Tarih: 20.05.2020 11:48

Lütfü Şahsuvaroğlu yazdı: ''Normal' sandığımız şeyler cehaletimizdi, merhametsizliğimizdi, hırslarımızdı'

Facebook Twitter Linked-in

Yazar şair Lütfü Şahsuvaroğlu, 'Pornografik Normal' başlıklı bir yazı kaleme alarak, koronavirüs salgını ile 'normal'e duyulan özlemi irdeledi. 

'NORMAL sandığımız şeyler, cehaletimizdi. Cehaletimizdi, hadnaşinaslığımızdı, merhametsizliğimizdi, hırslarımızdı, tamahkârlığmızdı. Böylece doğaya uyumlu olmayan, habitatı bozan, israfın da ötesinde rüküş göz boyamacılığımızla şehirleri mahvettik. Sadece mahvetmedik, medeniyetimizi; bizi biz kılan hüner, marifet, ölçü, estetik, irfan, ahlâk, fazilet ne varsa silip süpürdük.' diyen Şahsuvaroğlu, şöyle anlattı:

'Koronavirüs tehdidinin bütün evreni hayli şaşırttığı günlerde Karantina Uygulaması ötesinde bir şey yapamayan insanlık bu yeni tip salgının öyle birkaç günde hitama ermeyeceğini anlamış ve daha da telaşlanmıştı. Hemen her yanda “hadi artık aşı bulunsun!” feryadı duyuluyor, bu sinsî virüse karşı mücadele yolu bulma feveranı kol geziyordu. İnsanlığın ortalaması medya da bugünlerin geçeceğini ve eninde sonunda normale dönüp kucaklaşacağımızı zikredip durdu. “Bu, insanlara ümit aşılamak için başvurulması gereken bir yoldur” diyebilirsiniz ama sanki onun ötesinde bir önyargının tezahüründen başka bir şey değildi. Sanki haberlerde, hatta reklamlarda eski düzenin gelmesi gerektiği, şimdiki durumun bir ârıza olduğu kanaati pek yaygındı. Medyaya, “Megakent tamamen boş”, “ne hazin!” türünden yayınlar hâkimdi. Türkiye ‘Normal’e dönmek için can atıyor. Haberciler hatta reklamcılar habire öylesi yayın yaptılar, yapıyorlar. İnsanları tekrar kucaklaşır gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar. Bilmiyorlar ki, artık o eski ‘normal’ asla geri gelmeyecek.
Normal neydi pekâlâ?
Normale dönmek ne demekti? 
“KANUNİ ABDULHAMİT HAN”
“SULTAN FATİH VAHDETTİN”
“YAVUZ SULTAN OSMAN”
“FATİH SULTAN SÜLEYMAN”
Bunları Ankara’nın yaya üst geçitlerine isim olarak koysanız ve büyük tabelalarla o üst geçitlere assanız muhtemelen eski başkanın tekrar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olduğuna hükmedersiniz.
Bu kadar yıl başkentin kaderine hükmetmiş bir şahsın ‘Fatih Sultan Süleyman’ diye anons yapması belki cehaletine verilebilir, ancak İlber Ortaylı’nın mesajına ek mesaj olarak attığını düşünürseniz dinlediğini de anlamama gibi bir hükme ulaşmış olmanız icap eder.
Hadi diyelim, sonuçta bir belediye başkanı tarih bilmek zorunda değildir. 
Peki bilmediği o isimler, o değerler böyle hangi cesaretle kullanılıp iğdiş edilebilir?
Diyelim ki yapmış bir hata, o zaman o hatada ısrar etmesinin anlamı nedir?
Umursamadığı ölçü, değer, kavram, isim mesele ‘şehir emini’ olma iddiasına gelince de yapılan devasa yanlışları hatırlatıyor yeniden.
Bir beldeye, bir şehre şehir emini olacaklarda mutlaka bir ön sınav şart!
Ak parti bir ara yerel yönetimler komisyonu kurmuş ve adayları böylesi bir sınava tâbi tutmuştu. Demek ki sorulması gerekenleri sormamışlar. Yahut da sınav komisyonu da sorması gerekenler noktasında donanımlı değilmiş.
Komisyon evvelemirde adaya şunu sormalı (idi) bence:
Turgut Cansever’in ‘Kubbeyi Yere Koymamak’ kitabını okudunuz mu?
Tarihi doku nedir, mimarîmizdeki ahlakî, bediî tasavvur nasıl zuhur eder?
Campanella’nın ‘Güneş Ülkesi’ni, Mumford’un ‘Tarih Boyunca Kent’ini, Le Corbusier’in ‘Şark Seyahati’ni, Şehircilik ve Mimari ile ilgili kitaplarını okudunuz mu?
Üstadın belediye reisinin ‘ruh mimarisi’ni biliyor musunuz?
“Kör bir şoförün kullandığı bir otobüste bulunmak mı, bediî idrakten mahrum belediye reisinin yönettiği şehirde yaşamak mı daha tehlikelidir?” Sorusunu soran ve cevabını ikincisi olarak veren Türk şairi kimdir?
Liyakat ve ehliyet bürokraside tayin için birinci şarttır.
Belediye reisi seçerken usul ve yöntemin ne idüğü önemlidir ama ondan daha önemlisi temel vasıf noktasındaki yanılgıdır.
Gerçekte ‘en yakınlar en uzaktadır.’
Cemaat tecrübesi de Türkiye’nin tamamına bunu hatırlatmış olmalıdır.
Bir zamanlar kader birliği etmişçesine “uzayan kol bizden olmalı” lakırdısı, hele ‘bizden’ kavramının yozlaştırılması bizi nerelere sürükledi, başımıza ne belalar açtı.
‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ olarak değerlendirebilirsiniz bu çıkarsamamı…
Partizanlık, grupçuluk, yağdanlık kullanma beceresi olanları yakınında tutma saflığı, sadece ülkenin başına bin türlü gaile getirmiyor, o aldanışın merkezine de bin virüs bulaştırıyor. Belki nefsini tatmin ediyor ama ruhunu asla…
NORMAL sandığımız şeyler, cehaletimizdi. Cehaletimizdi, hadnaşinaslığımızdı, merhametsizliğimizdi, hırslarımızdı, tamahkârlığmızdı. Böylece doğaya uyumlu olmayan, habitatı bozan, israfın da ötesinde rüküş göz boyamacılığımızla şehirleri mahvettik. Sadece mahvetmedik, medeniyetimizi; bizi biz kılan hüner, marifet, ölçü, estetik, irfan, ahlâk, fazilet ne varsa silip süpürdük.
Virüs bile bizi kendimize getiremiyor ve biz o eski NORMAL’i pornografik bir gözle özlemeye, beklemeye devam ediyoruz. Malumdur ki, pornografinin asıl anlamı cinsellikle sınırlı olmayıp üslup, ifade etme ve iletim biçimi itibariyle muhatabında ‘hayal gücünün uyuşmasını ve içinin boşalmasını’ sağlayan ve tarihinden koparan şeydir: yayındır, reklamdır, propaganda konuşmasıdır, açılış törenidir, şa’şalı mitinglerdir, haberciliktir, yorumculuktur…
Partisini, Ecdâdını hatta İslâmî değerleri bile ulu orta savunduğunu sanma biçimi bile böyledir.  
Bana NORMAL beklentileri pek pornografik geliyor. Hayal gücünü uyuşturuyor, insan ufkunun içini boşaltıyor.'




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —