'Yoğun takdir mesajları alıyoruz' Ahmet Davutoğlu'ndan gündeme ilişkin önemli açıklamalar

Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, gündeme ilişkin değerlendirme ve önerilerini yaptığı canlı yayın ile açıkladı.

Konuşmasına TBMM’nin 100. Yılının önemine dikkat çekerek başlayan Davutoğlu, pandemi sürecine yönelik eleştiri ve önerilerini paylaştı.

Sağlık bakanlığının toplumun gelecek teminatı olduğunu kaydeden Davutoğlu, 'Sağlık hizmetlerinin tıp eğitiminden klinik tedaviye kadar tümüyle gözden geçirilmesi zaruridir' ifadelerini kullandı.

Ahmet Davutoğlu’nun pandemi sürecine ilişkin öneri ve eleştirilerinden öne çıkan başlıklar şöyle:

Ramazan’ın ilk haftasında tekrar beraberiz. Bir kez daha Ramazanınızı tebrik ediyorum. Ayrıca geçen hafta 100. Yıldönümünü kutladığımız TBMM’nin milli irademizin tecelli makamı olarak nice yüzyıllara ulaşmasını diliyorum. Bizim en asli görevimiz uzun savaş yıllarından sonra TBMM’ni kurarak İstiklal Savaşımızı yöneten dedelerimizin mirasını torunlarımıza daha da geliştirerek  en iyi şekilde intikal ettirmektir.

Ramazan ile birlikte koronavirüs vakaları ile ilgili istatistiklerde gözlenen iyileşme hepimizde ümit doğurdu. Ramazan ayının sonuna kadar bu trendin artarak devam etmesini diliyorum. Ancak bunun gerçekleşebilmesi de hepimizin tam bir dikkat ile Bilim Kurulu’nun tavsiyelerine uymamıza bağlıdır.

Bu iyi haberler için öncelikle sağlık çalışanlarımıza minnet borçluyuz. Onlar bu fedakarlıkları ile Çanakkale Savaşı’nın sıhhiye birliklerinin mirasçıları olduklarını göstermişlerdir.

Sağlık’ta şiddet konusunda çıkan yasa olumlu olmakla birlikte daha özenli hazırlanabilirdi. Ayrıca yasanın çıktığı hafta bir valinin yaptığı açıklama meselenin sadece bir yasa meselesi değil bir zihniyet ve duyarlılık meselesi olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Bu pandemi süreci Sağlık Bakanlığının bir sektör bakanlığı değil, kamunun en asli ve öncelikli hizmet alanı olduğunu göstermiştir. Adalet Bakanlığı devletin, Sağlık bakanlığı toplumun gelecek teminatıdır. Partimizin programında Sağlık alanının sektörel bölümlerden alınıp insan haklarının bir parçası olarak hemen girişte ele alınmış olması bu temel yaklaşımımızın bir yansımasıdır.

Bu tecrübe ışığında Sağlık hizmetlerinin tıp eğitiminden klinik  tedaviye kadar tümüyle gözden geçirilmesi zaruridir. Tıp fakültelerimizin rahmetli Cemil Taşçıoğlu neslinin hekimlik ahlakını ve kalitesini gelecek nesillerde yaşatacak şekilde yeniden yapılandırılması şarttır. Bugün bu krizde sağlanan başarı öncelikle o nesilden intikal eden hekimlik kalitesinin ürünüdür. O nesle saygının gereği olarak bir geleneği temsil eden Çapa Tıp Fakültesi tarihi mekanında çağdaş bir altyapıya kavuşturularak yaşatılmalıdır.

Bu çerçevede gözden geçirilmesi gereken en önemli yapısal konulardan birisi performans değerlendirme sistemidir. Temelde doğru bir zemine dayanan bu sistem yaşanan tecrübelere ve ihtiyaçlara göre yeniden tanzim edilmelidir. Sadece nicelik üzerine değerlendirme yapan performans sistemi, hizmet kalitesi ve özellikli hizmet kriterini göz ardı etmemelidir.

Pandemi öncesi performans sistemi incelendiğinde, hizmet puanı en düşük olan birimler içerisinde ilk sıralarda Enfeksiyon Hastalıkları ve Göğüs Hastalıklarının yer aldığı görülecektir. Halbuki, bugün tüm sağlık kurumlarında ve Bilim Kurulunda bu iki branş uzman ve akademisyenlerin tüm süreci başarı ile yönettiği gözlenmektedir.

Bu süreçte gerek performans değerlendirmesi gerekse kadirşinaslık açısından dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ta sağlık hizmetinin bir bütün olduğu gerçeğidir. Sağlık çalışanları denilince öncelikle aklımıza doktor ve hemşireler gelmektedir. Ancak hastaya sağlık hizmetinin sunumunda temizlik, hasta nakli, yatan hastanın öz bakımı gibi konularda hizmet veren hasta bakıcı statüsündeki çalışanlar ve hastane güvenlik görevlileri göz ardı edilmektedir. Bu grup çalışanlar en az doktor ve hemşireler kadar yüksek risk grubundadır. Hasta bakıcılar ve temizlik personeli sağlık çalışanı statüsünde kabul edilmeli ve performansa dayalı ödeme sisteminde de görev tanımları yapılmalıdır. Sağlık hizmeti verenlere hiyerarşik bir şekilde değil bir ekip mantığı ile yaklaşılmalıdır.

Sağlık sistemi ile ilgili diğer bir konu da kamuda ve özel sektörde hizmet veren doktorlar arasında yaşanan ayrımdır. Corona pandemi sürecinde İstanbul başta olmak üzere özel sektörde çalışan bazı doktorlar zorunlu ücretsiz izne ayrılmak durumunda bırakılmışlardır. Özel hastaneler sağlık hizmetlerini sadece Covid tedavisi ile ilgilenen doktorlarla yürütmekte ve diğer branş hekimleri mesai yapamamaktadır. Sağlık Bakanı bu konu ile ilgili kendisine iletilen soruya böyle bir durum olmadığı şeklinde son derece yüzeysel bir cevapla ilgisiz kalmıştır. Şehir hastanelerinin devreye girmesinin gerektirdiği ihtiyaç da göz önünde bulundurularak özel sektörde mağdur olan doktorlarımıza açıktan atama imkanı verilmelidir.

Koronavirüs gibi küresel bir salgına partimizin kuruluşunun hemen akabinde karşı karşıya kaldık. Bu salgın hepimiz için bir sınavdı. Korona salgının Türkiye’de ilk kez görüldüğü 11 Mart sonrasında partimizin takip ettiği siyasi çizgiyi yakından takip ediyorsunuz. Sorumlu bir muhalefet anlayışı içinde yanlış gördüğümüz hususları açık ve net bir tavırla eleştirdik, doğru gördüğümüz adımları da destekledik. Krizin ilk anından itibaren siyasi tarihimizde bir ilk olarak kurduğumuz gölge kabinedeki bütün arkadaşlarımın katkılarıyla sistematik çözüm önerilerimizi de kamuoyu ile paylaştık.

Bu ülke hepimizin. Bize karşı ne  çapta medya ambargosu uygulanırsa uygulansın, intikam hissi ile bize, sevdiklerimize, bizimle ilişkilendirilen kişilere ve  kurumlara ne kadar baskı yapılırsa yapılsın  doğru bildiğimizi söylemeye, önerilerimizi dile getirmeye devam edeceğiz.

'İlkeli çalışmalarımız dolayısıyla yoğun takdir mesajları alıyoruz'

Sergilediğimiz ilkeli muhalefet anlayışı kısa sürede takdir topladı. Biz muhalefeti olmayı iktidar alternatifi olmanın bir aşaması olarak görüyoruz. Çalışmalarımızı “biz Türkiye’yi yönetiyor olsaydık ne yapardık?” sorusuna cevap arayarak sürdürüyoruz. Bugünkü yönetimin uygulamalarından memnun olmamakla birlikte alternatif yokluğundan şikayet eden vatandaşlarımızdan son dönemdeki tempolu ve ilkeli çalışmalarımız dolayısıyla yoğun takdir mesajları alıyoruz.

Zor bir süreçte adım adım ilerliyoruz. Bize parti kuramaz dediler, kurduk. Kursa da örgütlenecek insan kaynağı bulamaz dediler, Anadolu’nun bağrından çıkan yiğit insanlarla izolasyon şartlarında 50 ilimizde il başkanlarımızı, 105 ilçemizde ilçe başkanlarımızı atadık. Parti kursalar da iktidar alternatifi olamazlar dediler, korona salgını dolayısıyla yaptığımız sistematik ve bütüncül önerilerle elinde her türlü bilgi ve kurum kaynağı olan iktidardan daha hazırlıklı olduğumuzu herkes gördü.

Hiç kimse karamsarlığa kapılmamalıdır. Kısa sürede muhalefetin nasıl yapılacağını gösterdiğimiz gibi önümüzdeki dönemde de sağlam adımlarla Türkiye’de insan haklarına saygılı, demokratik, adil, şeffaf ve etkin bir yönetimin nasıl  olacağını da ortaya koyacağız.

Bazı eleştirileri dile getirdiğimiz zaman medya ambargosu dolayısıyla açıklamalarımızı yakından takip edememiş olanlar  ‘böylesi bir küresel salgında siz olsaydınız ne yapardınız?” sorusunu soruyorlar. Bugün bu soruya cevap vererek iktidara da atmaları gereken adımları göstermek ve yapmaktan kaçınmaları gereken uygulamaları vurgulamak istiyorum.

Bakın ne yapardık?

Her şeyden krizin Aralık-Ocak aylarında daha ilk işaretleri ve ölüm vakaları görüldüğünde kriz öncesi, acil, kısa, orta ve uzun vadeli şekilde takvime bağlanmış bütüncül ve sistematik bir kriz yönetim stratejisi benimserdik.

Korona vakalarının ülkemizde görülmesinin öncesinde “bu kriz de bizi teğet geçer” rehavetine kapılmaz ilgili bütün bakanlıklara ve kurumlara acil eylem planı talimatı verir ve sınırlarımızı komşumuz İran’da ve yakın ilişkiler içinde olduğumuz İtalya’da ölümler tırmandığı Şubat ayında sınırlarımızda denetimi artırır, havayolu ulaşımını önce kısıtlar sonra durdururduk.

Şu anda kriz öncesi aşamayı geçtik, acil müdahale aşamasının en kritik dönemlerini yaşıyoruz.

11 Mart’ta Sağlık Bakanı’nın ilk vakayı ilan etmesinden sonra acil dönem için önerilerimizi daha CB dahil hiçbir yetkili ve siyasi parti açıklama yapmadan önce 16 Mart’ta sistematik bir bütünlük içinde açıkladık, bu önerileri 23 Mart’ta detaylandırdık. Hakkaniyetli davranmalıyız. Önerilerimizin bir kısmı hükümet tarafından da daha sonra benimsendi. Ancak uygulamaların sistematik bütünlükten yoksun olması, etki analizi yapılmadan fevri kararların alınması ve kriz yönetiminin yönteminden habersizlik her anı son derece değerli olan bu kritik dönemin doğru bir şekilde yönetilmesini imkansız kılmıştır.

Bakın biz ne dedik, ne yapıldı?

Bu krizin ekonomik etkilerini kontrol altına almak için parasal ve mali genişleme politikası uygulayın, ancak bunu yüzde yüz kamuya ait bir finansman  şirketi eliyle korona tahvilleri üzerinden şeffaf bir şekilde yapın dedik. Nitekim bizden bir ay sonra geçtiğimiz günlerde başta FED olmak üzere bir çok kuruluş bu kriz döneminde  finansman şirketlerinin kullanılması ve bu şirketlerle yapılan tüm işlemlerin açık, şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşılması konularında açıklamalar yaptı. Daha da çarpıcı olanı, İtalya Başbakanı Conte AB’den geçtiğimiz hafta içinde belirli zaman ve konular için Gelecek Parti olarak bizim de önerdiğimiz “Korona Tahvili” talep etti. Krizden en çok etkilenen İtalya’nın, € gibi itibarlı bir para cinsinden ihraç edilecek bu tahviller için dahi, “zaman ve konu sınırı” talebi dikkat çekicidir.

• Bütün dünyada bizim önerilerimiz yönünde adımlar atılırken hükümet 100 milyar dolar olarak açıkladığı, daha sonra 200 milyara yükselttiği paketin hangi yöntemlere kullanacağını ortaya koymadan ve şeffaflıktan uzak bir yaklaşım benimsedi. Bugün bu kaynağın hangi yöntem ve önceliklerle dağıtılacağı bu fonu kullanması beklenen taraflarca da meçhuldür. Tam bir kafa karışıklığı söz konusudur.

• Biz bu paketin öncelikle krizden en çok etkilenen işsizlere, kayıtlı ve kayıtsız işçilere, esnafa, çiftçilere sosyal destek, kira ödemeleri, doğalgaz ve su faturaları ile ilgili hibe şeklinde dağıtılması gerektiğini söyledik.

• Onlar hibe yardımlarından ve doğrudan desteklerden kaçınarak kredi ötelemelerine yönelip problemin birkaç ay ötesine daha da birikmiş bir şekilde ertelenmesi yolunu tercih ettiler.

• Bu konuda da dünyadaki genel uygulamalarda bizim yaklaşımımızı teyit ederken, hükümet daha sonra 200 milyar TL’na çıkartılan kaynağın sadece 20 milyar TL’nı doğrudan halka hibe şeklinde vermektedir.

• Bu noktada çarpıcı bazı karşılaştırmalar yapmak istiyorum.

• Mali genişleme temelde 3 farklı biçimde yapılabiliyor. Bunlar;

1)Doğrudan Mali Destekler, yani Bütçeye anında etki eden direk harcamalar.

2)Erteleme Destekleri, yani Vergi ve sosyal güvenlik ödemelerinin ötelenmesi

3)Kredi, Garanti ve Likidite Destekleri

• ABD ve AB ülkelerinde devletin korona krizi nedeniyle yaptığı 1. grup 'doğrudan mali desteklerin' milli gelire oranı ortalama %2,5 düzeyinde. Aynı ülkelerde 2. grup 'erteleme desteklerinin' milli gelire oranı ise %5,9. Kredi/garanti/likidite biçiminde sağlanan 3.grup destekler için ise aynı oran %10,4 düzeyinde.

• Peki bizim 200 milyar TL'lik kalkan paketimizde durum nasıl? Neler var bu 200 milyar TL'de?

-KGF destekli İşe Devam Kredisi, 107 milyar TL

-Esnaf Destek Kredileri (Paraf dahil), 17 milyar TL

-Vatandaş için Temel İhtiyaç Kredileri, 22 milyar TL

• Sözün özü; Ekonomiye kalkan olacak 200 milyar TL'lik desteğin yaklaşık %75'i 'KREDİ'. Peki ya kalan %25 veya 50 milyar TL? Şeffaf bir biçimde ve bütünlükçü bir yaklaşımla ele alınmadığı için tam bilemiyoruz bu sorunun cevabını. Ancak basına yansıyan açıklamalara baktığımız zaman;

-Emekli maaş minimum tutarının 1500 TL’ye çıkarılması,

-Sağlık çalışanlarına performans ödemesinin tavandan yapılması,

-İhtiyaç sahibi ailelere sosyal yardımlar,

-İşverenlere asgari ücret desteğinin devamı, için bütçeden yapılan harcamaların 15 milyar TL civarında olduğu görülüyor.

• Bunlar dışında bütçeye doğrudan etkisi olmayan, çalışanlardan ve işverenlerden yıllarca yapılan kesintilerle oluşturulan İşsizlik Fonundan karşılanacak bazı ödemeler de var. Hükümet tarafından yapılan açıklamalardan Kısa Çalışma Ödeneğine 3 milyon çalışanın başvurduğunu biliyoruz. Bunlardan kaçının ödeneğe hak kazandığı ise belirsiz. Kısa Çalışma Ödeneği tüm çalışanlar için en düşük değerden yapılsa bile, aylık maliyet 5,2 milyar TL düzeyinde gerçekleşecek. Torba kanun teklifi ile getirilen günlük 39 TL'lik ücretsiz izin ödemeleri için ise şu anda başvurular alınıyor.

• Bütün bu bilgiler ışığında 200 milyar TL gibi ciddi bir büyüklüğe sahipmiş gibi görünen istikrar kalkanı paketinin 'yalnızca 20 milyar TL'lik' kısmının doğrudan mali destek olduğunu görüyoruz. ABD ve AB ülkelerinde milli gelirin %2,5'i düzeyinde olan doğrudan destekler ülkemizde milli gelirin yalnızca %0,4'ü!!

• Krizin ilk gününden bu yana yaşanmakta olan süreci doğru okumanın önemini anlatmaya çalışıyoruz. Uzun vadeli istikrara zarar vermeden, “hedefe yönelmiş”, “şeffaf ve hesap verebilir” bir çerçeveye bağlı kalarak, “olağanüstü ve geçici” tepkiler verilmeli diyoruz.

• Ama görünen, Hükümet tüm dünyanın aksine daha fazla kredi!! ile sorunu aşabileceğine inanmakta ısrar ediyor.

• Daha fazla kredi daha fazla faiz ve daha borçlu hanehalkı anlamına geliyor. Faize savaş açtığını söyleyenlerin bu kriz döneminde bile halka faiz yükü bindirmeye çalışmaları hazindir.

• Şu anda fark edilmeyen bu yük bu kredi ödemelerinin günü geldiğinde devasa bir problem olarak halkın önüne gelecektir.

• Çağrımız açıktır: Bu parasal ve mali genişlemede öncelik fakir halk kesimlerine doğrudan destekler olmalıdır. ABD ve AB’de uygulanan milli gelirin %2.5 nun ülkemiz için karşılığı takriben 20 milyar dolar yani 140 milyar TL dır. Şu anda planlanan doğrudan desteklerin 20 Milyar TL olduğu göz önüne alınırsa aradaki fark ortaya çıkar.

• Bu örnekler dahi hükümetin yaklaşımı ile bizim yaklaşımımız arasındaki farkı ortaya koymaktadır.

• Şu anda desteklenmesi gerekenler geniş halk kesimleridir; bu fon şeffaf olmayan kaynak aktarımlarına kullanılmamalıdır.

• Bu acil müdahale döneminde yapılan hatalar kısa, orta ve uzun vadede büyük bedeller olarak önümüze gelecektir.

• Bugün hükümete bir çağrıda daha bulunmak istiyorum:

• Önümüzdeki dönemde hatalı ve fevri kararlardan korunabilmek için acil müdahale dönemi sonrası ile ilgili aylara indirgenmiş kısa, orta ve uzun vadeli eylem planları hazırlayın ve açıklayın.

• Krizin ümit ettiğimiz gibi önce yavaşlaması sonra da Ramazan sonu gibi durması öngörülüyorsa dört aşamalı bir plan hazırlanmalı ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır

• Acil müdahale dönemi: Mayıs ayında

• Yaz aylarını –yani Haziran-Ekim aralığını kapsayan bir kısa dönem,

• 2020 Ekiminden 2021 Ekimine bir yılı kapsayan bir orta vade

• daha sonrası ile ilgili bir uzun vade planlaması yapılmalıdır.

• Mayıs ayı içinde

• şu ana kadar yapılan uygulamalar geniş halk kesimlerini gözetecek şekilde gözden geçirilmeli,

• şeffaf bir yönetim anlayışına geçilmeli,

• bütün bakanlıklar ve kurumlar aynı mantık içinde bütüncül eylem planları hazırlamalı

• sağlık ve gıda tedariki gibi alanlara destekler artırılmalı,

• krizin durma trendi sürerse havaalanı pistinin hastaneye dönüştürülmesi,  gibi etki analizi yapılmadan devreye giren uygulamalardan vaz geçilmelidir.

• Yaz aylarını kapsayan kısa vadede

• bütçe mutlaka revize edilmeli,

• hayatın kademeli bir şekilde normalleştirilmesi sağlanmalı,

• tarım, lojistik ve turizm gibi mevsimsel önem taşıyan sektörlere ağırlık verilmelidir.

• ayrıca tek tek sektörel hasar tesbiti ve rehabilitasyon planlamaları yapılmalıdır.

• bir yıllık orta vadede bir taraftan ekonominin stagflasyon ortamından çıkışı sağlanırken diğer taraftan kış aylarında salgının tekrar nüksetme senaryosu ile ilgili kapsamlı hazırlıklar yapılmalıdır.

• uzun vadeli çalışmalar bağlamında dünyadaki genel trendleri takip edecek çalışmalara ağırlık verilmeli, akademik kuruluşlar bu yönde teşvik edilmelidir.

Biz Gelecek Partisi olarak bütün bu süreçleri yakından takip edeceğiz. Halkın ve ülkenin çıkarlarına aykırı uygulamaları kınayanın kınamasından çekinmeden cesurca eleştirmeye devam edeceğiz. Doğru gördüğümüz hususları takdir ederken dünyadaki bütün gelişmeleri de takip ederek partimizi ve ülkemizi geleceğe hazırlayacağız.

Bu bağlamda partimizin AR-GE biriminde korona sonrası dünya ve ülkemizi bekleyen gelişmeleri araştırmak ve alternatif politikalar geliştirmek üzere özel bir çalışma grubu oluşturduk. Bu çerçevede Mayıs ayından itibaren bu çalışma grubu üyeleri tarafından yapılacak sunumlar dijital ortamda kamuoyumuz ile paylaşılacaktır. Bu aynı zamanda bilgiye dayalı siyaset anlayışımızın kurumsallaşmasının ilk adımı olacaktır.

Bunun yanında Ramazan ayı boyunca yine dijital ortamda Ramazan sohbetlerini başlatacağız. Korona-sonrası dünya sunumlarımıza ve Ramazan sohbetlerimize katılımızın bize onur verecektir.

Evlerde geçirdiğimiz son haftaların belirsizlikler dolayısıyla biz bazen ümitsizliğe sevk etmesine izin vermeyelim. 23 Nisan akşamı 21.00’de hep beraber okuduğumuz İstiklal Marşı da, Ramazan’ın bereketi de geleceğe dönük ümitlerimiz artırmalıdır.

Bu vesile ile vurgulamak isterim ki, Ramazanın manevi bereketini yaşadığımız bugünlerde aile değerlerimizi sarsan, dini duygularımızı hedef alan, toplumsal dayanışma bilincimizi zayıflatan ve yeni kutuplaşmalara sebep olan tartışmalardan ve polemiklerden uzak durmak hepimizin önceliği olmalıdır. Hukukla ilgili sivil toplum kuruluşlarının öncelikli görevi dini değerlere karşı değil adaletsizliğe karşı mücadele etmektir.

Gün gereksiz kutuplaşmalar üzerinden enerji kaybetme günü değil, ortak manevi değerlerimize saygı göstererek omuz omuza verme günüdür.

Hiç merak etmeyiniz. Geleceğimizin üzerindeki kara bulutları dağıtacağız.

Gelecek Partisi olarak insan hakları, adalet, özgürlük, güven ve refah temelinde ortak geleceğimizi inşa etmek üzere gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz.

Gün yeis değil ümit, öfke değil muhabbet, rehavet değil çalışma günüdür.