Tarih: 19.04.2020 15:37

“Sanat-sanatçı başka, 'akademik sanat' 'akademisyen sanatçı başkadır'…'

Facebook Twitter Linked-in

Sitemiz Enpolitik köşe yazarı Dr. Göktan Ay’ın; TRT Ney Sanatçısı, Klasik ve Tasavvuf Musikisi Koroları Şefi,  TRT Müzik Dairesi (eski) Başkanı, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı  Öğretim Üyesi Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Neyzen Doç. Dr. Süleyman Erguner  ile “müzik eğitimi, sempozyum, akademik yapılanma, konservatuarlar, toplum“ konularında yaptığı söyleşiyi yayımlıyoruz…


AY: Nasılsınız? Koronavirüs nedeniyle eğitime ara verildi. Uzaktan eğitim yaparak açık kapatılmak isteniyor. Bu arada müzik faaliyetleri de durdu. Sizde durum nasıl? Bir öneriniz var mı?
ERGUNER: Evet, günün ve belki de Allah korusun  kronik tabloyla;  her dönemin, yılın belki de kıyamete kadar gidecek hastalıkların başında gelen bu virütiksalgın…Birbirine siyasal, ekonomik, askeri açıdan düşman olan milletler şimdi birleştiler ve tek düşmana ve görünmeyen düşmana karşı savaşıyorlar. Demek ki artık, öncelikle  bu virüsler için koruyucu hekimlik gibi herkes, her birey kendisinin koruyucu hekimi olacak, şu anda tek çare bu virüsü, virüsleri kapmamak ve yakınlarımıza bulaştırmamak. Bağışıklık sistemimizi de sağlam  tutmak. Musiki tarihimize baktığımızda, senin de çok iyi bildiğin gibi, çeşitli hastalıklara iyi geldiği yazılan makamlarımız var, Zirgüleli Hicaz’ın kalbe, Pençgah’ın böbrek taşlarına, Saba ve diğer Hicaz ve  türevlerinin, Beyati’nin ruh sağlığına şifa olduğu , üstad Fârâbî, İbn-i Sina, Kayseri’de Gevher Nesibe Hatun gibi üstadlarca belirtilmiş. Ancak virüsler, bulaşıcı hastalıklar için böyle bir kayıt göremedim, sanırım doğanın doğallığı, böyle bir ihtiyacın olmaması şeklinde, insanlığın doğal beslenme ve korunması belki buna ihtiyaç doğurmadı ama, bugün gittikçe sanayileşmenin, kirliliğin, doğanın katlinde sınır tanımayan, sonsuzluğa giden toplumlar, artık bunlarla tanışıyor, düşünelim; çocukluğumuz en fazla 50 yıl önceydi, var mıydı bunlar?, kızamık veya verem gibi hastalıklar da hemen sonlandırıldı aşılar sayesinde…Velhasıl, artık durum böyle. Dilerim, biran önce herkes şifa bulur, hastalık da gelir geçer…
Tabii, şimdi insanlar öngörülemeyen bir süre için evdeler, eğitime her alanda ara verildi. Çare, uzaktan eğitim teknolojisinde … Özellikle ve öncelikle vakıf üniversiteleri bu konuda sanırım en fazla 10 yıldır eğitim veriyorlar…Daha sonra devlet üniversiteleri ve orta öğretim, az da olsa diğer eğitim faaliyetleri veren kurslar, şirketler vs. Fakat, bu konu maalesef geliştirilmedi. Başlangıç seviyesinde kaldı. Bizim insanımızda, acil durum planı ve refleksi tam olarak gelişmedi. İleride bir felaket olursa; biz eğitimi nasıl veririz, sağlığı nasıl düzenleriz, sosyal yardımı nasıl yaparız kavramı hep, başımıza olaylar gelince akla geliyor ve sonuçta geç kalınıyor. Uzaktan eğitim yapabilme, izleyebilme ve katılabilme, yönetici-katılan-katılımcı açısından  güçlü bir internet teknik alt yapıyı, beceriyi ve  maddi imkanları  ister. Şahsen,   2010 yılında internetten uzaktan ney eğitimi yapmaya başladım.  Ancak, kimse yanaşmadı, birkaç denemeyi başardık, fakat insanlar  az da olsa eğitim sürekliliğine uymadılar, sonra da bunu yapabilmenin keyfiyle sonlandırdık. Şimdi, herkes evden canlı yayın yapıyor, dersler veriliyor ve uzaktan eğitimin anlamını  yeni kavrıyor. 
Müzik faaliyetleri, toplumda olan her krizde hemen terkedilecek, dondurulacak faaliyetlerdir. Ekonomik krizler, siyasi çalkantılar, bölgesel, ülkesel, pandemi v.b. gibi felaketlerde, denize ilk atılacak müzik oluyor. Dikkat, yangından ilk kurtarılacak demiyorum. Tam tersine,  tasavvufta olduğu gibi müzik; câna şifa, ruha gıdadır. Şimdi, sanatçıların ki ben de evde yaptığım  cep telefonu kayıtlarımı beste çalışmalarımı,  ney ve tanburum ile yaptığım icraları, kısıtlı olarak ailemle ve yakın dostlarımla paylaşıyorum  ve herkesten dua alıyorum. Çünkü, bünyesel sağlık kadar ruh sağlığımız da çok önemli…
Öncelikle, müzik faaliyetleri durdu, ama bu maalesef yeni bir şey değil, özellikle bu konuda zaten virüs öncesinde ekonomik ve siyasi virüs ortamı vardı. İşini güzel yapan, yeni şeyler üreten fakat çevresi, eşi dostu, kolu uzun olmayan sanatçıların önü hep kesiliyor, fırsat verilmiyor. Adam kayırmacılıkla tercihlerin yapıldığı, sanatsal- müzikal liyakatın olmadığı herkesin bildiği bir durum iken şimdi de bu krizle tamamen  herşey durdu. Benim çalışmalarım ise, müzikal  çalışmalarım  neyzen ve koro şefi  olarak TRT  İstanbul Radyosu’nda  ve akademik  olarak Türk Musikisi Devlet Konservatuarı bünyesinde yaklaşık 1975’ten beri yani 45 yıldır yoğun olarak sürdü. Bunun dışında yine en az 45 yıldır, yurt içi ve dışında konser faaliyetlerim, albüm kitap beste çalışmalarım, araştırmalarım da çok şükür sürüyor. Yani, siyasi ve ekonomik tesirlerden uzak durduğumuz için en azından bunu başardığımızı düşünürsek yolumuza devam ediyoruz. Ancak, sağlık tabii ki en büyük faktör herşey için,  aşarız inşallah.     
Müzik faaliyetleri için genel önerilerim çoktur, fakat günümüz için başka bir tablo var; uzaktan eğitim özel veya kamu olarak önemli bir araç; konunun uzmanları bir araya gelip projeler üretebilirler. Bireysel olarak evden yapılan sosyal medya konserleri topluma faydalı… Hatta, evde kal / evde hayat süresi uzarsa, insanımızın ruh sağlığı açısından;  bu hizmeti veren sanatçılara, iletişim şirketleri  bedava  internet hakkı veya ucuz GB vermeli, arkadaşlar desteklenmeli... İşitsel ve görsel olarak müzik arşivleri, belgeselleri devreye girebilir,  Bunda da TRT’nin rolü ve  arşivi önemli, müziğin her dalındaki çeşitlemelerle vatandaşa müzikal hizmet verilebilir. Yani, artık  ‘izlenilebilirlik oranı’  söz konusu olmamalı…


AY: İlk kurulan İstanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı’nda birlikte okuduk, ilk asistan olduk. Siz, İstanbul Radyosu’nda da görev yapıyordunuz. Alanda tanına, projeler üreten, yurt dışında ülkemizi temsil eden bir ailenin mensubusunuz. TMDK’nın kuruluş amaçları devam ettiriliyor mu?
ERGUNER: Soruya soruyla cevap olsun, ‘kuruluş amaçları’ devam ediyor mu? Şimdi beni 1976 yılına götürdün Göktan Hoca… Hatırlarsın, Mart ayı sınavlar yapıldı ve ben İstanbul Radyosu’nda ney sanatçısı ve  İstanbul Belediyesi Türk Müziği İcra Heyeti’nde de kadrolu ney sanatçısı;  Marmara Ün. İktisadi ve İdari Bilimler Fak.’de okuyan bir öğrenci olmama rağmen, başta merhum Av. Prof. Ercümend Berker, merhum Cüneyd Orhon,  illa buraya da öğrenci ol-bu okul ilerde sizden hizmet bekliyor, dediler, bende  onları kırmamak için sınava girdim ve gece bölümünü seçtim. 1979’da ilk mezun olarak hemen ardından asistanlığa başladık. Ne için?  İdeal için, millî musikimiz için. Tarihe bakın, bir milletin milli musikisi kendi  konservatuarından 1926’da öğretimden çıkarılıyor bu birinci felakettir. İkinci felaket de, 1934-36‘da Devlet Radyolarında yasaklanıyor, halkımız, ne türküsünü ne şarkısını, ne gazelini, ne de uzun havasını dinleyemiyor, okullarında öğretilmiyor ve sonunda 1923’te Cumhuriyetin  ilanından ancak 53 yıl sonra milli musikisini, Yahyâ  Kemal’in deyimiyle ÖZ MUSİKİMİZİ öğreten hem de yüksek öğretimde bunu yapan  Devlet Konservatuarına kavuşabiliyor. Konuyu bu açıdan ele almak, bu sorunun cevabı aslında… Konservatuarın kendi tarihini ve işlevlerini, bugüne gelişini aslında oturup hepimizin kaleme alması lazım. Bu benim aklımda zaten…Peki, kısaca ne oldu, bugün durum nedir?, dersek, okul açıldığında büyük coşku ve hedefler vardı. Bu hedefler; milli musikimizi korumak, icrada, repertuarda, teorik konularda, eğitimde birlik, dirlik ve akademik yapıydı.  Birçok sanatçı yetişti, okuldan, seçme öğrencilerimizden bazıları  şimdi de okulumuzda eğitmen… Ancak, musikimizde yapılması planlanan birçok konu var, makam araştırmaları, makam anlatım birliği, akort-ahenk meselesi, eskiyi bozmadan nota yazımında dünya müziğiyle entegre, güzel icranın, uslûb, şive, tavır, yöre esaslarını tam anlamıyla vermek, araştırmaların  sayıca ve akademik olarak en üst seviyeye gelmesi ve en önemlisi çalgısı ve sesinde, halk oyununda ve besteciliğinde muhteşem işler çıkaracak sanatçı adaylarımızın çoğalması gibi. Bütün bu kavramların hangi seviyede olduğunu dahî kestiremiyorum! Okulun kuruluş ölçüleri, tabiri caiz ise ‘fabrika ayarlarının’  istenilen düzeyde olması tarihi bir sorumluluktur. Özetle, bu ölçüler neydi? 13 Ekim 1975’te Resmi Gazete’de kuruluş yönetmeliği yayınlanan ve 3 Mart 1976’da öğretime başlayan ‘Kültür Bakanlığı Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’na  Ercümend Berker  ile dönemin Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem’in çok katkısı olmuştu. Burada hakim olan misyon ya da amaç: Türk musikisini gerçek hüviyetiyle, kimliğiyle var edebilmek, korumak, araştırma  ve ayrıca milli musiki temalarımızla, kazanımlarımızla   yeni formlar,  orkestral-senfonik icra şekilleri, Avrupa musikisinde var olan formlarla ve hatta klasik denilen  müzikte iyi olmak ve sentezler yapmak. Merhum Prof. Berker’in, bu konuda çok kullandığı bir söz vardı;“musikimizin kökü, esası mâzide olmakla  beraber gözü âtide-gelecekte olmalıydı.” Yahya Kemal’in sözüne bakalım:  “Öz  Musikimiz; Kâr’ı, Mevlevi Ayini, bestesi, şarkısıyla, türküsüyle, ilahi-nefes, uzun hava, gazel gibi formlar binlerce eser;  bizim musikimiz yani…Elbette, dünya müziği ve Avrupa müziği gibi değerlere de saygılıyız ama önce herşeyiyle, değeriyle Türk musikisi…”
Ayrıca, söz buraya gelmişken merhum udi bestekâr üstadCinuçenTanrıkorur;  musikimizin, TRT ve  İTÜ Konservatuarı’nın hocası, 10 Eylül 1996’da vefat eden üstad Bekir Sıdkı Sezgin’in ardından yapılan vefasızlığı  dile getirdiği  “Müzik Kimliğimiz”  adlı  kitabında şöyle sesleniyordu: “Ya siz nerelerdesiniz İTÜ Konservatuarcıları? Vefat eden şahıs, kurulduğunuz yıldan beri sizin ses eğitimi hocanız değil miydi yoksa?..”  Bu haykırış, konuyu tam ifade ediyor sanırım?.  Ney öğretim tarihinin ilk  NEY METODU’nu yayınladım 1986 ve 2002’de…Metodum, Türkiye’yi bırakın dünyanın  metodu oldu hem de Türkçe olmasına rağmen, ama kendi okulumda bir tanıtımını bile yapamadım, buna zaten ihtiyacım yok, ama vurdumduymazlık mı?, yoksa başka hesaplar mı vardı?, bunlar üzüyor insanı…  Bir başka örnek olarak; bildiğin üzere “Girift” çalgımızı yaklaşık ‘100’ yıl sonra yine gündeme getirdim, 1600’lerden beri musikimizde kullanılıyor ney’in yanında. Unutulan ve hiç ses kaydı olamayan bu çalgıyı yaptım ve ilk ses kaydını Girift albümümle ortaya koydum. Yazılı basınımız ve televizyon kanalları  müthiş ilgi  gösterdi, internette var…(Ege Ün. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı, davet etti, panel ve dinleti yaptım. Yeri gelmişken konservatuar müdürü Prof. Dr. Hakan Cevher’e ve etkinliğe katılıp teşekkür plaketi veren Ege Ün. Rektörü Prof. Dr.  Necdet Budak’a şahsım ve çalgımız adına da teşekkür ediyorum.) Ancak, kendi konservatuarımızdan hiç ilgi görmedi bu konu.  Yine önemli değil, biz işimize yolumuza devam ediyoruz. Ayrıca, çalgı eğitimindeki yükseklisans ve sanatta yeterlik aşamalarında ne oluyor?, her çalgı için bu çalışmalar var mı?, varsa nicelik/nitelik nedir? Ee, ne yapalım işte böyle birçok konu var …Bizler halâ eski günleri anıyoruz, ne güzel günlerdi onlar diyoruz. Neyse ki, yüzümüzü  göğe çıkaracak mezunlarımız oldu. Ama, süreklilik esastır, bu nedenle eski günleri  temenni  ediyoruz. Elbette; kurumlar kalıcıdır, kaptanların seyirleriyle bu gibi rota değişiklikleri olur, bir sabah  fırtına biter ve yelkenler açılır, gemi devam eder doğru rotasında enginlere, sonsuzluğa… Yahya Kemal’in  ‘Itrî’  şiirindeki mısralarını söylersek; 
“Belki halâ o besteler çalınır / Gemiler geçmeyen ummanda”; bunu da söylememiz iyi olur Yahya Kemal’den;   “Çok insan anlayamaz  eski musikimizden /  Ve ondan anlamayan  bir şey anlamaz bizden”, anlaşıldığı üzere…


AY: Benim gibi, TRT Genel Müdürlüğü’ne de aday oldunuz. İdealistsiniz, elinizi taşın altına koymak istiyorsunuz... Amacınız neydi? TRT sanatçılarınınTSM_YHM’ninuslup, ağız, hançere, çalma  ve tavrını devam ettirdiklerine inanıyor musunuz? Neler yapılmalıdır?
ERGUNER:Evet, konservatuarda öğrencilik,  asistanlık ve öğretim üyeliğimizin,  arkadaşlığımızın yanında bizim ortak yönlerimizden biri de bu, TRT ve iletişim alanı. İkimizde aday olduk. Benim, durumum  daha kurumsal. Şimdi, benim 1975 yılı, bahar aylarında  TRT İstanbul Radyosu’nun açmış olduğu sanatçı sınavıyla neyzen olarak radyo sanatçısı olmuşluğum var.  Gerçi o tarihlerde kadro yoktu, ama yoğun radyo-televizyon programlarına katılıyordum ve bu yüzden de İktisat Fakültesi’ndeki eğitimime güçlükle gidebiliyordum, daha sonra kadrolu ney sanatçısıyken,  TRT içinde ilk resmi  sınavla  kazandığım ve belgeyle de atandığım  klasik koro ve tasavvuf müziği  koro şefliğimin ardından 2004 Nisan’ında TRT Müzik Dairesi Başkanı olarak atandım. 2006 Ağustos’da da kendi isteğimle, sanat çalışmalarımı daha rahat yapmak için  emekli oldum TRT’den.  Böylece, TRT’de 31 yılımı tamamladım. 
Aslında, ‘Erguner ve TRT’ bağlamında bakıldığında, biraz da geriye gidersek, rahmetli babam ve hocam Neyzen Ulvi Erguner’in  1964’te  yarbay iken emekli olduktan sonra emeklilikten vazgeçerek  o zamanki adıyla  “Modal Tek Sesli Müzikler Müdürü” (günümüzde  Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği Müdürlüğünü kapsıyor) unvanıyla,  15.06.1967’de  atanmasıyla benim de musikiye meraklı bir çocuk ve genç olarak Radyo günlerim var;  13 yaşımdayım o zaman, okuldan çıkar, babamın yanına gelir, büyük üstadların  sohbetlerini ve icralarını dinlerdim, kimdi bunlar, Münir Nureddin Selçuk, Salih Dizer, kemani Necati Tokyay, Cüneyd Orhon, Mustafa Nafiz, Şekip Ayhan Özışık,  Cevdet Çağla gibi üstadlar, hani - TRT okulmuş- derler ya elbette okuldu. Bu konuları geniş yazdığım ‘Radyo- TRT ve Türk Musikisi’ kitabımı yayınlamak üzere yoğun çalışıyorum, orada da anlatıyorum.  
Babamdan önce, 1949’da ve öncesinde İstanbul Radyosu’na neyiyle ve musiki bilgisiyle katkı veren büyük babam neyzen ve bestekâr Süleyman Erguner var. Bunun üstüne kendi dönemim olan 1975-2006 (31 yıl) yıllarını da koyarsak yaklaşık 70 yıllık ”Erguner-TRT” formülüne ulaşabiliriz.  Bu birikimlerle ve geçmişle ve sorumlulukla Genel Müdürlüğe  2014 ve 2016’da aday oldum ve RTÜK’teki oylamadan ilk üç içinde çıktım. Hatta son seçimde 9 RTÜK üyesinin 7 oyunu alıp, seçilen üç kişinin içinde  birinci olarak  hükümete sunulduğum  bilinir.  Ancak, RTÜK’ten seçilerek üç kişilik listede olduğum iki seçimde de (2014 ve 2017)  tercihleri  başkaları oldu. Önemli değil, mesele hizmettir, yayın kalitesidir, niyetimiz sâfi  ve bâkî ve de  esas olan HÜVELBÂKÎ…  
TRT’de,1966 yılından beri; musikiyi, ses ve saz sanatçılarının icralarını, görevlerine, sanatlarına olan düşkünlük ve ciddiyetlerini yakından, canlı olarak gören bir sanatçı olarak; senin de sorduğun üzere gördüğüm, duyduğum seviyeyi şahsen özlüyorum. Ayrıca, bu sadece müzik alanında değil, yayıncılığın diğer alanlarında da  yine senin de farkında olduğun üzere, eleştirilebilecek  konular illa ki olur,..  Müzik konusu ise, gittikçe deve kuşu gibi kafa üstü giden bir hal aldı; politika nedir?, nasıl bir müzik yayını yapılmak isteniyor?, Radyo Sanatçılığı nedir?, kriterleri nelerdir?. Çok eski değil, müzik sektöründe yıllarca geçerli olan ‘Radyocu, Radyo Tavrı, Radyo Ağzı, Radyo Sanatçısı” şeklinde ölçüler vardı. Bu, hem bir disiplini, hem de niteliği ifade ederdi. Keza genel olarak  televizyon programlarına bakınız, (gerçi ben izlemiyorum ama çevremizden dostlarımızdan duyuyorum)  muhakkak ki takdir edilesi sanatçı dostlarımız ve genç sanatçı kardeşlerimiz vardır. Ancak genelden bahsedersek bu böyle…Yani, eskilerin  ‘fem-i Muhsin-güzel tavır, ağız,  icra’ dedikleri seviyeden bahsediyoruz. 
Neler yapılmalıdır? dediğimizde, yayıncılık açısından idari ve teknik düşüncelerimizin dışında her ne kadar bu terimlere katılmıyorsam da şu an,  ülkedeki  ve Türk musikisi ile meşgul olan yurt dışındaki tüm müzik icra ve eğitim kurumlarında;“terminolojik olarak geçerli olan “Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği” alanlarında uzman yöneticilerle eski disipline dönüş, reyting telaşı olmadan, hatıramızdaki ve hayallerimizdeki müziğe ve müzik disiplinine kavuşmak” gerekir. Repertuarların genişletilmesi gerekir, her program, hemen hemen aynı şarkılar, türkülerden oluşuyor. Eski eserlerin yanında, sanırım şimdi en az 25.000’nin üstüne çıkmış olan yeni besteler raflarda veya  bilgisayar dosyalarında duruyor. Özel radyolar  bu eserlerin en güzel kayıtlarını  arşivlerinden vererek  reytingin üst sıralarındalar?  Reklam ve reyting  tasasından çıkarak” sanat yapma tasasına” girilmesi gerekir. Derdimiz, “musiki ve sanat” olmalıdır. Kadroya geçen genç arkadaşlarımızın da ‘nasılsa girdim’ gibi üzücü düşünceden ayrı olarak,  bir sanatçı gibi çalışmaları, Radyo sanatçısı unvanını hakederek  taşımaları lazım. İnşallah böyledirler. Daha da çok tavsiyemiz, düşüncemiz var  tabii ki teknik, sosyal  ve müzikal olarak…
AY:Benim gibi,2809 Sy.Kan.geçici 10.md. mağdurusunuz, yıllarımız yanlış hesaplanmış ve Y.Doç. olmuştuk. Sonra, başvurularımıza rağmen bir türlü düzeltme yapılmadı.  Nihayet yabancı dili aldınız. Ama, emeklilik vakti gelmişti. Unvan sanat-müzik alanına ne getirdi? Müzik-sanat kurumlarının ve unvanlı müzik-sanat akademisyenlerin çoğalmasının “müzik alanına” olumlu etkisi oldu mu?
ERGUNER:1980 sonrası meydana getirilen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), 1983 yılında Üniversitelere bağlı konservatuarlar ve müzik bölümlerinde çeşitli statülerde, kadrolu ve ders saat ücretli görev yapan sanatçı öğretim elemanlarına, hem sanat çalışmaları ve/veya öğretim yılları sayısına göre unvanlar verdi.  Dört yıllık yüksek öğretim diploması şartı olan sanatçı hocalar, önce sanat çalışmalarını gösteren bir dosya yaptı ve ardından her üniversite bu adayları yabancı dil sınavına aldı. Hatta, ben Almanca’dan girmiştim;  Cevdet Çağla, Cahit Atasoy, Erol Deran, Mutlu Torun, Göktan Ay gibi hocalar da bu sınavlardaydı. Aradan  iki  yıl geçti ve 1985 yılında gazeteler unvan alan hocaları ve unvanlarını yazıyordu. Ben de, Türkiye’de iki doçentten biriydim. Ancak, toplumda ve özellikle kendi üniversitemizde büyük bir olumsuzluk yaşandı, “YÖK KONDU PROFESÖRLER ‘ diye…Baskı sonunda, YÖK, bu komisyon kararını onaylamadı ve herşey iptal oldu. Ardından,   radyolog ve koro şefi  Dr.NevzadAtlığ, Prof. oldu, sanırım  1985’de… Aralık 1987’de unvanlar açıklandı, ama özellikle Türk Musikisi dalında olanlara haksızlık yapıldı,  genellikle ‘batıcılar ve tiyatrocular Prof. oldu, Türk Musıkisimensupları  Doç. ve Yrd. Doç.  oldu. Özellikle, ikimizin ayrıca yılları yanlış hesaplanmış  bize Yrd.Doç.lik geldi. O listede Yrd. Doçolan  kişi/kişiler  kısa zamanda Doç. yükseltildi.  Ben tam o sırada  1988’de Marmara  Ün. Sosyal BilimlerEnst. de doktora kazanmıştım  Yrd. Doç. olarak;  fakat   yükseklisans belgem olmadığı için YÖK ve üniversite kabul etmedi ve ben Yrd. Doç. olarak tekrar  MarmaraÜn.’de  “Türk Din Musikisi A.B.D.” yükseklisanstan başlayarak doktoramı  1997’de bitirdim. Aslında, bize verilen unvan,  bir  A4 parçası YÖK bildirgesiydi o kadar, fakat bunun yanında unvan alan herkese, geçici 5. Md. İle SANATTA YETERLİLİK BELGESİ verildi, ama İTÜ TMDK’ya İTÜ Rektörü’nünn karşı çıkması ile verilmedi. Biz bu haktan mahrum bırakıldık. Kim, kimler  yaptı bunu? Bu da sanırım Türk Musikisi alanında  bazılarına uygulandı  ve/veya en yakınımızda birşeyler döndü.. Doç. olanlara Prof.lük için bu belge önemli değildi ve onlar  beş yıl sonra zaten  Prof. oldular ama bizlere YÖK tarafından unvanlar verildikten sonra altı ay içinde bu belgeyi alma imkanı olduğu bildirilmedi. Yani,  İTÜ bünyesindeki Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda kadrolu ve benim gibi ders saati ücretli sanatçı hocalara bu bildirilmedi, bu belki de birilerince kasdî olarak yapıldı ve/veya bunun yanında -Türk musikisi mensuplarıyız- diye de göz ardı edilmiş olabiliriz, diye de düşünüyorum; neden haberimiz olmadı, demeyeceğim, bize neden bildirilmedi? Bunun cevabı var tabii, ama geçmiş olsun hepimize…
Daha sonra, zaten TRT’de kadrolu sanatçıydım,  akademik alanda  yer alsam da unvan peşinde koşamadım, bir de yabancı dilden muaf olmamıza rağmen,  tekrar yabancı dilden sorumlu olduk.  Düşünün ki, TRT’den emekli olduktan sonra Doçentliğimi 2018’de alabildim. Bu bir büyük bir mağduriyet  ve  haksızlık. Öğrencilerimiz Doç., Prof. oldular, evet onlarla gurur duyuyoruz ama onlarda  bizlerin bu durumuna üzülüyorlar. Normalde  ikimizin de  ‘sadece doktora’  yapmamızdan ötürü çoktan Prof.luk unvanını almamız lazımdı. Bu konuda, sen  çok ve ciddi uğraşıyorsun.  YÖK ve Cumhurbaşkanlığı nezdinde mağduriyetimizi arz ettik seninle, ama bize dönüş ve bir ilerleme olmadı.
Akademik unvan, esas olarak doktoradır, zaten dünya akademisyenliğinde de böyledir.   Ayrıca, mesleki olarak aslen NEY sanatçısıyım, neyzenim. Yurt içi ve dışında konserlerim, albüm çalışmalarım, makale, kitap vs. devam ediyor ve özellikle sanat çalışmalarımı esas olan “NEYZEN SÜLEYMAN ERGUNER”  unvanımla yapıyorum. Tabii ki, üniversite bünyesinde “Doç.Dr.” unvanımı kullanmak durumundayım.    
Müzik kurumlarının ve akademisyenlerinin çoğalması  olumludur. Hayatın gerçeği, çocukluğumuzdan itibaren yaşam sonuna kadar müzik hep var. Neşemizde, kederimizde  yoldaşımız müziktir. Özellikle, yüzyıllardan akıp gelen büyük bir repertuarla,  yazılı kaynaklarıyla,  üstadlarıyla hazineye sahip musikimiz ne yazık ki, Cumhuriyet döneminden günümüze yeterli ve gerekli ilgiyi görememiştir.  Yine, çok iyi bildiğin gibi  Radyolar ve eğitim bazında yasaklanmalar, engellemelerin ardından musikimizin üniversiter yapıya da kavuşması, musikimizin güvenliğini sağlamaktadır. Burada, Türk musikisi derken, Klasik Türk Musikisi, ‘Türk Sanat Musikisi’ Türk Halk Musikisi   gibi tüm  alanları kastettiğimi ifade ediyorum. Ancak, genç arkadaşlarımızın bizim sıkıntıları çekmediği kesin; sanatında – biliminde standart seviyede olsa da yabancı dili aşanlar unvanlarına kavuşuyorlar; peki sanat ne oldu? Sanat alanında yapılan akademik çalışmalar ne kadar yerinde, makaleler, kitaplar ve müzikal faaliyetlerin bütün bu kriterlerin atbaşı gitmesi ve tartışmasız akademik sanatsal ve bilimsel ölçütünü taşımalı  diye düşünüyorum. Sanat başka, akademik sanat başkadır; sanatçı başkadır, akademisyen sanatçı başkadır ve bu kavramların, unvanların  neresindeyseniz gereği  yapılmalıdır.
AY:Bir müzik akademisyeni-sanatçısı olarak, ülkemiz insanının sanat-kültür konusuna yaklaşımı konusunda neler söyleyebilirsiniz?
ERGUNER:Ülkemiz insanı diye sorarsan işimiz fena!  Genele aldığımızda geniş alanlı  bir  anket modeliyle sokağa çıktığımızda, sen de aynı zamanda bir iletişimci olarak bu konuda ümitli misin? Şöyle hayal edip düşünelim  ve soralım 100 kişiye; Son okuduğun kitap nedir ? Son hangi müziği dinledin? Müzikte tercihiniz ne? Peki bir de müzik toplumuna soralım, müzisyenlere, akademik müzikçilere hatta;En son hangi müzik konulu kitabı ve ne zaman okudun? Kültür ve sanatın temsili ve tüketilmesi ve arzı konusunda en kötü noktalardayız? Ayrıca  “sanat liyakatının” da göz ardı edildiği, siyasal ve yancı tercihlerin çok öne çıktığı  bir dönem. 1980’de kırılma oldu negatif olarak ve 1995 sonrası çöküş arttı. Şimdi, neredeyiz? Artık; Itrî, İsmail Dede, TanburiCemil Bey,  kimdir, önemi nedir?  Bunları ve  Âşık Veysel, Muzaffer Sarısözen, Talip Özkan, Neşet Ertaş’ı dinlemek müzikte klasiği ve iyi bir seviyeyi gösterirken bunları tercih eden 80 milyonun yüzde kaçıdır?.. Müzikçiler, resmi ve özel müzik politikalarını yönetenler, eğitmenler  fil dişi kulelerinde mi  yoksa devekuşu misali kafayı kuma mı sokmuşlardır?…
AY:Siz,YÖK tarafından yapılan  Müzik Üniversitesi çalıştayına da katıldınız…Bu üniversitenin yapılanmasını doğru buluyor musunuz? Yoksa, teklifleriniz var mı?
ERGUNER:Türkiye’de  müzik sanatı ve ilmi , güzel sanatları ilk defa üniversite çatısı altında değil, esasen üniversite olarak temsil ediliyor ve rektörü de okulumuzun mezunu bağlama sanatçısı ve hocası Prof. Erol Parlak. Bu, çok önemli bir konu, yasaklardan engellerden  nereye geldik. Üniversitenin kurulma aşamasında, nasıl olacağı gibi detaylarda, Çalıştay’da konuşma yapmam  istenmişti. O gün söylediklerim, Çalıştay’ın raporunda yayınlandı. Tavsiyelerimizin çoğunlukla gerçekleştiğini görüyoruz, ancak bazı konular da ileri de tamamlanır dilerim, mesela “dini müzik” konusu…Dünyadaki müzik kültürleri içinde bence en başta gelen dini ve tasavvufi müziğimiz var.  
 Bildiğim kadarıyla, şu anki yapılanma içinde; milli musikimiz ve Avrupa müziği, dünya müzikleri kapsamında icra ve eğitim alanında verildiğini görüyorum, geniş bir platformda. Bazı tekrarlama olan bölümler var, aslında Devlet Konservatuarlarının  genelinde bu  “Müzikoloji Bölümü”  var  ama yanında ayrıca “Müzik Teorisi Bölümü” de var. Halbuki, Müzikoloji’ninalt  başlıklarından biri de ‘Müzik Teorisi’ değil midir?
AY: Müzik kurumlarının çoğalması, Konservatuarlar dışında; GSF ve Sanat ve Tasarım Fakültesi  “Müzik Bölümleri” açılması konusunda ne düşünüyorsunuz? Bir yapılanma öneriniz  var mı?
ERGUNER:Güzel bir şey, ülkede  müzik kurumları, müzik eğitim kurumları çoğalıyor. Peki, buralarda, ne  öğretiliyor ve nasıl? Avrupa (batı) müziği için ölçütler net, solfej metodunu okursun, piyano veya diğer çalgıları hocasıyla ve metotlarıyla çalışırsın, şan egzersizlerin bellidir. Yaparsın veya yapamazsın, peki bizim musikimiz alanında nasıl olacak?!. Makam, usûl anlatım uygulamaları, solfej ve çalgı öğrenimi, şimdi seninle bir hafta veya ne kadar sürerse kalkalım, ülkemizdeki tüm müzik eğitim kurumlarını ve/veya seçilecek bazılarını  bu konulardaki dersleri gidip dinleyelim inceleyelim bak neler göreceğiz; yanlışlar, eksiklikler, farklılıklar sanatsal ve pedagojik sorunlarla dolu bir rapor çıkar ortaya. Bu çok önemli  bir konu, sanat eğitiminde yine devekuşu misali; veya her kurum kendi özerkliğinde, kendi cumhuriyetini  kurmuş gidiyor. Bir de yükseklisans, sanatta yeterlilik ve doktora programlarını da düşünürsek eyvah…     
AY:Marmara Ün. İktisat Fakültesi ve İTÜ TMDK mezunusunuz, ama aynı zamanda iletişim alanında Dr. yaptınız. Üniversitede hiçbir alanda olmayan bir uygulama müzik-sanatta oluyor. Müzik lisansı olmayıp, Dr.sını müzik-sanat alanında yapanlar, Dr.Öğr.Üyesi, Doç.,Prof. olarak atanıyor…Lisans mezunlarının önü tıkanıyor. Oysa yönetmelikler “alanda lisans mezuniyetini” önceleyin diyor fakat göz ardı ediliyor? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
ERGUNER:Evet, Türk Musikisi Devlet Kons.’dan (TMDK)  1979,   İktisat Fakültesi’nden de 1981 mezunuyum;  3 Mart 1976’da TMDK’da derse başladığımızda  okul, Kültür Bakanlığı’na bağlıydı. 1982’de İstanbul Teknik Ün.’ne  bağlandık.
Benim iletişim sevdam TRT’de başladı, Radyo ve Televizyon’da başladı, 1977’lerde filan öğrenci olayları sırasında Maçka Maden Fak.de TRT’nin TV stüdyosu vardı, orada çekim yapar ve yayına verirdik. Ne zor günlerdi… Daha sonra, 2004 ‘te  Ankara’da  TRT Müzik Dairesi Başkanı  iken iki yıl boyunca yayınları ve yapımları takip ettim,  mutfaktaydım ve bu alanlarda bilmediğim kavramları ve işlemleri öğrendim. Emekli olduktan sonra,2009-2019 yılları arasında 10 yıl ‘Yrd.Doç.Dr ‘ olarak  Okan Ün. Meslek Yüksekokulu, Radyo TV Programcılığı, Kamera Çekimleri, Programcılık, Ses Tasarımı v.b. gibi iletişim mesleğin esas konulu derslerini verdim İletişim mesleğinde çok başarılı  öğrencilerim oldu. Her dalda, akademi ve mutfak; teori ve icra beraber gitmeli… Yani, başka bir disiplinde de eğitmen veya icracı iseniz,  esas dalınız kadar  veya ona yakın derecede iyi olmaya çalışmanız lazım…
Son zamanlarda  farkı disiplinlerden  müzik alanına çok geçiş oldu. Esasen, bunda bir engel yok, iyi de olur. Ben, müzikçi olarak iletişim okurum, akademik çalışırım, dersini verebilirim. Ancak, müzikte bunun tersini düşünmek lazım; çünkü müzik yeteneğe bağlıdır. Yani, bir hukukçunun, lisansı hukuk olanın  yetenek çizgisini geçemediği durumlarda, yani sanatıyla var olmadığı, onunla özdeşleşmediği  yerde olması çok sakıncalı. İstisnaları ayırırsak, sanki kendi dallarında akademik yapıyı alamayanlar, kolayca müzikten alabildikleri için mi alan değiştiriyorlar. Bunları iyi anlamak lazım, değerlendirmeleri ve seviyeyi üst sınırda tutmamız lazım, lüzumsuz boşuna geçiş olmasın diyerek…Dediğin gibi, yönetmelikler,  alanda lisans eğitimini önemsiyor, fakat  şu anda  alt yapısı müzik olan, müzik lisansı yapıp, hayatları boyunca bir çalgının/ses icrasının peşinde, ustasının yanında olduklarından yani sanat eğitimi ve üretimiyle meşgul olduğundan  “yabancı dil sınavını”  geçemiyor;  tablo da  bu yönde olumsuz gidiyor… Diğer  müzik dışı lisans mezunları ise birazcık müzikle ilgiliyse;  eğer yabancı dili iyiyse engelleri aşıyor. Ben müziği biliyorum ve yapıyorum, diyene diyorum ki kolay mı bu kadar? Zaten bunu dediğinde sen bir şey bilmiyorsun demektir.  Öğrencilerime ise müzik çalışmalarının yanında yabancı dillerinde çok iyi olmalarını tavsiye ettim hatta zorladım.  Şimdi, böyle üreten ve özgün çalışmalar yapanlar için sözümüz yok ama ya diğerleri…Çare; YÖK  ilgililerin, bizim  birşeyler söylediğimizi  dinlemesini duymasını  arzu ederiz…Bu güne kadar ne mağduriyetimizle ilgilenildi, ne de tavsiyelerimizle… Ümitliyiz yine de…
AY: Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, kültür kısmının gerekli çalışmaları yaptığına, ülke kültürünü geliştirici çalışmalar yaptığına inanıyor musunuz? İnanmıyorsanız neden?
ERGUNER:Türkiye’de her dönem için, sanat  alanında genel problemlerin olduğu, oluştuğu veya bunların iyi yönetilemediği alandır “sanat ve  kültür”  Bakanlığın nasıl politikası var?, nedir?, var mı yok mu? Bazen;  ‘Kültür Bakanlığı’, bazen de ‘ Kültür ve Turizm Bakanlığı’ şeklinde çokça, ani değişimler, bizim gibi kültür ve sanat dağarcığı çok bereketli olan toplumu kaldırır mı, yeterli olabilir mi? Bir bakan geliyor turizmci sanattan hiç anlamıyor, çevresindekilerin doğru veya yanlış yönlendirmesiyle işini yapıyor.  Çocukluğumdan beri kültür ve sanatın içinde olan, yurt içi ve dışında konserler veren bir sanatçı olarak, Kültür Bakanlığı ile hiçbir ilgim olmadı. Enteresandır, ülkemizde bakanlığa bağlı devlet koroları var ve bunların işini  amatörce yapan  bir musiki cemiyetinden  farkları nedir?   Genelde, aynı repertuar tekrarlanıp icra ediliyor; toplumu saran projeler yok, evet mesaileri var, periyodik konser veriyorlar. Bakanlığın zaten az olan bütçesinde, kadrolu olamayan ve/veya başka kurumlardaki sanatçıların, serbest olarak çalışan ve ortaya değerler koyan sanatçıların, bu ülkenin sanatçısı olanların ve özgün proje yapanların hiçbir destek şansı yok, bütçe yoğun olarak personel giderlerine gidiyordur. Bakanlıklar proje üretmeli, gelen dosyalara teşvik vermeli, bu neden ihmal ediliyor.  Özellikle, bu  resmi  sanat ve yayın  kurumlarının bahsettiğim sanat çalışmalarını takip etmeleri, ‘birlikte ve yanında’ ilkesiyle ülkede ve dünyadaki çalışmaların farkında olmaları lazım ve bunu tavsiye ediyorum sanat adına.  Bizler için sorun değil, zaten çalışmalarımızı yapıyoruz ve yıllarca da yaptık ama genç kuşağın kadro bulması  zor oluyor, liyakatın karşıtı olan  “torpil” olayını da hesaba katarsak,  ses ve çalgı alanında yetişen gençleri ne yapacağız. Çalgısının ve sesinin virtüözü olan çoğu genç ve yetişmiş sanatçının  sınavlarda tercih edilmemesi herkesçe bilinen ve beni de şaşırtan, üzen bir durum olmuştur hep.  Bakanlık ve TRT, bu konuya yani  sanatçı kesiminin madden ve manen ihtiyacına cevap verebilecek  istihdam modelleri üretmelidir. Yoksa, istediğin kadar konservatuar aç, müzik fakültesi, diğer dallarda sanat fakülteleri aç, ne olacak mezunlar?, Geleceğin sanatçılarını nasıl çıkartacağız ve koruyacağız, onlar nasıl var olacaklar?.   Bir de  idarecilerin projeleri kendisi ve kendi çevresi içinde değerlendirebileceğini de düşünürsek, konu daha da ümitsiz ve girift hale geliyor. Ancak,  yine de günümüz ve yarınların sanatçıları, sanatçı akademisyenleri için  ümitli olmak  istiyorum.
AY: Teşekkür ederim…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —