Tarih: 13.04.2020 10:26

'Vatandaşı gafil avlayarak çıkma yasağı ilan etmek, eski Türkiye hastalıkları ile empati yapmak demektir'

Facebook Twitter Linked-in

Ak Parti'nin her ne kadar 'Yeni Türkiye' inşa ediyor olduğunu düşünse de eski Türkiye'nin tartışılmaz temsilcisi olduğunu yazan Ocak medya köşe yazarı Veysi Dündar, 'Neden diye sormaya gerek var mı bilmiyorum. Ancak askeri darbe dönemlerinin tatsız bir anısı olan sokağa çıkma yasağını koyuş şekli bunu gösterdi' dedi. 

'Toplum olarak ‘buna layık mıyız değil miyiz?’ önce buna kafa yoralım' diyen Dündar'ın 'Mesele “Luppo” Değil Yeğen, Mesele Zihniyet' başlıklı yazısı şöyle: 

'Türkiye’de eski Türkiye’yi en iyi kimin temsil ettiği önceki akşam bir kez daha ortaya çıktı. AKP belki yeni Türkiye’yi inşa ettiğini düşünüyor olabilir fakat eski Türkiye’nin tartışmasız bir temsilcisi olduğunu kanıtladı.

Neden diye sormaya gerek var mı bilmiyorum. Ancak askeri darbe dönemlerinin tatsız bir anısı olan sokağa çıkma yasağını koyuş şekli bunu gösterdi.

Sanki halktan saklanacak bir faaliyet, halkın bilmeyi hak etmediği ya da bildiği takdirde büyünün bozulacağı bir durum var gibi davranan siyaset kurumu, ‘insanların evinde suyu ekmeği var mı yok mu?’ sorusunu kendine sormadan iki günlük deneme yasağını ilan etti.

Sonuçta bir darbe falan söz konusu değilken amacı, “sadece insanların sıhhatini muhafaza etmek” olan önlem amaçlı bir uygulamayı vatandaşı gafil avlayarak ilan etmek, olsa olsa eski Türkiye hastalıkları ile empati yapmak demektir.

İçişleri Bakanının açıklamalarını ağzımız açık dinledik.
Yasağı neden gecenin sonunda aldıklarını anlatırken halkın bilinçsizliğini ve onlar ne söylerse söylesin anlamayacaklarını ifade etti. Ya da ima etti.

Bir bakan olarak durumu halka izah etse ve halktan belirli bir davranış tarzı talep etse olmaz mıydı acaba?

Eskiden AKPliler halkı “bidon kafalı” olmakla itham eden elitlerden şikayet ederdi.
Gördük ki değişen bir şey olmamış.
Halkın istenilen şekilde davran-a-mayacağından ve eğitil-e-meyeceğinden gayet emin bir tavır var.

Demek ki yönetimler değişir yönetim zihniyeti baki kalır.

Hele ki, burada, özellikle Avrupa ülkelerinin örnek verilmesi başlı başına acayip bir hali gösterdi.
AİHM yasalarını, Avrupa Komisyonunu beğenmeyen iktidar bakanı, Avrupa halkı ile Türk halkının aynı davranacağı konusundaysa tereddütten arınmıştı.
22 Mart’tan beri hayatın duraksadığı ülkede; hafta sonu yasak koymaya son dakika karar verip halka son dakika bildirmek de, günler öncesi karar verip son dakika bildirmek de, aynı ölçüde fecaatdir.

Hafta sonu sokağa çıkmamayı daha ilk baştan akıl edemeyen yönetim aklı, bunu keşfetmek için günlerin geçmesini bekledi.

Türkiye Korona liginde dünya sıralamasında üst sıraları zorlarken nihayet akla gelen bu kısmi önlemin uygulaması ise bir çuval incirin berbat edilmesi, bir güğüm sütün içine sinek düşmesi neticesi doğurdu.

Covid-19 ülkeye nasıl yayılır tatbikatına benzeyen görüntülerle yüzleştik.

Bütün bu süreçte ülkenin 18 yıllık AKP iktidarında geçtiği dönüşümlerin de olumsuz yan etkileri bir bir ortaya çıktı.

AKP’nin büyükşehirleri insana kapatan düzenlemesi; aslında sadece AKP istedi diye büyükşehir statüsüne tevdi edilen Anadolu taşrasını da, anlamsız bir biçimde sürece dahil etti.

Büyükşehrin metropol manasına geldiği bir gerçekken, merkezlerde sıfır çeken AKP’nin üç beş şehri alabilmek için İngilizcesi “Gerrymandering” olan uygulamanın bir versiyonunu Büyükşehir statüsü ile hayata geçirdiğini hepimiz biliyoruz.

Öyle olmasa Nilüfer’de nal toplayan Alinur Aktaş hangi cüretle Bursa Belediye Başkanı olarak ortaya çıkabilirdi.
Ama bakın ne oldu?
Bursa’nın tarımsal ilçeleri demiyorum, köyleri dahi bu yasaktan nasip aldı. Çünkü artık buralarda köy yok mahalle var. Uygulamanın içinde detaylarda bir istisna kurulduysa, devlet devamlılığından da şüphe etmek gerekir.

Bursa, Samsun, Balıkesir, Urfa AK-MH/P İttifakının sayesinde seçimin alınabildiği yerlerdi.
Fakat İznik’in köyü, Bafra’nın köyü, Sarayköy’ün köyü, Viranşehir’in köyü de eğer yasak uygulanırsa bundan nasip alıyor.

Türkiye siyasi iktidarın her ne şart altında olursa olsun iktidarını daim kılma projelerinin sonuçlarını tam kriz anında deneyimledi.

Ülkenin taşrasını büyükşehirleri kazanmak için istismar eden anlayış kendi yaptığı hatanın ağır neticesini bu en kritik zamanda almış oldu.

Türkiye’nin iyi yönetildiğini bütün seçimleri kazanmayla ölçen iktidarın, ne denli yanıldığını bundan iyi gösteren bir örnek olamazdı.

AK- MH/P’yi Korona yüzünden suçlayamayız.
Bu haksızlık olur.
Neticede tüm dünyanın uğraştığı bir bela.

Ancak bu iki partinin halk desteğini kaybetmiş bir yönetim anlayışını muhafaza etmek için, ülke kaynaklarını sonsuz biçimde tüketmiş olmalarının mazereti yoktur.

2015 Haziran seçimlerini kaybeden bu anlayış, son 5 yılda var olmak için bütün cephanesini kullandı.

2002’den beri kazanılan bütün iktisadi değerleri bu dönem içinde neredeyse sıfırladı.
Dolar 3 katına çıkarken, faiz ve enflasyon bunu takip etti.

Türkiye’nin son 5 yıllık ekonomik kayıpları olmasa, Korona krizi çok daha makul biçimde atlatılırdı.

Belirsizlik dört yanı sarmaz, yalandan değil gerçekten sokağa çıkılmaz, toplum yek vücut biçimde sağlam bir duruş gösterirdi.

10 Nisan gecesi ‘koltuğunda çikolatalı gofret var!!!’ diye bütün ülkeye reklam edilen aile babası da olsa, yalnız yaşayan bir bekar adam da olsa, başına gelenin müsebbibi; onu Korona günlerinde son dakikada markete koşturan akıldır.
Kimse bu adama kızmasın.
Hepimize kızalım.
Kendimize kızalım.
Toplum olarak ‘buna layık mıyız değil miyiz?’ önce buna kafa yoralım.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —