Ocak Medya köşe yazarı Veysi Dündar bugün kaleme aldığı yazısında Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan Atama ve Görevden Alma Kararlarına göre görevden alınırken yerine Adil Karaismailoğlu atandı. Turhan'ın görevden alınma kararını değerlendiren Dündar , “Gündemin tam orta yerinde en az ihtiyaç duyduğumuz bir bakanlık gündeme damga vurdu. Önce tartışmalı ve üzerinde mutabakat sağlanmamış Kanal İstanbul için ihaleye çıktı bu bakanlık. İhale görselleri ibretlikti. İhale komisyonu zamanın ruhuna uygun biçimde maske takmıştı. Yüzleri tanınmıyordu. Adeta bir western filminde gibiydik” diyen Dündar yazısının devamında “Başkanlık sisteminde yetkiler tekelde toplanmış. Bunun iyi bir şey olduğu söylenmişti. Sağlık meselesi gününde ulaşımda dahi işler iyi gitmiyor bakan değişiyorsa bu tekelcilik pek de o kadar iyi bir şey değil. Ne dersiniz. Haksız mıyım?” dedi.
Veysi Dündar'ın bugün yayınlanan köşe yazısı şöyle:
Hiçbir şey bilmiyoruz…
Bir sabah uyanıyoruz ve bir bakan görevden alınıyor.
Ülke ağır bir krizin içinde.
İnsanların sadece iki gündemi var.
Biri sağ kalmak, diğeri batmamak.
Tek başına yaşayan bireyden binlerce çalışanın istihdam edildiği işletmelere kadar, başka bir gündemi olan kimse yok. Nasıl olsun?
Hayat memat gününde, olma olmama sınırındayız.
Korona ile yatıyor onunla kalkıyoruz.
Hiçbir zaman tabi olmadığımız bir ortak gündemin içindeyiz.
Bu gündemin tam orta yerinde en az ihtiyaç duyduğumuz bir bakanlık gündeme damga vurdu. Önce tartışmalı ve üzerinde mutabakat sağlanmamış Kanal İstanbul için ihaleye çıktı bu bakanlık. İhale görselleri ibretlikti. İhale komisyonu zamanın ruhuna uygun biçimde maske takmıştı. Yüzleri tanınmıyordu.
Adeta bir western filminde gibiydik. İhalenin bu sürreel görselliği ihalenin kendisi kadar acaipti. İhale ne kadar akıl almaz bir zamansallık içeriyorsa, ihaleyi yapanlar da bununla birebir uyum içindeydi.
Sonra ne olduysa oldu.
İhaleden 72 saat bile geçmeden Ulaştırma Bakanının görevden alındığını öğrendik. İstifa etmemiş ya da görevden çekilmemişti. Görevden alınmıştı. Bu düpedüz işini eksik yapanlara layık görülen muameleydi.
Ama sadece bir cümleden çıkarttığımız bir varsayımdan söz ediyoruz. Fazlası yok. Bilgi yok. Kamuoyunu aydınlatma yok.
Başkan öyle münasip gördü. Öyle oldu.
Nitekim halef bakanın göreve başlarken söyledikleri de tıpkı görevden “alınan” bakan gibi göreve “alınan” bir bakanı işaret ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti Bakanı göreve başlarken aynen şu cümleyi kuruyor :
“Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın yüksek tensipleri ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı görevine atanmış bulunmaktayım. Sn. C.başkanımıza teşekkür ederim. Rabbim bu güvene layık olmayı nasip etsin”
Adil bey her ne kadar Cahit Turan ile çiçek teati ederek görevi devralsa da, usul gereği söylediği sözün Cahit bey için karşılığı yaklaşık şudur :
“Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın yüksek tensipleri ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı görevime son verilmiş bulunmaktadır. Sn. Cumhurbaşkanımız’dan özür dilerim”
Korona günlerinde ciddi bir ulaştırma faaliyetine ihtiyaç yoktur denilerek bu görev değişikliğine başvurulmadığına göre, böyle bir atamaya neden ihtiyaç duyuldu?
Başkanlık sistemi’nin sırlarına vakıf olmak gerçekten zor. Korona günlerinde Ulaştırma Bakanı niye değişir? Kanal İstanbul ihalesinin böyle bir zamanda yapılmış olması gerekçe olabilir mi?
İhalenin iptal edilmemiş olması bir yana, gerekçe bu ise hükümetin toptan istifası daha uygun olmaz mı?
Doğaya ve İstanbul’a yapılabilecek başka eziyetin olamayacağı gerçeği bir yana bir kuruşun dahi gündem dışı harcanmaması gereken bir dönemde böyle bir aymazlığa tevessül etmenin bedeli tek kişiye çıkar mı?
Yine de biz razıyız.
Zararın neresinden dönülürse, Bağdat’a bu devirde gitmek imkansız da olsa, yanlış hesap geri geldiyse hoş geldi sefa geldi.
Türkiye’de insanların belirsizlik içinde maddi hayatın sıkıntıları ile boğuştuğu bir zamanda değil, Türkiye’den petrol çıkıp paradan kule bile yapsak, torunlarımızın torunlarına miras denizlerimize bu zulmü yapamayız.
Kanal İstanbul denilen ve diğer adı “çılgın proje” olan planın, Korona Günlerindeki tanımı ise projesiz bir çılgınlıktan ibarettir.
Çılgın Proje için harcanacak bir delikli kuruş dahi ülkenin bu en zor gününde insanlarının elinden alınmış ekmeği, peyniri, çayı temsil eder.
Cahit Turhan’ın temsil ettiği bakanlığın bu maskeli ihaleyi savunurken kullandığı cümle ibretlikti :
“Türkiye Cumhuriyeti, salgın ile mücadele ederken üretim ve yatırımları da yapabilecek güçtedir. Kanal İstanbul projesi ile ilgili çalışmalar da elbette devam etmekte olup, bugün proje ihalesi yapılan iki tarihi köprünün taşınması veya yerinde korunması işi de önceden belirlenmiş bir sürecin bir parçasıdır. Ülkemizin salgınla mücadele ettiği bu dönemde yatırım ve üretimin durdurulmasının istenmesi, yapılan bir proje ihalesi üzerinden siyasi fırsatçılık yapmak, milletimize Koronavirüsten daha çok zarar vermektedir.”
Nasrettin Hoca kendisine 200 sopa atılmasına “ya saymayı bilmiyorsun ya sopa yememişsin” şeklinde itiraz etmişti.
Korona günlerinde ülkede neredeyse esnaf faaliyeti sıfırlanmışken bu cümleyi kuranlar da ömürlerinde ne koronadan gelirsiz kalmışlar, ne de gelirsiz kalmanın manasına vakıflar.
Cahit Turan görevden alınmayı sonuna kadar hak etmiştir.
Sadece ibretlik savunma için değil Çorlu ve diğer kazalardaki akıl almaz apati için.
Ancak hemşerisi olmanın yanısıra neredeyse kardeşi kadar ona benzeyen Adil Karaismailoğlu’nun mevcut sistemde farkı ne olacak merak ediyoruz.
Başkanlık sisteminde yetkiler tekelde toplanmış. Bunun iyi bir şey olduğu söylenmişti. Sağlık meselesi gününde ulaşımda dahi işler iyi gitmiyor bakan değişiyorsa bu tekelcilik pek de o kadar iyi bir şey değil.
Ne dersiniz. Haksız mıyım?