Yıldıray Oğur: Gazetecileri ölümle tehdit eden organize suç örgütü liderleri affedildi ama gazeteciler affedilmedi

Yıldıray Oğur: Gazetecileri ölümle tehdit eden organize suç örgütü liderleri affedildi ama gazeteciler affedilmedi

Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, yürürlüğe giren yeni infaz düzenlemesini bugünkü köşesinde değerlendirdi. Oğur, 'Gazetecileri ölümle tehdit eden organize suç örgütü liderleri affedildi ama gazeteciler affedilmedi. Kurşun atanlar affedildi, tweet atanlar affedilmedi.Banka soyanlar affedildi ama malum bankaya henüz resmen açıkken para yatıranlar affedilmedi. Hep söylendiğinin aksine devlet, kendisine karşı suç işlediği iddia edilenleri affetmedi, vatandaşlara karşı suç işleyenleri affetti.' düşüncesini dile getirdi. 

Oğur, 'Adaletin sesinin güçlü çıkamadığı sorusunun cevabı iktidarın değil, muhalefetin performansıyla ilgili.   İnfaz yasası Meclis’te görüşülürken yaşanan iki olay, adalet konusunda muhalefetin neden güven veremediğini de ortaya koydu. İki olayın kahramanlarından biri radikal fikirleri olan bir İslami cemaatin lideri, diğeri barda ofansif mizah yapan bir stand-upçıydı.' ifadesini kullandı. 

'Adaletin sesi neden mi duyulmuyor?' başlıklı yazısında Oğur, şöyle kaydetti: 

'Ve nihayet infaz indirimi adı altındaki af yasası Meclis’ten geçti. Özetle; gazetecileri ölümle tehdit eden organize suç örgütü liderleri affedildi ama gazeteciler affedilmedi. 

Kurşun atanlar affedildi, tweet atanlar affedilmedi.

Banka soyanlar affedildi ama malum bankaya henüz resmen açıkken para yatıranlar affedilmedi.

Hep söylendiğinin aksine devlet, kendisine karşı suç işlediği iddia edilenleri affetmedi, vatandaşlara karşı suç işleyenleri affetti.

Üstelik 17 vaka ve 3 ölümle koronavirüs hapishanelere girmişken ve siyasi-adli tutuklu/hükümlü ayrımı da yapmazken...

Ortada apaçık bir adaletsizlik olduğu açık. 

Ama buna rağmen kıyamet de kopmadı, muhalefet büyük bir gürültü çıkaramadı, çıkardığı sesler de toplumda yeterince karşılık bulmadı, ortak bir hassasiyete dönüşemedi.

Peki neden? 

Evet, bu paket ittifakın geleceği için hayatiydi, taviz vermediler, toplumun yarısını makbul vatandaş olarak görüp, geri kalan yarısıyla irtibatı neredeyse kopardıkları için çıkarılan sesleri umursamadılar, zaten medya da tek kanallı. 

Hepsi doğru. 

Ama yine de bu neden adaletin sesinin güçlü çıkamadığı sorusunun cevabı değil.

Çünkü bu sorunun cevabı iktidarın değil, muhalefetin performansıyla ilgili.  

İnfaz yasası Meclis’te görüşülürken yaşanan iki olay, adalet konusunda muhalefetin neden güven veremediğini de ortaya koydu.

İki olayın kahramanlarından biri radikal fikirleri olan bir İslami cemaatin lideri, diğeri barda ofansif mizah yapan bir stand-upçıydı.

İlkinden başlayalım.

Türkiye’de yakın zamanlarda pek çok örneği oldu.

Aylarca, yıllarca davalara bakan, dosyaya hakim olan mahkemelerin verdiği tahliye kararları aynı günün akşamı sosyal medyadan yükselen tepkiler, Ankara’dan gelen telefonlarla konudan habersiz başka bir mahkeme tarafından yeniden tutuklama kararlarına çevrildi.

İlk akla gelen örnekler Selahattin Demirtaş, Alparslan Kuytul, Ahmet Altan, Osman Kavala, son olarak gazeteci Murat Ağırel. 

Muhalefet bu kararları haklı olarak eleştirdi.

Ama benzer bir örnek de infaz paketi görüşülürken yaşandı.

Ebu Hanzala olarak bilinen selefi Tevhid Cemaati’nin lideri Halis Bayuncuk, üç yıldır tutuklu olarak yargılandığı, dosyasını en iyi bilen mahkeme tarafından tahliye edildi ama akşamında hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarıldı.

Üstelik “terör örgütü yöneticiliği”nden yargılanıp tahliye edilmişken, dosyadan habersiz nöbetçi mahkeme onu “terör örgütü üyeliği”nden yeniden tutukladı. 

Tahliye kararını aynı gün tutuklamaya çeviren ise bu kez iktidar çevrelerinden değil, muhalefet çevrelerinden gelen tepkiler oldu. 

Sol, muhalif medya haberi “IŞİD’in Türkiye sorumlusu tahliye edildi” diye verdi, karar infaz yasasının görüşüldüğü Meclis’e de taşındı. 

Az önce siyasi tutuklular için kürsüde konuşurken “İdris Balüken hapiste mi ölsün” diye soran ve iktidar sıralarından “ölsün” diye sesler işiten HDP’nin Grup başkanvekili bu kez yerinden söz alıp şöyle dedi: 

“MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Teşekkürler Sayın Başkan. Çok önemli bir gelişme oldu, IŞİD'in Türkiye'deki sorumlusu Ebu Hanzala kod adlı Halis Bayancuk tahliye edildi. Evet, daha önce Hizbullah davasından ömür boyu hapis cezası almıştı ve Kobani savaşı döneminde 9 Ekim 2014'te serbest bırakıldı. 2017 yılında terör örgütü kurma, yönetme suçundan tutuklandı ve bugün tahliye oldu. Niye tahliye oldu? Biz içerideki insanların bu kadar can güvenliğinden söz ederken IŞİD'in sorumlusunun tahliyesi dikkate değerdir. Evet, Rahip Brunson'ı Trump ister bırakılır, Deniz Yücel'i Merkel ister; istismarcıları, cinayet işleyenleri, Hizbullahçıları, IŞİD'çileri siz bırakırsınız, sonra 'Yargı bağımsız.' diye burada nutuk atarsınız. 82 milyonun hukuku yok burada, tek adamın hukuku var.

BAŞKAN - Peki, kayıtlara geçmiştir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, şöyle bir talebimiz olsun yani bu konuda söz alıp bir şey söylemek lazım ama ben açıkçası Meral Hanım'dan duydum haberi. Mümkünse hem Bakanlığın yetkilileri de buradayken…

ÖZLEM ZENGİN (Tokat) - Bir söz talebim vardı Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun.

ÖZLEM ZENGİN (Tokat) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim. HDP Grup Başkan Vekili Sayın Beştaş Türkiye'de IŞİD'in temsilcisinin serbest bırakıldığını söyledi. Bu konuya dair bir açıklama yapmak istiyorum. Tabii, Türkiye'de, onlar inansa da inanmasa da özgür bir yargı sistematiği var. Bu yargı sistematiği içerisinde, mekanizma içerisinde Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi bahsi geçen kişinin tahliyesine karar vermiştir, savcı itiraz etmiştir. 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi, bu itirazı haklı bulmuştur ve bahsi geçen kişinin tutukluluğu devam etmektedir. Tahliyesi söz konusu olmamıştır. 

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Ben tahliye kararı verildiğini söyledim. Tahliye kararı verilmiş, itiraz edilmiş, tekrar tutuklanmış. Bu, benim sözümün gerçek olmadığı anlamına gelmiyor.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Öncelikle, Özlem Hanım'a bu bilgilendirme için teşekkür ederiz çünkü konuyu Meral Hanım'dan duyduk.

BAŞKAN - Peki, konu aydınlanmıştır.”

Peki gerçekten konu aydınlanmış mıydı? 

Halis Bayuncuk, 2008 yılından beri vaazlar veren 35 yaşında güçlü bir hatip. HDP grup başkanvekilinin hakkında Meclis’te hüküm verirken “daha önce Hizbullah davasından ömür boyu hapis cezası almıştı” dediği kişi ise Bayuncuk’un babası.

Babasının çizgisini izlemeyip Mısır’da eğitim almış, selefi fikirlerini anlattığı vaazlarıyla etrafında Tevhid adlı 4-5 bin kişilik bir cemaat oluşmuş. Legal dernekleri, dergileri var, 2011 yılından beri de İstanbul Bağcılar’da altı katlı camdan bir binada faaliyetlerini sürdürüyorlar.

Bayuncuk, Türkiye’de en çok tutuklanıp, serbest bırakılma rekorunun sahibi olabilir.

2008, 2011 ve 2014’de El Kaide, 2015, 2016’da ise IŞİD suçlamalarıyla tutuklanıp hapis yatmış.

Her defasında elde bir delil olmadığından bir süre tutuklu kaldıktan sonra bırakılmış. 

Son olarak 2017’de ise IŞİD’den tutuklanmış.

Suriye’de El Kaide ve IŞİD birbiriyle savaşırken, Türkiye’de hem IŞİD hem de El Kaide yöneticiliğinden yargılanmış

Mahkemelerin de kafası karışmış. 

2016 yılında Ankara 27. Ağır Ceza Mahkemesi;

“.... Ebu Hanzala kod isimli Halis Bayancuk’un yöneticiliğini yaptığı oluşumun DAEŞ / IŞİD terör örgütü ile bağlantılı bir yapılanma olarak kabul edilemeyeceği, El-Kaide Terör örgütü ile bağlantılı bir oluşum olarak kabulü gerektiği anlaşılmıştır...” diye karar vermiş.

2017 yılında gözaltına alındığı Ankara’da savcılık tarafından “..... Emniyet Müdürlüğü’nün şüphelinin adı geçen örgütlerle irtibatlı olabileceği yönündeki değerlendirmesi dışında; şüphelinin adı geçen örgütlerle bağlantısını ortaya koyacak, herhangi bir delil bulunmadığı, örgütsel doküman, örgüt mensuplarının beyanları, tanık beyanları gibi herhangi bir delil elde edilmediği anlaşıldığından şüpheli hakkında atılı eylemlerden delil yetersizliği nedeniyle kamu adına kovuşturmaya gerek yoktur” denerek serbest bırakılmış.

Ama buna rağmen 2017’de bir konferans için gittiği Sakarya’da IŞİD’den tutuklanmış. 

Yargıtay, daha önce yargılandığı bir dosyada “hem El Kaide hem de IŞİD’den yargılayamazsınız” diyerek bozma kararı vermişti. 

Üç yıldır kendisini “IŞİD yöneticiliğinden” yargılayan mahkemenin tahliye kararı verdiği gün de “IŞİD üyeliğinden” tekrar tutuklandı. 

Peki bu kadar ısrarla tutuklanıp, yargılanmasına neden olay suçlamalar, deliller ne?

Yargılandığı 63 sayfalık iddianamede IŞİD yöneticiliğinin, herhangi bir IŞİD mensubuyla ve eylemiyle ilişkisinin bir delili gösterilememiş, bu örgütü öven, propagandasını yaptığı tek bir konuşması tespit edilmemiş. 

Savcılık ifadesinden ve mahkemede avukatlarının sunduğu delillerden 2014’den itibaren yayınladıkları dergilerde IŞİD ve EL Kaide’yi eleştirdiği, bu yüzden IŞİD tarafından tekfir edildiği hatta 2015’de İstanbul Valiliği tarafından “IŞİD’in kendisine karşı bir eylem yapabileceği” ile ilgili uyarıldığı ve hakkında koruma kararı verildiği anlaşılıyor. 

Zaten iddianamede işlenmemiş, potansiyel bir suç ile suçlanıyor:   

“Halis BAYANCUK'un, selefi/tekfirci vasata yönelik devam ettirdiği tebliğ faaliyetlerinin, çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren örgütlere katılımı teşvik edeceği, radikalleşme sürecine katkı sağlanan şahısların ilerleyen süreçlerde ülkemiz güvenliği açısından tehdit oluşturabileceğinin değerlendirildiği istihbar edilmiştir.”

İkinci suçlama ise şu: 

“Kendisine bağlı gruplarca düzenlenen ders/sohbet toplantılarında, 16.04.2017 tarihinde gerçeklen referandumun 'Kâfir Rejim Uygulaması' olarak nitelendirildiği ve 'Oy Vermenin Şirk Olduğu, (Sen Kimi Seçersen O Rabbin Olur) Ayetine Karşı Gelindiği' yönünde propaganda yapılarak 'Sandığa Gidilmemesinin Önemli Olduğu, Zira Gerçek Müslümanların Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Allah'ındır İlkesine Göre Hareket Etmesi Gerektiği” yönünde söylemlerde bulunulduğu”.

İddianamedeki delillerin neredeyse tamamı Bayuncuk’un oy vermeye karşı çıktığı, laik devlete tağut dediği, kızlar ve erkeklerin birlikte eğitim görmesini eleştirdiği konuşmalarından oluşuyor.

Deliller arasında teslim olmuş bir IŞİD itirafçısının ve akrabası IŞİD’e katılmış bir kişinin ifadeleri var. 

İtirafçı mahkemedeki ifadesinde ise Bayuncuk’un cemaatinin mensubu olduğunu ama 2015’de IŞİD videolarından etkilenerek Suriye’ye kendi kararıyla gittiğini, giderken konuştuğu Bayuncuk’un kendisini uyardığını anlatmış. 

Zaten internette Bayuncuk’un IŞİDlileri kendi mescitlerinde istemediklerini anlattığı konuşmaları mevcut.  

Yani aslında yıllardır süren El Kaide, IŞİD suçlamalarının dayanağı Bayuncuk ve cemaatinin de bu örgütler gibi selefi çizgisi. Türkiye’de de selefilik yaygın olmadığı için devlet ve medya legal, sivil selefi hareketle, silahlı selefi terörü birbirine karıştırmış. 

Devletin diğer Avrupa ülkelerindeki selefi örgütlere yapıldığı gibi istihbari olarak izleyebileceği, gözetim altında tutabileceği bir yapı, her fırsatta operasyonların, tutuklamaların hedefi olmuş. 

Halbuki nasıl Türkiye’de sosyalizm, devrim için mücadele eden legal partiler, hareketler olduğu gibi, bu amaç için silaha başvurmuş terör örgütleri var ve bu ikisinin benzer ideolojileri olması, gruplar arasında organize olmayan geçişkenlik suç değil, burada da durum aynı. 

Aslında bunu en iyi solcuların ve HDP’nin anlaması gerekirdi. Ama ideolojik karşıtlık yüzünden kendilerinin de mağduru olduğu terörizm suçlamasını kullanmaktan çekinmediler, mahkemenin tahliye kararına da en büyük itiraz onlardan geldi. 

Aynı infaz yasası görüşmeleri sürerken, Bayuncuk’un 180 derece karşısında başka isim de benzer adaletsizliğin mağduru oldu.

Kadıköy’deki bir barda stand up gösterileri yapan 20’li yaşlardaki Emre Günsal, gösterisinde Atatürk ve Mevlana ile ilgili hakaret dahi denemeyecek şakalar yaptığı bölüm Twitter’a düşünce önce sosyal medyada linç edildi, ardından akşamında evinden alınıp meşhur Atatürk’ü koruma maddesinden tutuklandı.

Salgın günlerinde, solunum yetmezliği hastalığı olan genç bir stand-upçıyı hapse kimler gönderdi peki?

Videoyu yayınlayıp, “hesabını vereceksin” diye ilk paylaşanlardan biri, daha bir kaç hafta önce yaptığı bir haber yüzünden tutuklanmış Yeniçağ gazetesi yazarının, yine gazeteci olan arkadaşıydı.

ODA TV yazarlarının, editörlerinin tutuklanmalarını haklı olarak eleştiren başka Kemalist gazeteciler, avukatlar, hukukçular da sosyal medyadaki stand-upçı lincine katıldılar ve genç bir adamın yaptığı bir espri yüzünden hapse girmesine neden oldular.

Ondan önceki haftalarda da yine Alevilikle ilgili sert şakalar yapan Alevi bir kadın stand-upçı, aralarında yine siyaseten bir süre hapis yatmış bir CHP milletvekillerinin de olduğu muhalif siyasetçilerin, gazetecilerin başlattıkları bir linç ve suç duyuruları sonucu gözaltına alınmıştı.

İşte bütün bu çelişkiler, tutarsızlıklar iktidarı eleştiren muhaliflerin bir adalet, hukuk, ifade hürriyeti standardı olmadığını söylüyor.

Herkes için ifade ve örgütlenme özgürlüğü isteyemeyen muhalifler, en azından tutuklanmada eşitliğe razı olmuş gözüküyorlar.

Ellerinde güç yokken bile hoşlanmadıkları fikirlere karşı devletin gücünü, kolluğu sopa olarak kullanma arzuları, iktidardan farklarının bir imkan meselesi olduğunu gösteriyor.

Toplum da bu mesajı alıyor. 

Ve ortada herkesin mutluluğu ve özgürlüğü için verilen bir adalet, hukuk, demokrasi, hürriyet mücadelesi değil,  gücü ele geçirme, iktidarı elde etme mücadelesi olduğunu, bu mücadelenin kuralsız, vahşi olduğunu, iktidarı ele geçiren grubun karşı görüşe hayat hakkı tanımayacağını anlıyor. 

O yüzden de sonucun değişmeyeceği bu kavgada kendisine daha yakın hissettiği tutarsızlığın, adaletsizliğin yanında durmaktan çekinmiyor.

İnfaz yasasında siyasi tutukluların dahil olmamasını eleştirirken ODA TV yazarlarının adını verip Ahmet Altan’ı, Demirtaş’ı, Kavala’yı örnek veremeyenlerin, herkesin terörist diye suçlanmasına itiraz ederken, sevmedikleri bir İslamcı cemaatin liderine terörist diyebilenlerin, attıkları tweetler yüzünden cumhurbaşkanına hakaretten insanların tutuklanmasına karşı çıkarken, Atatürk’e hakaretten stand-upçıların tutuklanmasına destek verenlerin iktidarı eleştirmeye ne kadar hakkı olabilir? 

Yani mesele sadece sesini duyurma imkanı bulamamak, iktidarın çok güçlü olması değil, muhalefetin samimi bir ortak gelecek tasavvuru ortaya koyamaması, toplumdaki adalet taleplerini taşıyamaması meselesi de.

Samimi olmayan bir sesin duyulmaması da herhalde şaşırtıcı değil. 

Adaletin sesinin gür çıkması için önce bu sesin sahiplerinin adil olması gerekiyor...'