Ocak Medya köşe yazarı Veysi Dündar, bugün “Korona Vaka Sayısında İlk 10’dayız” başlıklı yazıyı kaleme aldı.
Ocak Medya köşe yazarı Veysi Dündar bugün kaleme aldığı yazısında Koronaya karşı Türkiye’nin tedbirlerini ekonomik sorunları ve sağlık durumundaki gelişmeleri yazdı. Veysi Dündar yazısında, “Türkiye’de vaka sayısı dün itibariyle İran’ı geçti. Amerika’nın 1. olduğu listede Türkiye 8. sırada yer alıyor. Tedavide iyi olduğumuz söyleniyor, fakat biz nasıl oldu da vakada dünyada bu kadar yukarılara tırmandık? Karantina uygulamıyoruz. Ekonomide çarklar durmasın diyoruz ama bunun sonuçları sandığımızdan da ağır oldu belli ki” dedi. Ekonomi sorunlarını da köşesine taşıyan Dündar, “Çare ekonomiyi bitkisel hayatta yoğun bakımda tutmak olarak bulundu. İnsanlar evden çıkamazken, ‘gidin bankalar size kredi versin’ dendi. Bankaların özellerine 1950’lerin Amerika’sında siyahlara gösterilen muamele layık bulundu. Çare krediymiş, kredi vermek için en ideal zaman bu kırılgan günlermiş gibi düzenlemeler devreye alındı. AKP’nin 40 milyar doları çekincesizce mültecilere harcadığını anlatmasından, ‘bir o kadar daha harcarız’ demesinden sadece 60 gün sonra yaşandı bütün bunlar” Dündar yazısının devamında, “Türkiye Covidde dünya klasmanına doğru yol alıyor. Ölüm oranlarının düşüklüğüne sevinmemiz gerekiyor demek istiyorum ama öyle çok ölüm olayları haberleri geliyor ki… Madem yaşatmayı biliyoruz. Hasta etmeyi de bilelim demek, çok şey mi istemek?” dedi.
Veysi Dündar'ın bugün yayınlanan köşe yazısı şöyle:
Türkiye’de vaka sayısı dün itibariyle İran’ı geçti.
Amerika’nın 1. olduğu listede Türkiye 8. sırada yer alıyor.
Tedavide iyi olduğumuz söyleniyor, fakat biz nasıl oldu da vakada dünyada bu kadar yukarılara tırmandık?
Karantina uygulamıyoruz. Ekonomide çarklar durmasın diyoruz ama bunun sonuçları sandığımızdan da ağır oldu belli ki.
Biz Türkler diye çok fazla klişe vardır…
Bunların neredeyse tamamını hastalık vesilesiyle deneyimledik.
Önce ‘Korona bizi teğet geçecek’ dendi. ‘Bizde Korona yok’ dendi. Korona diyen suçlandı, soruşturuldu. Sonrasında birden ilk vaka ile tanıştık. Ardından dünyanın dört tarafı ile ne denli temasta olduğumuzu anımsadık.
Umrenin ülkenin kılcal damarlarına yayılan yolcularının hastalığı, hem ülkeye taşıma hem de yayma konusunda ne denli sıkıntı yaratabileceğini ise, bir anda öğrendik.
Umrecilerin çoğunu değil, azını karantinaya aldık.
Aslında asıl mesele Umrecilerin döndükten sonraki uygulamalarından ziyade salgın başlamış olmasına rağmen nasıl, neden gönderildiler?
İddia o ki, Sağlık Bakanı riski görüyor ve Cumhurbaşkanına gidilmemesini söylüyor. Bunu öğrenen Diyanet Başkanı ve bazı AKP vekilleri Cumhurbaşkanına gidip Sağlık Bakanının Umreye gitmeyi engellemeye çalıştığını söylüyorlar. Şikayet ediyorlar ve CB’nını ikna ediyorlar. Umre yapan turizm firmaları zarar etmesin!!! diye Umreyi başlatıyorlar.
Camilerin geç kapanma kararı, Cuma namazına devamda ısrar edilmesi de cabası.
Yine uçakların iptali için fazlasıyla beklenildi.
Tam karantina ise hiçbir zaman söz konusu olmadı.
Part time karantina ise, bize özgü bir kavram olarak hayata geçti.
Part time karantinaya başladığımız gün ise neredeyse biyolojik bir bombayı ülkenin orta yerine bıraktık.
Sözde bir karantina planıydı. Ama gerçekte yüzbinlerin market ve mutfak telaşına dönüştü.
10 Nisan gecesinde olanlar o kadar korkutucu bir senaryoyu işaret etmekteydi ki, ülkenin gelmiş geçmiş en gözü kara İçişleri Bakanı dahi bu süreçte kendi mesuliyetini teslim edip istifa etti.
İstifanın kabul edilmeyişi her ne kadar farklı yorumlara yol açsa da, olup bitenin tek bir açıklaması olabilirdi. Ülke giderek daha da artan bir tehdit altındaydı.
Sonunda trend giderek daha da belirginleşti.
Arap atı misali geriden gelip son düzlüğe varırken dünyada ilk 10’a çıkan bir vaka sayısına ulaşıldı.
Test yapılan 8 kişiden 1’inde Korona vardı.
Korona gerçekten ifade edildiği kadar kötü bir şey idiyse, Türkiye için hiç de olumlu olmayan bir sürecin başladığı söylenebilecekti.
Ve sonunda dün itbariyle Katar merkezli El Cezire’de Orta Doğu’nun liderlik tabelasında İran’ı geçen bir Türkiye’den söz edildi.
Aslında insanların aynı şeyleri yapıp, farklı netice alamayacağı gerçeği önümüzde durmaktaydı.
Karantina uygulamadan, sokağa çıkmayı yasaklamadan, ‘hayat eve sığar’ söyleminin bir çare olmayacağı ya da bu kadar olacağı baştan belli değil miydi?
Ülkede iktisadi faaliyet devam ediyor(muş) gibi yaparak, ekonominin çarklarında sıkıntı yok(muş)çasına davranmanın neticesi gibiydi bu olanlar. Çünkü bütün dünya “izolasyon”dan söz ediyordu. Ve bizde izolasyon sadece ricaya tabiydi.
Sonuçta Korona ile mücadele yapıyor(muş) gibi uygulamayla vardığımız netice bizi derin bir üzüntüye soktu.
Bu ülkenin hiçbir ekonomik sorunu olmasa dahi bir vatandaşının burnunun kanaması herkesi üzecekti. Oysa zaten toparlanma telaşındaki ekonomik hayat Korona ile iyice zayıfladı.
Çare ekonomiyi bitkisel hayatta yoğun bakımda tutmak olarak bulundu. İnsanlar evden çıkamazken, ‘gidin bankalar size kredi versin’ dendi.
Bankaların özellerine 1950’lerin Amerika’sında siyahlara gösterilen muamele layık bulundu. Çare krediymiş, kredi vermek için en ideal zaman bu kırılgan günlermiş gibi düzenlemeler devreye alındı.
AKP’nin 40 milyar doları çekincesizce mültecilere harcadığını anlatmasından, ‘bir o kadar daha harcarız’ demesinden sadece 60 gün sonra yaşandı bütün bunlar.
Hangi mülteciye hangi banka kredi verdi de bugün hayat damarları tıkalı bir ekonominin kredi ile döneceğine inanç tamdır?
Ekonominin bu yarım yamalak halinin makul olduğuna inanmamız isteniyor.
Ekonomi yarım yamalak ama Türkiye Covidde dünya klasmanına doğru yol alıyor.
Ölüm oranlarının düşüklüğüne sevinmemiz gerekiyor demek istiyorum ama öyle çok ölüm olayları haberleri geliyor ki…
Madem yaşatmayı biliyoruz. Hasta etmeyi de bilelim demek, çok şey mi istemek?
“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” diyen Atatürk, ‘beni Türk siyasetçilerine emanet ediniz’ dememiştir.
Bu yaşananlara bakınca Atatürk haklıymış demekten başka elimizden ne gelir ki?