Tarih: 23.03.2020 09:20

'Hiçbir ticari faaliyetin kalmadığı şehirde sokağa çıkılsa ne olur çıkılmasa ne olur?'

Facebook Twitter Linked-in

Ocak medya köşe yazarı Veysi Dündar, bugünkü köşe yazısında 65 yaş üstünün sokağa çıkma yasağını ele aldı. '65 yaş üstü sokağa çıkmasın!’ denilerek başlayan düzenleme, hastalığın en çok vurduğu kesimi mümkün olduğunca koruma amaçlı. Ancak sokağa çıkmanın zaten bir anlamı kaldı mı?
Hiçbir ticari faaliyetin kalmadığı bir şehirde sokağa çıkılsa ne olur çıkılmasa ne olur?' diyen Dündar şöyle devam etti: 

'Haksızlık etmeyelim, bir zamanlar bakkalların yaptığı işi üstlenen marketler açık. Bunun dışında başkasının yaptığı yemeğe güvenenler için ‘take away’ restoranlar açık.
İnsanlar 3 öğün yemeğin ve hijyenin dışında hemen hiçbir şey tüketmiyor.

Gözle görülen bir durgunluk hayatın her alanına sirayet etmiş durumda. Bu hele İstanbul gibi bir ticaret şehrinde en yakıcı haliyle kendini gösteriyor.

Kimsenin suçlu olmadığı bu gelişmenin mukayese edilebileceği bir olay varsa bu Marmara Depremi olabilir.
Ancak deprem olur biter. Burada olan ancak bitmeyen bir sıkıntı var.

Türkiye’nin yeni bir Türkiye olduğuna dair çok sözler edildi. Ancak çok iyi biliyoruz ki Türkiye’nin bir çok alanı eskide kalmıştı. Hiç ellenmedi.

Örneğin şehir içi toplu ulaşım kamusal bir faaliyet olması gerekirken, dolmuş, minibüs, halk otobüsü vb ile bir ticari faaliyet ve rant kapısı olmaya devam etti.
Taksi şoförünün direksiyon başında telef olduğu, plaka sahibinin ise kirasını topladığı bir rant alanı.

Bugün tüm bu faaliyetler can çekişiyor. Üstelik hijyen standartları da olmadığı için risk de içeriyor. Kimsenin bu araçları kullanmaması gerekiyor. En az bir restoran kadar riskli belki ondan daha kötü.

AKP uzun iktidarında tüm yumurtaları inşaat sepetine doldurdu. Bu sepetin dibi 2016’dan itibaren aralanıp 2018-19’da ise tamamen açılıp yumurtalar telef olunca faturayı dış güçlere kesmişti.

Oysa klasik deyimle ‘kazan doğurdu ve rahmetli oldu.’
Şimdi ise İstanbul ve Türkiye betonla donanırken istifini bozmayan şehir içi ulaşım sektörü “yandım Allah iş yok” diyor.

Türkiye’nin yıllar önce çözmesi gerekirken halının altına süpürdüğü tonla konudan sadece biri bu.
Bu konuyu detaylı anlatma sebebim sokağa çıkması yasak olmayan taşımacı esnafın çıksalar da beş kuruş kazanmadan eve dönecekleri gerçeği.

İktidarın “sokağa çıkmak çalışan kesime serbest” demesinin hiçbir anlamı yok.

Batının hayalet şehirlerine dönmüş İstanbul’un ana merkezlerinde parayla alınamayacak lokasyonlar şu anda Ağrı dağı zirvesi kadar ıssız.
Milyonların tavaf ettiği sokaklar, caddeler in ve cinin top attığı yerlere dönüştü. AVM’ler sözde açık ama halk bunları kapatmayanlardan daha ferasetli. Gitmiyorlar. Gidip ne yapacaklar zaten.

O zaman resmi tamamlayalım.
Herkes kendi krallığına çekilmiş durumda. Ev sığınak olarak iyi ya da kötü insanları sarıp sarmalıyor. Ekonominin eve dair olmayan tüm veçheleri tüm bileşenleri sükut etmiş durumda.

Bu çerçeveden bakınca Türkiye’de sokağa çıkmanın ya da çıkmamanın arasında fark yok. Millet açlıktan öldürülmeyeceğine göre markete gitmelerine engel olunamaz. Ama daha fazlasını da umut etmemek lazım.

İktidarın ‘sokağı yasaklamadık, hayat olağan akışında’ tavrını bir devekuşunun kafasını kuma gömerek tehlikeyi bertaraf edeceğini var saymasıyla aynı görüyorum.

İnsanların firmaların borcu borçtur. Ama devir normal değil anormaldir. Böyle bir günde devlet borçlu ve alacaklının arasında bir hava yastığı olmak zorundadır.

Öngörülen önlemlerin hiçbirinde devletin bu yastık işlevini görmüyoruz. Güçbela ödenen vergilerin ertelenmesi ya da zaten bedavadan az pahalı bir imtiyazlı kredinin vadesinin otomatik temdit edilmesi dünyanın 17. ekonomisi için kıymet taşımaz.

Devletin ekonomiye dair bu suskunluğu sadece kaynak sıkıntısı ile de açıklanamaz. Açıkçası bu zamana kadar yapılan eleştirilerle beraber düşünüldüğünde ortaya çıkan sıkıntılı hale, aradan neredeyse 1 hafta geçmesine rağmen el atılmamış olması konuya dair algı yetersizliğini de işaret ediyor.

Sadece ekonominin aktörlerine; ‘birbirinizle iyi geçinin, davaları yasakladım, zora düşene mücbir sebep etiketi koyacağım’ demek, barajı yıkacağı belli olan suyu seyretmeye ve sele karşı insanları ‘aman dikkatli olun’ diye uyarmaya benziyor.

Yapılması gereken tüm enerjiyi barajı güçlendirmeye ve seli önlemeye sevk etme gereğidir.
Barajın yıkılacağı aşikardır. Ekonomi yönetiminin bu tavrı kaynak yetersizliğinden de öte süreci anlamakta ve ekonominin işleyişine dair ciddi bir izan eksikliğini çağrıştırmaktadır.

Bilmemekten kötüsü bilmediğini bilmemek ve öğrenmek için çaba sarfetmemektir. Deneyerek öğrenmek bu aşamada akla bile getirilmemesi gereken bir cürettir.'




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —