiye’yi de bu kategoriye dahi ediyorum.

Rusya benim gözümde 10 ve 11. asırdan itibaren  hangi sistem ideoloji altında olursa olsun; küresel düzeyde hedefleri olan, genlerine işlemiş bir devlet anlaşıyı ve vizyonu olan bir devletin adıdır.

Burada önemli unsur, yöneticilerinin aklında olan 'küresel devlet vizyonu’dur devletleri büyük yapan. Rusya’nın devlet yönetme anlayışı küresel boyutlarda olmuştur her zaman ideolojiler ve sistemler değişse bile.

Bu bizim için de geçerli olmuştur. Devlet, ebet, müddet… Selçuklu, Osmanlı, Göktürkler veya Türkiye Cumhuriyeti olması fark etmez, bu vizyonun o insanların kafasında olması o ülkeyi büyük yapar. İşte Rusya için de bu aynen geçerli.

TOYGAR: SON DÖNEMDE TÜRKİYE’DEKİ DEVLET GELENEĞİNDEN SAPMALAR OLDUĞUNU SÖYLEYEBİLİR MİYİZ?

-Rusya aydını ile ki en önemli terim burada 'aydın’dır. Rus aydını için devlet bilinci ve küresel hakimiyet hangi sistem içinde olursa olsun büyük bir vizyondur ve tüm unsurları ile bu sürecin içindedirler.

Sovyetler Birliğinin dağılması gibi süreçler veya Çarlık Rejiminin dağılması gibi süreçleri bu anlayış içinde çok kısa bir sürede atlatabiliyorlar ve tekrar başka bir kimlikle aynı dünya görüşüne hakim yapı içinde tekrar küresel düzende yerlerini alabiliyorlar.

Nitekim Sovyetler dağıldıktan sonraki dönem Rus insanı için sıkıntılı oldu ancak onu aştıktan sonra Putin ile bugün çok farklı ama ana unsurları aynı şekilde hedeflerine yürüyen bir Rusya görüyoruz. Türkiye bakımından ise devlet anlayışımızda son dönemde kırılmalar olduğunu maalesef görüyorum.

TOYGAR: YANİ SOĞUK KANLI SADECE RUSYA’NIN ÇIKARLARINI HESAP EDEN BİR ANLAYIŞ DİYEBİLİR MİYİZ?

-Hiçbir devletin son tahlilde ebedi dost veya edebi düşman gibi bir terminolojinin olmaması gerekir. Türkiye açısından ebedi dost dediğimiz özel kategoride ülkeler olabilir ama genel anlamda baktığımızda bir devletin varoluşu milleti ile birlikte, hedeflerinin varolması en önemli belirleyendir. Biz zaman zaman bu konuda çok duygusal davranıyoruz. Aslında devletler arası ilişkilerde duygusallık anlayışı yoktur aksi halde bunun getirisi çok acı olabiliyor.

 

TOYGAR: RUSYA’NIN HALA TÜRKİYE’Yİ İŞGAL VE BOĞAZLARDA SÖZ SAHİBİ OLMA EMELLERİ DEVAM EDİYOR MU?

Deminki ifadelerin devamı olarak söylüyorum her ciddi devlet gibi Rusya’nın da zaman zaman açıkladığı stratejik, siyasi ekonomik planları oluyor. Bu da genelde Savunma Bakanlıkları, Milli Güvenlik veya Dışişleri Bakanlıkları atıyor ve  bunu saklamaya gerek duymadan ilan ediyorlar. Son tahlilde bütün kurum kuruluşlar da istikrarlı, eş güdümlü, organize şekilde keyfiliğe ve duygusallığa yer vermeden o hedeflere göre gidiyorlar. Bütün alanlarda, siyasi, bölgesel, küresel her düzeyde gidiyorlar…

Sorunuzun cevabını işgal olarak değil de, ben şöyle görüyorum; Rusya gibi devletlerin yakın çevresindeki ülkelere bakışında, etki alanını genişletmek, hakimiyetini ekonomik, kültür gibi farklı düzeylerde tesis etmek vazgeçilmeyen bir hedeftir. İlla gelip boğazı işgal edecek demek değildir bu. Eğer bir devlet sadece kendi içinde sınırlı kalmıyorsa  uluslararası  düzeyde bir aktör olmak istiyorsa kendi açısından haklıdır. Önce çevresinden başlayarak küresel düzeyde elinin yetişebildiği kadar maksimum noktaya gitmek her devletin stratejisidir. Dolayısı ile tabiki Rusya’nın bakış açısında Türkiye gibi ülkelerle bakış açısını geliştirmek, başka rakip ülkelere göre etki alanını geliştirmek, ekonomi ticari alanda köklü ilişkiler kurmak tabiki dün olduğu gibi bugün de vardır adını ne koyarsanız koyun. Yani güçlü olmayı arzu eden her devletin olduğu gibi Rusya’nın da buna yönelik arzuları hedefleri her zaman vardır.

TOYGAR: RUSYA BUGÜN, ASKERİ, EKONOMİK VE SİYASİ OLARAK NE KADAR GÜÇLÜDÜR?

-Rusyanın ekonomik verilerine askeri gücüne baktığımızda dünyanın en süper gücü olmadığını biliyoruz. Ancak bütün kategorilerde Rusya sıradan bir ülke de değlidir. O devletin hedeflerinin asıl belirleyeci olduğunu düşünüyorum. Belki ekonomik ithalat-ihracat veya başka veriler bakımından dünyanın en güçlü ülkesi değil ama  son tahlilde hedeflerini çok iyi belirlemiş o yönde ilerleyen ciddi ve stratejisini iyi bilen bir ülke. Bence önemli olan budur.

Rusya’yı tutup milli geliri 50 bin euro olan küçücük bir ülke ile kıyaslamanın bir anlamı yok. O verilerde, onlar Rusya’dan tabiki çok daha ileride. Bir ülkeyi küresel konumu ile değerlendirmek buradan geçiyor. Dolayısı ile Rusya çok önemli, ciddiye alınması gereken ayrıca Sovyetlerin Birliği’nin yıkılışı sürecini olabildiğince bana göre sağlıklı bir şekilde toparlayabilmiş ve o kaybettiği zemini aşamalı olarak toparlayabilmiş bir ülkedir.

Baktığımızda eski Sovyetler Birliği ülkelerine yönelik önemli ittifak yapıları kurabildiğini biliyoruz. Ortadoğuda etki alanını genişlettiğini biliyoruz. Orta Asya’da tekrar etki alanı oluşturduğunu, Ukrayna gibi ülkelerde etki alanı oluşturduğunu görüyoruz. O bahsettiğimiz diğer veriler ne şekilde olursa olsun Rusya uluslararası düzeyde dünyada, en üst düzeylerde olmaya doğru ilerleyen ve bunu da somut bir şekilde ortaya koyan bir ülkedir.

TOYGAR: 5 MART TÜRKİYE-RUSYA GÖRÜŞMELERİ VE MOSKOVA ANTLAŞMASINDA; TÜRKİYE NE VERDİ - NE ALDI, ERDOĞAN’IN MOSKOVA’YA GİTMESİNİ DOĞRU BULUYOR MUSUNUZ? ASKERLERİMİZİ TEK BAŞINA KARAR ALARAK REJİM KUVVETLERİNİN ŞEHİT ETTİĞİNİ DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?

-Benim tercihim ve doğru olan bana göre, bu toplantının Türkiye’de yapılmasıydı. Ben Türkiye’de yapılmasını tercih ederdim. İdlib ve Suriye noktasında Türkiye önemli bir ülke ayrıca Rusya, Türkiye ve İran olarak, Suriye süreçlerinde etkin olan ülkeler ve nihayet 33 askerimizin de şehit olduğu bir ülke.

Ayrıca bu ziyaretin gelişine baktığımızda Rusya’nın ağırdan almaya çalıştığını, nazlandığını, zoraki yapıldığı gibi bir görüntü verildiğini, Rus basınından okuyoruz. Dolayısı ile bu ziyaretin Türkiye’de olmuş olmasının doğru olacağına inanırdım. Bunu Rus-Türk ilişkileri hanesine eksi bir not olarak  hafızalarımızda tutmamız gerekiyor.

Öte yandan her halükarda böylesine büyük krizlerde en üst düzey temasaların yararlı olacağına inanıyorum. İdlib en üst düzeyde kararlar alınmasını gerektiren bir tabloydu. Ve bu görüşmenin olması az önce söylediğim aklımızda kalması gerekenler dışında iyiydi.

5 Mart sonucunda ne noldu?

Madde 1: Konunun mahiyeti, imzalanan ek protokolün mahiyeti.

Madde 2:  Son günlerde gündeme gelen bir takım protokol zafiyetleri…

İkinci hususu bakarsak sosyal medya üzerinden yayınlanan bir takım haberlerde ve yorumlarda konunun protokol mahiyetini yani heyetimize iştigal eden,  önemsemeyen Rus tavrı adeta İdlib’in önüne geçer hale geldi ki bu hiç şık olmadı. Rusya devleti hakkında deminden beri bir takım değerlendirmelerde bulunuyoruz. Rusya için olumlu yada olumsuz her türlü ifadelerde bulunabiliriz ama benim 5 yıl Rusya gözlemimi özetlersek en önemli tanım 'ciddi bir devlet' tanımıdır. Ciddi devletlerin de ilişkileri hiçbir zaman tesadüf üzerine gelişmez her şeyin bir planı, vermek istediği bir mesajı ve hepsinin bir anlamı vardır.

Görüşmede, bizim heyetimizi beklemeleri, heyetimizin ayakta kalması, bir takım Katerina heykellerinin olduğu bir ortamda olması hiç şık olmamıştır. Bunlar Sovyet ve Rus sisteminde psikolojik baskı aracı olarak kullanılır. Ben bunu Türk vatandaşı olarak kınıyorum.

Biz Türk insanı olarak bu tür davranışlara çok önem veririz. Osmanlı devleti her yönü ile büyük bir devlet ama her şeyden önce bu gücünü o protokol disiplini anlaşışında kendini gösteren bir ülkedir.

Rusya için de bunun geçerli olduğunu düşünüyorum o da köklü bir devlettir ancak bu adımın tesadüfi değil bizi rencide edecek bir adım olduğunu düşünüyorum.

Herkes Ömer Seyfettin’in 'Pembe İncili Kaftan' hikayesini hemen hemen tüm halkımız bilir. Osmanlı elçisi Muhsin Çelebi gidiyor, kendisini rencide eden İran Şah’ına aynı Rusya’da olduğu gibi büyük bir diplomasi dersi veriyor. Şimdi bunun unutulması mümkün değil, dolayısı ile protokol önemlidir. İnşallah diyorum bizim heyetimize Rus tarafı bir acıklama yapmış ve özür dilemişlerdir.

Şimdi gelelim 5 Mart’ın asıl mahiyeti olan anlaşmaya…

Bu ziyaret öncesinde 5 Mart’ta oluşacak olan tablonun neleri içereceği az çok biliniyordu ateşkes ilan edileceği biliniyordu, ben bunu 5 gün önece de söyledim, fakat protokolün diğer maddelere baktığımızda özellikle Sayın Cumhurbaşkanının tüm  kamuoyuna ilan ettiği hedeflerin çok gerisinde kaldığını görüyoruz.

Birincisi;

İdlib Bölgesindeki rejim askerlerinin girdiği alanı 1 Mart’a kadar tamamen boşaltmaları ve dışarı çekilmeleri. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı açıkça söyledi daha önce. Ben bunun da 5 Mart’tan önce pek olamayacağını düşünüyordum, çünkü Rusya girdiği bölgeden çekilmez.

Ancak protokolde iki tane kritik karayolu; m4 ve m5 yolları… Fakat Rusya ve rejim güçlerine o noktaya kadar ilerleme imkanı verilmiş olması beni çok şaşırtmıştır. İnanamadım. Çünkü rejim ve Rusya o noktaya savaşarak gelmediler.  O bölge etrafında oluşturulan güvenlik koridoru artık bir noktada Rus ver rejim güçlerinin de o noktaya ilerlemesinin de önünü açtı.

Üçüncü konu: Rejim, İran ve Rus güçlerinin kontrolü altında kalan alanlardaki Türk kontrol noktalarının akıbeti kararlaştırılmadı en azından bize açıklanmadı.

Dolayısı ile 8-9 adet Türk noktası tamamen rejim ve Rus askerinin denetimi altındadır. O noktalara lojistik götürmekte bile zorlanıyoruz. Hava sahası Rusların karada ise ancak Rusların bilgisi dahilinde yardım yapılabiliyor.

Ben 5 Mart’taki sonuçları pek tatmin edici bulmadığımı söyleyebilirim. Ateşkes önemlidir ancak tek başına yeterli değildir. Uzun vadeli olması ve siyasi çözüme yardım etmesi önemlidir aksi takdirde yeni bir çatışma ile bu anlaşma bozulabilir, sonuç vermeyebilir. Ben 5 Mart’ı dağ fare doğurdu anlayışı ile görüyorum. Türkiye almadı hiçbir şey sadece verdi…

TOYGAR: YARIN TÜRKİYE’YE 'SURİYE’DEN ÇIK' DENDİĞİNDE, TÜRKİYE, RUSYA’NIN DA SURİYE’DEN ÇIKMA ŞARTINI KOŞABİLECEK Mİ?

-Böyle bir durum olmayacaktır. Umarız öyle bir durumla da yüz yüze de gelmeyiz çünkü bildiğiniz gibi Türkiye, Barış Harekatı ve Zeytin Dalı ile olsun kendisine belirli güvenlik bölgesi oluşturabildi. İdlib ise çok daha kritik bir mahiyette. Rejimin yaklaşımı şu şekilde; 'ancak bizim davet ettiğimiz ülkeler burada meşrudur, diğerleri işgalcidir.' Yani, Rusya ve İran’ı meşru şekilde bulunduğunu Türkiyeyi ise olmaması gereken bir ülke olarak görüyor.

Umarız öyle olumsuz bir takım gelişmelerle karşılamayız. Rusya orada çok uzun yıllar kalacaktır.

TOYGAR:  CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN SAVAŞTAYIZ DEDİ AMA TBMM’Yİ TOPLAMAK YERİNE AK PARTİLİ VEKİLLERİ TOPLAYIP BİLGİLENDİRDİ, BUNA NE DİYORSUNUZ?

-Biz Gelecek Partisi olarak İdlib’te 33 askerimizin şehadetine mütakiben hemen kısa orta uzun vadeli İdlib planımızı sunduk. Bunlardan bir tanesi de Sayın Cumhurbaşkanının meclisi toplamasıydı.

İlk günlerde bir tepki verilmedi buna, toplumun da baskısı ve diğer partilerin de baskısı oldu ve sonuçta mecliste bu tür  toplantıları yaptılar. Bu olumludur, kaldı ki ben bunu kapalı değil de ben açık toplantı olmasını tercih ederdim.

İkinci önerimiz şuydu Cumhurbaşkanının bütün partileri toplayıp bir bilgilendirmeyi; askerlerimizin hangi şartlarda hayatını kaybettiğini, İdlib’te sürecin nereye gittiğini anlatması, bilgilendirmesini lazımdı bu da bizim eylem planımızda vardı.

Üçüncüsü bu tür gelişmeleri toplumda çok kritik süreçler olarak görüyoruz. İdlip’te yaşananlar sadece herhangi bir partiyi ilgilendiren bir konu değil.  İşte beka sorunu bu tür konular etrafındadır. Biz bu anlayış içinde bu önerileri sunduk. Sayın Genel Başkanımız da bu çerçevede tüm siyasi partilerin liderleri ile görüştü, temasta bulundu aradı  ama sadece Sayın Cumhurbaşkanı ve Bahçeli buna cevap vermediler.

Toplum bunu değerlendirecek tabi. Bu çok önemli bir krizdir ancak bu güne kadar gereklilikleri yerine getirilmedi. Bir parti mekanizması içinde değil toplum mekanizmasında konuşulması lazımdır.

TOYGAR: CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE CHP GRUPBAŞKAN VEKİLİ ENGİN ÖZKOÇ ARASINDA YAŞANAN HAKARETLEŞMELERİ NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINI DA İÇİNE ALARAK DEĞERLENDİRİR MİSİNİZ?

-Bu tür hassas dönemlerde özellikle lider konumda olanların  hiçbir şekilde birbirini rencide edici, popülizme hizmet eden ifadelerde bulunmaması lazım, bunu yapanlar doğruyu yapmıyorlar. Bu dönemde özellikle duygusallıktan uzak, sağduyulu, milletimizin beklentisini kucaklayan yaklaşım içinde olunması gerekir. Milletimizin beklentisi de bu yönde. Bu konunun mahkeme sürecinde olduğunu biliyoruz umuyoruz bu doğrultuda da bir sonuç çıkar.

TOYGAR: OLASI TÜRKİYE RUSYA SAVAŞINDA NELER OLABİLİR?

Bu çok çok ileri bir senaryo. Senaryo olarak bile dahi düşünülmemesi gereken bir senaryo. Bu tür bir senaryodan daha çok bizim gibi hassas bölgedeki ülkelerin her türlü olumsuz senaryoya hazır olmaları; birliği ile askeri gücü ile ekonomi birliği ve dayanışması ile bir bütün içinde olması gerekir ki bence en önemlisi bu. Sağduyulu politika geliştirmesi lazım. Ancak bu gibi durumlarda, en kötü senaryolara karşı da hazır olabiliriz. Biz tarihsel olarak baktığımızda tüm felaketlerin bizim başımıza geldiğinin de en büyük şahidi biziz. Bu tür  senaryo dilememekle birlikte, hepimize düşen, liderlerden halka kadar olumsuz tablo ile karşılaşmamak için alın teri dökmemiz ve Türkiye’yi en üst düzey ülkelerden biri için mücadele etmemiz önemli.

Bir ülke bölgesinde ve dünyada küresel bir güç olmak istiyorsa milli bütünlüğünü sağlaması lazım önce ve yüz sene de sürse küresel aktör olmak için faaliyetlerimizi ciddi bir şekilde sürdürmemiz lazım.

TOYGAR:  MEVCUT DIŞ POLİTİKAMIZI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

-Bu çok geniş bir soru ancak bir iki unsurunu şöyle söyleyebilirim;

Türkiye Cumhuriyeti politikasının giderek yalnızlaşma süreci içinde olduğunu üzüntü ile görüyorum.

Bugün baktığımızda maalesef ülkemizin en başta komşuları ile olmakla birçok ülke ile ilişkileri sıkıntılı ve kavgalı olduğunu görüyoruz. Üzüntü vericidir ki bu ülkelerin en başında İslam ülkeleri geliyor. Neredeyse sıkıntı içinde olmadığımız bir devlet kalmadı gibi. Avrupa ile çok ciddi sorunlarımız var, Kuzey Afrika aynı şekilde. Dolayısı ile uzaktan baktığımızda meseleye, neredeyse çok yakın iletişim içinde olabileceğimiz ülke sayısı çok az. Amerika ile de sıkıntılarımız var. Potansiyel olarak baktığımızda Rusya ve İran ile çok daha ağır maliyetli sıkıntı yaşama ihtimalimiz çok fazla.

Hiçbir ülkenin ebedi dost ve düşmanları olmaması lazım, stratejisini bunun üzerine kurmaması dolayısı ile bu yalnızlığı gidermemiz lazım. Genel anlamda cevabım önemli ölçüde yalnızlaşma içinde olduğumuzu izliyorum.

TOYGAR: 2003’DEN SONRA DOĞU AKDENİZ’DE TÜRKİYE2NİN 500 YILLIK ENERJİ İHTİYACINI KARŞILAYACAK ENERJİ KAYNAKLARI BULUNDU. BU YILLARDA; LİBYA, MISIR, SURİYE, LÜBNAN HATTA İSRAİL İLEİYİ İLİŞKİLERİMİZ VARDI. BUGÜN BU ÜLKELRLE ADETA DÜŞMAN HALE GETİRİLDİK. BU DURUM MAVİ VATAN DEDİĞİMİZ DOĞU AKDENİZDEKİ BU HALARI KAYBETME NOKTASINA GETİRİLDİK, MAVİ VATANI KAYBETMEK ÜZEREYİZ BUNUN ÜZERİNE NE SÖYLERSİNİZ?

-Ülkemizin tüm komşuları ve dünya ile olduğu gibi Doğu Akdeniz havzasındaki Akdeniz ülkeleri ile de ilişkilerini ivedi şekilde disiplinli bir normalleştirme sürecine girmesinde yarar görüyorum.

Bunu hiçbir zaman o ülkelerin yönetim tarzlarıyla sorunlarımız olduğunu gizlemek manasında söylemiyorum. Bazı ülkeler ile ciddi sorunlarımızın olduğunu da söyleyebiliyoruz. Ancak sonuçta Türkiye ciddi bir devlet geleceğinden gelen bir devlet olarak, ilişkilerini uzun vadeli ve stratejik boyutta görmeli aksi halde bunun olumsuz yansımaları olacağı için geri dönülmez kayıplarla yüz yüze kalabiliriz. Bütün o ülkelerle ilişkilerimizi normalleştirmemiz lazım.

Bakın Libya’nın yada Mısır’ın yada bizim yakın ilişki içinde olmamız gereken devletin, sırf bize karşı olmak adına Güney Kıbrıs Rumları ile Yunanistan ile stratejik ilişkiler içine girmeleri akla ziyandır, kabul etmek mümkün değildir. Demek ki geldiğimiz nokta bu işin vehametini ortaya koyuyor.  Bu anlamda da ciddi bir toplanmaya ihtiyacımız var.

TOYGAR: MISIR’I KAYBETME PAHASINA MURSİ’YE DESTEK ÇIKMAMIZ NE KADAR DOĞRUYDU?

-Mursi döneminde çok detaylı değerlendirilmesi gereken konular, süreçler yaşandı.Orada Türkiye değil sadece uluslararası düzeydede de sindirilmesi mümkün olmayan gelişmeler yaşandı. Ancak yine de Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmesi lazım. Bakın, Libya’da savaşan taraf var ve biz birini tutuyoruz.

Bunun anlamı nedir?  Rasyonaliteye gerek var diyoruz. Hafter dediğimiz güçler her ne kadar biz meşru kabul etmesek de bir destek zemini var.  Bir ülkenin yarısını kendinize düşman kabul etmek rasyonel bir politika asla olamaz. Biz en başında da bu tepkimizi söyledik. Ama normalleştirmeye önce kendi içimizden başlamamız lazım.

Bunlar uzun vadede sürdürülebilir politikalar değildir. Aksi takdirde hepimiz önemli kayıplara uğrayabiliriz.

TOYGAR: TÜRKİYE’DE KAHT-I RİCALDEN (DEVLET ADAMI YOKSUNLUĞU) BAHSEDEBİLİR MİYİZ?

-Ben devlet geleneğimizin önemli zafiyetler geçirdiğini düşünenlerden biriyim. Milli bütünlüğü de olumsuz etkileyen bir yönetim sisteminden söz edebiliriz.

Ben Türkiye’de potansiyel olarak en zor durumlarda bile devlet sorumluluğu taşıyabilecek insanların bulunduğuna inanıyorum. En zor dönemler… Bu Kurtuluş Savaşı döneminde de böyle olmuştur. Çünkü aksi takdirde bunun eksikliğini yada olmadığını düşünmek bir devlet için en büyük kayıptır asla telafi edilemez. Petrol yoksunluğu, milli gelirin düşük olması gibi kriterlerden bile vahim bir şeydir bu. Çünkü onlar zaman içinde telafi edilebilir. Ama sorumlu devlet adamı kabiliyeti yoksa bir ülkenin onu toparlamak binlerce yılı alır.

Bizim ülkede devlet millet şuuruna sahip olan insanların, kadroların olduğuna inanıyorum ama bunların değerlendirilemediğini, küstüğünü, bir takım dar çevrelerce çıkarlar adına uzaklaştırıldığını düşünüyorum.

Dolayısı ile her şeyden önce Türkiye’nin normalleşmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsani ilişkilerin, toplumun farklı kesimleri arasındaki ilişkilerin, partiler arası ilişkilerin normalleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir endişe, korku ortamının olmaması, liyakatsizliğin ödüllendirilmemesi gerektiğini ve şeffaflaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bunları gerçekleştirebilirsek Türkiye devlet geleneği çerçevesinde en üst kalitede, en liyakatlı kadrolara sahip olan bir ülkedir potansiyel olarak. Sadece bunların değerlendirilmemesi ve bir takım parti menfaatleri çerçevesinde atanması sorunu vardır.

TOYGAR:  BÜYÜKELÇİ ATAMALARINA NE DİYORSUNUZ? EN SON ÜLKÜCÜ MUSTAFA EROL’U KATLEDEN OZAN CEYHUN VİYANA BÜYÜKELÇİLİĞİNE ATANDI. BU ZAT AYNI ZAMANDA SÖZDE ERMENİ TASARISINI HAZIRLAYANLARDAN BİRİ. NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

-Ben bir Dışişleri mensubu olarak her şeyden önce o arkadaşın başarılı olamasını dilerim. Bunun sebebi şudur çok önemli sorunlarımız var ülkede ilişkilerimizde, farklı vatandaş gruplarımız var, Türkofobi gelişiyor, İslamofobi gelişiyor, ırkçılık gelişiyor. Sonuç olarak atanmış, başarılı olmasını isterim. Ama deyip, ben genel olarak siyasi büyükelçi atamalarına karşı olan bir insanım. Belki çok çok sınırlı, istisnai örnekler dışında, ilke olarak Büyükelçilerin meslek içinden gelmelerinin yarar ve gereğine inanıyorum.

Diplomasinin de kendi içinde çok önemli bir tecrübe ve birikim gerektiren boyutu vardır. Tıpkı devletin doğup, büyüyüp, gelişip güçlenmesi gibi. Her şey 20 yaşında Bakanlığa girdikten sonra öğrenilmeye başlar, Büyükelçilik bunun en üst düzeyidir. Hiç askerlik yapmayan birine nasıl ki ansızın generallik verip uçağı uçur, ordu komutanlığı yap demenin anlamı olmadığı gibi hiçbir saha tecrübesi olmayan birine o makamı vermenin çok doğru olmadığı açıktır.

UNESCO için yada Dünya Ticaret Örgütü gibi teknik içerikli yerler için bu görevlendirme olabilir ama genel anlamda meslekten gelen arkadaşların bu işi daha verimli çok daha güzel yaptıklarını biliyorum.

Üçüncü olarak da tabi bir büyükelçinin bu tür geçmişi olan ortamda o ülkeye gidip görev yapmasının da zor olduğunu ve pek de tercih edilmemesi gerektiğini belirtmek isterim.

TOYGAR: TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

-Türkiye’nin genel anlamda iyiye gittiğini söyleyemem çok sorunları olan bir ülke siyasetten ekonomiye, dış ilişkilere kadar, tüm alanlarda kendini gösteriyor bu sorunlar. Türkiye’nin çok ciddi şekilde toparlanmaya ihtiyacı var.

TOYGAR: NEDEN GELECEK PARTİSİ?

-Türkiye’de diplomasiyi, Dışişleri Bakanlığını, memurların fedakar çalışmalarını bilmeyenler 'monşerler' gibi tuhaf ifade ile suçlamaya yöneliyorlar bunlar tamamen ciddiyetsiz, içeriksiz ve mahiyetsiz ifadelerdir.

Dış politika büyük fedakarlıklar gerektirir. Öyle ülkelerde görevler yaparlar ki, bir bardak temiz suyun, bir dilim ekmeğin bulunamadığı, tepelerinde uçakların füzelerin dolaştığı, hastalıkların kol gezdiği ülkelerde görev yaparlar. Memurlarımız bu görevleri sırasında da kolay kolay Türkiye’de bir insanın şahit olamayacağı tecrübelerle karşılaşırlar. Her kesimden insanı tanırız biz görevimiz gereği tanımak zorundayız.

Dolayısı ile Dışişleri mensupları Türkiye’de siyasi ortamı en iyi bilen meslek gruplarının başında gelir. Hem içeride hem de dışarıda kendimizi yetiştiriyoruz.

Buradan hareketle; Türkiye’de işlerin iyi gitmediği, dışarıda da çok büyük sorunlarla yüz yüze olduğumuzu bilerek, inanarak, görerek ve düşünerek artık noktayı koymam gerektiğini emekli olmam gerektiğini düşündüm.

Kafamdaki cevapsız soruların aslında cevabı da olan soruların, en kategorik ve açık şekilde Gelecek Partisi’nin programı/anlayışı içinde verileceği inancım bende güçlendi ve bu çerçevede yeni bir hayatı Gelecek Partisi’nde sürdürmeye en ufak bir tereddüt göstermeden karar verdim bu yüzde Gelecek Partisi’ndeyim.

TOYGAR: ÖZELLİKLE AHMET DAVUTOĞLU’NUN DIŞİŞLERİ DÖNEMİNDE GÖREV ALDIĞINIZ İÇİN ONUN YÖNETME SANATINI EN İYİ BİLENLERDEN BİRİ OLARAK, TÜRKİYE’Yİ EN İYİ DAVUTOĞLU’NUN YÖNETECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORSUNUZ DOĞRU MUDUR?

Ahmet Davutoğlu ile sadece Bakanlık değil sadece çok eski zamanlarda gelen dostuluğumuz vardır. Ben bu ilişkiyi siyasi parti bünyeside olmaktan daha değerli görüyorum. Kendisi çok değer verdiğim, aynı fikirlerle arzu edilen dünyaya katılan bir insanım. Dostluğumuzun son aşaması ise aynı anlayışla aynı parti bünyesinde görev yapmış olmaktır. Ben partimizin insanlara doğru, sağlıklı ve dürüst mesajlar verdiğine inanıyorum. Bu bahsettiğimiz iç ve dış politik krizlerden sağduyulu uzun vadeli normal şekilde çıkışımız için güzel bir reçete sunduğuna da inanıyorum.

Türkiyenin sorunları öyle bir yere gelmiştir ki çok büyük fedakarlıklar yapılması, alın terinizi dökmenizi gerektiriyor aksi takdirde, gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluyoruz.  Bütün bunları kafamda oluşturduğumda en ufak bir tereddüt duymaksızın Büyükelçiliği bir cümlelik istifa mektubu ile sonlandırmakta asla tereddüt etmedim o nedenle de buradayım inşallah katkı vermeyi sürdüreceğiz…

TOYGAR: SORULARIMIZI ETRAFLICA YANITLADINIZ, TEŞEKKÜRLER...

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —