Ocak Medya köşe yazarı Veysi Dündar, bugün “Yara Bandı İle Atardamar Sarılmaz” başlıklı yazı kaleme aldı.
Ocak Medya köşe yazarı Veysi Dündar bugün kaleme aldığı yazısında Koronaya karşı Devlet’in KGF kefaleti açıklamasını konu alan Veysi Dündar,” KGF ile korona krizini alt etmek çatalla çorba içmek gibi bir şey aslında. Ekonomik krizi bile önlemekte akim kalmış bir modeli, dünya krizine sistemik bir sıkıntıya çare olarak sunmak mümkün olabilir mi?” dedi. Dündar yazısının devamında “Korona krizi ekonomik kriz değildir. Korona krizi bir katastroftur. Sokağa çıkma yasağı konulsun ya da konulmasın, bu felaketin telafisi sadece devletin gücüyle mümkündür. Devlet bugünler içindir” dedi.
Veysi Dündar'ın bugün yayınlanan köşe yazısı şöyle:
Koronaya karşı devlet çareyi firmalara KGF kefaletiyle kredi kullandırmakta buldu. KGF’nin açılımı ‘Kredi Garanti Fonu’ demek. 2017 başında ekonomiye canlılık versin diye, Mehmet Şimşek’in icat ettiği bir buluştu.
Kefillik her bir kredi için %80 ya da %90 nispetinde oluyordu. Ayrıca bir diğer koşul olarak da bankanın kullandırdığı toplam kredilerin sadece %7’sine kadar kefalet sağlanıyordu.
Türkiye gibi ülkelerde hafızalar bir güne bile yetmezken 3 sene önce ne olduğunu kim hatırlar?
Yine de hatırlatalım…
Türkiye 2017’nin ilk yarısında öyle büyüdü öyle büyüdü ki, 2018’in sonu gelmeden faiz %30’a, dolar 6 küsura, enflasyon %20’lere ulaştı.
KGF’nin ekonomiyi sanal olarak büyütmesi 2018 Başkanlık seçimlerinde Erdoğan’ı ayakta tutsa da, sadece birkaç ay sonraki yerel seçimlerde, bütün büyük şehirler iktidara sırtını döndü.
(Bakmayın Bursa, Balıkesir, Samsun’a. Burada köy oyları ile iktidar merkezlerde tutundu yoksa bütün merkez ilçelerde AKP yenilmişti.)
Neyse konumuz siyaset değil. Konumuz iktisat.
Koronavirüs ülkenin üzerinden geçen bir buldozer gibi. Ülkenin tüm iktisadi hayatı durma noktasında. Devletin bu konuda bulduğu çare ise yukarıda anlattığımız KGF kefaletli krediler.
Bankacılığın en değerli yönlerinden biri de güven unsuru içermesi ve bunun sistematik biçimde yapılmasıdır.
Atatürk kurucusu olduğu İş Bankasına yaptığı ziyarette durumu şu cümle ile ifade etmişti :
“Sermayenin azlığına bakarak cesaretiniz kırılmasın! Böyle kurumlar için en kuvvetli sermaye, zekâ, dikkat, iffettir; teknik ve metodik çalışmasını bilmektir. Bu inançla işe sarılınız, mutlaka başarırsınız!
Bu işte başarı kazanmayı, eğer şahsî bir onur meselesinden daha ileri, millî bir gurur, millî bir onur meselesi yaparsanız çalışmak için, amacınıza ulaşmak ve daha yükselmek için muhtaç olduğunuz ateşi, enerjiyi bol bol yüreklerinizde bulacaksınız.”
İş Bankası ve ardından gelen pek çok banka 2017’ye kadar devletin kefaletine ihtiyaç duymadan ülke ekonomisine kaynak aktardılar.
AKP döneminde Türkiye’de kamusal alanda faaliyet gösteren neredeyse hiçbir işletmeye yaşam hakkı kalmadı. Bunun yegane istisnası kamu bankaları oldu. 3 kamu bankasına 3 tane daha ilave oldu.
KGF ile, devletin kefaleti ile bankalara kredi verdirildi ama zaten kamunun direk kredi vereceği bankaları vardı.
Kulağımızı göstermek için aldığımız mesafe bazen uzun olur.
2017’nin koşulları bunu gerektiriyordu.
Şimdi 2020’deyiz.
Üstelik karşımızda bambaşka bir tablo var.
KGF ile korona krizini alt etmek çatalla çorba içmek gibi bir şey aslında.
Ekonomik krizi bile önlemekte akim kalmış bir modeli, dünya krizine sistemik bir sıkıntıya çare olarak sunmak mümkün olabilir mi?
Kanayan bir atardamarı yarabandıyla tutturmak Türkiye’nin 750 milyar dolar hacmindeki GSMH’ı için 25 milyar TL (yaklaşık 4 milyar dolar) kredinin yeteceğini öngörmek olmalı.
2020’nin asgari üçte birinin yok olduğu tamamının ise neredeyse tehdit altına girdiği bir ortamda, böyle cılız bir kaynak ile sorunu çözmeyi hayal etmek de bir cüret aslında.
İşin daha da karmaşık olan yanı ise Türkiye’nin geneline sirayet etmiş bir sorunu kredi vererek çözmeye niyetlenen iktidarın bu kredileri verecek bankaların çalışanlarının hangi arada bu işi yapacağını öngördüğü.
Herkese ‘evde kal’ denilirken, bankacı ile firma hangi arada müzakere edecek de kredi dosyası tekamül edecek.
Firmaların ‘yandım Allah’ diyerek bankalara başvurduğu bir süreçte; hangi firmaya öncelik vereceğini şaşırmış, evden çalışmaya gayret eden ya da şubede tek başına kalmış memura da mı acımıyor acaba ülkeyi yönetenler?
Türkiye’de gerçekten kamunun inisiyatifi ile ticaretin derdine derman olmak isteniyorsa yapılacak iş basittir.
Öyle 25 milyarlık kime yeteceği meçhul kredi paketleriyle falan uğraşmaya da gerek yoktur.
Devlet tüm firmalara 2019 cirosunun dörtte biri kadar finansmanı hazır eder.
Paranın nakit olarak sistemden çıkmasını yasaklar ve herkes birbirine/çalışanına/hatta devlete, ödemesini benim kefaletimde bu limite kadar yapsın der.
(Fahiş nakit çıkışın yasaklanması konuda krizin ilk gününde önerimi yapmıştım.)
Devlet bu konjonktürde ödemeleri düzenleme ödevinden kaçamaz. Dünyanın da yaptığı zaten budur.
İster kamu ister özel olsun, hiçbir bankanın bu karmaşık ortamda sağlıklı bir sistemle kredi dosyası üretip firmalara kredi sağlayacak kapasitesi yoktur.
Devletin gerçekten bu ülkenin ekonomisini kurtarma niyeti varsa atide toplayacağı vergiye mahsuben kurumlar arasındaki ilişkileri düzenlemelidir.
Korona krizi ekonomik kriz değildir.
Korona krizi bir katastroftur.
Sokağa çıkma yasağı konulsun ya da konulmasın, bu felaketin telafisi sadece devletin gücüyle mümkündür.
Devlet bugünler içindir.