Prof .Dr. İrfan Güney: 'Müzik, hayatımın bir parçası ve yaşam tarzım'

Ropörtaj 11.05.2020 12:10:18 0
Prof .Dr. İrfan Güney:

Sitemiz Enpolitik yazarı, iletişim Dr. İTÜ TMDK Sanatçı Öğretim üyesi Göktan Ay’ın, Acıbadem Üniversitesi Rektör Yardımcısı Sn. Prof.Dr.İrfan Güney ile yaptığı  “akademi, sanat, eğitim, bestecilik, müzik” konulu söyleşiyi yayımlıyoruz…

AY: İrfan Güney YTÜ Elektrik Müh. Bölümünü bitirdikten sonra İTÜ Yüksek Lisans ve Marmara Üniversitesi Doktora eğitimini tamamladınız. Marmara Üniversitesine Yardımcı Doçent olarak atandınız  birçok idari görevlerde bulundunuz ve  2007 yılında emekli oldunuz. 2007-2008 yıllarında Okan Üniversitesi Müh. Fak. Dekanlığı ve Rektör Yardımcılığı görevlerini yürüttünüz, 2008’den itibaren Acıbadem Üniversitesinde Rektör Yardımcılığı görevini yürütürken, aynı zamanda Mühendislik Fakültesi Kurucu Dekanı ve Meslek Yüksek Okulu Müdür Vekilliği görevlerinde bulundunuz. Akademik ama farklı olan bu kurumların birbirinden ayrılan ya da birleşen en önemli ayrıntı nedir?

GÜNEY: Akademik olarak hepsi bir bütünün parçasıdır; Üniversiteler, Fakülteler, Enstitüler, Yüksek Okullar ve Araştırma Uygulama Merkezlerinden oluşan yükseköğrenimin sürdürüldüğü eğitim kurumlarıdır. Rektörlük bu sayılan birimlerin en üstünde yer alan Üniversite Senatosu ve Üniversite Yönetim Kuruluyla tüm kurumun misyonu, vizyonu, temel değerleri ile belirlenen stratejik hedefleri doğrultusunda karar alan bir organdır.  Enstitüler; lisans sonrası eğitimin yani yüksek lisans ve doktora eğitiminin sürdürüldüğü, Fakülteler; lisans eğitiminin ve yüksekokullar da; ön lisans eğitiminin süründürüldükleri birimlerdir.  Tüm birimlerin ortak paydası yükseköğrenim görmek isteyen adaylara tercihleri doğrultusunda eğitim vermek, çağın ve toplumun ihtiyaçlarına göre değişen dinamik ders programlarıyla adayları mezun etmektir.

AY: Öğrencilik yaptığınız yıllarla bugünü kıyasladığınızda, 2020 gençlerini -Z Kuşağı- şanslı buluyor musunuz? Bulmuyorsanız sorun kimlerde?

GÜNEY: Bu konuya nereden baktığınızla ilgili olarak değişiyor. Öğrencilik yaptığım yıllarda imkânlar çok kısıtlıydı. Laboratuvarlarda, uygulama derslerinde kullanılan deney setleri yeterli olmayıp, günün teknolojisinden uzaktı. Bilgisayar dersleri belli aralıklarla 2 saatlik merkezi bilgisayar merkezinde gerçekleştiriliyordu. Fortran programı dışında bir yazım dili öğrenmemiştik. Yapılan programın çalışması için yüzlerce kartı delerek, bilgisayara yerleştirmeniz gerekmekteydi. Günümüzde herkesin üniversitede kullanabildiği bilgisayarının yanı sıra kişisel bilgisayarları da var. Mobil telefonlarla her türlü bilgiye erişim olanağı var. Küreselleşmeye bağlı olarak değişen pazar ekonomisi ve rekabet koşulları bireylerin çok daha donanımlı olmasını gerektiriyor. “Yabancı dil, mevcut bilgisayar programlarının en iyi şekilde kullanımı, iletişim becerileri, takım ruhu içinde çalışabilme” gibi değerler çok önem kazandı. Bu nedenle imkanlar açısından z kuşağı çok daha şanslı, ancak aile ilişkileri, bazı değerlerin korunması ve hala sürdürülebilir olması konusunda kendi kuşağımın çok daha duyarlı olduğunu gözlemliyorum.

AY: Çok tartışılan; 207 üniversite kurulması, üniversitelerin birbirine benzemesi, butik üniversite sistemine geçilmemesi  konularında ne düşünüyorsunuz?

GÜNEY: Gereken “alt yapı ve donanımla” üniversite kurulmasını ve yükseköğrenim görmek isteyen “öğrencilere imkan sunulmasını” olumlu karşılıyorum. Ayrıca vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla birlikte yükseköğrenimde de rekabet başlatılmıştır. Bugün birçok vakıf üniversitesinde, özellikle burslu programlara yerleşen öğrencilerin başarı LYS sırası %1’lik dilimin içindedir. Ayrıca bilindiği gibi Yüksek Öğrenim Kurumu üniversitelerimizi denetlemekte ve yetersiz olarak tespit edilen üniversitelere belli yaptırımlar uygulayabilmektedir. Bu nedenle kurulan üniversiteler kendi devamlılığını sağlayabilmek ve rekabet edebilmek için; “gerekli alt yapıya, teknolojik donanıma, eğitim ve öğretim kadrosuna, araştırma olanaklarına, yurt dışı ilişkilere, mezuniyet sonrası kariyer merkezlerine” sahip olmak zorundadır. “Butik üniversite” kavramı sayısı az olmakla beraber ülkemizde başlamıştır. “Tematik üniversiteler” sadece belli bir alanda yükseköğrenime katkı sağlamak istediklerinden öğrenci sayısı az, araştırma olanakları fazla butik üniversite olma kavramını ülkemize getirmişlerdir. Sağlık Bilimleri, Fen Bilimleri, Sosyal Bilimler, Spor Bilimleri gibi tematik üniversitelerin yanı sıra Sanat ile ilgili yükseköğrenimin verildiği butik üniversiteler mevcuttur.

 

AY: Sizin çoğu idarecilerde/akademisyenlerde  olmayan “müzikle” ilginiz var…Tebrik ederiz. Hatta, ilk kurulan İstanbul Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı’nda, benim gibi ilk öğrenci de oldunuz. Ama, bitiremediniz…O dönemi biraz anlatır mısınız?

GÜNEY: Öncelikle çok teşekkür ederim. Müzik benim “hayatımın bir parçası” belki de “yaşam tarzım”. İlk olarak İstanbul Belediyesi Konservatuvarı piyano bölümü yarı zamanlı öğrencisi olmakla başlayan müzik eğitimimi, maalesef ilkokul döneminde sürdüremedim. Pendik’ te oturuyordum. Cağaloğlu’nda Pierre Loti Muhallebicisi’nin karşısında olan, duvarlarında notaların ve müzik seslerinin yankılandığı binaya kısa bir süre sonra gidemedim. Çünkü toplu ulaşım imkânları bu düzeyde değildi. Saatte bir kalkan 16 numaralı Kadıköy-Pendik belediye otobüsü ile gitmek zorundaydınız. Daha sonra kendi imkânlarımla müzik eğitimime devam ettim. İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Temel Bilimler Bölümü’nün ilk öğrencisi olarak Nişantaşı’ndaki binada öğrenci oldum. Ancak o zaman da YTÜ’de Mühendislik Fakültesi öğrencisiydim. Bu sefer de aynı anda iki yükseköğrenim kurumunda öğrenci olamazsınız bu nedenle ya konservatuarda veya mühendislik fakültesinde devam etmem gerektiği söylendi. Mühendislik Fakültesi 3. Sınıfındaydım ve maalesef konservatuardaki eğitimime devam edemedim. Daha sonra geçtiğimiz yıllarda çıkan af kanunundan yararlanarak tekrar kayıt yaptırdım. Ancak şu anda bulunduğum görevim nedeniyle de devam edemeyeceğimi çok net bir şekilde anladım. Hala içimde kalan en büyük ukdedir.  Keşke imkân bulabilseydim ve devam edebilseydim. Bu arada çeşitli gruplarda önce gitar, sonra klavye çalmaya başlamıştım. Tülay Özer ve Ozanlar grubuyla Anadolu turnesine katıldım. Daha sonra gazino programlarına başladık.  Ozanlar grubu olarak film müziği ve single müziği yaptık Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit in başrol oynadığı Şerif Gören’in yönettiği 1976 yılındaki istasyon film müziği Ozanlar grubunundur ve en iyi ilk 10 Türk film müziği arasındadır. Daha sonra Pendik halkevinde kurduğumuz orkestra ile çalışmaya başladım ve Hollanda da Anadolu Rock tarzı konserler verdik. İlk single çalışmam “Rıhtımda” isimli bir bestemdir. Çok yakın arkadaşım, dostum orkestra şefi  Turhan Yükseler tarafından düzenlemesi yapılmıştır. Daha sonra stüdyo kayıtlarında yer aldım. Marmara Üniversitesinde Rektör Yardımcısı olduğum dönemde İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın müzisyenleriyle bahar konserleri yaptık. Konserin sonunda da benim bir bestem icra edildi. 2013 senesinde “Penceremden Gördüklerim” isimli şiir kitabım çıktı.  2017 yılında “Senin İçin” isimli ilk albümümü çıkardım. Bu şarkım daha sonra ülkemizin güzide sanatçılarından Fatih Erkoç tarafından da icra edildi. Albümden sonra “Sana Hasretim” isimli single çıktı. Nasılsın isimli eserim tenor Berk Özbek tarafından icra edildi.

Ancak şunu açıkça söylemeliyim ki konservatuardan mezun olamamak benim hayatımın en büyük eksikliği olmuştur.  Keşke imkanım olabilseydi ve bir diplomam olabilseydi…

AY: Gençlik yıllarınızda birçok müzik grubunda gitar ve klavyeli çalgılar çalmışsınız. İlk albümünüz “Senin İçin” ile müzik dünyasına adım atıp konserler vermişsiniz ve  Anadolu’daki birçok okulun ihtiyaçlarının karşılanmasına öncülük ettiniz. Sosyal sorumluluk projeleriniz konusunda bilgi verir misiniz?

GÜNEY:  “Sosyal sorumluluk” toplum içindeki her bireyin en duyarlı olmasını gerektiren bir konudur. Herkesin imkânı eşit değildir, ama başkaları için de bir şeyler yapabilmek ve onların hayatlarına dokunabilmek ve olumlu yönde ciddi değişiklikler yapabilmek, manevi olarak iç huzurunun yaşanmasında çok büyük bir paya sahiptir.  Marmara Üniversitesinde Rektör yardımcısı ve Fakülte Dekanı olarak çalıştığım 2000-2007 yılları arasında Sağlık, Spor ve Kültür Daire Başkanlığı bana bağlı bir birimdi. Birçok öğrencimizin giysiye ihtiyacı olduğunu gördüm. Ve “öğrenci butiği” isimli projemizi başlattık. Akademik ve idari personelimizden kullanılmış ama temiz giysi topladım. Ayakkabıdan elbiseye, paltodan çoraba kadar… Bir butik açtık ve giysilere de sembolik fiyatlar koyduk. Butiğin işletmesini de öğrenci kulüplerine verdim. Çok rağbet gördü hatta İstanbul dışında yaşayan öğrenciler tatille giderken, ailesine butikten hediye alıp götürdüler. Daha sonra kampüs içindeki kültür merkezinde her hafta tiyatro konser gibi etkinlikler düzenledik. Usta sanatçıların büyük özveriyle vermiş oldukları katkılar sayesinde, hayatında tiyatroya konsere gitmemiş öğrencilerimizi “sosyal hayatın” içine aldık. Bahar şenliklerini çok büyük bir coşkuyla gerçekleştirdik ve ilk defa kampüs içine lunapark kurduk. Öğrenciler, her gün derslerine girdikleri öğretim üyeleri ve idari personelle beraber eğlenme imkânı buldu. Ben hep şuna inanıyorum. Her insanın içinde bir çocuk ruhu vardır. Bu ruhu öldürürseniz geriye kalan bedene ceset denir.  Mustafa Kemal Atatürk’ün en sevdiğim fotoğrafı salıncakta sallanırken ki yüzündeki gülümsemedir.  Türkiye Cumhuriyetini kurmuş koskoca bir devlet adamının içindeki çocuk ruhu o gülümsemeye yansımıştır.  Daha sonra Acıbadem Üniversitesinde “Bir Işık da Acıbadem ‘den” isimli sosyal sorumluluk projesine başladık. Hem müzik hem de drama kulübünün danışmanı olduğum için, sahnelenen tiyatro veya verilen konserlerde seyircilerin bilet yerine getirdikleri toplanan giysileri Anadolu’da ihtiyaç sahiplerine gönderdik.  Sonra “Kitaplar Müziğe, Müzik Geleceğe Dönüşüyor Projesiyle” konserler verdik. İzleyiciler ücretsiz konsere gelirken kitap defter kırtasiye malzemeleriyle okul donanım malzemeleri getiriyorlardı. Toplanan eğitim ve öğretim malzemelerini ihtiyacı olan okullara gönderdik. Okullardaki rehber öğretmenlerle çok yakın temas halindeyiz. İhtiyaçları bildiriyorlar ve ona göre de etkinlikler düzenliyoruz. Konu basında da yer aldı. TRT Müzik programında Zerrin Özer’in “Anılarınla Gel” program konuğu olduk. TRT radyo, A Haber TV, de TV 8 de ve TRT Müzik programlarında konuk olduk. Milliyet gazetesi konuyla ilgili haber yaptı.

https://www.milliyet.com.tr/gundem/irfan-hoca-nin-ezgileri-cocuklara-kitap-oluyor-2719546

Daha sonra “Sessizlerin Çığlığı” isimli sosyal sorumluluk projesine  başladık.  İMDAT Derneği ve Acıbadem Üniversitesi ASUMA ( Acıbadem Üniversitesi Suç Araştırma ve Şiddetle Mücadele Uygulama ve Araştırma Merkezi)  birlikte çalışarak “Zoraki Evliliklere, Sıfır Tolerans Projesi” yapıldı., Şiddet mağduru kadınlar ve çocuklar için yasal, psikolojik ve tıbbi destek sağlamak için, ilk konser 10. Nisan 2020 de tenor Berk Özbek in seslendireceği bana ait eserlerden oluşan konserle başlayacaktı. Ancak Covit 19 salgını nedeniyle ileri bir tarihte yapacağız. Konuyla ilgili TV 8 de katıldığımız haber programının linki de aşağıda yer almaktadır.

https://www.youtube.com/watch?v=8EWJ5DH0kCk&t=168s

https://www.youtube.com/watch?v=xE4dhOPm38Q

Sanatın, sosyal sorumluluk projelerinin gerçekleştirilmesinde “topluma hitap edebilecek” ve geniş katılımları sağlayabilecek en büyük araç olduğuna inanıyorum.

 

AY: Söz ve müziği kendinize ait olan 100’ü aşkın besteniz var. Besteleri nasıl, kime yazıyorsunuz? Özel bir besteleme anınız/yeriniz var mı?

GÜNEY:  Beste yapmaya devam ediyorum. Söz ve müziği olan bestelerimin yanı sıra, piyano için yaptığım enstrümantal bestelerim var. Yıllar önce yapmış olduğum ve usta sanatçıların icra etmesini çok arzuladığım, Türk Sanat Müziği alanında “hicaz makamında da” bestelerim var.  Şairler “şiirlerinde yaşadıklarını”, müzisyenler de “şarkılarında hissettiklerini anlatır” derler. Bestelerimi zaman, zaman eşime, kızlarıma ve torunuma yazdım. Ama genelde doğanın değişken durumu ve yaşattığı güzelliklerinden veya gün içinde yaşamış olduğum olaylardan  çok etkilendim. Denizin hayatımda çok özel bir yeri var. Genelde sözlerimin çoğunu denize yakın yerlerde veya denizlerde yaptığım yolculuklarda yazdım. Müzik bir şarkının bedeniyse, sözler de o şarkının ruhudur. Dolaysıyla ruh ve beden uyumu çok önem verdiğim bir ayrıntıdır. Şarkıların sözleri anlamlı olmalı ve dinleyenlerin yüreklerine dokunmalı.

AY: Müzisyen ruhlu olmanızın, üniversite idareciliğinde size yararı/zararı oldu mu? Her meslek sahibinin müzik/güzel sanatlar/spor ile uğraşması görüşüne katılıyor musunuz?

GÜNEY: “Müzisyen olmamın” akademik hayatta her zaman bana “ayrıcalık yaşattığına” inanıyorum. Hep olumlu bir katkısı oldu. Katıldığın ulusal ve uluslararası toplantılarda verilen sosyal etkinlikte piyano çalıp, kendi ürettiğiniz eserleri icra etmeniz size ayrı bir değer katıyor. Yönetici olarak size olayları “farklı bir bakış açısıyla” değerlendirmenize ve “empati yapmanıza” imkan veriyor. Ayrıca “belli kalıplarda düşünmek” yerine daha üretken ve daha “esnek düşünebilme yeteneğinizi” arttırıyor. Her meslek sahibinin güzel sanatlarla veya sporla ilgili olmasını çok isterim. Özellikle sanat insanı kendisiyle ve çevresiyle barışık yapıyor.

AY: Bestelerinizin hayata geçmesinde yer alan önemli isimleri zikredebilir misiniz?

GÜNEY: Bestelerimin hayat geçirilmesinde beni en çok teşvik eden kızlarım İrem ve İdil  oldu. Küçük kızım İdil Güney Şimşek  de sanata çok yatkın ve sanatla çok ilgili, onun büyük teşvikiyle ilk albümümü çıkardım. Yakın çevremden arkadaşlarımın özellikle Turhan Yükseler’in çok teşviki oldu.

AY: Bir mühendis olarak; müziğe yaptığınız katkılara ve fikirlerinizi bizlerle paylaşmanıza çok  teşekkür ediyoruz…

 


Cuma 15.6 ° / 10 °
Cumartesi 16.1 ° / 9.6 °
Pazar 13.7 ° / 2.7 °