Tarih: 20.04.2020 10:23

Karar yazarı Kahveci: “Aklımıza faizden-krediden başka bir çözüm gelmiyor mu?”

Facebook Twitter Linked-in

Karar gazetesi yazarı İbrahim Kahveci, kredi faizlerini, iç ve dış borçlanmaları ve ekonomi sorunlarını bugünkü köşesine taşıdı. Kahveci, 'Bugün düşük faiz ile aşırı iç ve dış borçlanmanın zorlukları ile karşı karşıyayız. Gereksiz birçok yatırım düşük faiz ile finanse edilerek şu anda sırtımızda aşırı yük olarak durmaktadır” dedi. Kahveci yazısının devamında,'Eleştirdiğimiz IMF’nin bile artık 'üretim' dediği yerde biz hala düşük faiz ve yüksek kredi söylemi ile ekonomiyi çözmeye çalışıyoruz.  Acaba aklımıza faizden-krediden başka bir çözüm gelmiyor mu? Bu kadar mı ufkumuz bağlandı?  Unutmayalım ki, düşük faiz yaygınlaştırıcı etkisi ile yüksek faizden daha büyük beladır. Yüksek faiz en azından borçlanma disiplini getirir ve caydırıcı etkisi olur. İnanç dünyası açısından bir de bu yönden düşünün...' görüşünü savundu.

İbrahim Kahveci'nin bugün yayınlanan köşe yazısı şöyle:
Öncelikle şunu belirteyim: Bir iktisatçı olarak dini bir fetva verme yetkisinde değilim. Lakin bazı yanlışlara dikkat çekme açısından bu başlığı kullanıyorum. 
Açıklanmayan ama örtülü olarak kabul gören bir inanış var: Enflasyon kadar faiz caizdir. Ya da düşük faizin sorunu da düşüktür.
Bu görüşe özellikle dini inanca dayalı iktisadi görüş belirtilerinde rastlayabilirsiniz. 
Gerçekten de “Faizin oranı düşünce günah oranı da düşüyor mu?” 
Bu cümleyi yıllardır kullanıyorum.
Bir başka soru: Yüksek faiz yatırımların önünde en büyük engel midir?
İlk bakışta çok doğru gelen bir denklem var karşımızda. Gelin sorunu biraz daha irdeleyelim. 
***
Faizin nominal oranı üzerinde birinci etki enflasyondur. Yüzde 80 enflasyon varken ortaya çıkacak faiz ile yüzde 8 enflasyon oranında ortaya çıkacak faiz nominal olarak aynı değildir. 
Örneğin yüzde 80 enflasyon oranında yüzde 110 nominal faiz yüksek gelebilir. Ama yüzde 8 enflasyon oranında yüzde 13 faiz daha yüksek bir faizdir. 
O nedenle bizim reel faize bakmamız gerekiyor. Yani enflasyondan arındırılmış faize. 
Burada elbette gerçekleşen enflasyon ile beklenen enflasyon da etkilidir. Mesela enflasyon yüzde 15 seviyesindedir ama faiz yüzde 16 düzeyinde seyrederken, beklenen enflasyon yüzde 9 ise orada faiz yüksektir. 
Ama yüzde 15 enflasyonda yüzde 18 faiz vardır ama beklenen enflasyon ise yüzde 22’lerde ise işte orada da aynı faiz daha düşüktür. 
***
Biz kısaca gerçekleşen ve beklenen enflasyon oranlarının stabil değerinden reel faiz üzerinde bir kabul ile açıklamamıza gidelim. 
Mesela beklenen ve gerçekleşen enflasyon yüzde 10-11 aralığında iken faiz oranları nasıl olmalıdır? 
Örneğin ülkemizde 2011-2015 arasında reel faiz nerede ise yüzde 1’in etrafında seyretmiştir. Dış kaynak girişinin yıllık 70 milyar doları bile aştığı bu yıllarda ülkemiz adeta para bolluğu içinde yüzmüştür. 
Bu kadar para bolluğu ve bu derece düşük faiz ülkemizde istihdam-büyüme ve ekonomik kalkınmayı sağlamış mıdır? 
Tek kelime ile söyleyeyim: HAYIR
Türkiye anılan dönemde resmen ekonomik balon oluşturmuş ve betona gömülen yatırımlar ile adeta bugünün risklerinin de temelini atmıştır. 
Faiz oranı ile verimlilik oranı arasında bir ilişki oluşmaktadır. Düşük faiz sayesinde verimsiz ve gereksiz yatırımlarla sermayenin israf edilmesi söz konusudur. 
2017 yılındaki Kredi Garanti Fonu-KGF’de son şişirme hamlesi olarak ülkemizdeki büyük buhranı besleyen hamle olmuştur. 
Bugün şirketlerimizin borçluluk oranı ile büyüklük oranı arasındaki bağ, 2001 yılına göre adeta uçurumu ifade etmektedir. 
Benzer süreç aslında dünya ekonomileri için de söz konusudur. 250 trilyon dolar borca karşılık 80 trilyon dolar GSYH arasında büyük uçurum vardır. 
Bu kadar borç ve kredi nasıl sağlanmıştır? Bu kadar borca karşılık borç artışının çok altında kalan büyüme neden sağlanamamıştır? 
Bu sorulara cevap aramadan önümüzdeki yeni ekonomik dengenin ve düzenin işaretlerini bulamayız. 
***
Ara ara yeni ekonomik düzen hakkında görüşlerimi aktarıyorum. Burada da bir yeni düzen hakkında borç-faiz ilişkisinin düzenlenmesi noktasında sorun ve çözüme dikkat çekeceğim.
Türkiye gibi dış kaynak kullanımı yüksek ülkede tasarruf açığının da yüksek olduğu ileri sürülmektedir. Oysa bu dengesizliğin ana nedenlerinden birinin düşük faiz olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. 
2001 yılında bankalarda para yatırma kuyruğunda olan alt gelir gruplarının, 2010 sonrası aynı bankalarda kredi kuyruğunda olmaları nasıl izah edilebilir? Elbette düşük faiz ile...
Nasıl ki bir malın fiyatı düşünce talebi de artar ise, faizin düşmesi ile para-kredi talebi de artmıştır. Aynı şekilde verimsiz bir çok yatırımında kapısı aralanmıştır. 
2002 yılında kredi/GSYH oranı yüzde 11’lerde olan ekonomimizde bu oran yüzde 70’lere nasıl yükselmiştir? Elbette düşük faiz sayesinde..
Bugün düşük faiz ile aşırı iç ve dış borçlanmanın zorlukları ile karşı karşıyayız. Gereksiz bir çok yatırım düşük faiz ile finanse edilerek şu anda sırtımızda aşırı yük olarak durmaktadır. 
Bu sorunu aşmak için bulduğumuz tek çıkar yol daha düşük faiz daha çok kredi olmamalıdır. 
Eleştirdiğimiz İMF’nin bile artık “üretim” dediği yerde biz hala düşük faiz ve yüksek kredi söylemi ile ekonomiyi çözmeye çalışıyoruz. 
Acaba aklımıza faizden-krediden başka bir çözüm gelmiyor mu? Bu kadar mı ufkumuz bağlandı? 
Unutmayalım ki, düşük faiz yaygınlaştırıcı etkisi ile yüksek faizden daha büyük beladır. Yüksek faiz en azından borçlanma disiplini getirir ve caydırıcı etkisi olur. İnanç dünyası açısından bir de bu yönden düşünün...
 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —