Gelecek Partisi'nden belediyelerin yardım faaliyetlerine ilişkin açıklama

Gelecek Partisi

Gelecek Partisi'nden belediyelerin yardım toplama hakkı ve faaliyetlerine ilişkin değerlendirme geldi. Açıklamada, 'Devlet sadece yardım faaliyetlerini yasalara uygun denetlemelidir.' denildi.

Gelecek Partisi, İçişleri Politikaları İzleme Başkanlığından yapılan açıklamada, merkezi yönetimin, yerel yönetimler tarafından başlatılan yardım kampanyalarının durdurmasına yönelik, “Devlet, yardım faaliyetlerini yalnızca, yasalara uygun şekilde denetleyebilir. Ancak son uygulamalar ile devlet demiştir ki, ‘parti de, dernek de, vakıf da, toplum da benim'” ifadeleri yer aldı. Partinin, resmi sosyal medya adresleri ve web sayfasından yapılan açıklama şöyle:

Devlet, toplumun en yüksek siyasi organizasyonudur. Gelirleri büyük oranda niteliği ve niceliği kanunlarla belirlenen vergilerden oluşur ve harcamaları da parlamentonun denetiminde devlet bütçesinden gerçekleşir. Buna ‘verginin kanunilik ilkesi’ denmektedir ki Batı’daki parlamentoların esas kuruluş nedenidir. Devletin, yoksul ve fakir vatandaşlara yardımı da bütçe üzerinden olur. Asıl olan budur, diğer yol ve yöntemler istisnaidir.
Bu meyanda, 5393 sayılı Belediye Kanunu da belediye teşkilatına pek çok görev yüklemiştir. Bu görevlerden biri de kanunun 38. Maddesinin (n) bendinde “Yoksul ve muhtaçlar için ayrılan ödeneği kullanmak, engellilere yönelik hizmetleri yönetmek ve engelliler merkezini oluşturmak” şeklinde talimatlandırmıştır. Yine 5393 sayılı belediye kanununun (l) bendinde “belediye başkanının şartsız bağışları kabul yetkisi” olduğu belirtilmiş ve bunu belediye gelirleri arasında saymıştır.
Aynı kanunun 59. Maddesinde belediyenin “gelirleri” arasında “bağışlar” belirtilirken, 60. Maddesinde de “giderleri” “dar gelirli, yoksul, muhtaç ve kimsesizler ile engellilere yapılacak sosyal hizmet ve yardımlar” olarak sıralanmıştır.
5216 sayılı Kanunun 18.maddesinin (g) bendinde “karşılıksız bağışları kabul etmek ve gerekli tasarruflarda bulunma yetkisinin belediye başkanında olduğu” açıkça ifade edilmiştir.
Yine, aynı kanunun 23.maddesinin (n) bendi belediye gelirleri arasında şartsız bağışları saymıştır.
Ancak son günlerde tartışma konusu olan konu, 2860 sayılı Yardım Toplama Kanununun 6. ve 7. maddelerine dayandırılmaktadır.
6. maddede “Kişiler ve kuruluşlar yetkili makamdan izin almadan yardım toplayamazlar. Ancak, kamu yararına çalışan dernek, kurum ve vakıflardan hangilerinin izin almadan yardım toplayabilecekleri Cumhurbaşkanınca belirlenip ilan edilir” denmekteyken; 7. maddede          “Yardım toplama faaliyeti bir ilin birden fazla ilçesini kapsıyorsa o ilin valisinden…izin alınır.” diye ifadelendirilmiştir.
Hukuki tartışma, belediyelerin yukarıda saydığımız kanunlar mucibince yetkilerinin kullanımının 2860 sayılı Kanunun kapsamı dışında olup olmamasıyla alakalı olmakla birlikte; meselenin bir hukuk tartışmasından öte olduğu kamuoyu tarafından rahatlıkla gözlemlenmektedir. Nitekim eğer sorun “izin” ise bu pekâlâ, hesaplar bloke edilip faaliyeti durdurmak yerine, eksiklik olarak tespit edilip prosedürel olarak tamamlanmasının talebi cihetine gidilebilirdi. 
17 Ağustos 1999’da meydana gelen Adapazarı Depreminde çok tartışılan konulardan birisi de deprem bölgesinde yardım yapmak isteyen kimi derneklerin (çoğunluğu muhafazakar ve dindar kişilerin yönettiği dernekler) bu faaliyetlerinin men edilmesi girişimleri olmuştur. 28 Şubat postmodern darbesinin hükmünü güçlü bir şekilde icra ettiği o günlerde bile hükumet toplumdan gelen büyük tepki sonucu bu derneklerin deprem bölgesinde yardım faaliyeti yürütmesine ses çıkar(a)mamıştır. Refah Partili belediyelerin yardım faaliyetlerine hukuksuzca engelleme çabaları olmuşsa da, bunlar etkisiz olmuştur. Refah Partisi’ne mensup belediyeler başta çok sayıda vakıf, dernek ve STK’lar serbestçe halktan yardım toplamışlar ve bunları bizatihi deprem bölgesinde dağıtmışlardır.
Sivil toplumun varlık sebebi, toplumda özgür tartışma ortamı oluşturmak, yardım ve dayanışmayı arttırmak ve kamuoyu oluşturarak politikaları etkilemektir. Yardımlaşma ve dayanışma esasen toplumun işidir. Devlet ancak gözetip denetler. Son uygulamalarla iktidar adeta “parti de, dernek de, vakıf da, toplum da benim” demektedir.
Bir ülkeyi yönetmenin çeşitli yolları vardır. Rızaya, meşruiyete, yasaya göre de yönetebilirsiniz, dipçikle, zora başvurarak da yönetebilirsiniz. Ancak ikinci yöntemin iki büyük açmazı vardır:
1.    Toplumu hiçbir konuda ikna edemezsiniz ve yine hiçbir konuda seferber edemezsiniz
2.    Yaygın örneklerini Ortadoğu ülkelerinde gördüğümüz gibi devletine ve birbirine güven ve aidiyet duygusu kalmamış ülkeler ilk büyük krizde dağılır.
Ülkemizdeki toplumsal çeşitlilik de göz ününde bulundurularak yapılması gereken kim, hangi sivil toplum örgütüne, kuruma ve belediyeye itimat ediyorsa o yol üzerinden yoksul ve mağdur insanlara yardım kapısı açılmalı; devlet sadece bu yardım faaliyetlerini yasalara uygun şekilde denetlemelidir. Yoksa bütün toplumu devletleştirmek devletin görevi de, haddi de değildir!