Gelecek Partisi kurucularından, Gelecek Partisi Dış İlişkiler Başkanı emekli Moskova ve Viyana Büyükelçisi Ümit Yardım, dünyayı çıkmaza sokan korona virüs salgınını 'Korona Virüs ve Yeni Dünya Düzeni mi?' sorusu ile ele aldı.
'Sembolize etmeye gayret edersek, çok yüksek hızla, son süratle ve kontrolsüz giden bir arabanın önüne küçücük bir taş çıkmasının nelere yol açabileceğini düşünelim. Kaldı ki k.virüs tecrübesi, bugün ulaştığı düzey itibariyle bile, bir küçük taş parçası değil, adeta bir meteor, bir uçurum.' tanımı yapan Yardım, yazısında ayrıca şunları kaydetti:
'I.Dünyamız ve uluslararası/küresel sistem Aralık 2019-ocak 2020’den itibaren yepyeni bir tecrübeyle sınanmaya başladı. Bu gelişmelerin halen de içinde yaşıyoruz ve yönünün neresi, nasıl olacağı ve şayet sonucunda bir değişim getirecekse mahiyetinin ne olacağı da henüz belirginlik kazanmış durumda değil. Herhalukarda kişisel, ulusal veya küresel ölçekte ayrım olmaksızın bütün boyutlarda yaşamı etkilediği tereddütsüz şekilde ve olanca ağırlığıyla kendini gösteriyor.
Dünyanın ve insanlığın gelişim yönünün nasıl olacağı her sınıftan, ideolojiden ve siyasi görüşten aydın, bilim adamı, uzman, iktisatçı, teolog, sosyolog vb. için her zaman önemli bir soru oldu. İlkçağ Yunan filozoflardan, orta çağın aydınlıkçı İslam düşünürlerine, onlardan sanayi devrimi dönemi ideologlarına ve bugünlere kadar. Nasıl bir geleceğin insanlığı beklemekte olduğu çoğu kez, adeta bir beka meselesi gibi de görüldü. Öyle ya bizleri, insanlığı, dünyamızı neler bekleyecekti? Bugünün dünyasının bu sorular etrafında futurizm perspektifinden düşünen güncel örnekleri arasında G. Orwell’den A. Toffler ve A. Huxley’a kadar ülkemizde tanınan çeşitli isimler de sayılabilir.
Kanaatimce “Siyah Kuğu” (N. Taleb) etkisi ise yaşamakta olduğumuz, beklenmeyen bugünler için en iyi tanımlardan biri. Özetle, dünya’da işler inişli çıkışlı da olsa giderken, ansızın önüne çıkan, beklenmeyen bir gelişmenin her şeyi, bütün gelecek teorilerini, beklentileri ters yüz etmesi,dağıtması. Haziran 1914’de Saraybosna’da bir kurşunun S. Zweig’in güvenliğin ve istikrarın altın çağı dediği düzeni bir anda bitirip milyonların ölümüyle sonuçlanan savaşlara yol açması gibi. Sistemin kişisel, ulusal veya küresel düzeyde topyekûn öngörülemeyen şekilde alt üst olması durumu... Sembolize etmeye gayret edersek, çok yüksek hızla, son süratle ve kontrolsüz giden bir arabanın önüne küçücük bir taş çıkmasının nelere yol açabileceğini düşünelim. Kaldı ki k.virüs tecrübesi, bugün ulaştığı düzey itibariyle bile, bir küçük taş parçası değil, adeta bir meteor, bir uçurum.
İnsanlığın bugüne kadar çok büyük salgın dalgalarıyla yüzyüze kaldığını, bunların sonucunda büyük insani kayıp ve felaketlerin yaşandığını biliyoruz. İmparatorlukları, ülkeleri silip süpüren salgınlar yaşandı dünyamızda. Veba,kolera, çiçek ve diğerleri insanlığın üzerine kara bulutlar gibi çökmüşlerdi. Sadece Batı’da, Afrike’da veya Asya’da değil, Avrupalı sömürgecilerin yeni topraklara taşıdığı çiçeğin İnkalar, Aztekler gibi yüksek medeniyetlere sahip halkları kırıp geçirdiği de tarihe kayıtlıdır. Bu yıkımlar insanlık üzerinde öylesine güçlü bir etki yarattılar ki, D.Defoe’den A.Camus’a birçok romancıya, bilhassa orta çağ ressamlarına, sanatçılarına asırlar boyunca konu oldular. Bugün Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde veba kurbanları anıtları da en merkezi yerlerde bulunuyor. İnsanlar onları gördükçe hem yaşamlarını yitiren milyonları, hem de orta çağ zihniyetinin kedileri içlerinde cadı olduğu düşüncesiyle kitlesel olarak imha ettikleri, bunun da ortalığı boş bulan fareler aracılığıyla veba salgınını yaydığı cahiliyet dönemlerini hatırlıyorlar.
K.virüs’ün dünyamızı yeni bir düzene götürüp götürmeyeceği hususunda bu aşamada mevcut bir takım ipuçlarından hareketle sadece bazı genel değerlendirmeler yapabilecek durumdayız. Bu görüşlerin salgının ve salgınla mücadelenin gidişine göre her an değişebilir olacağını da peşinen kabul ederek tabii ki. Bu bakımdan k.virüsün “dünyamızı ebedi bir değişime yönlendireceği” mahiyetindeki analizlerin en azından ebedi bölümüne bu aşamada katılma hususunda ciddi tereddütlerim mevcut. Bu görüşümüz böyle bir ihtimalin olmadığından kaynaklanmıyor. Bilakis bu da şüphesiz ihtimallerden birisi. Ancak herşeyden önce, süreç halen devam ediyor ve kesin kanaatler ortaya koyabilmek için bu gelişmelerin normale dönmesi, sonuçlarını daha iyi ve sağlıklı analiz edebileceğimiz verilerin ortaya çıkması gerekiyor. Bugün ise elimizde sadece birtakım güçlü ipuçları, öngörüler ve beklentiler var. Ancak bu içinde bulunduğumuz gelişmeler de bir siyah kuğu etkisine maruz kalabilir ve yine beklenenden çok farklı bir yöne evrilebilir. Okyanusta bilinmeyen bir hedefe doğru, şiddetli dalgalar altında yol alan bir gemide bulunanların ufku ancak görebildikleri, tahmin edebildikleri kadardır. Varılacak yerde kimlerle, nelerle karşılaşılacağı hakkında birtakım beklentiler olabilse de kesin tablo o yeni ülkenin topraklarına ayak basıldığında görülecektir.
II. İnsanlığın geçmişte olduğu gibi, gelecek dönemlerde de salgın vb. tehditlerle sınanabileceği, benzer şekilde küresel çapta siyasi, iktisadi,sosyal krizlerin dünyamızı vurabileceği yönünde görüşler uzmanlar, akademisyenlerce ileri yönelik senaryolar olarak sıkça dile getirilmiştir. Ve hatta bazı astrologların bile 2020’nin olumsuz bir yıl olacağını, küresel kurumların sarsılacağını, Çin,İran ve Avrupa ülkelerinin bu krizlerden çok etkileneceğini ileri sürdüklerini hatırlıyoruz. Ancak yine de k.virüs dalgalarının çok kısa bir zamanda insanları, dünyayı bu ölçekte etkisi altına alabileceği tahmin edilmiyordu, beklenmiyordu. K.virüs salgınının bugünlerde vardığı insan kaybı düzeyinin yüksekliğinin yanı sıra mücadelede başarısız kalınması durumunda bu kaybın ABD gibi gelişmiş ülkeler de bile milyonlar düzeyine varabileceği türünden senaryolar durumun vahametini anlatıyor. Ekonomi, ulaşım, ticaret ve birçok diğer alanda da benzeri yıkım beklentileri var. Nitekim, UNCTAD salgının küresel ekonomiye maliyetinin trilyonlarca dolara ulaşacağı, olumsuz etkilerinin ise önümüzdeki onyıllara yayılacağı değerlendirmesinde bulunuyor.
İşte bu görünüm içinde, daha birkaç ay öncesine kadar siyasi,iktisadi vb. analizlerin ağırlığını “ABD’nin küresel liderliğini ne kadar sürdürebileceği, Güney Asya’nın doğuşu, Çin’in küresel hakimiyeti,Avrasyacılığın gelişmekte olduğu vb.” gibi başlıklar teşkil ederken birden bire bütün kavramlar,teoriler, beklentiler değişti, yepyeni bir dünya gerçekliği önümüze geliverdi.
Her bir ülke için k.virüsle mücadeleye dair neden bu durumlara gelindiği sorusunun cevabı ayrı analizlerin konusu olabilir. Demokratik/otoriter yönetim tarzlarından, gelişmişlik düzeylerine, kişisel/sosyal alışkanlıklarından sağlık sistemlerinin dayanıklılığına kadar çeşitli faktörler bu soruların cevaplandırılmasında yardımcı olabilir. Ancak ben kendi adıma insanlığı tehdit eden birtakım sorunlara karşı küresel tehdit algılamasının yeterince oluşmamış olmasını önde gelen nedenler arasında saymayı gerekli görüyorum. Bu sorunlar bir de k.virüs örneğinde olduğu gibi, öngörülemeyen gelişmelerse algı sorunu daha da ağırlığıyla ortaya çıkıyor. Ne de olsa, diğer bazı evrensel konu ve sorunlarda yetersiz bile olsalar en azından BM gibi kuruluşlar mevcut ve kendi alanlarında bazı çalışmalar, hazırlıklar yapabiliyorlar. Bu görünüm için mutlak olan bir husus var ki, bu da; ne soğuk savaş sonrası küresel düzende meydana gelen kırılmaların, ne dünya nüfusunun 1 milyardan fazlaca bir bölümünün günde 10 TL’nin altında yoksulluk sınırlarının altında yaşıyor olmasının, ne de, örneğin 700 bin mazlum Rohinga’nın dünyanın gözü önünde sadece birkaç ay içinde Myanmar tarafından asırlardır yaşadıkları ata topraklarından sürülüp atılmalarının veya iklim değişikliği ve su kaynaklarının azalması vb. gibi tehlikelerin bugüne kadar BMGK’nin, G20’nin, G7’nin,AB’nin veya diğer bölgesel / uluslararası kuruluşların ağır toplarını birleştirmeyi başaramadığıdır. Tarihin derinliklerine doğru baktığımızda bu görüşlerimizi destekleyecek çokça örneğe, veriye de sahibiz.
Gerçekten de savaşlar,açlıklar,salgınlar,yıkımlar vb. hepsi küremizin ancak belirli bölgelerini,ülkeleri veya toplumları etkilemiş, topyekun insanlığı sarsan bir yıkım tehdidi olarak görülmemiş, dolayısıyla da sınırlı ölçüde dikkate alınmıştır. Daha 2 yıl öncesinde güney sınırlarında ansızın 1.5 milyon mülteciyi bulan, güçlü İtalya‘nın diğer AB ülkelerinin kendisiyle aynı tehdit algısına sahip olmadığından, bu nedenle de kendisine yardım etmediğinden şikayet ettiğini burada hatırlayabiliriz. Geçmişte de, bazı bölgeler, ülkeler için yıkımların diğer bazıları için siyasi,iktisadi vb.kazanım olarak görülebildiğini de biliyoruz. Bugün k.virüs tehdidi yükseldiğinde hijyen,kolonya,alkol ürünlerinin fiyatlarının yükselmesi eğiliminin farklı zaman ve boyutlarda ülkelerin,bölgelerin menfaat algıları bakımından da geçerli olabildiğini düşünüyoruz. İktisat tarihçilerinin anlatımıyla, orta çağların veba ve benzeri salgınlarının bazı sınıflar,bölgeler için önemli dönüşüm,zenginlik kapılarını aralanması gibi.
İşte bugünkü k.virüs tecrübesinin geçmiş örneklerden çok farklı bir ölçekte seyretmesi onu çok farklı kılıyor. Çin yönetiminin ilk başta üzerini örtmesinden başlayarak ulaşım, turizm gibi faktörlerinden de etkisiyle belki bugüne kadar görülmemiş hızla yayılması k.virüsü öncekilerden ayırıyor. Nitekim, salgın sürecinde, Ç in’e müzahir davranmakla eleştirilen Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros bu endişe verici durumu şu şekilde açıklıyor; “İlk 100 bin vakanın yayılış hızı 67 gün, ikinci 100 bininki 11 gün, üçüncü 100 bin vakanınki 4 gün ve nihayet dördüncü 100 bin vakanın yayılış hızı ise sadece 2 gün almıştır.” Bugün için geldiğimiz aşamada vaka sayısında 1.2 milyon eşiği aşılmış durumda. Hayatını yitirenler ise 65 bine yaklaşıyor.
İşte bu algı sorunu ve diğer önemli faktörler nedeniyle k.virüs eşine pek görülmeyen ölçekte etkili olmuştur. Bu salgının alanımız dışındaki diğer özellikleri ise tabiatıyla en başta tıp dünyasının alanına girmekte, esasen konunun asıl sahipleri de onlar olmaktadır.
Peki bu görünüm içinde uluslararası sistemin belli başlı aktörleri gelişmelere nasıl tepki vermişlerdir ? Bugünlerde dünyanın önemli aktörleri gelişmeleri nasıl görüyorlar ?
III. K.virüsle ilgili olarak neredeyse salgının ilk günlerinden başlayarak, çeşitli analizlerde konunun iki ana eksen etrafında değerlendirilmeye başlandığını görmekteyiz. Devlet yapılarının milli sınırlar içinde güçleneceği, buna mukabil küreselliğin ise etkisini yitireceği. Ya da farklı bir evrimle küreselliğin daha da güçleneceği. Paralel bir tartışma ise mücadele sürecinde hangi yönetim tarzının daha etkili olduğu etrafında gelişiyor. Otoriter sistemlere karşı demokratik yönetimler. Gerçekten de Macar Başbakan Orban, İsrail başbakanı Netanyahu gibi k.virüs salgını gerekçesiyle ülkelerinde siyasi konumlarını güçlendirici adımlar atmakla eleştirilen liderler mevcut.
Virüs salgınıyla mücadele hangi yönetim tarzının daha başarılı olduğu hususunda değerli okuyucularımıza Prof.Dr.Davutoğlu’nun 30 mart 2020 tarihli konuşmasını incelemeleri tavsiyemiz olacaktır. Burada “..k.virüsle duygudaşlık,ortak bilinç,sorumluluk, etkileşim, şeffaflık, doğru zamanlama ve önceliklendirme, insan onuruna, demokrasiye, özgürlüklere, haklara saygı temelinde, içselleştirici bir sistemle, populizmden uzak bir mücadele…” gibi bazılarını vurguladığımız anahtar kelimeler çerçevesinde vizyoner değerlendirmeler kamuoyuyla, halkımızla kapsamlı şekilde paylaşılıyor.
Öte yandan, bu dönemin göze çarpan özelliklerinden birisi de k.virüs meselesinin dünyada yoğun şekilde siyasi gündeme alet edilmesidir. Dünyada genelde salgının siyasi gelişmelerin önüne geçtiği muhakkaksa da Çin-ABD, ABD-İran, Venezuela gerginlikleri adeta krizden beslenerek sürüyor. Keza Libya,Afganistan,Yemen gibi ülkelerde de iç çatışmalar salgınla mücadeleyi neredeyse imkansız kılıyor. Her bir aktör krizi kendi siyasi önceliklerine alet etmekten de çekinmiyor. Trump bazı ülkelere hücumlarına devam ederken, Putin de bir taraftan salgına karşı küresel dayanışma zaruretine işaret ederken bu dönemde yaptırımların kalkması gerektiğini dile getirebiliyor. Yaptırımlar konusu özellikle ABD-İran gerginliğinin ana unsuru olmayı bu şartlarda bile sürdürüyor.
Ummadığı kadar yıkım getiren virüsle mücadele ederken ABD’nin siyasi düzeyde bilhassa Çin’le gerginliği de sürdürmekten geri durmadığı görülüyor. Ülkedeki sağlık sisteminin neredeyse çökmüş olması, işşizlik yardımına başvuru sayısının 10 milyona yaklaşması büyük krizin bazı göstergeleri. Ülkedeki nüfusun çok büyük bir bölümünün üretim/tüketim sisteminden çekilmiş olması da çok büyük bir mesele. Yine, mesela, dünyanın en büyük mahkum nüfusuna sahip ABD’nin bu konuda nasıl bir eylem içinde olacağına dair herhangi bir işaret de şimdiye kadar duyulmadı. Aynı şekilde, ABD yönetimine göre Çin virüsle savaş konusunda başarısız kaldı. Çok sayıda düşünce kuruluşu, basın-yayın organı aracılığıyla Çin’e yönelik hücumlar sürüyor, şiddetini de artırıyor. Bütün dünya’da olduğu gibi ruhaniler ABD’de de virüsle savaşta kendilerinden sözettiriyorlar. Beyaz Saray üst düzey yönetimine haftalık İncil okuma dersleri veren Drollinger’e göre virüs, Sodom Gomore kadar olmasa bile ilahi gazabın bir örneği ve insanlık Çin’deki akılsızların ektiklerini biçiyor, bir nevi onların suçunu çekiyor. ABD’nin beklentileri arasında önümüzdeki dönemde çoğu şirketlerin Çin bağlantısını sistemlerinden dışlayacakları da yeralıyor. Bu beklenti doğru çıkarsa sadece ABD-Çin ilişkileri değil, genel küresel ekonomi dinamikleri bakımından da sonuçlar doğurması beklenebilir.
Amerikalı yorumcular arasında k.virüs sonrası dünyamızın ve uluslararası düzenin nasıl ve hangi yönde değişim göstereceği hususunda görüş birliği yok. Çeşitli yorum ve beklentilerde; güç nüfuzunun doğuya kayacağı, küreselleşmenin azalacağı, daha vasat, fakir ve küçük bir dünyanın bizi beklediği, devlet yapısının ve milliyetçiliğin güçleneceği, şirketlerin sanayi ve yatırım kapasitelerini ülke içine taşıyacakları, küresel üretimin zayıflayacağı, şirketlerin çok ülkeli tedarik zincirlerini azaltacakları, rezervlerin yükseleceği, karlılık oranlarının düşeceği ancak arz istikrarının da yükselmesiyle daha dirençli sistemlerin doğacağı, hükümetlerin dışarıya değil içeriye odaklanacağı, iklim,çevre gibi küresel sorunlara ilginin düşeceği, kendi kendine yeterliliğin hedef olacağı gibi farklılıklar gösteren değerlendirmeler görülüyor.
Yorumcularda ortak bir görüş birliği olmasa bile, buradan da hareketle, F.Fukuyama’nın yıllar önce, ABD’de liberalizmin insanlığın ulaşabileceği en üst aşama olacağı, uluslararası şirketlerin milli sınırları kaldıracağı türünden tartışmalı tezlerinden, daha sonraları sosyal devlet lehine çark ederek Çin’i bu hususta olumlu örnek göstermesi gibi, k.virüs tecrübesinden sonra Amerikalı düşünürlerin sosyal devlet ve kurumlar lehine daha fazla kararlar almaları beklenebilir. Öte yandan; uluslararası sistemde istikrarsızlığın artacağını, ülkelerin içlerinde ve aralarında çatışmaların artacağını düşünenler de mevcut.
Buna mukabil, k.virüs felaketi döneminin belki en büyük aktörü ise çeşitli yönlerden muhakkak ki Çin. Bu dönem diplomasisine ileride bir tanım getirilecek olursa, belki en uygun tanım bu bağlamda “K.Virüs Diplomasisi” olacaktır. Zira bu dönemde diplomasiyi en etkin kullanan ülkenin Çin olduğu şüphe götürmüyor. Wuhan’da durumu kontrolü altına aldıktan sonra büyük bir atağa kalktı ve ABD dahil dünya’da erişemediği, maske, malzeme götürmediği ülke neredeyse kalmadı. Elinde imkanı olanlar zor durumdakilere, Çin ise herkese yardım ediyor.
Çin de aslında ABD ve Rusya gibi gelişmelere temelde siyasi ve güçler arası ilişkiler perspektifinden bakmayı sürdürüyor. Çin’de özgür düşünce alanında büyük engel ve sınırlamaların olması aslında daha geniş ve farklı boyutlarda analiz yeteneğini sınırlandırıyor, resim çizginin dışında yorumlara rastlanmasını zorlaştırıyor. Çin, bilindiği üzere, basın özgürlüğü alanında en alt basamaklarda yeralmaktadır. 2019 yılında dünyada 177. sıra. Bu nedenle de k.virüs sonrası dünyasının Çinli aydınlar arasında nasıl ele alındığının, daha doğrusu değerlendirilip,değerlendirilmediğinin analizi pek kolay olmamaktadır.
Tarihen, devlet ve millet olarak Çin’in başı salgınlarla hep belada olmuştur. Devlet sistemi, bir anlamda bu alandaki başarılarını sadece küresel güç özlemiyle değil, batılı sömürgecilik döneminin acı ve ağır hatıralarına karşı da kullanmaktadır. Onyıllarca süren dehşetli veba salgınları, kültür devrimi yıllarında yüzbinlerce insanın menenjitten ölmesi bu acı dönemlerin bazılarıdır. SARS salgınında da Çin örtme/ gizleme refleksini belki yine aynı psikolojiyle göstermişti.
Çin’de ilk virüs kaydı aralık başında oldu. 31 aralık’da da Çin, Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ/WHO)’ne bildirimde bulundu.Yönetime uyarılarda bulunan Dr.Wenliang’ın büyük baskılarla karşılaştığını biliyoruz. Bazı yorumlara göre bu iki tarih arasında ülkede onbinlerce insanın katılımıyla çeşitli sosyal faaliyetlerin sürdüğü, çok sayıda insanın da ülke içi ve dışı seyahati sürdürdüğü anlaşılıyor.Yılda ortalama 140-150 milyon arasında bir kitle turizm amacıyla Çin’den ülkedışına gidiyor. Asya dışında en yoğun ziyaret ettikleri ülkeler arasında ise ABD ve İtalya yeralıyor. Ve bugün k.virüs salgınından en şiddetli zararı gören, açıkçası tam anlamıyla başları dertte olan ülkeler arasında bunlar başı çekiyor. Bu durum sadece bir tesadüf müdür bilinmez. Ama veriler böyle. Bu vesileyle yılda yaklaşık 500 bin civarında Çinli turistin de ülkemizi ziyaret ettiğini hatırlayalım. Mesela son birkaç ay içinde ülkemizi kaç Çinli turist ziyaret etmişti, bunların sağlık durumları nasıldı, bilemiyoruz doğal olarak. Bütün bunların ileride objektif bir şekilde incelenmesi herhalde yararlı olabilecektir.
Herhalukarda, şayet Dr. Çin’in bu salgın döneminde büyük ihmallerinin bulunduğu iddiaları doğru çıkarsa ve bunlar somut verilerle kanıtlanabilirse, uluslararası toplumca meselenin kolayca unutulmasını, affedilmesini de kimsenin beklememesi gerekir. Bütün bunlar önemli siyasi tartışmaların, hukuki değerlendirmelerin önünü açabilecektir. Dolayısıyla salgının yerini normalleşmeye bırakmasıyla birlikte Çin yönetiminin cevaplandırması gereken birtakım soruların olacağı muhakkak
Rusya’ daki yorumcuların,uzmanların dünyamızın geleceğinde küreselleşme/ millileşme süreçlerini siyasi düzlemde gördükleri de söylenebilir. Bu değerlendirmelerde gelişmelerin Rusya’nın dünya görüşünün teyidi gibi görme eğilimi var. Devletin küresel ölçekte ana aktör olması gerektiği gibi. Bu yorumlar yapılırken ABD’nin sorunla mücadelede karşılaştığı zaafiyete de vurgu yapılmakta,buna mukabil Rusya’nın ise 2008 ve 2014 krizlerine göre k.virüsle daha kolay mücadele edebileceğinin, kasasında daha fazla döviz rezervi bulunduğunun, dış borcunun ve ithalata bağımlılığının ise daha az olduğunun altı çiziliyor.
IV. Peki bütün bu görüşler, değerlendirmeler ışığında k.virüs salgını tecrübesinin ileride etkisi neler olabilecektir. Yukarıda giriş cümlelerimizde belirttiğimiz üzere ancak genel mahiyette bazı ifadelerde bulunulabilir.
Fikir cimnastiği babında; özel yaşam tercihlerinde insanların daha fazla ferdiyetçiliğe yönelimi doğacaktır. Bu tercihler kendini iş,eğitim,spor,bankacılık işlemleri, alışveriş,düğün, temizlik, sosyal etkinlikler vb. tarzına kadar geniş bir yelpazede kendini hissettirecektir. Hatta toplumun bazı kesimlerinde adeta değişmez, tartışılmaz önyargı gibi yerleşik “medenilik, modernlik” algılamaları bile. Mesela, günlük bir örnekle, evlerin içine ayakkabıyla girilmesinin bir modernite sembolü olduğunu kimse söyleyemeyecektir. Hijyen koşullarının önemi salgın tecrübesinin somut neticelerinden birisi. DSÖ/WHO dünyada önümüzdeki 10 yılın en önemli sağlık sınamalarını 13 ana noktada sistemleştirdi ve bunlar arasında, temizlik ve hijyen de yeralıyor.
Millilikle küreselcilik arasındaki tartışmalar önümüzdeki dönemde de yoğun şekilde sürecektir. Dünya bugüne kadar uluslararasılaşma yönünde büyük adımlar atabilmişken şimdi bunlar sorgulanacak. Gerçekten de bugüne kadar küreselleşme bilhassa teknoloji, ulaşım,ticaret,turizm, üretim, kültür vb. birçok alanda tartışmasız bir hakimiyet tesis etti. Bir tişörtün pamuğunun Özbekistan’da yetişmesi, boyasının, tekstil makinesinin İtalya’dan gelmesi, üretiminin Türkiye’de, Vietnam’da,Pakistan’da yapılması, markasının güçlü bir küresel şirketin amblemini taşıması küresel düzenin vardığı düzeyin sadece sıradan bir örneği. Ancak bu küreselliğin aynı zamanda bir dayanışma anlamına gelmediğini gerçeğini de bu son salgınla görmüş olduk. Bu tartışmalar dünya sistemin en güçlü aktörlerinden AB içinde bile kendini göstermeye başladı.
Tanınmış futuristlerden N.Harari, insanlığın sona ermeyeceğini, ama bu neslin en büyük krizinin yaşandığını söylüyor. Ona göre; önümüzde iki temel seçim olacak ve a) totaliter denetimler/ özgür vatandaş denetimi b) ulusal izolasyon veya küresel dayanışma arasında tercih yapılacak.
İnsanlığın sonunun bu virüs salgınıyla gelmeyeceği görüşü farklı alanlara da giriyor, bu nedenle yorumda bulunmak gereksiz. Ancak, önümüzdeki dönem gelişmelerini iki kutupluluk üzerinden değerlendirmemek de gerekir kanaatimizce. Bazı boyutlarda, örneğin ticarette, yatırımlarda daha fazla içeri kapanma, tarım, sağlık gibi hassas alanlarda kendi içine yoğunlaşma olabilse de, örneğin salgınlarla, insanlığı topyekun hedef alan birtakım tehlikelerle mücadelede daha fazla küreselleşme yönünde gelişmeler de görülebilecektir.Birtakım eleştirilere muhatap olsa da, örneğin, BM şemsiyesi altındaki Dünya Sağlık Örgütü’nün görüşlerinin bütün dünyada daha fazla dikkate alınır olduğunu bilhassa bu dönemde gördük. Tabii ki yeni dönemde bilhassa, DSÖ gibi uzmanlık kuruluşlarının mali yönden daha da güçlendirilmesi de gerekli olacak. Özetle; yeni ancak daha sağlıklı, kapsayıcı bir senteze gidilmesi yönünde gelişim çizgisi de beklenebilir. Bunun ölçeği ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye de doğal olarak farklılıklar gösterebilir.
Gerçekten de k.virüs sonrasında geleceğin dünyasında artık daha küresel dayanışma, yardımlaşma, bilgi –tecrübe değişimi gerekiyor. Bu anlamda, geçmişte SARS salgını uluslararası topluma önemli bir fırsat vermiş, çok sayıda toplantı, faaliyet yapılmış, hedefler belirlenmiş, uluslararası düzeyde ortaya çıkan salgınla mücadelede tespit edilen 10 İlke Belgesi yine 100 civarında ülke/kuruluşça imzalanmıştı. Ne yazık ki bu yakın geçmişten tam anlamıyla gerekli sonuçların çıkarıldığını söyleyemiyoruz.
Yeni dönemde, bu bakımdan bölgesel/uluslararası kuruluşların güçlendirilmesi büyük önem taşıyacak. Her ne kadar 26 mart 2020 günü yapılan olağanüstü zirvesinden somut adım ve stratejiler çıkmadıysa da G-20 gibi güçlü, dünya ekonomisinin çok büyük bölümünü bünyesinde toplayan yapıların, BM’nin, DSÖ gibi örgütlerin yeniden yapılandırılması, güçlendirilmesi gerekiyor. Böylelikle hem daha kararlı hem daha eşgüdümlü politikalar oluşturulabilecektir. Bu yönde adımlar atılmadığı takdirde, örneğin Afrika gibi zayıf, sağlık alanında yetersiz bölgelerin büyük siyasi istikrarsızlıklarla yüzyüze gelmesi riski büyük olacaktır. salgının yükünü ve ağırlığın en fazla hissetmeye aday bölgelerdendir. Dünya ekonomilerinin kapanması nedeniyle, iş piyasası ağırlıklı olarak ithalat-ihracat sektörüne dayalı olan kıtada, işsizlik fırlayacak, ekonomiler çöküş yaşayabilecektir. Bu bakımdan Etiyopya’nın G20 ülkelerinden Afrika için acil 150 milyar dolarlık yardım paketi talebinin karşılanması önemlidir.
Bu dönemde, klasik ordu tanımlarının da değişim gösterdiğini görüyoruz Bugüne kadar tanklar,füzeler, askerler anlaşılırken şimdi, doktorlar, hemşireler, uzmanlardan oluşan bir sağlık ordusu kavramı bu tanımla yaşamımıza giriyor. Kendisini cansiperane, fedakarca, hayatları pahasına salgınla mücadeleye vermiş bir ordu. İleride yaşanabilecek başka acil ihtiyaçlara göre, örneğin, tarım ordusundan vb. de bahsedilebilecek. Dolayısıyla önümüzün dünyasında ülkelerin küresel düzeyde bilhassa savunma bütçelerini gözden geçirmeleri, gerekli alanlara daha fazla destek, katkı vermelerinin stratejik olacağını söyleyebiliriz.
Uluslararası kuruluşların dağılma, tükenme aşamasına geleceği yönündeki değerlendirmelerin ise pek bir emaresi, dayanağı yok. Yukarıda söylediğimiz gibi bilakis yeni bir eşgüdüm, güçlenme dinamizmine kavuşmaları bile sözkonusu olabilir.
Bu meyanda, örneğin, AB’nin zayıflayacağı, önemini yitireceği yönündeki senaryoların da şu aşamada keza tutarlılığının bulunmadığını söyleyebilirim. Uzun yıllar süren emek, mücadele, çalışmayla dünyanın çok önemli bir nüfusunu birleştirebilmiş, dünyanın 2. büyük ekonomik gücü haline gelmiş, dünya ekonomisinin neredeyse dörtte birini elinde tutan, Dolardan sonra yine dünyanın en büyük para rezervi olan Avroya sahip bir sistemin çöküp dağılması bugünün şartlarında olmayacaktır. Belki AB içinde yeni bazı iç düzenlemelerin yaşanması, üye devletlerin bazı yetkilerini Brüksel’den geri istemeleri ise şaşırtıcı gelmemelidir. Öte yandan, bazı AB ülkelerinin Çin’den yardım geldiğinde, AB’ye yönelik eleştirilerde bulunmaları ise sadece birer ilginç enstantane olarak ileride hatırlanacaktır. Birçok nedenle benzeri çekincelerimiz yeryüzündeki bütün ülkeleri bünyesinde toplayan tek küresel yapı olan BM bakımından da geçerlidir. Esasen bilhassa BM bağlamında köklü değişiklikler, yeniden yapılanma, başka ülkelere Güvenlik Konseyi’nde söz ve temsil hakkı verme yönündeki talepler onyıllardır vardır. K.virüs etkisi olsa olsa bu arayışları, bu çalışmaları güçlendirme yönünde olabilir.
İleride bugünleri değerlendirirken, İslam dünyasının içinde bulunduğu daha ziyade savunma refleksi odaklı konuma özel vurgu yapılması gerekeceği anlaşılıyor. Küresel mücadelede tedbir ve önleme çalışmalarının dışında araştırma, aşı, ilaç bulma arayışları daha ziyade gelişmiş ülkelerce yürütülüyor. Bizim dünyamız ise daha çok izleyici. Herkes hangi ülkeden güzel bir haber geleceği bekleyişi içinde. Haber beklediğimiz ülkeler arasında herhangi bir İslam ülkesi yok. İlim müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır anlayışından bugünlerdeki durumlara gelişimiz acı. Razi, Zehravi, Baytar, Harezmi, Taberi, Biruni, İbn Sina İslam vb. sadece Türk dünyasını değil bütün dünyayı değiştiren, batı-Avrupasında orta çağ karanlığını delerek aydınlamanın önünü de açan bilim adamlarının mirasçıları neredeler. Gelecek dönemlerde ülkelerimizin sağlık politikaları, stratejileri, bu alandaki ar-ge çalışmalarının durumu üzerinde de kapsamlı şekilde durulması gerekecek. Bugün için Türkiye’nin durumunun bile yeterli görülmesi mümkün değil. ARGE çalışmaları GSMH’mızın sadece % 1’i kadar ve bu halimizle OECD ülkeleri arasında en alt sıralarda yeralıyoruz. Bu oranlar, mesela G.Kore’de % 4.5, İsrail’de % 4,4 civarında, ABD bu alana yılda 480 milyar dolar, Çin ise 375 milyar dolar civarında bir bütçe ayırıyor. Her iki rakam bizim yıllık ticaret hacmimizden bile çok yüksek bütçeler. Sonuçta bütün dünya gibi, İslam ülkelerinin de bu acı insanlık deneyiminden gerekli dersleri çıkarması, bunlara göre de yönetim anlayışlarından kişisel düzeydeki alışkanlıklarına kadar her alanda acil adımları atması gereği kaçınılmaz. Türkiye, potansiyeli layıkınca değerlendirilebildiği takdirde, öncü olma ve yepyeni bir gelecek iddiasında bulunabilecek bir ülke.
Her halükarda, insanlığın k.virüs tecrübesi dünyamızda çeşitli sonuçlar ve etkileşimler doğurabilecek. Önümüzdeki dönemde bu tecrübelerden de mülhem ulusal ve uluslararası düzeylerde yeni dinamikler, süreçler, yapılanmalar görebileceğiz. Ancak bunun mutlaka topyekun yeni bir dünya düzeni anlamına gelmesi de gerekmiyor.
7 nisan’da dünya sağlık gününün kutlanacak olmasını da vesile bilerek, insanlığın ve dünyamızın en zor dönemlerinin birinden geçmekte olduğumuz bugünlerde ülkemizdekiler dahil bütün dünyadaki sağlık görevlilerine özel teşekkür ve minnettarlığımızı ifade etmek, onlara bu duygularımızı dile getirmek için bir tek günün asla yeterli olmayacağına inandığımızı dile getirmek isteriz. Bu düşüncelerle , salgının aşılması sonrasında, önümüzdeki yıllardan birinin, örneğin 2021 veya 2022’nin BM’nin eşgüdümünde küresel ölçekte DÜNYA SAĞLIK YILI olarak kabul edilmesini de öneriyoruz.
Umarız ve duacıyız; k.virüs salgını ileriki dönemde etkisini kaybeder ve insanlığın en büyük felaketlerinden biri olarak tarihe kaydedilmez. Bugünkü durumdan her bir insanın, ülkenin, uluslararası sistemin alacağı dersler, çıkaracağı sonuçlar var. Sonuçta gelecek hepimizin geleceği, ülkemizin,bütün insanların ortak geleceği. Geçmişin acı tecrübelerinin yukarıda da belirttiğimiz gibi, ne yazık ki yeterince öğretici olmadığını, hepimiz biliyoruz. Yine de artık hepimizin aynı gemide olduğu, bazı küresel tehditlerin, k.virüs örneğinde olduğu gibi, bütün insanlık için yıkıcı olabileceği bu günlerimizden çıkaracağımız en önemli sonuçlardan biri olarak dahi yeterli. K.virüsün belki geçmişte hiçbir örneği olmadığı gibi, sınır, ülke, kıta tanımaksızın milyonlarca insanı evlerinde tutmayı başarabilmesi bile etkisinin anlaşılabilmesi, gerekli derslerin alınması bakımından yeterli değil mi?'