Ahmet Davutoğlu: İstediğinizi yapın! Bize seçim tuzakları kurun, bu işin sonu değişmeyecek...

Ahmet Davutoğlu: İstediğinizi yapın! Bize seçim tuzakları kurun, bu işin sonu değişmeyecek...

Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, gündeme ilişkin haftalık değerlendirme toplantısında Devlet Bahçeli'nin Gelecek Partisini saf dışı bırakmak için ortaya attığı 'seçim yasası' değişikliği ve erken seçim söylemlerine çok sert çıktı. 

'Tıpkı ekonominin evrensel kurallarıyla her gün oynadığınız gibi seçim sistemi, siyasi partiler, Meclis işleyişi, milletvekilleri, meslek odalarının düzeniyle de yasakçı bir zihniyetle oynamayın. Bu iş ciddiyetsizlikle, “ben yaptım oldu”yla ele alınacak bir iş değildir. Bu konular liyakatsizlikle ele alınacak konular değildir. Anlaşılan bu ülkeyi yönetmenin ciddiyeti ve sorumluluğu size birkaç gömlek fazla gelmektedir. Bakın, milletimizin güzel bir sözü vardır. Annem sık sık söylerdi: “Görünen dağın ırağı olmaz.” Yani artık bir son görünüyorsa onun ertelenmesi mümkün değildir. Bu iktidarın gidişi de görünüyor artık. İstediğinizi yapın, bize seçim kanunu üzerinden tuzaklar kurun, baskın seçim düşünün bu işin sonu değişmeyecek.' dedi. 

Davutoğlu'nun bugünkü konuşmasındaki ilgili kısım şöyle:

'Son derece kritik bir salgın sürecinden geçtiğimiz bu günlerde siyasi geleceğimizi etkileyecek önemli tartışmalara şahit oluyoruz.  Koalisyon hükümeti adına mıdır değil midir bilmiyoruz ama Sayın Bahçeli deklarasyon sayılabilecek altı maddelik düzenlemelerle yeniden erken seçim gündeminin oluşmasına yol açtı.

Koalisyonun sayısal büyük ortağı AK Parti’den ve Sayın Erdoğan’dan bir tepki gelmemesi Bahçeli’nin gündeminin geçmişte olduğu gibi iktidarın gündemi olabileceğine işaret ediyor. Bahçeli iktidara yine istikamet çiziyor.

Siyasi partiler, seçim kanunu, meclis iç tüzüğü, milletvekili dokunulmazlığı, siyasi etik kanunu, meslek kuruluşlarıyla ilgili içeriği belli olmayan bir değişim talebi var. Öncelikle ümid ederiz ki talep edilen değişim daha fazla hukuk, adalet, şeffaflık, ahlak ve demokrasi istikametinde olsun.

Ancak bu değişimlerden kasıt;

Siyasi partileri zaten anti-demokratik birer yapıya dönüştüren yasanın daha fazla bir hiyerarşi içine sokulmasıysa, Seçim kanununu daha da demokrasiden uzaklaştırmaksa, Milletvekillerinin zaten sıkıntılı olan bağımsızlığını ve ifade özgürlüğünü daha fazla daraltmaksa, Siyasi etik diyerek cari siyasi bağlamı ve çıkmazı biraz daha güçlendirmekse, TBMM iç tüzüğünde değişim isteyen, ancak hali hazırda bile tabulara dokunmanın demokrasiye yakışmayacak bir şekilde, ifade ve kürsü özgürlüğünü ayaklar altına alarak para cezasına tabi olduğu düzenin daha da güçlenmesi olacaksa, Zaten demokratik olgunlukları ve işleyişleri sorunlu olan bütün yarı-resmi meslek odaları ve ticaret odaları gibi kurumlara yönelik olarak daha fazla demokrasi yerine daha fazla itaat için uğraşılacaksa,

Gelecek Partisi bütün bunların karşısında olacaktır.

Fakat eğer siyasi etik yasası geçekten isminin ima ettiği işlevi görecekse yani siyasetin etik ve ahlaki zeminini güçlendirmeyi hedefliyorsa, bilin ki Gelecek Partisi böylesi bir girişimi sonuna kadar destekleyecektir.  Başbakanlığım döneminde Meclis’te siyasi etik yasasını geçirmek için nasıl bir mücadele verdiğim herkesin malumudur.

Bu yasa tasarısına karşı en güçlü muhalefeti de Sayın Bahçeli’nin koalisyon ortağı Sayın Erdoğan’ın yaptığı da herkesin hafızasında tazedir. Bu yasa geçerse, ilçe başkanı bulmakta bile güçlük çekileceğini söylüyordu.

Eğer sayın Bahçeli koalisyon ortağını ikna edebilecekse veya eğer Sayın Erdoğan bu konudaki fikirlerini değiştirmişse, hep beraber daha temiz ve daha ilkeli bir siyaset için Türkiye’ye siyasi etik yasasını kazandırabiliriz.

Ancak eğer siyasi etik yasası adı altında siyasi yasaklar yasası getirmeyi planlıyorsanız, biliniz ki buna karşı da en güçlü mücadeleyi biz vereceğiz.  Kriterimiz nettir. Hayrı destekleyecek, Şerrin ise karşısında olacağız. Yeni bir siyasi yasaklar yasası ülkeye çok büyük bedeller ödetecektir. Ülkemizin demokratik standartları hali hazırda yeterince darbe almıştır.

Tıpkı ekonominin evrensel kurallarıyla her gün oynadığınız gibi seçim sistemi, siyasi partiler, Meclis işleyişi, milletvekilleri, meslek odalarının düzeniyle de yasakçı bir zihniyetle oynamayın. Bu iş ciddiyetsizlikle, “ben yaptım oldu”yla ele alınacak bir iş değildir.

Bu konular liyakatsizlikle ele alınacak konular değildir. Anlaşılan bu ülkeyi yönetmenin ciddiyeti ve sorumluluğu size birkaç gömlek fazla gelmektedir. Sıkıştığınız her konuda, sorun yaşadığınız her başlıkta çözümü ya kuralları değiştirmede ya hile yapmada ya da adaletten uzaklaşmada buluyorsunuz. Bu çıkışlarınızla ülkenin gündemine hele bu dönemde hiç sokmamanız gereken erken seçimi soktunuz. Ne yapmak istiyorsunuz Allah aşkına? Hiç mi bu ülke için sorumluluk hissetmiyorsunuz?

Zaten durmuş bir ekonomimiz, ağır bir maliyetle karşı karşıya bir ekonomimiz, son yılların belki de en ağır işsizliğiyle karşı karşıya olan bir ekonomimiz, ne kadar küçüleceğini tahmin bile edemediğimiz bir ekonomimiz varken son bir darbeyi de erken seçim tartışmalarıyla siz mi vurmak istiyorsunuz?

Erken seçim tartışmaları, iktidarın seçimlerden korktuğunu, siyasi çalışmalarımızdan endişe duyduğunu ortaya koymaktadır.  Biz Gelecek Partisi olarak, zamanı ne olursa olsun, seçimlerden, milletimize gitmekten endişe duymuyoruz.

Gerçekten niyetiniz erken seçimse “Hodri Meydan”, buyurun seçime gidelim. Yok eğer, darbe olmadı, erken seçim ile milletin gerçek gündemini değiştirelim gibi günübirlik kaygıların peşindeyseniz, bu tür ucuz manipülasyonlarla milletimizin enerjisini tüketmekten vazgeçin.

Niçin böyle bir kötülük peşindesiniz? Ne istiyorsunuz bu ülkeden, bu milletten? Herhangi seçimde bütün iktidar gücünüze ve hukuksuzluklara rağmen seçimi kazanamamaktan korkuyorsunuz.  Bu korkunuzu bütün milletimiz görüyor. Telaşınızı, korkunuzu gizleyemiyorsunuz.

Bu ülkeye millet sizi kayyım atamadı. Sizler seçildiniz. Millet kimi seçerse onunla yoluna devam edecektir. Şimdiden milletin seçimler konusunda şüphe duymasını sağlamanın ne sizlere ne ülkemize ne demokrasimize bir faydası olmayacaktır.

'MİLLET NUMARALARINIZI VE HİLELERİNİZİ GÖRÜYOR'

Aksine İstanbul seçimlerinin gösterdiği gibi hile hurda işleri size sadece mağlubiyet olarak geri dönecektir. Eğer Gelecek Partisi’nin güçlenmesinden korkuyorsanız, bu son dakika hamleleri ile mukadderattan kaçacağınızı düşünüyorsanız geçmiş olsun. Artık bu hamleleriniz size bir fayda getirmeyecek.

Bakın, milletimizin güzel bir sözü vardır. Annem sık sık söylerdi: “Görünen dağın ırağı olmaz.” Yani artık bir son görünüyorsa onun ertelenmesi mümkün değildir. Bu iktidarın gidişi de görünüyor artık. İstediğinizi yapın, bize seçim kanunu üzerinden tuzaklar kurun, baskın seçim düşünün bu işin sonu değişmeyecek.

Millete numara çekilmiyor. Millet yapmaya çalıştığınız hile hurdayı görüyor. Bütün medyayı kontrol etmenize rağmen, millet numaralarınızı ve hilelerinizi görüyor.

Numaralarınız ve hileleriniz göründükçe de sözünüzün bir kıymeti harbiyesi olmuyor.  Üstelik aynı hileler zamanında size yapıldı. Sayın Erdoğan’ı yasakladılar, hapse attılar. Ne oldu? Kendisi milletin oyuyla cumhurbaşkanlığına kadar geldi.

Şimdi Sayın Erdoğan aynı oyunlarla rakiplerini saf dışı bırakmaya çalışıyor. Nasıl ki öncekiler başarılı olamadı ise Erdoğan ve Bahçeli de başarılı olamayacak. Son sözü millet söyleyecek.

Bu tartışmalar bağlamında Gelecek Partisi olarak tutumumuz ve duruşumuz açıktır:

Biz herhangi bir seçimde bir konum kazanmak için değil, Türkiye’ye bu kritik süreçte yeni bir vizyon çizmek için geliyoruz. Biz zaten geçici ve kırılgan olan ittifak yapılarına eklemlenmek için değil, ülkemizin geleceği ile ilgili vizyonumuzu hayata geçirmek üzere tek başına iktidar olmak için geliyoruz.

Biz bu zor dönemde hakkı adaleti ve ahlakı ayakta tutmak için yola çıktık. Biz milletimizin geleceğiyiz, milletimizin geleceğine sahip çıkacağına eminiz, biz doğrunun ve hakikatin yanında durmaya devam edeceğiz, milletimiz de doğruya ve hakikate teveccüh edecektir.

Bizim derdimiz milletimizin aşı, ülkemizin itibarı, Türkiye’nin geleceğidir. Yine iktidara, küçük büyük ortaklarına ve sözcülerine sesleniyorum.

Bakınız son birkaç aydır durduk yerde ülkenin gündemini darbe tartışmasıyla meşgul ediyorsunuz. Milleti kutuplaştırarak beceriksizliklerinizi örtmeyi, karşıtlık üzerinden safları sıklaştırmayı öngörüyorsunuz.

Siyasi tarihimizin acı verici tecrübelerini göz ardı ederek, milletimizin kaderiyle, huzuruyla oynuyorsunuz. Üç gün daha fazla iktidarda kalabilmek için, toplumsal barışı riske atıyorsunuz. Meydanı meczuplara açarak, aklı başında insanları sindirmeyi planlıyorsunuz.

Son birkaç haftadır bu ülkenin huzur isteyen bir vatandaşı ve sorumlu bir siyasetçi olarak iktidara sesleniyor ve bu yanlış politikanın üretebileceği mahzurları tane tane anlatıyorum.

Şimdi buradan bir kez daha Gelecek Partisi olarak bu tartışmaya yönelik siyasi tutumumuzu kısa ve net bir şekilde aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.  Eğer –gerçekten- bir darbe tehdidi varsa, sosyal medya aktivizmi üzerinden darbe tartışması ile siyasi gündem oluşturmaktan medet ummayı bırakıp darbe tehdidini bertaraf etmek amacıyla aşağıdaki sahici adımları atın:

Cumhurbaşkanı milletin karşısına çıkıp bu tehdidin kimden geldiğini, hangi kurum veya aktörlerin buna dahil olduğunu açıklamalıdır. Sayın Erdoğan iki ayı aşkın süredir uğramadığı Ankara’ya gelip kurumları çalıştırmalı, tehdidi ortadan kaldırıp faillerini yargı karşısına çıkarmalıdır. Bir an önce TBMM’yi açıp bu tehdide karşı milli iradeyi harekete geçirin. Muhalefeti sürece katın; hep birlikte Yeni kapı ruhunu yeniden inşa edelim.

Eğer böyle bir tehdit yoksa ve iktidar darbe tartışması üzerinden siyasal kutuplaşmayı arttırarak korona sürecindeki yönetim zafiyetlerini görünmez kılmayı amaçlıyorsa, bir an önce bu tartışmaya son verip milletten özür dilemelidir.

Milletin acı hafızasını bu şekilde ucuz bir siyasi fırsatçılığa kurban ettiği için özür dilemelidir. Bu tartışma üzerinden milli birliğimizi tehdit etme riski taşıyan toplumsal ayrışmalara davetiye çıkardığı için özür dilemelidir. Siyasetin ve toplumun dikkatini yönetim beceriksizliklerinin yol açtığı devasa sorunlardan uzaklaştırıp Türkiye’nin enerjisini suni gündemlere harcadığı için özür dilemelidir. Suni ve yersiz darbe tartışmalarına mesai harcayarak ülkeyi muhtemel gerçek darbe tehditleri karşısında toplumsal bünyeyi zayıflattığı için özür dilemelidir.

İktidarı ciddiyete, milletin sahici gündemlerine odaklanmaya, beceriksizliklerini örtmek üzere suni ve ayrıştırıcı gündemlere yönelmemeye davet ediyor ve milletimizin huzurunda bir kez daha uyarıyorum.
 

Ahmet Davutoğlu'nun konuşmasındaki diğer başlıklar ve konular ise şöyle: 

İki bayramın arifesinde hepinize hayırlı haftalar diliyorum. Bu hafta içinde önce yarın İstiklal Savaşımızın meşalesinin yakıldığı 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını kutlayacağız; daha sonra da mübarek Ramazan bayramını idrak edeceğiz.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün arkadaşlarıyla birlikte 19 Mayıs 1919’da bir milleti ayağa kaldırmak üzere Samsun’a ayak basmasının 101. Yıldönümünde ülkemizin bağımsızlığı, milletimizin onuru için fedayı can eden bütün şehitlerimiz rahmetle anıyorum. Onların emanetleri olan istiklalimizi gelecek nesillere daha da güçlendirilmiş bir şekilde aktarmak hepimizin boynunun borcudur.

 

Bir hikmet, tefekkür, yardımlaşma, empati  ve dayanışma ayı olan Ramazan ayının sonunda bir toplumumuzun bir bütün olarak dinimizin gerektirdiği ahlak, zerafet, nezaket ve insana saygı bilinci ile donanması dileğiyle Ramazan Bayramının ülkemize, İslam dünyasına ve insanlığa barış ve huzur getirmesini temenni ediyorum.

 

Ramazan ayını 23 Nisan ile karşılamıştık; Ramazan bayramını 19 Mayıs ile karşılıyoruz. Bütün bu vesilelerin 83 milyon vatandaşlarımız arasında her türlü ötekileştirmeyi ve dışlamayı reddeden bir birlik ve beraberlik iklimi oluşturmasını diliyorum.

Bu sene bayramlarımızı hüzün içinde karantina şartlarında geçiriyoruz. Ancak, bundan sonraki bayramlara sevdiklerimizle birlikte ulaşabilmek için Bilim Kurulu’nun tavsiyelerine harfiyen uymak hepimiz için bir zarurettir.

Son günlerdeki vaka istatistikleri ümit verici olmakla birlikte tehlike geçmiş değildir. Aksine daha da fazla teyakkuz halinde olmamız gerekir.

Bilim Kurulu üyelerinin de ifade ettikleri gibi halen 400 bine yakın korona virüs hastası bilerek veya bilmeyerek aramızda dolaşmakta. Açıklanan vakaların yüzde 60'ının İstanbul’da bulunduğu bilindiğine göre, bu İstanbul’da 250 bin taşıyıcının varlığını göstermektedir. Bu sayıyı İstanbul nüfusuna oranladığımızda her 200 kişiden 3’ü bu virüsü bilmeden taşıyor demektir.

Bu koşullarda AVM’lerin açılma kararı normalleşme süreci içerisinde tekrar gözden geçirilmesi gereken bir karardır. Temas izolasyonu ve sosyal mesafe kurallarına riayet konusunda özellikle düzgün maske kullanımına riayet etmeyen taşıyıcıların çok büyük bulaştırma riski taşıdıklarını hatırda tutmak ve buna karşı tedbir almak zorundayız.

Ülke olarak sürecin bu aşamasında atılması gereken birinci adım hızla test yapılan kişi sayısını artırmak ve pozitif vakaların izolasyonunu en üst düzeyde ve taviz vermeden sağlamaktır. Bu şekilde virüsün yaşam alanlarını daraltmış olacağız.

 

İkinci adım, yüksek risk gruplarının yani savunma sistemi ile ilgili kronik hastalığı olan vatandaşlarımızın günlük olgu sayıları bugünkü değerlerin %80 lerine ulaşmadan sıkı izolasyon tedbirlerine devam etmelerini desteklemektir.

Üçüncüsü ise sağlıklı kabul ettiğimiz, virüs taşıma riski olmadığı düşünülen vatandaşları, normal yaşam koşullarına dönmesini destekleyici tedbirler almaktır.

Günlük 0 sıfır vaka verilerine ulaşıncaya kadar da maske ve izolasyon tedbirleri devam etmelidir. AVM kararı, TFF kararı gibi akla ziyan öneriler bir pandemi süreci kontrolü için kabul edilebilir yaklaşımlardan son derece uzak uzaktır. Her kesimden vatandaşlarımızın yoğun bir şekilde bir arada olduğu AVMler, camiler ve liglerle ilgili alınan çelişkili kararlar şua an kadarki kazanımları tehlikeye atacak niteliktedir.

Alınan kararlar çelişkilidir. Çatpıcı bir örnek verirsek, içinde en yoğun risk alanı niteliğindeki AVM’lerin açılması ama Ramazan ayında camilerin kapalı tutulması izahı mümkün olmayan bir çelişkidir. Eğer AVM’lerin açılmasında bir sakınca yoksa, Ramazanın son cumasının açık alanlarda ve camilerin avlularında sosyal mesafeye özen göstererek kılınmasını engelleyen unsur nedir?

Öte yandan, liglerle ilgili alınan çelişkili kararlar sporcularımızın ve halkımızın sağlığını tehdit edecek ölçüye ulaşan bazı başka kaygıların   varlığı konusunda şüpheler uyandırmaktadır. Gelecek Partisi olarak daha 13 Martta yaptığımız açıklamada liglerin seyircisiz oynanması ya da ertelenmesi gerektiğini vurguladık. Buna rağmen ligler 19 Mart’a kadar oynanmaya devam etti.

Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da iktidar bizim önerimizi gecikmeli olarak 19 Mart’ta uygulamaya koydu. Ama bu karar gecikmesi başta Sayın Fatih Terim olmak üzere bir çok spor insanının salgından etkilenmesine yol açtı.

Liglerin tekrar başlatılacağı söylentileri üzerine bu kez biz Gelecek Partisi olarak liglerin Bilim Kurulu’nun açık tavsiyesi olmadan başlatılmaması gerektiğini vurguladık. Bilim Kurulu’nun olur vermesi halinde ise liglerin tamamlanması için özgün bir model teklif ederek maçların bir veya iki ilde mümkün olan en geç vakitte ve en kısa sürede yoğun bir şekilde oynatılmasına dayalı bir model teklif ettik.

Ancak TFF Başkanı Nihat Özdemir önce 6 Mayıs’ta erken bir şekilde liglerin 12 Haziran’da seyircisiz bir şekilde başlatılacağı kararını açıkladı. Daha sonra bir taraftan Temmuz ayındaki maçların seyircili oynanabileceğini söylerken diğer bir çok kulübümüzde görülen vakalar dolayısıyla bütün maçların Temmuz ayına ertelenebileceğini vurguladı.

Yani iktidarın sabah başka, akşam başka yüzlerce kararı TFF başkanına da sirayet etti. Zaten baştan beri kararlar iktidar tarafından alındığı TFF başkanın da bunu uygulamaya çalıştığı besbelli. Hala Cumhurbaşkanından, Bilim Kurulundan, Genlik Spor bakanından, ses yok.

Bütün bu çelişkilerin arka planında yine etki analizi yapılmadan ayaküstü alınan siyasi kararlar vardır.  Yanlışlık da tam bu karar alınış yöntemindedir.

Ligler milyonlarca taraftarı ilgilendiren ve başlıbaşına büyük bir ekonomik sektör oluşturan hassas bir alandır.  TFF istikrarsız davranıyor çünkü, bu hassas alanı kullanmak isteyen iktidar Liglerin oynanmasını istiyor ve risk almadan topu TFF’ye atarak riski onların üstlenmesi heasbını yapıyor.

Ligler kazasız belasız tamamlanırsa şampiyon olan kulübümüzle şampiyonluk kupasını kaldırarak başarıyı sahiplenecekler, bir kriz çıkarsa faturasını TFF’ye ödetecekler. Son günlerde kulüplerde yapılan testlerde pozitif vakalar çıkınca şimdi korkmaya başladılar ve yeniden erteleme gündeme geldi.

Biz bu ucuz siyasi ayak oyunlarını çok gördük ve yaşadık. Buradan TFF yetkililerine sesleniyorum;

Sizin öncelikli göreviniz spor camiamızın bu salgından etkilenmeden ve sağlıklı olarak çıkmasını sağlamaktır. Bu göreviniz gölgeleyecek hiçbir baskı altında kalmadan kararlarınızı alın.

Doğal olarak siyasiler bu konuda sağlık dışında kaygılar taşımaktadır. Burada doğru olan bu kaygıların etkilemeyeceği Bilim Kurulu’nun nihai kararı vermesidir.

Sayın Sağlık Bakanı’nın ve Bilim Kurulu’nun bu kararlarla ilgili mesafeli bir tutum tanınması kaygılarımız artırmaktadır. Buradan ligleri de bir siyasi prestij alanı olarak görerek müdahale eden yetkililere  de bir kez daha sesleniyorum;

Bugün sporcularımızın ve toplumumuzun sağlığı her şeyden daha önemlidir. Konuyu Bilim Kurulu’nun inisiyatifine bırakın. Bu sizin şu veya bu kararla yıpranmanıza da engel olacak yegane doğru yöntemdir.

Bilim Kurulu’nun olur verdiği tarihte ise ligleri bizim önerdiğimiz model etrafında en az riskle oynatın.

Sokağa çıkma yasağı başta olmak üzere diğer bütün konularda olduğu gibi bu konuda da bizim dediğimize geleceksiniz ancak bu arada salgın konusunda büyük bir riske sebebiyet vereceksiniz.

Korona salgını dolayısıyla dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, ulusal kanallarda her gece yapılan pandemi yayınlarının içerik ve söylem açısından toplumsal kaygıyı olumsuz etkilemeye başladığıdır.

Medyanın temel görevi öncelikle toplumu doğru bilgilendirmektir. Ancak bu bilgilendirmenin içeriği, hedef kitlenin eğitim kapasitesine göre belirlenmeli, ayrıntıdan kaçınılmalıdır.

Özellikle bazı kanallarda ağır akademik verilerle dolu tartışmalar, temel kuralların gölgede kalmasına yol açmaktadır. Uluslararası kongre tarzındaki 5 saatlik açık oturumların yapıldığı kanalların haber bültenlerindeki vatandaş görüntüleri, vatandaşa ne düzeyde mesaj verilebildiğinin en güzel ispatıdır.  Artık toplumumuzun her kesiminin daha da hassas davranması gerektiği bir sürecin içinden geçiyoruz. Birlikte omuz omuza bu büyük sınavı da atlatacağımıza dair inancım tamdır.

 

Şimdi bu darbe ve erken seçim kutuplaştırmasına bir de sosyal medyada “milli gayri milli hesaplar” tartışmasını soktunuz. Neymiş, bir milyon mesaj atılacakmış, tüm Türkiye ve dünya gücünüzü görecekmiş.

Kuzey Kore’den mi öğrendiniz bu yöntemleri yoksa yakın bölgelerimizdeki bazı otoriter devletlerinden mi?

Yoksa FETÖcülerin tweetleri katlama taktiklerini mi taklit ediyorsunuz?

Ne yazık ki bu kampanyada akıl almaz ahlaksızlık görüntüleri ortaya çıktı.

Bu güya muhafazakar, güya milli hesaplarla utanmaz bir şekilde bu ülkenin kadınlarına kızlarına dair listeler yapmaya başladılar.

Bre utanmazlar, bre ahlaksızlar. Her şey bitti de insanları eşleri ile, çocukları ile tehdit etmek mi kaldı?

Her şey bitti de darbe olursa diye ganimet mi paylaşıyorsunuz?

Her şey bitti de insanların namusuna mı göz diktiniz?

Mübarek ramazan gününde savaş şartlarında bile “kadınlara, çocuklara ve din adamlarına dokunmayın; ibadet yerlerine, hayvanlara, bitkilere, ağaçlara ve doğaya zarar vermeyin” diyen bir Rahmet peygamberinin ahlakından hiç mi nasip almadınız?

İktidar ise tüm bu ahlaksızlıklara karşı ancak kısık sesli itirazlarda bulunabiliyor. Aynı cümleleri muhalefetten biri yapsa hemen göz altına alırsınız ve böylesi bir ahlaksızlık her türlü cezayı hak eder. Ama 3 dakika önce sizin mesajlarınızı paylaşanlar, size kahramanlık destanları yazanlar aynı ahlaksızlığı yapınca tavana bakıp ıslık çalıyorsunuz.

Biliniz ki bir çok kavim başkalarına tavsiye ettiklerini kendilerini yapmadığı için, başkalarına uyguladıkları hukuku kendi yakınlarına uygulamadıkları için helak oldu.

Biz buradan ilan ediyoruz. Kime karşı yapılırsa yapılsın bu tür ahlaksızlıklardan ve tutarsızlıklardan beriyiz ve sonuna kadar da karşısındayız.

 

Yine geçtiğimiz günlerde ikircikli ve çifte standartlı tutumlar açısından çarpıcı bir örnek yaşadık.

Kültür ve Turizm Bakanı, İstanbul’un fethine işgal dedi.

Kendisi bunun bir dil sürçmesi olduğunu söyledi. Bir kültür bakanı olarak en azından bu durumlara “dil sürçmesi” denmediğini bilmesi gerekirdi.

Zira dil sürçmesi bir kelimeyi yanlış söylediğimizde vuku bulur.

Bakanınki düpedüz ”zihin sürçmesi” aslında.

Bakan olduktan sonra aylarca her gün tv’ler kendi şirketinin “Yunan adalarına” tur reklamlarının dönmesinden rahatsız olmayan bir işletme sahibinin belli ki sadece milletin emaneti bir makamın ciddiyetinden bihaber değil kültürümüze ve tarihimize de fazlaca ilgisi yok.

İktidar bakandan farksız durumda. Hangi konuda zihin sürçmesi yaşamıyorlar ki?

İktidar temsilcilerinin 6-7 yıl önceki konuşmalarını bugün yapsanız adınız haine çıkabilir? Bu konuşmaları bir kitapta toplayıp bassanız o kitap toplatılabilir?

Dün savundukları ne varsa bugün bir zihin sürçmesiyle reddediyorlar.

Yıllarca tek parti döneminin reddi miras politikalarını anlatanlar; kendi miraslarını reddeden ilk iktidar olarak tarihe geçtiler.

Ancak mesele bu da değil. Nihayetinde insani bir hata sözkousudur ve özür dilenmiştir.

Ama şimdi adil bir şekilde soralım ve vicdan sahibi herkesden cevap bekleyelim.

Şimdi Allah aşkına, bu Turizm bakanının gafını koalisyon hükümetinin dışında her hangi bir isim yapsaydı başına neler gelirdi?

Tartışma programlarının günlerce ana konusu olmaz, linç edilmez,  soruşturmaya tabi tutulmaz, hatta hapse girmez diyebilir miyiz?

Elbette diyemeyiz.

Daha geçen haftalar iktidar “bir cümleden” darbe tartışması çıkarıp günlerdir-haftalardır gündem yapmadı mı?

Milletimiz artık bir rezalet halini alan bu acınası durumu görüyor, notunu veriyor, kaydını tutuyor.

Ülkemiz ve dünyamız her yönüyle zor günlerden, ağır imtihanlardan geçiyor.  Bu dönemde en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey aklı başında, ciddi, liyakat, adalet ve merhamet sahibi bir ülke yönetimidir. Maalesef bugün ülkemizi idare eden iktidar, ne liyakat sahibi olmayı ne adaleti umursuyor ne de bu zor zamanlarda milletin ihtiyaç duyduğu merhameti sergileyebiliyor; yani milletin derdiyle dertlenmeyi başaramıyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bu liyakatsiz iktidarın göze çarpan önemli bir özelliği bir türlü ciddi olamamasıdır.

Her gün ahlak ve adalet, adap ve hukuk sınırlarını zorlayıp duruyorlar.Aylardır milletimizin duyacağı ve göreceği şekilde açıkça iktidara sesleniyoruz. Önerilerimizi ve uyarılarımızı yapıyoruz. En temel çağrılarımızın başında hep şu geldi: Bu salgın ortamını suiistimal etmeyin.

Bütün salgın ve felaket ortamlarında maalesef hep aynı karakterler bir anda zuhur etmiştir.  Millet can derdiyken, devletinden hükümetten yardım eli beklerken, felaket ortamını kendileri için bir fırsata çevirmeye çalışan kifayetsiz yönetim ve karakterler hemen harekete geçerler.

Bu fırsatçılar, vicdansız, merhametsiz bir şekilde Milletimizin kaderiyle, emeğiyle, alın teriyle ve geleceğiyle oynamaya kalkarlar. 

Millet can derdindeyken onlar ihale derdine düşerler.

Millet can derdindeyken onlar cep derdine düşerler.

Bu iktidar millet can derdindeyken daha fazla güç, daha fazla otoriterlik, daha fazla vurdum duymazlık derdine düşmüştür.

Bu salgının ortasında bu iktidar üniversite kapatma derdine düşmüştür.

Bu salgının ortasında bu iktidar müteahhit kurtarma derdine düşmüştür.

Bu salgının ortasında bu iktidar sivil toplumu, fikir hürriyetini ve akademisyenlerin haklarını daha fazla yok etme derdine düşmüştür.

Hazır kimse dışarı çıkamıyor, toplantı yapamıyor, bir araya gelemiyor deyip puslu havada iş yapmak bu ülkeye, bu ülkeyi yönetme iddiasındakilere yakışmıyor ama iktidar ve çevresi bunu kendilerine çok güzel yakıştırıyor.

Bu salgının ortasında bu iktidar milyonlarca insanın oylarıyla seçilen belediyeleri teker teker ele geçirme derdine düşmüştür.

Bakınız, parti programımızda açıkça ifade etmiştik.

Gelecek Partisi şuna inanmaktadır:

“Seçilmiş̧ belediye başkanlarının mahkeme kararı olmaksızın kamu düzeninden sorumlu olan İçişleri Bakanı tarafından görevden el çektirilmesi, millet iradesi ve çağdaş̧ hukuk devleti uygulamalarıyla çelişmektedir.

Bu çerçevede, soruşturma veya somut delillerle temellendirilmeden seçilmiş̧ belediye başkanlarının görevden alınması uygulamasına son verilecek, seçilmiş̧ belediye başkanının ancak mahkeme kararıyla görevden alınabilmesi sağlanacaktır.

Benzer şekilde, görevden alınan belediye başkanının yerine İçişleri Bakanının inisiyatifiyle kayyım atanması da milli iradenin tecellisine halel getirmektedir. Bu çerçevede, mahkeme kararına istinaden görevden alınan seçilmiş̧ belediye başkanının yerine yine seçimle oluşturulmuş̧ belediye meclis üyelerinden birinin seçilmesi teminat altına alınmalıdır.”

Gelecek Partisi açık bir şekilde seçilmişlere karşı yapılan bu açık hukuksuzluğun karşısındadır.

Son iki haftayı darbe söylentileriyle geçiren iktidarın geçen hafta boyunca devam ettirdiği kayyım atamaları sadece demokrasimizi yaralamamış, milletimizin bir bölümünün oylarını yok sayarak açıkça dışlayıp aidiyet krizinin daha da fazla büyümesine yol açmıştır.

Kayyım atamalarıyla, seçilmiş belediye başkanlarını koltuklarından ederek yerel yönetimleri idare edeceğini zannedenler ya uzun yıllardır bu ülkede yaşamamışlardır ya da gerçekten geçmişte yaşananlardan zerre ders almamışlardır.

Bizzat kendisi seçilmiş olduğu belediye başkanlığını bugünlere benzeyen 28 Şubat tuzağıyla kaybetmiş olan Sayın Erdoğan’ın bu durumu idrak edememesi yaşanmakta olan körleşmeyi açık bir şekilde göstermektedir.

Maalesef iktidar bu haksızlığı keyfiliğe dönüştürmüş durumdadır. Görevden alınan belediye başkanları HDP’li olduğu için de haksızlığın kanıksanacağını, kamuoyunun tepki duymayacağını varsaymaktadır.

Ancak bu uygulamalar demokrasimiz ve siyasi kültürümüz için telafisi zor maliyetler üretmektedir.

Biz Gelecek Partisi olarak, haksızlığın kime yapıldığına bakmaksızın yanlışa yanlış demeye, hukuku ve demokrasi savunmaya devam edeceğiz.

Gelecek Partisi olarak Doğu ve Güneydoğudaki vatandaşlarımızın kendisi ile terör örgütü arasına mesafeye koyamayan HDP ile her geçen gün doksanlı yılların söylemlerine ve politikalarına kayan AK Parti arasında kıskaca alınmasına son vereceğiz. Aslında bu partilerin takip ettikleri politikalar bir diğerine destek niteliği taşımaktadır. AK Parti’nin doksanlı yılların politikalarına dayalı olarak bölgedki vatandaşlarımızın iradelerini yok sayması en çok da HDP’ye yararken, HDP li belediyelerin yerel hizmetlerdn daha çok örgüt gündmine dayalı faaliyelere yönelmesi AK Parti’nin antidemokratik isimarlarına kapı aralamaktadır.

Bu kıskacı demokrasiyi egemen kılarak ve nereden gelirse gelsin teröre karşı çıkarak kıracak Türkiye’nin her yerindeki her vatandaşımızın iradesine saygı duyulmasını sağlayacağız. Partilerle olan siyasi rekabetimizi antidemokratik yöntemlerle depil şefaf bir siyasetle yaparak bu ikil kıskaca dayalı makus talihe son vereceğiz.

Unutmayalım; terör virüsünün kalıcı ilacı tam ve eksiksiz demokrasidir; başka bir virüs olan hukuk devletinden sapan otoriter yöntemler değildir.

Biz daha önce de gördük bunu. Bir dönem komünistler gelecek diye korkuttular, bir dönem darbe gelecek diye. Her seferinde de İktidardakiler kendi düzenlerini sürdürürken bedelini vatandaşlar olarak hepimiz ödedik.

Bu korku, evham, tabu, tehdit, beka söylemleri ile yapılmak istenen yanlışların üstünü örtmek ve iktidarı korumaktır.

Türkiye işte bu tartışmaları vesile ederek merkezi yönetim ile yerel yönetim arasındaki ilişkiyi yeniden kurgulamalı ve yerel yönetimler üzerindeki merkezi vesayete son vermelidir.

Bakınız bu konuya Gelecek Partisi olarak programımızda da aynen şunu dedik:

“Türkiye, yerel yönetimler sorununu konuşurken telaffuz edilmeyen korkular ve tabular yüzünden ne yerel ne de merkezi reformları yapamamıştır.

Tıpkı Cumhuriyetimiz boyunca her donem dillendirilen farklı korkuların ve tabuların varlığı gibi, idari sistemimizle ilgili ortaya atılan evhamlar da demokrasimize, milletimizin yasam kalitesine ve ekonomik büyümemize zarar vermiştir.”

Gelecek Partisi programında seçilmişlerin iradesinin hukuki güvence altına alınmasına yaptığı vurgunun yanında tam bir demokrasi hedefimiz için çoğu kez göz ardı edilen; başta Anayasanın 127. maddesi olmak üzere ‘idari vesayet’ uygulamalarının tamamının gözden geçirilmesini ve anti-demokratik bütün unsurların ayıklanması gerektiğini dillendirmiştir.


Bu siyasi gündem dışında ülkemizin en önemli meselesi, milletimizin en önemli derdi ekonominin ne olacağıdır.

Ülkenin ekonomi yönetimi bir grup hevesli, iş bilmez ve liyakatsizin elinde başka ülkelerin başkentlerinde merkez bankalarının kapı önlerinde sürünmektedir.

Maalesef sabah akşam dış mihrak, bize darbe yapıyorlar, Londra’dan dolar operasyonu, Washington’dan ekonomimize saldırıyorlar diye siyaseten reşit olmamış tepkileri verenler...

Ekonomi yönetimini unutup sosyal medya fenomenliğine soyunanlar…

Ciddi ekonomik kararlar almak yerine sosyal medya videolarıyla ülkenin ekonomisini, milletin ekonomik sorunlarını çözmeye çalışanlar…

Sabah akşam herkesi hain, dış mihrak, lobi uzantısı ilan edenler meğerse nerede bir dış mihrak, nerede bir faiz lobisi, nerede bir yabancı varsa onlarla finansal anlaşmalar yapmak için ter döküyorlarmış…

Bu nasıl bir ciddiyetsizlik, bu nasıl bir samimiyetsizliktir.

Ne yazık ki, liyakatsizlik ve niteliksizlik bugün Türkiye’nin en önemli milli güvenlik meselesi haline gelmiştir. Ekonomi yönetimi de bu liyakatsizliğin sembolü.

Bakınız, bu iş çocuk oyuncağı değildir.

Bu iş sizin aile içi liyakatsizlik yarışınız değildir.

Bu iş sizin komplekslerinizi tatmin edeceğiniz bir iş değildir.

Bu iş memleket meselesidir, milletin ekmeği, milletin alınteri ve ülkenin geleceği meselesidir.

Tüm dünya küçülüyor siz büyüyeceğiz diyorsunuz, herkes can derdinde siz bina derdindesiniz, herkes gidiş iyi değil diyor siz rakamlarla oynuyorsunuz.

Bir yanda IMF’den para almak mı? Haşa diyorsunuz? Sonra Washington’da IMF’ye yürüyerek on dakika uzaklıktaki Amerikan Merkez Bankasından para bulmaya çalışıyorsunuz? Üyesi olduğunuz IMF’den para istemek günah, Trump’ın merkez bankasından para dilenmek kahramanlık.

Hiçbir ciddi ekonomik yol haritanız olmaksızın, Londra ve Washington’da fink atarak en fazla finansçılık oynarsınız ama bu ülkeye de büyük bir kötülük ederseniz.

Krizin ilk gününden bu yana yaşanmakta olan süreci doğru okumanın önemini anlatmaya çalışıyoruz. Uzun vadeli istikrara zarar vermeden, “hedefe yönelmiş”, “şeffaf ve hesap verebilir” bir çerçeveye bağlı kalarak, “olağanüstü ve geçici” tepkiler verilmeli diyoruz.

Ama görünen, Hükümet tüm dünyanın aksine daha fazla kredi ile sorunu aşabileceğine inanmakta ısrar ediyor.

Ortaya çıkan bilgiler ışığında 200 milyar TL gibi ciddi bir büyüklüğe sahipmiş gibi görünen istikrar kalkanı paketinin 'yalnızca 20 milyar TL'lik' kısmının doğrudan mali destek olduğunu görüyoruz. ABD ve AB ülkelerinde milli gelirin %2,5'i düzeyinde olan doğrudan destekler ülkemizde milli gelirin yalnızca %0,4'ü.

Şimdi bu liyakatsizler çıkmış bizim rakamımız 200 değil 525 milyar TL katkıydı diyorlar. Hayırdır hangi ara ve nasıl arttı bu rakam. Milli gelirin 0,4’ü değil, yüzde 11’i katkı sağladık diyor.

Milletin aklıyla ancak bu kadar dalga geçilir. Siz herkesi kendiniz gibi ciddiyetsiz ve liyakatsiz mi zannediyorsunuz?

Lütfen, asgari bir ciddiyetiniz olsun. Sadece kifayetsiz ve ciddiyetsiz değilsiniz aynı zamanda zerre matematik de bilmiyorsunuz. Madem 525 milyar katkı sağladınız bunu niye en başta söylemediniz?

Milletin gözünün içine baka baka bu denli hakaret eden bir ekonomi yönetimi olmamıştır. Madem milli gelirin yüzde 11’ini harcayacak ekonomik imkan var ne diye Londra bankalarında yardım kovalıyorsunuz?

İktidar bir an önce kendisine gelmeli ve Korona döneminde ortaya çıkan devasa ekonomik maliyetle yüzleşmek üzere ciddi bir hazırlık yapmalıdır.

Mart ayından beri Gelecek Partisi olarak kanaatlerimizi ve önerilerimizi hatırlatıyoruz.

Ekonomi yönetiminin, başta TCMB ve BDDK olmak üzere, bağımsız kurumları kendine bağlayan, istişare mekanizmalarını ve ortak aklı göz ardı eden yaklaşımı nedeniyle, yurtiçi ve yurtdışı yatırımcıların Türk Lirasına olan güveni kaybolmuştur.

Türk Lirasındaki değer kaybını kendi yaptığı hatalar yerine 'küresel piyasalardan gelen döviz ataklarına, sözde dış mihraklara' bağlayan iktidar, sermaye hareketlerinin asla kısıtlanmayacağını iddia etse de koyduğu yanlış teşhisler nedeniyle ülkeyi her geçen gün daha kapalı bir ekonomi haline dönüştürmektedir. Bugün yatırımcılar nezdinde Türkiye maalesef “sermaye kontrolleri uygulayan bir ülke kategorisindedir”.

Nitekim Hükümet tarafından uygulanan kısıtlamaları gerekçe gösteren Avrupa merkezli iki büyük Takas Kuruluşu, Türk Lirası cinsinden bazı işlemleri durdurduğunu duyurmuştur.

Benzer gerekçelerle uluslararası döviz alım-satım işlemleri platformları da müşterilerine geçtikleri açıklamalarda Türk Lirası cinsinden işlemleri sonlandırdıklarını belirtmektedir.

Geçtiğimiz hafta da belirttiğim üzere, atılan yanlış adımlar neticesinde bugün geldiğimiz noktada kırk yıllık “sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi” serüvenimiz maalesef 1980’lerin gerisine doğru yol almaktadır.

Hükümet “ekonominin sorunlarını, kadroların acizliğini, politikaların yetersizliğini, akıl-dışı/tek merkezli yönetim tarzının yol açtığı sıkıntıları” ülkeyi adım adım dünyadan yalıtarak çözmeye çalışmaktadır.

Haydi kısa dönemde amacınıza ulaştınız diyelim, ama Türkiye’yi içine kapayarak refahı nasıl sağlayacaksınız?

Ülke içinde “ekonomimize saldırıyorlar”, ülke dışında ise “lütfen küresel dayanışmaya bizi de dahil edin” diyen tutarsız ikiyüzlü bir ekonomi yönetimi ile karşı karşıyayız. Basına yansıyan açıklamalara bakılırsa ABD ve AB’den yüz bulamayan iktidar şimdide Japonya ve İngiltere Merkez Bankaları ile temasa geçmiş, diğer ülkelerden bulamadığı kaynağı bu ülkelerden talep etmektedir.

Tarihi bir krize toplamda 86 milyar dolar, net olarak ise tamamı swap işlemleri ile oluşturulmuş yalnızca 26 milyar dolarlık bir rezervle yakalanan iktidar, yine yanlış teşhis koymakta bazı yabancı ülkelerden gelebilecek küçük miktarlı ve kısa vadeli kaynağı bir çıkış yolu olarak görmekte ve göstermeye çalışmaktadır.   

Şeffaflık ve hesap verebilirlik yönünden sicili pek parlak olmayan iktidardan tüm milletimiz şu soruların cevabını talep etmektedir. Dünya yıllardır ekonomiyi canlandırmak adına benzeri görülmemiş bir bol likidite politikası uygularken, bizim Merkez Bankamız neden sahip olduğu rezervleri arka kapı politikaları ile eritmiştir? Bunca rezervi eritirken milli paramızın değeri neden korunamamıştır? Bugün ülkeyi kapı kapı gezdiren bu durumun hesabını kim ödeyecektir?

Konu şeffaflık olunca konuşmamda kısaca son bütçe gelişmelerine de bir miktar değinmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta açıklanan Nisan ayı “Merkezi Yönetim Bütçe Açığı “geçtiğimiz yılın aynı ayına göre %140!! artarak 43,2 milyar TL’ye, Faiz Dışı Açık ise %100’lük!! artışla 26,2 milyar TL’ye ulaşmıştır.

Gelecek Partisi olarak meseleyi ilk günden bu yana “gün doğru önlemleri alma ve ileride telafisi mümkün olmayabilecek zararları önleme günüdür” yaklaşımı çerçevesinde ele aldık. Daha ilk günden Korona Tahvili ihraç edilmesi ve bu yolla devletin tüm imkanlarıyla milletinin emrinde olması önerimiz kamuoyunun malumudur. Elbette benzeri görülmemiş bir kriz içindeyken geçici olarak bütçe rakamlarında sapmalar da yaşanabilir.

Ancak iktidar bu tıbbi ve insani durumu bir “fırsata dönüştürdüğünü zannederek!!” zaten tüm kredibilitesini yitirmiş olan ekonomik kurumları geri dönüşü olmayan yeni bir yola sokma gayretindedir.

Krizin başından bu yana tek kuruş tasarruf önlemi açıklanmamış, hiçbir makul gerekçesi olmayan sözde büyük projelere ilişkin en ufak program değişikliği planlanmamış ve en önemlisi bütçede revizyona gidilmemiştir.

İsraf ve şatafattan ödün vermeyen iktidar “kendince yeni çıkış yolları!!” bulduğunu sanmaktadır. Bir yandan Merkez Bankası Mart ayının son haftasından bu yana yaklaşık 45 milyar TL’lik tahvil alımı yaparak nereye harcandığını bilmediğimiz para basmakta, diğer yandan Hazine tarihte görülmemiş bir biçimde “bazı tahvillerin yeniden ihracından ve bazı ihalelerin primli satış geliri kaydetmesinden” sözde yeni 9 milyar TL’lik faiz geliri yaratmaktadır.

İçerde ve dışarda hemen herkes; Türkiye’nin ekonomik yetersizliklerini, borç ödeme kapasitesindeki zorlukları, yüksek enflasyonunu, krizle birlikte yeniden artan cari açığını, sorunlu bankacılık sektörünü, tamamıyla siyasi tahakküm altına girmiş ekonomik kurumlarını konuşurken, yine “muhasebe oyunlarıyla kâğıt üzerinde” yarattığı gelirlerle sorun çözebileceğini zanneden liyakatsiz, ciddiyetsiz bir grubun elinde kalmıştır Türk ekonomisi.

Hükümet son yıllarda izlediği politikalarla; yeterli ve gerekli yapısal dönüşümü tamamlamamış, ihtiyatlı bir borçlanma politikası izlememiş, güçlü mali politikaları koruyamamış, enflasyonla samimi mücadele etmemiş olsa da bugün acilen çerçevesi çok iyi çizilmiş, ikna edici yeni bir “Orta Vadeli Ekonomik Programa” ihtiyaç vardır.

Hızla, sorunların kaynağını kendinden başka her yerde arayan, yaptığı tutarsız müdahalelerle TL’nin konvertibilitesine zarar veren yaklaşım terk edilmeli, ulusal ve uluslararası yatırımcıların güveni yeniden tesis edilmelidir. Korona sürecince yapılacak tüm harcamaların; miktarı, nasıl ve nerede kullanılacağı, zamanlaması, hangi vadede geri çekileceği şeffaf bir biçimde paylaşılmalıdır.

Bu haftalık sohbetimi gençlerimize hitap ile bitirmek istiyorum.

Sevgili Gençler,

Hepinizin bayramını tekrar tebrik ediyorum. Dünyamızın yaşadığı dijital dönüşüm, tüm sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapıları değiştirdi. Ve bu değişimi en yoğun biçimde yaşayan da siz gençler oldunuz.

Sizler doğal ve haklı olarak, size ne yapılacağının söylenmesini değil, önce  anlaşılmayı bekliyorsunuz.

Bu çerçevede; Partimizin insan onuruna dayalı siyaset felsefesi gereğince, sizlerin güçlü kişiliğe sahip bireyler olarak yetişmesi temel önceliğimizdir. Tüm politikalarımızın olduğu gibi, gençlere yönelik politikalarımızın  temelinde de insan onuru yatmaktadır. Yani kişiliğine ve tercihlerine saygı duyulan, kendini gerçekleştirebileceği imkanların eşit bir şekilde tüm gençlere sağlandığı bir Türkiye temel önceliğimiz.

Bugün bu bağlamda yeni bir teklifimiz olacak: Gençlerin; Eğitim, İş ve Sosyal Katılımlarını bütüncül bir şekilde kapsayan bir  Gençlik Kanunu. Toplumun hemen her kesimi için bir kanun bulunmasına karşın, gençlerimiz için maalesef bir çerçeve kanunumuz şu ana kadar yasalaşmış değil. Bu büyük bir eksiklik.

 

Gençlerimizde,

güçlü bir kişiliği inşa edecek interaktif bir eğitimi, onurlu bir yaşamı mümkün kılacak bir istihdam politikasını, her türlü zararlı eğilim ve bağımlılıklara karşı gençlerimizi koruyacak;  spordan sanata, şahsiyetlerini ve iradelerini güçlendirecekleri yaşam çevrelerini, varolan bölgesel ve fırsat eşitsizliklerininin giderildiği ve tüm gençlerimize eşit imkanların sunulduğu adil bir gelir dağılımını, esas alan

çerçeve bir Gençlik kanunu stratejik önceliklerimiz arasında olacaktır.

Bu çerçeve kanun ile;  bakanlıkların, bu kanunun içeriğine uygun olarak, kendi teşkilatlarını yeniden gözden geçirmeleri ve  gerekli olduğu durumlarda, Gençlik Kanunu çerçevesinde gerekli olan kanunları çıkarmaları veya varolan kanunlarda revizyona gitmelerini öneriyoruz.

Gelecek Partisi olarak; Gençlik Kanunu ve bu kanunun bir bütün olarak tüm bakanlıklarda nasıl bir değişikliği gerektirdiğine yönelik olarak; Gençlik Politikaları Strateji Belgesi için çalışmalara başlamış bulunmaktayız. Bu çerçevede: önümüzdeki dönemde çalıştaylar yapmayı planlamaktayız. Bu çerçevede; Çarşamba günü, Türkiye nin tamamından gençlerimizin katılacağı ilk çalıştayımızı da dijital ortamda yapacağız ve ben de bu çalıştaya katılacağım.

Bebeklik, Çocukluk, Ön gençlik (15-18 yaş arası) ve Gençliği bir bütün olarak ele almayan ve insan varoluşunun bu dönemlerine yönelik politikalarını, şahsiyet sahibi bireyler yetişmesinin şartlarını oluşturmak üzerine kurgulamayan hiçbir devlet, geleceğinden emin olamaz.

Bizim için Gençlik siyaset üstü bir meseledir ve hiçbir siyasi görüşün edilgen muhatapları olamazlar. Bu çervede: gençlik için hayati mesele; hayat ile bilgi arasında doğrudan ilişki kurabildikleri ve gerçeği kendileri olarak yorumlayabildikleri  zihni yetkinlik meselesidir. Gerçekle aralarında mesafe oluşturan ideolojik eğitimin her türüne karşıyız.

Bugün Gençlik Kanunu ve çerçevesi ile sunduğumuz teklifin yanında, önümüzdeki hafta, gençlerimizle ilgili somut önerilerimiz de olacak. Biraz önce belirttiğim gibi gençliğe dair çalışmalarımız kesintisiz olarak devam edecek.

Gençler gündemimizde hep olacaklar. Çünkü Gelecek gençlerindir. Gençlerin geleceğin asli kurucularıdır.