'Bir insanın idrakini teslim aldın mı; geçmişini, geleceğini döşersin.' -Mehmet Niyazi Özdemir-
Medeniyetimizi, hakkıyla kavramak ve anlamak isteyen bir 'ülke' evlâdının, kendisini bu toprakların yerlisi sayanların mutlak sûrette tanımaları, eserlerini okuyup tedkik etmeleri lâzım gelen bir münevver insan Mehmet Niyazi Özdemir vefatının ikinci sene-i devriyesinde rahmet ve özlemle anılıyor. Tarih, târihî roman, hikâye türünde eserlere imzasını atmış. 'Yazılamamış Destanlar', 'Çanakkale Mahşeri', 'Yemen Ah Yemen' eserlerini kaleme almış olan üstad isimsiz kahramanları, gölgede kalanları/bırakılanları anlatmayı boynunun borcu bilmiştir.
'Ey destanlara sığmayan yiğitler; bir ölünüz bin doğana ruh verirdi.' -Mehmet Niyazi Özdemir-
Türk tarihini en iyi anlatan yazarların bile fersah fersah ilerisinde bir anlatıma bilgi ve donanıma sahip olan üstadın eserleri, 600-700 sayfa olmasına rağmen 4-5 saat içerisinde okunan, tarihi size yaşatan ve anlattığı tarihe uygun haritalar ile kitaplarını donatarak, sizi soyut düşünceden sıyrılma imkanı verip somut hayal etme yetinizi devreye geçiren türden olmuştur. Çanakkale Zaferini belki de en iyi o anlatmış, Çanakkale'yi tekrar bu milletin hafızasına nakş ettirmiş büyük fikir adamı olmuştur.
`Türk Tarih Felsefesi' adıyla Ötüken yayınevinden çıkan kitabının arkasında şunlar yazmaktadır:
'Hayat canlı bir organizma gibidir, gelenek ve göreneklerimiz, yönetim sistemimiz, yemeklerimiz, elbiselerimiz her geçen günle değişiyor. bu değişmeler hayatın dinamizminin bir sonucudur. Bünyesindeki bu muharrik güçten yoksun bulunsaydı, fosilleşmek hayatın kaderi olurdu. Canlılığın kaçınılmaz bir özelliği olan değişmeler de bizi toplum olarak devam ettiren tarih şuurudur. Bu şuurumuz eksik olursa, her renkten renge girişimizde kendimizi milletçe yeni bir kişiliğe kavuşmuş zannederiz; bu da milli şuurumuzun parçalanmasına, şizofrenik bir hal almasına sebep olur.
Milli şuurun biricik kaynağı tarihtir. Milli şuurun realiteyi ifade edebilmesi için dayandığı tarihin doğru olması lazımdır. Tarihin doğru olup olmadığının tespiti de ancak 'tarih felsefesi' süzgecinden geçirilmesiyle mümkündür. Bugüne kadar 'Türk Tarih Felsefesi'ne dair ne bir makalenin, ne de bir kitabın yazılmadığını düşünürsek, Mehmed Niyazi'nin 'Türk Tarih Felsefesi'nin nasıl bir boşluğu doldurduğunu idrak ederiz. '
Vefatının üzerinden tam 2 yıl geçen Mehmet Niyazi Özdemir, eserleri ile hayırla yad edilecek bir külliyat bıraktı ruhu şad olsun...
HAYATI VE ÖZGEÇMİŞİ
Yazar ve yayıncı (D. 8 Nisan 1942, Akyazı / Adapazarı – Ö. 11 Mayıs 2018, İstanbul). Bazı kitaplarında sadece Mehmet Niyazi imzasını kullandı.
Akyazı İlkokulu (1953), Akyazı Ortaokulu, İstanbul Haydarpaşa Lisesi (1957), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1964) mezunu. O yıllarda Hukuk Fakültesinde bütünlemesiz olarak üçüncü sınıfa geçenler, dekanlıktan izinle Edebiyat Fakültesinin herhangi bir bölümüne devam edebildiği için Felsefe Bölümünden de sertifika aldı. Felsefe doktorası yapmak üzere Almanya’ya gitti. Brilon’da Goethe Enstitüsündeki dil öğreniminden sonra, Marlburg, Bonn ve Köln üniversitelerinde araştırmalar yaptı. Moxburg Üniversitesinde Prof. Dr. Ditrich Pirson’un yanında “Türk Devletlerinde Temel Hürriyetler” konulu doktorasını 1976’da bitirdi. Hocasının kürsüsünde çalıştı. 1988’e kadar Almanya’da kaldı. Yayıncılıkla uğraştı.
Ötüken Yayınevinin kurucularından yazar Mehmet Niyazi Özdemir, tedavi gördüğü yoğun bakımdan çıkamayarak 11 Mayıs 2018 günü İstanbul’da vefat etti. Cenazesi, 12 Mayıs 2018 Cumartesi günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camiinden öğle namazı sonrası kaldırarak Karacaahmet Kabristanında toprağa verilecektir.
“Vatan” başlıklı ilk makalesini 1967 yılında Millî Hareket dergisinde; diğer ürünlerini Türkiye, Babıalide Sabah, Gündüz, Zaman (1987), Muhalif (1999), Tercüman gazeteleri ile Yeni Akademi, Yeni Hafta, Ufuk Çizgisi, Türk Yurdu, İnsan ve Kâinat, Türk Edebiyatı, Beyan (1999) dergilerinde yayımladı. 1987’den itibaren başlangıçta haftada üç gün, sonraları haftada bir gün olmak üzere Zaman gazetesinde yazdı. Radyoya ve televizyona da uyarlanan Ölüm Daha Güzeldi adlı romanıyla Türkiye Millî Kültür Vakfının 1982 yılında Yılın Romanı Ödülünü, Çanakkale Mahşeri adlı eseriyle 1999 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülünü kazandı. Ölüm Daha Güzeldi adlı eseri 1991’de Arapçaya çevrildi. Türk Ocakları Osman Turan Türklük Araştırmaları Armağanı, 2000 yılında Mehmet Niyazi’ye verildi. Mehmet Niyazi, tezli romanlarıyla tanınır. Eserlerinde millî konuları ön plana çıkardı. İncelemelerinde Türkiye’nin sosyal yapısı üzerine görüşlerini açıklar.
“Mehmet Niyazi, romanlarının konularını, incelemelere ve bazen de kendisine anlatılan gerçek vak’alara dayandırıyor. Bütün eserlerinde roman sanatından ve üslûp endişesinden daha çok millî duygularımıza dayalı idealist (ülkücü) telkin ve savunmaları ön safta tutuyor. Romanlarda olayı anlatırken kendi düşünce ve duygularından yana ağırlık koyuyor. Tarafsız davranamıyor, çok yönlü olamıyor, karşı fikre ve karşı eyleme, hayat ve hareket hakkı tanımıyor. Her eserinde, kendi sevdiği taraf ululanmakta, görüşlerine zıt veya hasım bilindiği taraf ise tamamıyla haksızdır; çok defa kaleme alınmaya bile değmemektedir.
“Demek ki Mehmet Niyazi, memleketini çok seven, yakın tarihin şahsiyetleri arasında beğendikleri ve sevmedikleri bulunan, milleti için fedakârlık edenleri kaleminin bütün gücüyle öven, aksi tutumda farz ettiklerini yerden yere vuran milliyetçi bir kalemdir. Mehmet Niyazi bir destancıdır. Nitekim, çok büyük vatan hizmetleri olduğu halde haksızlığa ve resmî tarihin kahrına uğratılarak unutulmuş nice seçkin Türk kahramanına karşı, hepimizin millî minnet borcu ödeyen eserine Yazılamamış Destanlar adını vermiştir.” (Ahmet Kabaklı)
ESERLERİ:
Roman: Varolmak Kavgası (1969, yeni düzenlemeyle, 1988), Çağımızın Aşıkları (1977, yeni yazımı İki Dünya Arasında adıyla 1992), Ölüm Daha Güzeldi (Tahir Mihmandarlı’nın hayatı, 1982), Yazılmamış Destanlar (1989), Çanakkale Mahşeri (belgesel roman, 1998), Dâhiler ve Deliler (2001).
Hikâye: Bayram Hediyesi (1971, yeni yazımı 2001).
Deneme-İnceleme: Millet ve Milliyetçilik (1980), İslâm Devlet Felsefesi (1988), Türk Devlet Felsefesi (1989), Medeniyet Ülkesini Arıyor (1991), Türkiye’nin Meseleleri I Kültür (1992), Türkiye’nin Meseleleri II Devlet (1992), Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği(2000), Millet ve Şark Milliyetçiliği (2000), Millet ve Türk Milliyetçiliği, Mütareke ve Kurtuluş Savaşının Başlangıç Döneminde Türk Demir Yolları: Yapısal ve Ekonomik Sorunlar: 1918 – 1920 (2003).
'Turkish Gambit'i mat eden Mehmet Niyâzi'yi saygı ile selamlıyoruz...'
10.12.2017 tarihinde sitemiz Enpolitik için bir yazı kaleme alan tarihçi yazar Kerime Yıldız, 1998'de yayınlanan 'Turkish Gambit (Türk Hamlesi) adlı kitabın Mehmet Niyazi Özdemir hocanın nasıl mat ettiğini şöyle anlatıyor:
Mehmed Niyâzi Özdemir, 1998'de Turkish Gambit (Türk Hamlesi) romanınıyla Türklere şah çeken Boris Akunin'i, 2005'de Plevne romanıyla mat etti.
PLEVNE'NİN ROMANINI YAZMAKTA GEÇ KALDIK
Mehmet Niyâzi Özdemir Plevne romanını yazınca Plevne'yi anlatmakta geç kaldığımız haberleri basında çıkmıştı. Plevne'nin romanını yazmakta geç kaldığımız doğruydu ama Plevne'yi anlatmakta geç kaldığımız doğru değildi. Plevne'yi, geleneğimizle nesilden nesile aktarmıştık. Daha müdâfaa esnâsında söylenen ve bugün duyduğumuzda hepimizi yüreğimizden yakalayan Plevne Türküsü, yüz tâne romana değişilir mi?
Rus yazar Boris Akunin, Plevne Müdâfası?nın 121. yıldönümü olan 1998'de yazdığı Turkish Gambit (Türk Hamlesi) romanında târihî gerçekleri sulandırarak Plevne Müdâfaası'nı küçük düşürmeye kalktı; satranç deyimiyle şah çekti. Mehmet Niyâzi ise Plevne romanıyla Rusları mat etti.
TÜRK HAMLESİ'NDEKİ YANLIŞLAR
Türk Hamlesi romanı, Plevne Müdâfaası'nı karşılıklı câsususluk hamleleri olarak, sanki bir satranç maçı gibi anlatıyor.
Rus tarafının gizli servis ajanı Fandorin, döneminin James Bond'u gibidir. Roman boyunca, Rus cephesine sızmış olan Enver isimli Türk ajanı ortaya çıkarmak için uğraşıyor. Romanı bir satranç oyunu üzerine inşâ eden Akunin, Plevne Müdâfaası?ndaki başarıyı, câsusluk hamlelerine bağlayarak tahfif ediyor.
Rusların başarısızlığı, kaçırılan hamleler ve şanssızlıklar yüzündendir. Şöyle ki Tuna'yı geçen ve Şıpka Geçiti'ni kontrolüne alan Rus ordusu Nikopol'e ilerler. Hâlbûki Plevne'ye gitmelidir. Bu arada Gâzi Osman Paşa, ordusuyla Plevne'ye yerleşir ve Rusların geçişine engel olur. Kitapta bu hâdise şöyle îzâh ediliyor. Rus tarafına gazeteci d?Hévrais olarak sızan Enver Efendi, Rus birliklerinin âcilen Plevne'ye gönderilmesini muhtevî şifre üzerinde oynar ve Plevne'yi Nikopol yapar.
Bu arada, d'Hévrais, Plevne'ye gidip bir röportaj yapar. Osman Paşa askerlerinin orada olmadığı bilgisini yayar. Ruslar da bu bilgiye güvenip saldırınca, iki bin kayıp verirler.
Yazarın kurgusuna göre Rusların ikinci taarruzunun başarısız olması da Enver Efendi yüzündendir. Enver Efendi yâni d'Hévrais, bir Romen subayı olan Albay Lucan'a şantaj yaparak ihânete mecbûr eder. Lucan, siperlerin ve topçu bataryalarının yerini, Türklere haber verir.
Üçüncü taarruzun başarısızlığa uğraması şöyledir: Bir Rus birliği Plevne?ye girer. Enver Efendi, bunu haber vermek ve yardım istemek için başkumandanlığa giden subayı öldürür. Böylece Plevne'ye giren birliğe, yardım gitmez. Taarruz, başarısız olur.
Son olarak Gazi Osman Paşa'nın 10 Aralık'daki yarma harekâtı, Fandorin'in ustalığı ile boşa çıkarılır.
Bütün bunlar için 'romancının kurgusu' deyip geçmek mümkün. Târihi, târih okuyarak öğrenen okuyucu için sorun teşkil etmez. Ama târihi, romandan öğrenen okuyucu için sağlıklı bir durum değil.
İnsan zihninin en savunmasız zamanı, rüyâ hâlidir. Rüyâ esnâsında, insan beynine fikir aşılamak veya ondan fikir çalmak, bugün, üzerinde ciddiyetle durulan bir konu. Roman da tıpkı sinema gibi rüyâ görmektir. Donanımı olmayan okuyucu bu rüyâya daldığında, istenilen fikir empoze edilir.
Hâl böyleyken Plevne'yi bilmeyen bir okuyucu, Plevne Müdâfaası'nı Türk Hamlesi romanındaki gibi câsusluk hamlelerinin sonucu olarak görür ki bu, Plevne müdâfaasını tahfif eden bir durumdur. Ayrıca, romanda, iki tarafı temsil eden câsuslar karşılaştırıldığında, Fandorin, açık ara ile Enver Efendi?den sevimli, kibar ve ilkelidir. Bu da temsil ettikleri tarafa, okuyucunun empati veya antipati geliştirmesine sebep olur. Bu noktadan bakınca, romanın Plevne'yi tarafsız anlattığı, post-modern özellikler taşıdığı fikri çürümektedir. Türk Hamlesi açık ve seçik olarak, Plevne Müdâfaası'nın roman ile küçük düşürülmesidir. Nihâyetinde bu, Boris Akunin adına başarılı bir anlatım olarak görülebilir. Çünkü Akunin, bir Rus.
ROMAN HAKKINDA FARKLI BİR DEĞERLENDİRME
Plevne Müdâfaası'nın tahfif edilmesinden başka, romanda öyle bir Osmanlı Devleti anlatımı var ki üzerinde durulmayı hak ediyor. Boris Akunin?in, bu târih anlatımında neyi kimi kaynak aldığı bilinmez, ama Osmanlı düşmanı ittihatçı bir kaynaktan beslendiği kesin. Sayfa 55'de Sultan Abdülaziz hakkında, ülkenin karışık hâlini umursamayıp karısı Mihri Hanım ile gününü gün ettiği yazıyor ki Sultan Abdülaziz'in Mihri isminde bir hanımı yok.
Yazarın, bir subayın dilinden anlattığı Sultan Abdülaziz'in katli, târihi gerçeklere aykırı. Güyâ, Sultan bir ustura ile traş olurken beceriksizlikten boyun damarlarını kesmiştir. Bu da intihar olarak rapor edilmiştir. Oysa Sultan Abdülaziz, intihar etmedi; bilekleri kesilerek katledildi.
Ayrıca, Sultan'ın tahtan indirilmesine ve katline karışan Mithat Paşa'dan sitayişle bahsediliyor.
Çerkes Hasan Vak'asını da kafasına göre anlatan yazar, Çerkes'in îdâmını da romantikleştiriyor. Çerkes Hasan'a delicesine âşık olan harem kadınları, îdâmı izlemişler ve göz yaşlarına boğulurken Hasan'a vedâ öpücükleri göndermişlerdir. (sh. 59)
Yüzbaşı Kont Surow'un dilinden anlatılanlar ise akıllara ziyandır:
'Bir defâsında Galata Köprüsü'nde, üzerimde Rus üniformam, çevredeki güzel kadınları kesiyordum. Gerçi hepsi peçeliydi. Ama bu şeytanların hepsi o kadar ince tüller kullanıyorlar ki peçe gerisinden çok daha çekici, seksi görünmeyi başarıyorlar. Sonra birden yanımdan geçen bir faytonda bir ay parçası, inanılmaz güzellikte bir dilber dikkatimi çekti. Peçesinin gerisinde kadife bakışlarıyla beni süzüyordu. Hemen yanı başında da Habeşi bir harem ağası yağlı gövdesiyle oturuyordu. İğrenç bir herif! Arkadaki faytonda da daha bir sürü câriye onları izliyordu. Atımdan inip hafifçe eğilerek tam bir diplomata yakışır şekilde saygıyla selâm verdim. O da eldivenin birini çıkarıp bembeyaz ellerini dudağına götürerek bir öpücük gönderdi.?
Anlatımın devâmında, harem ağası Surow'a kırbaç vurur; Surow da onu yaralar.
Surow'un anlattığı kadın, 2. Abdülhamid Han'ın karısıdır. Yazarın harem fantazisi o kadar ileridir ki iftirâda sınır tanımamaktadır. Bilâhare, Sultan 2. Mahmud ve Sultan İbrahim hakkında yazılanlarda da Osmanlı düşmanlığı hissedilmektedir.
Târihî romanları okurken dâima, 'Niye yazılmış?' sorusunun cevâbını aramak lâzımdır. Cevap, bâzen bir kelime bâzen bir cümledir.
Türk Hamlesi romanında da subliminal mesajı olan cümleler aradım. İddiâlı olmamakla birlikte İngiltere'den dönen Fandorin'in şu cümleleri dikkatimi çekti:
'Beklediğim gibi, İngiliz kabinesi mensuplarının olaylarla hiçbir ilgileri yoktu. Bu bir. Londra?da sevilmediğimiz bir gerçek. Bize karşı çıkabilecek büyük bir savaş için hazırlık içindeler. Ama kuryeleri öldürmek ve suikastler, ayrımcı komplolar düzenlemek, bu kadar ileri de gitmiyorlar. Ayrıca bu, zâten İngilizlerin sportmen karakterlerine de aykırı bir durum.'
Romanın 33. sayfasında, Warja, yeni tanıştığı İngiliz gazeteciye, 'O zaman Türklerin Bulgaristan'daki vahşetlerini yazan İngiliz sizsiniz.' diyor.
Türklere bu iftirâyı atan Akunin, Plevne düşükten sonraki Rus vahşetinden, Türk esirlere yapılan zulümden bahsetmiyor.
Sonuç olarak; Türk Hamlesi, Plevne Müdâfaası?nı tahfif eden bir romandır. Bununla da yetinmeyip satır aralarında Türk düşmanlığı yapmaktadır. Târihî gerçeklere uymayan bilgiler vermektedir.
Mehmed Niyâzi Özdemir ise Plevne romanında târihî gerçeklere sâdık kalmış ve Ruslara târih dersi vermiştir.
Plevne Müdâfaası'nın 140. yılında bu romanı Türk edebiyatına kazandırdığı için kendisini saygıyla selâmlıyoruz.'
haber: enpolitik