'Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gecenin kara örtüsü altında Rus askerlerinin ikişer üçer evlere dalmasını izleyen dehşet sahneleri öylesine korkunçtu ki, hiçbir rapor görevlisi olanları aktarmaya cesaret edemezdi…' Ünlü Rus edebiyatçısı Lev Tolstoy böyle söyler Çerkes soykırımı hakkında...
Ve bir Rus tarihçi Sulujiyen: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...” diyor,
Fransız Gazeteci A. Fonvill ise “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.” diye not düşüyor Çerkes soykırımını tarihe...
Çerkeslerin, 'sürgün' edilerek bir soykırımdan geçirilmesinin ve tarihin en eski dönemlerinden beri yaşadıkları anayurtları Kafkasya’dan koparılmasının ardından tam 156 yıl geçti...
Eşsiz bir dil ve kültür geliştiren Çerkesler yüzyıllarca süren onurlu bir direnişe rağmen, büyük devletlerin ve Çarlık Rusyası’nın kolonyalist politikaları ve stratejik hedefleri doğrultusunda soykırıma uğradı ve anayurtlarından sürgün edilerek ölüme gönderildi.
Savaş boyunca yurtlarını terk etmeye zorlanan Çerkesler savaşın bitimi ile birlikte insanlık tarihinin en büyük ve en dramatik sürgününe maruz kaldılar. Tarihi kayıtlara göre 1 buçuk milyona yakın Çerkes, Kuzey Kafkasya’daki yurtlarından sürülerek Osmanlı topraklarına deniz yoluyla gönderildi. Başka bir deyişle, Çerkes nüfusunun yüzde 70’i sürgün edildi. Bugün Türkiye topraklarında yaşayan Çerkeslerin nüfusu hala Kafkasya’da yaşayan soydaşlarının nüfusundan daha fazladır. Tüm baskılara, dağılmışlığa, acılara karşın Çerkesler varlıklarını ve kimliklerini koruyor, yaşatıyorlar. Bu nedenle 21 Mayıs'lar, Çerkes halkının yaşama direncinin ifadesidir. 21 Mayıs direniştir, başkaldırıdır, diriliştir.BEŞ YAŞINDAYDIM
Beş yaşındaydım, beş bahar yaşamıştım,
Karı eksilmeyen yüce dağların koyaklarında.
Ak başlı kartal yuvalarında palazlanırdı,
Beyaz kalpaklı, siyah çerkeskalı Abrekler.
Gökte çarpışan gümüş kabzalı kamaların
Kıvılcımları yağardı parlayan gözlerime.
Hayallerim vardı gelecek günlerimden avans.
Hani, düşecekti dişlerim, sevimli olacaktım
Sonra saçlarım örülecekti temmuz güneşinde.
İnce belli, beyaz gerdanlı bir sülün olacaktım
Ve sevdiklerimin yüreğine usulca süzülecektim
Bitimsiz sevdaların akordeonları eşliğinde.
Thamate meclislerinden övgüler duyacaktım,
Sabır taşı dedemin sakallarını okşayacaktım.
Şömine önünde, köz başında güngörmüşlerden
Arkası yarın ocak başı masallar dinleyecektim.
Sevilecektim, övülecektim ve şımaracaktım.
Düğün evlerinin sulanmış toprak avlularında
Özgürce koşacaktım elimde kurabiyelerle.
Toprak damlarda annemin eteğine tutunarak
Kayan bembeyaz asil kuğuları izleyecektim.
Ve ak gerdanlı, nazlı asil bir kuğu olacaktım
Ahhh! Bitimsiz hayallerim, isimsiz çocukluğum…
Islanacaktı biteviye yağmurlarında saçlarım.
Yağmurların ki yanağımdan usul usul süzülür,
Gözyaşı olur, vedayla damlardı hüzünlü bağrına.
Rüzgarın savururdu saçlarımı özgür ufuklara.
Pul pul parlardı, göz alırdı güneşi üşüten karın.
Avlumdun, evimdin, ekmeğimdin, suyumdun.
Ruhumdun, umudumdun ve ezeli yurdumdun
Beş yaşındaydım, beş bahar yaşamıştım.
Lakin bu bahar kan sıçramıştı, mayısın al yanağına.
Elbruz’un kuban’ın Nart’ların şah damarından
Şebnemler gözyaşı devşirirdi Kafkas ağıtlarından,
Eğilmiş, zamanı kolluyor baykuşlar saçaklardan.
Köz başında çok acıklı ağıtlar dinlerdim yaşanmış,
İç çekerek anlatırdı ninem iç sızısını, hüzünlerini,
Zalim Zass’ın malum utanç kör mızrakları ucunda,
Kanlı sakallar uçuşurdu rüzgarda, o tepe başında.
Suskun dedemin gözlerinden iki damla yaş düşerdi,
Düşen iki damla yaş ben olur düşerdim boşluğa…
Yalazlar korkunç resimler çizerdi ürkek yüzümde
Yorgun gözlerimde kaybolunca alevlerin kızıl gölgesi
Vebalı düşlerimi acımasız umacılar basardı zamansız.
Beş yaşındaydım beş bahar yaşamıştım
Korkunç hışırdardı karanlık ormanların zifiri yaprakları,
Huysuz at kişnemeleri sarardı derinden uzak vadileri
Ve zincir, üzengi, nal sesleri yankılanırdı kulaklarımda
Sonra amansız ağıtlar kaplardı o mehtapsız gökleri
Simsiyah atlılar eğilirdi zifiri yaprakların altından
Zincirleri, üzengileri, gümüşleri parlardı karanlıkta.
Beş yaşındaydım beş bahar yaşamıştım.
Yampiri yamyamların nefti gölgesi düşerdi köyüme
Destursuz dalardı isterik cellatlar serçe yüreğime
Gövdemden büyük tekmeler daraltırdı nefesimi,
Sızlatırdı kanlı parmakları incecik kaburgalarımı.
Ellerinde bilenmiş kinler, keskin ve çelik aletler…
Acımasızca yürek, böbrek, ciğer söker gibi
Yuvamdan, topraktan, kucaktan söküyorlardı
Sevimliydim ama yüzüme bile bakmıyorlardı.
Beş yaşındaydım beş bahar yaşamıştım
Dipçiklerle süngülerle vurdular ölüm kıyısına
Donmuş bebekleri kucağından bırakmayan anneler
Ölmüş annesinin göğsünde süt arayan bebekler
Kefenlerden metelik damıtan, tamahkar gemiciler…
Et tırnaktan ayrılıyor, yürek kafesten sökülüyordu
Ağlaşıyordu çaresizce kıyıda dolunay yeminlileri…
Ve üşüyordum! Düşüyordum ölüm gemisinden.
Azgın dalgalar üstüme köpükten bir kefen geriyordu
Can bu! Tek gözüm eğreti kalıyordu suyun üstünde
Son kez görüyordum balıklara yem atan gemicileri
Ve karışıyordu annemin simsiyah saçları dalgalara
Düşüyordu denize, babamın kıyamet ve soğuk yüzü
Ardından çığlıklar, yüzen kalpaklar, şişmiş cesetler…
Beş yaşındaydım beş bahar yaşamıştım
Bir buçuk asırdır kulaç atıyorum yitiklerime
Hıçkırık rüzgar eser Elbruz’dan kesik kesik
Ağlamaklı bir hüzün yayılır mızıka körüklerinden
Ben ağlarım, ardı sıra yaslı karanfiller ağlar
Asil Kafkas kuğuları daha ağır kayar yokluğa
Şimşekler çakar, Çakır’ların kurşun gözlerinde
Ve ben bir buçuk asırdır onları izlerim ümitle
Yetmez meşaleler yakmanız, dualarla anmanız
Yahut kıyılarda kırmızı karanfillerle ağlamanız
Yaslı bedeninizle sarılın yetim, yitik ruhumuza,
Çifte su verin çelikten destansı onurumuza
Sözüm olsun ağlamayacağım körpecik bedenime
Üzülmeyeceğim gamzelerime, yetmemiş ömrüme
Kurduğum ve kavuşamadığım yitik hayallerime…
Korkmayacağım ressam Ayvazovski’nin puslu,
Fırtınalı, alaboralı hırçın bensiz denizlerinden.
Bir buçuk asırdır uykusuzum, acıyor gözlerim
Uğulduyor kulaklarım, binlerce vurgun yedim
Yoruldum artık uyumak istiyorum, ser yamçını
Al, Elbruz’un yaslı yamacına, usulca yatır beni
Sende yaşamak istiyorum, boğulan çocukluğumu...
Olaylar nasıl başladı?
1864’te Kafkasları ele geçirmek için bir dizi saldırılar düzenleyen dönemin Çarlık Rusya’sı Çerkesler ve Çeçenler tarafından gerçekleştirilen bir direnişle karşılaşmış ve ardından gelen büyük karşı saldırılar sonucunda yöre halkını zorla göç ettirmiştir. Bu ırkçı yaklaşım nedeniyle göç etmek zorunda kalan milyonlarca insan yolda açlıktan ve hava şartlarından dolayı yaşamını kaybetmiştir. 1 milyon insan da Osmanlı topraklarına göçe zorlanmıştır.
Çerkes Soykırımı (Doğu Çerkesçesi Адыгэм я лъэпкъгъэкIуэд), Çerkes Sürgünü ya da Çerkes Muhacirliği (Rusça Черкесское мухаджирство, Çerkesskoye muhacirstvo), 19. yüzyılda, özellikle 1864 yılında yoğunlaşmak ve başta Adığeler ve Abhazlar olmak üzere, Kuzey Kafkasya halklarının katli ve Osmanlı topraklarına yönelik zorunlu göçleri. Bu olay sonunda bir milyonun üzerinde bir nüfus Osmanlı topraklarına yerleşmiştir. Abhazya'da 31 Mayıs günü, bu sürgünü anma amacıyla ulusal yas günü ilan edilmiştir.
1864 yılındaki Çerkes Sürgününden 65 yıl sonra, 1929 baharında Adigey'e bilimsel çalışma üzerine giden Gürcü tarihçi Simon Canaşia’ya Şapsığların bölgesi Cubga’da karşılaştığı 91 yaşında bir ihtiyar o günleri şöyle anlatmıştır:
“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem” (Çerkes Sürgününe tanıklık eden yaşlı bir Çerkes)
Sürgünün tarihçesi ve siyasal nedenleri
Osmanlı'ya yönelik Çerkes göçleri, küçük gruplar halinde 19. yüzyılın ilk yarısında küçük çaplı yapılmıştı. Örneğin 12 Haziran 1828'de Anapa'nın Rusların eline geçmesi üzerine, kentteki Adıgelerin bir bölümü de Osmanlı'ya göçe zorlanmıştı.
Göçlerin temel nedeni ise, Rusya İmparatorluğu'nun emperyalist politikasıdır. Bütün sorumluluk Rus hükümetine aittir. Kırım Savaşı, Rus İmparatorluğu açısından Çerkesya'nın stratejik önemini somut bir biçimde ortaya koymuştu. Büyük Rus birlikleri, Adıgelen'ler ile İmam Şamil kuvvetlerine duyulan kaygılar nedeniyle, İngiliz ve Fransızlarla savaşmak üzere, Kırım'daki cepheye sürülememiştir. Bu da Karadeniz yoluyla Türk ve Batı dünyasına açık bir kıyı ülkesi olan Çerkesya'nın stratejik önemini ortaya çıkarmıştı.
Burada yıllardan beri Rusları uğraştıran, inatçı, Rus egemenlik alanı içinde bağımsız bir ada oluşturan, kültürlü ve Müslüman olan bir nüfus bulunuyordu. Fırsat bulduklarında Adıgeler, deniz yoluyla batıdan yardım alabilecek ve hızla kalkınabilecek bir konuma ve toplumsal yapıya sahiptiler.
Adıge tarımı ve hayvancılığı da, çağına göre çok ileri durumdaydı.
Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenen yayılmacı Rus İmparatorluğu kendi politik çıkarları açısından, bütün bir Rusya'daki Müslüman nüfus yanında, özellikle Batılı ülkelere açık olan, yani Karadeniz kıyısında ya da yakınında yaşayan Müslüman toplulukları (Adigeler, Abhazlar, Nogaylar ve Kırım Tatarları vb.) gerekirse yok etmek ya da iyice etkisizleştirmek istiyordu. Bunlar Rus makamlarınca görüşülen ve üzerinde durulan konular idiler.
Bu amaçla, yani Kuzey Kafkasya halklarının Osmanlı'ya göç ettirilmesi programına geçerlik ve ivedilik kazandırmak için, General Mihail Tarieloviç Loris-Melikov 1860'ta İstanbul'a gönderildi. Amaç, Kuzey Kafkasya Müslüman nüfusunun Osmanlı Devleti'ne transferinin Rusya açısından yaşamsal bir önem taşıdığını İstanbul'daki Rus büyükelçisine kavratmak idi.
Bu doğrultudaki Rus diplomatik girişimleri sonucu Osmanlı Devleti, Rusya'dan, özellikle Kuzey Kafkasya'dan gelecek bir Müslüman nüfusu kabul etmeyi ilke olarak benimsedi ve karşılıklı göç komisyonları devreye sokuldu; ilk aşamada, yani 1860-1861 yıllarında on bin Kabartay ve buna ek bir Müslüman Oset nüfusunun Osmanlı topraklarına göç ettirilmesiyle işe başlandı. Kabartay ve Osetleri göçe zorlamak için derebeylerinin ve köylülerin topraklarına el konuluyor, küçük köyler kaldırılıp daha büyük köylerde birleşmeye zorlanıyordu. Ruslar, göçü teşvik için bazı ajan ve derebeylerine gizlice para da veriyordu. Kabartayların öncülüğünde başlatılmış olan bu göç olayına, daha sonraları İstambulak'o (İstanbul'a Göç; İstanbul Yolculuğu) adı verilmiştir. Kabartay ve Müslüman Oset göçlerinin başlatılmasının bir başka nedeni de, daha batıdaki Adıge nüfusuna yönenlik 'etnik temizlik' ve 'dış sürgün' ya da 'deportasyon' olayını gizleme ve olası tepkileri geçiştirme kaygısıydı. Irkçı ve yayılmacı Rus yönetimi, insanlığa karşı bir suç işlemekte olduğunun elbette bilinci içindeydi.
Daha sonra 22 bin Çeçen ve onlarla birlikte, yine bazı Müslüman Osetler de Türkiye'ye gönderildiler. Bu tür yöresel, kısmi ve etnik coğrafyayı kökten yok etmeyen göçler, aralıklarla 20. yüzyıl başlarına değin sürdü. Bu tür göçlere, Dağıstan halkları, Abhazlar, Karaçaylar vb. de katıldılar.
Adıgelerin Sürgün Edilmesi
1860 yılı başlarında, Rus egemenlik alanı içinde, ele geçirilememiş bir ada biçiminde ve çözümlenmemiş bir sorun olarak, sadece Adıge ya da Çerkes sorunu bulunuyordu. Dış kışkırtmalarla da alevlendirilen ve yüreklendirilen bir Çerkes direnişi vardı. Ruslar bir türlü Çerkesya'ya söz geçiremiyor ve boyun eğdiremiyordu. Özellikle Karadeniz kıyısı boyunca ve doğuda Byelaya (Şhaguaşe) Irmağına değin yayılmış olan demokratik Çerkes (Abzehler, Natuhaylar, Şapsığlar, Hakuçlar, Ubıhlar, Aibga, Ahçipsov, Ciget ve Pshu) toplulukları başkalarına boyun eğmeye alışık değildiler ve özgür yaşamlarını sürdürmek istiyorlardı. Yarı feodal Adıge toplulukları (Bjeduğ, K'emguy, Mahoş, Yegerukay, Kuban Kabartay, Besleney, vd) ise, 1859'da Ruslara boyun eğmişlerdi. Ruslar batıya doğru ilerleyerek Şhaguaşe (Byelaya ya da Belaya) Irmağına ulaşmış, Adıgeleri dar bir dağlık alana sıkıştırmış, verimli tarım topraklarının hemen hemen tamamını ele geçirmiş ve yaşamsal önemdeki ekonomik kaynaklarını da yok etmiş bulunuyorlardı.
Rus tarafında sorunun çözümü konusunda öteden beri iki farklı görüş vardı: Çerkesleri topraklarından sürerek yok etmek; Çerkeslerin dostluğunu kazanarak sorunu zaman içinde barışçı yollarla çözmek. Sürgün tezini, ilk kez, 1857'de, Rus Kafkasya Ordusu Kurmay Başkanı General Milyutin öne sürdü, Adıgelere boyun eğdirmek için, Adıgelerin en az bir bölümünün kuzeydeki Don Havzasıyöresine sürülmesini önerdi, ama Rusya'daki diğer Müslümanların da tepkisini çekebileceği ve yeni sorunlara yol açabileceği kaygısıyla öneri sakıncalı bulundu.
Karşıt görüş olarak, General Filipson, Karadeniz kıyısındaki Çerkeslerin Osmanlı ile ticaretlerinin serbest bırakılması halinde sorunun barışçıl yollarla da çözümlenebileceğini savundu. Ama 1861'de Rusya'da demokratik reformlar çerçevesinde toprak köleliğinin (serflik) kaldırılmasıyla, büyük bir toprak isteği belirmişti. Karadeniz kıyısında yaşayan Ubıh ve Cigetler (Abazin) ile içerideki Abadzeh topluluklarının Osmanlı ile erkek, özellikle haremler için kadın ihracına dayanan önemli bir köle ticareti vardı. Ubıhların bir bölümü köleleri ve köle ticareti nedeniyle zengindi, bu nedenle zengin kişiler olan Ubıhlar, yoksul kişiler olan Abadzeh, Ciget (Abazin) ve Abhazlar gibi kendi kölelerini değil, özellikle Abadzeh bölgesi köle tüccarlarından temin ettikleri köleleri, özellikle güzel köle kızlarını Osmanlı haremleri için Türk köle tüccarlarına satıyor, bu işten büyük paralar kazanıyorlardı. Ubıh zenginlerin etkisindeki Adıgelerin kıyıdaki konumlarını yitirmelerini kabul etmeyeceklerini, ayrıca 1861'de özgürlüğüne kavuşan eski Rus toprak kölelerinin (mujik) toprak gereksinimlerini de dikkate alan Kafkasya Ordusu Komutanı General Prens Baryatinski, Milyutin'in raporunu daha köktenci bir anlayışla ele alıp geliştirdi ve Çerkeslerin toplu olarak Osmanlı topraklarına gönderilmesini, Adıgelerden boşalacak yerlere de Rus mujiklerin ve Kazakların yerleştirilmesini Çar'a önerdi. İyi bir planlama yapılması halinde, sürgünün fazla bir sorun yaratmayacağı da öneride belirtiliyordu. Öneri, 1861'de bir devlet politikası olarak Rus hükumetince benimsendi. Tam bu sıralarda belirleyici bir nitelikte, 1855'te Çerkes köle ticaretini yasaklamış olan Osmanlı Devleti de, 'Çerkes kölelerin kötü durumda olmadıkları' gerekçesiyle Çerkes köle ticaretini yeniden serbest bıraktı (Doç.Dr.İsmail Parlatır,Tanzimat Edebiyatında Köleleik,Ankara,1987,s.18-19). Bu da kuşkusuz Çerkes köle sahiplerinin bekleyebileceği sevindirici bir karardı. Adıge sürgününde köle sahipliğinin de önemli bir payı vardır.
Adıgeler Rus hükumetinin niyetini az çok kavramakta gecikmediler. Büyük bir felaketi önlemek için uzlaşma yolları aramaya başladılar. Bir yandan da, gerekirse sonuna değin direnmek amacıyla, Haziran 1861'de Abadzeh, Şapsığ ve Ubıh bölgeleri birleşti. Soçi (Saçe/Шъачэ) yakınlarında bir Çerkes Ulusal Meclisi ile bu meclise dayalı ve 15 üyeli bir Meclis Yönetimi oluşturuldu. Yeni yönetim, sığınmacılarla birlikte bir milyonun üzerinde bir nüfusu temsil ediyordu.
Eylül 1861'de Çerkes temsilciler, Maykop yakınlarındaki Hamketi (Хьамк1эт1ый) istihkamını ziyaret eden Çar II.Aleksandr ile görüştüler ve yerlerinden sürülmemeleri koşulu kabul edildiğinde uzlaşmak istediklerini belirttiler.Özellikle Ubıhlar bu isteği vurguladılar ve Çar'a yazılı olarak koşullarını sundular.Ama Adıgeleri sürmekte kararlı olan ve hiçbir ödüne yanaşmayan Çar,Çerkes temsilcilere: 'Ya Türkiye'ye göç edin ya da Kuban Irmağı boylarında gösterilecek olan yerlere yerleşin, kararınızı da bir ay içinde General Kont Yevdokimov'a bildirin' dedi. 1 milyonu aşkın bir nüfusun binlerce yıldan beri yaşadıkları kıyı bölgesinden kaldırılıp Rus askerleri ile Kazak milisleri denetimindeki sıtma yatağı bir bataklık, bir ölüm tarlası olan Kuban Irmağı boylarına yerleştirilmesi önerisi, makul bir öneri olamazdı, sadece 'yasak savma' kabilinden bir alternatif olabilirdi. Bölgeye daha yakın bir alanda yaşayan bazı Abadzehler, Çar'ın toprak takası önerisini kabul etme eğilimi gösterdiler, ama kıyıda yaşayan Şapsığlar, özellikle direnişi hararetle savunan Ubıhlar öneriyi ve Çar'ın diğer koşullarını (Tutsak askerlerin, sığınmacılar ile asker kaçaklarının koşulsuz teslimi,vb) kabul etmediler. Ubıh zenginler çalışmaz, nüfusun dörtte birini oluşturan kölelerinin sırtından geçinirlerdi. Rusya'nın 1861'de köleliği kaldırmış olması, Osmanlının da 1855'te yasaklamış olduğu Çerkes köle ticaretini, bir taktik olarak 1860'larda yeniden serbest bırakmış olması, bir Ubıh-Rus uzlaşmasını da olanaksız kılıyordu. Ubıhlar komşuları Abazalar (Abazin) üzerinde etkili oldukları gibi,Şapsığ ve Abadzehleri de birlikte savaşa yönlendiriyorlardı .
(bk. L.İ.Lavrov,Vubıkhlar Hakkında Etnografik Bir Araştırma,Kafkasya Gerçeği Dergisi,Samsun,1992,sayı 8,s.46-59;Doç. Dr. İsmail Parlatır,Tanzimat Edebiyatında Kölelik,Ankara,1987,s.18-19;V.T.Polovinkina,Çerkesya,Gönül Yaram,Ankara,2007,s.252-253).
Rus tarafının, yani Çar II. Aleksandr'ın katı tutumu sonucu bir uzlaşma sağlanamadı. Rus hükûmeti 10 Mayıs 1862 tarihli, 'Çerkeslerin Rusya dışına göç etmelerine izin veren' bir karar çıkardı. Ruslar 1856 Paris Antlaşması nedeniyle donanma bulunduramadıkları Karadeniz kıyısından çıkartma yapamıyorlardı. Bu nedenle Adıgeleri karadan müstahkem hatlarla çember içine aldılar ve çemberi kıyıya doğru daraltmaya başladılar. Rusların bu iş için 300 bini bulan büyük bir askeri gücü görevlendirdikleri bilinmektedir. 1862'de, karların erimesiyle birlikte, Rus birlikleri harekete geçtiler, direnenleri öldürmeye, köyleri ateşe vermeye,boşaltılan yerlere Kazak stanitsaları (müstahkem köy) yerleştirmeye başladılar. Bir yıldan fazla süren sert ve kahramanca bir direnişten sonra, Ruslar, Temmuz 1863'te Abadzehleri, Ekim ayında da Şapsığları ateşkes istemek zorunda bıraktılar. Abadzehlerin bir bölümü Kuban boylarına yerleşmeye, bir bölümü de Osmanlı'ya göç etmeye başladı. Rus askeri hatlarından uzakta bulunan Ubıhlar ise, Kırım Savaşı gibi bir Rus-Avrupa savaşı olacağını düşünerek,zaman kazanmayı ve beklemeyi yeğlediler. Ateşkes antlaşmasına göre, Şapsığlara kış koşulları ve her hâlde Osmanlıların da istemeleri nedeniyle, 6 Mart 1864 günü akşamına değin yerlerinde kalma süresi verildi. Bu arada Adıgelere yönelik genel Rus askeri harekatı da, 6 Mart 1864 günü akşamına değin olmak üzere, geçici olarak durduruldu.
Rus askeri birlikleri 1864 yılı Şubat ayı sonlarında,yani karların erimesiyle birlikte harekete geçtiler.Ateşkes imzaladığı için artık direnmeyen Şapsığ toprakları üzerinden yürüyerek, Mart 1864'te henüz boyun eğmemiş olan Ubıh bölgesine ulaştılar. Ruslar, Ubıhlardan gelen anlaşma ya da uzlaşma isteklerini, zaman kazanma taktiği de sayarak reddettiler.19 Mart 1864'te Ubıhlar bir direniş denemesinde bulunduktan sonra dağıldılar ve 24 Mart 1864'te ateşkesi kabul ettiler. Ertesi gün, yani 25 Mart 1864'te Ubıh bölgesinin merkezi durumundaki eski Navaginsk Kalesi de (Soçi), savaşsız Rusların eline geçti.
Ruslar, daha güneydeki dağlık kesimlerde yaşayan küçük Abaza (Abazin) topluluklarının barındıkları Aibga, Ahçipsov, Ciget ve Pshu yörelerini,yani şimdiki Gagrayöresini, Nisan ve Mayıs aylarında kontrol altına almayı,direnen Aibga topluluğuna 12 Mayıs 1864'te boyun eğdirmeyi başardılar; bu küçük toplulukları da,istavroz çıkarıp Hristiyan olmayı kabul edenler dışında,bütün Çerkesleri göç ettirdiler ve işgal edilen bütün bu Çerkes topraklarını 'Kuban Ordusu Yönetimine' verdiler.
Halk anlatımına göre, istavroz çıkaranlar 'Sen kalabilirsin' denilerek sürgün dışı tutuldular, diğerleri askerler taraından süngü de kullanılarak gemilere bindirildiler. Ama Şapsığ ve Ubıhların komşusu olup 1864'te Ruslara boyun eğmeyen ve dağlarda yaşayan Adıge Hak'uç topluluğu direnişini,yer yer 1870'li yıllara,tükeninceye değin sürdürdü (T.V.Polovinkina,Çerkesya,Gönül Yaram,Ankara 2007,s.281-285).Sonuç olarak bazı Çerkes toplulukları Kuzey-Batı Kafkasya coğrafyasından tamamen silindiler: Ubıhlar (Yaklaşık 100 binden 1880'de 80'e düştüler), Cigetler, Aibga, Ahçipsov ve Pshular (hepsi 17 bin kadardılar,silindiler). Bazıları da tükenme noktasına geldiler ya da iyice azaldılar: Abadzehler (Абдзах;1864'te 260 binden 1880'de 14.660'a ), Natuhaylar (240 binden 175'e), Şapsığlar (300 binden 4.983'e), Hak'uçlar 83'e,doğuda Kuban ve Laba ırmakları boylarında yaşayan yarı feodal topluluklar olan K'emguylar 80 binden 3.140'a, Bjeduğlar 60 binden 15.263'e düştüler, vb.
Çerkesya'dan Sürülenlerin Sayısı
Rus kaynaklarına göre, 1863-64 yılları süresince 418 bin kişi Osmanmı'ya 'göç' etmiştir. 1858-65 yılları arasında göç edenlerin toplam sayısı da 493 bindir. Bu bağlamda 45.023 Natuhay, 27.337 Abadzeh, 165.626 Şapsığ, 74.567 Ubıh, 11.873 Ciget, 10.500 Bjeduğ, 30 bin Abaza (Abazin), 4 bin Besleney, 15 bin K'emguy, Mahoş, Yegerukay, 30.650 Nogay, 17 bin Kabartay ve 23.193 ÇeçenAnadolu'ya yerleşmiştir. 1864 öncesinde tamamı 25 bin ile 100 bin arasında tahmin edilen Ubıhların,göçe katılım sayısının 74 bin 567 olarak verilmesi, Ubıh limanlarından Osmanlı'ya gönderilenlerin sayısının 100 bin dolayında olduğu kanısını güçlendirmektedir.Ancak belirtilen bütün bu sayılar,Ruslarca kayıt altına alınmış ve büyük bir olasılıkla düşük tutulmuş olan tek bir tarafın görüşünü yansıtan sayılardır.
İngiliz savaş tarihçisi W.E.D.Allen'e göre, o zamanki Osmanlı topraklarına yerleştirilmiş olan Çerkeslerin (Adıge) sayısı 600 binden fazladır. Amerikalı Justin McCarthy, sürülen Çerkes ve diğer Kafkas topluluklarının sayısının 1 milyon 200 bin dolayında olabileceğini, bunun ancak 800 bin kadarının hayatta kalabildiğini belirtiyor. Sağ kalan nüfusun 600 bini 1856-64 arasında, 200 bini de 1864 sonrasında göç etmiştir.
Şu durumda Allen ve McCarthy'nin 1864'te Türkiye'ye yerleşebilen nüfusa ilişkin tahminleri uyuşmaktadır. General İsmail Berkok'a göre ise, sayı 1 milyon kadardır. Bütün bunlar, kuşkusuz tahmini sayılardır. Sayıyı daha az ya da daha çok olarak gösteren kaynaklar da vardır. Ancak, Adıge-Çerkes kaynakları, genellikle 1 buçuk milyon sayısı üzerinde birleşmektedirler.
Sürgüne katılan nüfusun en az dörtte birinin yolculuk, kamp yaşamı ve yeni yerleşim yeri sırasında öldüğü kabul edilmektedir. Rusların doğrudan öldürdüğü Adıge sayısı ise 500 binden fazla olarak tahmin edilmektedir.
W.E.D.Allen'e göre, 1864 Çerkes sürgünü sırasında birkaç bin Abhaz da, Abhazya'dan bir 'kaçış' biçiminde ayrılıp Osmanlı'ya sığınmıştır.
Sürgün olayının bindirme limanları kuzeyden güneye Taman, Anapa, Novorossiysk, Gelencik, Tuapse, Soçi, Kosta, Adler, Gagra, Sohum, gibi Karadeniz limanlarıdır. Çerkesya'yı boşaltma işi 1864 yılı Haziran ayı ortalarında tamamlanmış, kuzeyde Kuban Irmağı ağzından güneyde Bzıb (Psıbe) Irmağı ağzına (şimdi Abhazya'da) değin uzanan Karadeniz kıyıları ile hinterlandında tek bir Çerkes bile bırakılmamış, ülke ıssız ve korkulası bir cangıla dönüştürülmüş, bütün Çerkes yerleşim birimleri istisnasız ateşe verilip yakılmış,tarlalar atlara çiğnetilmiş ve meyve ağaçları bile askerlerce bir bir kesilmiştir.Amaç,olası bir Adıge dönüşüne fırsat ya da dağlarda direnenlere,yani Hak'uçlara (Хьак1уцу),vb yararlanacakları hiçbir şey bırakmamak idi.
Orta Kuban ve Orta Laba ırmakları solundaki bataklık ovalara yerleştirilenlerle birlikte,bu yerlerde toplanmış olarak,geride sadece 80 bin kadar bir Adıge nüfusu kalmıştır[24].Bu 80 bin sayısı Adıge tarihçisi Samir Hatko'ya (Хьаткъо Самир) göre ertesi yıl,1865'de 51 bine düşmüştü.
kaynak: vikipedia-tarihiolaylar-nart dergisi
haber: enpolitik/ Melek S. Tunç