Tarih: 18.04.2020 10:08

İrfan Sönmez 'Otoriterleşme ve demokrasi dışı siyaset'i yazdı...

Facebook Twitter Linked-in

Habererk köşe yazarı hukuk doktoru Av. İrfan Sönmez, bugünkü “Bir kitap: Otoriterleşme ve demokrasi dışı siyaset” başlıklı köşe yazısında günümüz siyasetini, otoriterleşmeyi , demokrasiyi ve basının özgürlüğüne kadar güncel sorunlarını ele aldı. Sönmez, “Günümüzde demokrasiyi kullanarak demokrasi dışı siyasete yönelen sayısız ülke var. Özellikle son yıllarda Avrupa'da otoriter/sağcı partilerin yükselişi demokrasi ile demokrasi dışı siyaset arasındaki farkları gösteren sayısız bilimsel çalışmayı tetiklemiştir. Bu çalışmaların çoğunda temel kriterlerden biri kuvvetler ayrılığıdır.Siyaset ve anayasa teorisinde hükümetler kuvvetler ayrılığına göre sınıflandırılmakta, kuvvetleri tek elde toplayan hükümet biçimleri otoriter olarak nitelendirilmektedir” dedi.

 İrfan Sönmez’in köşe yazısı şöyle:


'Günümüzde demokrasiyi kullanarak demokrasi dışı siyasete yönelen sayısız ülke var. Özellikle son yıllarda Avrupa'da otoriter/sağcı partilerin yükselişi demokrasi ile demokrasi dışı siyaset arasındaki farkları gösteren sayısız bilimsel çalışmayı tetiklemiştir.
Bu çalışmaların çoğunda temel kriterlerden biri kuvvetler ayrılığıdır.Siyaset ve anayasa teorisinde hükümetler kuvvetler ayrılığına göre sınıflandırılmakta, kuvvetleri tek elde toplayan hükümet biçimleri otoriter olarak nitelendirilmektedir.
Kuvvetler ayrılığını ilk dile getirenlerden biri Locke'dır. Locke, yasama ile yürütmeyi ayırmış ancak yargıyı o günün şartlarında ayrı bir güç merkezi olarak ele alıp ayırmamıştır. Bunu yapacak olan Montesquieu'dur. Kuvvetler ayrılığı bugün demokratik devletin ilk şartıdır. Bir ülkede birbirini denetleyen, sınırlayan ve bir birine karşı bağımsız erkler yoksa o ülkede gerçek anlamda bir demokrasi de yoktur. Dolayısıyla otoriterleşme ile kuvvetlerin tek elde toplanması arasında yakın bir ilişki vardır. Bu tip yönetimler genelde bütün gücün bir kişide temerküz ettiği tek adam yönetimleridir.
Otoriter rejimler yaygın olan anlayışların aksine seçimlerin yapılmadığı, siyasi partilerin bulunmadığı yahut salt askerlerin yönettiği rejimler değildir. Bir çok otoriter rejimde seçimler olmakta, partiler arasında görünürde siyasi rekabet de yaşanmaktadır. Ancak seçimlerin olması tek başına demokratik bir düzenin varlığı için kafi değildir. Siyaset bilimciler, demokrasiyi tanımlarlarken seçimlerle ilgili bir başka önemli noktaya dikkat çekmişlerdir.Demokrasiler, sadece seçimlerin yapıldığı rejimler değil, aynı zamanda -iktidarların- seçim kaybedebildikleri rejimlerdir. Bu ayrımın sebebi iktidarı bir defa ele geçiren partilerin, iktidarlarını kalıcı hale getirmek için muhalefette olanların önüne engeller ve kısıtlar koyarak seçim kaybetmeyi imkansız hale getirmeleridir.O halde demokrasi dışı rejimlerin bir özelliğinin de iktidarda olanların seçim kaybetmedikleri yahut kaybetmeyi çok zorlaştırdıkları rejimler olduğunu söylemek mümkündür.
Seçimlerin demokrasinin bir göstergesi olabilmesi için eşit rekabet imkanlarının bulunması, basının özgür olması, devlet imkanlarının muhalefet aleyhine kullanılmaması gerekmektedir. Bu tip ülkelerde, seçimlerde amansız bir rekabet yaşanıyor olabilir,muhalefet arada bir seçim de kazanabilir, ancak muhalefetin iktidardakilere karşı mücadele verdiği oyun alanı ne serbest ne de adildir. iktidardakiler muhaliflerini yasal veya yasa dışı yollarla ezebilir, medyayı tehdit edebilir, yahut satın alabilir, sözde bağımsız yargı alanlarını kendi adamları ile doldurup, sopa gibi kullanabilir, devlet imkanlarını hiç bir kısıtlamaya tabi olmadan kullanabilir, hatta yerini korumak için seçim sonuçlarında hile bile yapabilir.Nitekim 2015'te venezuela'da muhlafet parlamentoda çoğunluğu sağlamasına rağmen, çıkardığı yasalar Chavezci Yüksek Mahkeme tarafından tek tek iptal edilmiştir.
Onun için seçimler tek başına bir sistemin demokratik olduğunu göstermeye yeten bir ölçüt değildir; zira seçimler iktidara gelmenin bir aracı olmaktan çıkmakta, iktidarın uluslararası meşruiyet ve tabanının sadakatini yönlendirme aracı haline gelmektedir.Bu bakımdan iktidardakiler ilk başta seçimle iş başına gelmiş olsalar bile, serbest seçimler dışındaki araçlarla iktidarda kalabilmek için güç kullanımına,sahtekarlığa veya meşru ancak seçim pratikleri ile ilgisi olmayan yöntemlere başvururlar.İktidara geldiklerinde ilk işleri -seçim kaybetmemek- için gerekli tedbirleri almaktır.
Xavier Marquez, İletişim Yayınları arasında çıkan 'Demokrasi Dışı Siyaset,' isimli önemli eserinde, özellikle tek adam yönetimlerine dikkat çeker. Rejimlerin ne kadar çok yahut az otoriter olduğunu, iktidarın bir kişide ne ölçüde toplandığına bakarak sınıflandırır.Literatüre göre, yöneticilerin kendi yetkilerini hep gayrimeşru yollarla kullandığı ve kamusal gücü gayrimeşru biçimde kendine mal ettiği sistemler, otoriter sistemlerdir. Tek adam iktidarı, tek bir kişinin normlar ve kurumlar tarafından sınırlanmadığı bir yönetim biçimidir. Dolayısıyla, -tek adamlar,- devleti, normların, kurumların sınırlarından kurtulmuş, kişisel ego ve önyargıları her geçen gün artan bir şekilde, devleti babasının malıymış gibi yönetirler. Marguez, bu tip rejimlere, 'bu ülkede hiç bir şey benim işim olmaktan uzak değildir' diyen Malavi Diktatörü Kamazu Banda ile 1977'de her Libyalıya evinde tavuk besleme zorunluluğu getiren Kaddafi ve benzerlerini örnek verir.
Tek adamlığa giden yol, çoğu zaman dikkat çekmeyen hamleler sonucu gerçekleşir. Çünkü bu hamleler tek tek ve belli bir zaman aralığında gerçekleştirildiği için sonuçları görülemez. Ancak bu şekilde elde edilen iktidar zaman içinde o kadar güçlenir ki, muhalif bir hareketin başarıya ulaşma şansı giderek imkansız hale gelir.Tek adam iktidarlarının en kırılgan oldukları nokta çoğunun usulsüz yöntemlerle iktidardan uzaklaştırılmış olmalarıdır. Marguez, güçlü tek adam iktidarı kurmuş liderlerin çok azının makamını demokratik yollarla bıraktığını,1946-2013 yılları arasında bu tip rejimlerin üçte birinin askeri darbelerle indirilmesini buna örnek gösterir.
İktidarın temerküz ettiği tüm tek adam yönetimlerinde halkla tek adam arasındaki ilişki, hami ile himaye edilen arasındaki ilişki biçimidir.Hami, himaye edilenlere seçimlerde oy vermesi, düşmanlarını susturması, sadakat ve bağlılığını göstermesi karşılığında, kıymetli kaynakları (devlette işe yerleştirmek, makam ve mansıp vermek,ulufe dağıtmak) himaye edilenlere sunar. Bunun için hukuka uymayan yasalar çıkarılır, işe alım rejimi ve ihale mevzuatı takipçileri korumak maksadıyla değiştirilerek iktidarın tahkimi için kullanılır. Bu bir patrimonyal ilişki biçimi olup bir anlamda patron işçi ilişkisi gibidir ve tüm patrimonyal rejimlerde siyasi ilişkiler kurumsal olmaktan ziyade kişiseldir.Bu tip rejimlerde yöneticinin özel alanı ile kamunun çıkarı arasında bir ayrım yoktur, dolayısıyla sadakat odağı ülke ve millet menfaatleri değil, tek adamın şahsıdır. Yönetici devlet imkanlarını kişisel sadakate bakarak istediği gibi kullanır veya geri alır. Marguez, bu tip yöneticilerin kendilerini şaşkınlık verecek ölçüde her şeyin merkezinde gördüklerini , takipçilerinin sadakatini artırmak için bitmek bilmeyen bir randevu, terfi, tenzili rütbe ve azletme döngüsü içinde olduğunu söyler. 1940'ların Dominik Cumhuriyeti yöneticisi Trujillo'yu örnek veren Margudez çoğu yönetici, bürokrat veya bakanın istifa etmiş olduklarını sabah işe geldiklerinde öğrendiklerini belirtir.
Demokrasi dışı yönetimlerin yaşaması için her zaman taraftarlarına dağıtacak kamu kaynaklarının bulunması şarttır. Kaynakların akışında ani azalmaların yaşanması halinde bu ilişkileri sürdürmek zorlaşacağından yeni kaynaklar bulmak, bağlılıkları canlı tutmanın bir gereğidir. Ancak iktidarda kalmak için bu tek başına yeterli değildir. Marguez'e göre, himaye ettiklerinin yeni iktidar odakları yaratmaması için bu tip yönetimlerin tedbir mekanizmalarından biri de bunu engelleyecek önlemler almaktır. Onun için tek adamlar liderlik kumaşı taşıyan potansiyel, yetkin adamlarla çalışmak yerine,kişisel meziyetleri yetersiz ama dalkavukluk performansı yüksek kişilerle çalışmayı tercih ederler.
Yazara göre tek adam yönetimlerinin iktidarlarını sürdürmek için kullandıklar üç önemli strateji vardır: Bunlar, bağımlılık, suç ortaklığı ve ayrıştırmadır.Tek adam yönetimleri taraftarlarının bağımlılığını artırmak için bakanların önemli bürokratların görev yerlerini değiştirmek, kendi yaşadıkları yerlerden başka yere göndermek, elit kadroları önemli görevler için beklentiye sokmak gibi taktiklere başvururlar. Taraftarların bağımlılığı o seviyeye çıkarılır ki sadakatsizlikten onların da zarar göreceği, sadakatsizliğe yol açacak kaynaklara erişemeyecekleri noktaya çıkarılır. İktidar sahibi çevresindekilere sahibi oldukları her şeyin kendisi sayesinde olduğuna inandırdığı ölçüde onları kendisine bağımlı hale getirir.
Diğer strateji suç ortaklığıdır: İktidarı kendisinde toplayan yöneticiler,emrinin kendisinin verdiği, teşvik ettiği veya göz yumduğu faaliyetler nedeniyle astlarının cezalandırabilmesini sağlama alır ve böylece onları suç ortağı haline getirirler. Artık ceza görmemek tek adamın iktidarının sürmesine bağlı hale gelmiş olduğundan yöneticiye sadakat bir zorunluluk halini alır. Suç ortaklığı taktikleri, yolsuzluğun/yozlaşmanın kurumsallaşmasına yol açar, yolsuzluk takipçilerini kontrol altında tutmanın bir yolu olduğu için iktidar sahibi tarafından teşvik edilir. Onun için Paraguay'ı 1954-1989 yılları arasında yöneten diktatör Alfredo Stroessner; 'suçluluğu körüklemek gerekir, çünkü suçluluk suç ortaklığı, suç ortaklığı da sadakat doğurur,' demiştir. Ancak suç ortaklığının tek taraflı bağımlılığa yol açmadığı, iki taraflı karşılıklı bağımlılık yaratarak tek adamları zaman zaman şantaja maruz bıraktığı da bir gerçektir.
Üçüncü ve son strateji ise ayrıştırmadır. Bu başlık altına hem taraftarlarla karşıtları ayrıştırma hem de çevresindekilerin güçlerini bir araya getirmemeleri için onları ayrıştırmak girer. Bu amaçla hem bir araya geldikleri takdirde tehlikeli olabilecekler arasında rekabet yaratarak koordineli hareket etmeleri engellenir, hem de taraftar kitlesini konsolide ederek başka mecralara gitmeleri engellenmiş olur. Marguez'in deyimiyle başarılı bir tek adam, tek bir güce(guruba) bel bağlamayı reddeder ve sürekli birbirine kırdırılacak guruplar arar.
Hülasa; bütün bu anlatımlardan anlaşılacağı üzere demokrasiden demokrasi dışı bir zemine kaymamak için üç önemli tedbir mekanizması şarttır.
Birincisi Kuvvetler ayrılığıdır. Sınırsız iktidar ancak erklerin birbirini denetlemesi ve dengelemesi ile mümkün hale gelir.
İkincisi,liyakati esas alan bir iş ve personel rejimi ve kayırmacılığa imkan tanımayan bir ihale mevzuatıdır.Bu sayede kamu imkanlarının bağımlılık yaratılması için kullanılmasının önüne geçilmiş olunur.
Üçüncüsü, bağımsız ve özgür bir medyadır. Özgür bir medya bütün erkleri kamu adına merceğe alan bir aygıt olduğundan bir nevi denetim mekanizması işlevi görür, devletin şeffaflaşmasına, gizli saklı ilişkilerle ülke yönetmenin önüne geçer.Gayri hukuki tasarrufları kamuoyuna duyurarak toplumsal tepkileri harekete geçirir. Özgür basının olmadığı yerde kamunun bilgiye ulaşma imkanı kalmayacağından yöneticiler üzerinde ne toplumsal bir denetim, ne de siyasi partiler arasında adil bir rekabet olur. Demokrasi ve demokrasi dışı yönetimleri anlamak için Marguez'in kitabı eşsiz bir araştırma. Dolayısıyla dikkatle okunmayı hak ediyor.'
 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —