Ali Rıza Malkoç: Şair, düşünür ve yazar olmak için ‘azim, odaklanma ve sabır’ gerekir…

Ali Rıza Malkoç: Şair, düşünür ve yazar olmak için ‘azim, odaklanma ve sabır’ gerekir…

 

Sitemiz Enpolitik yazarı, iletişim Dr., İTÜ TMDK Sanatçı Öğr.Üyesi Göktan Ay’ın, şair, yazar, düşünür, redaktör Sayın Ali Rıza Malkoç ile yaptığı  “şiir, edebiyat, sanat, düşünce, eğitim,” konulu söyleşiyi yayımlıyoruz…

AY: Nasılsınız? Pandemi (salgın)  günlerinde neler yapıyorsunuz?

MALKOÇ: Çok teşekkür ederim, umarım sizler de iyisinizdir. Evet pandemi, olağanüstü bir durum. Her bireyin ve devletin, afet ve kriz dönemlerinde A, B, C planı olmalıdır. Fakat dünyayı esir alan bu küresel belayı kimse öngörmemişti. Her toplum hazırlıksız yakalandı. Demek ki bir de D planı gerekiyormuş.

“İhtimal, tedbir, önlem ve sistem” benim yaşam tarzımdır. Bu durum; hem sosyal, hem de teknik karakterli olmaktan kaynaklanıyor… Kitaplarımda, sağlıklı ve organize toplum bölümlerinde bunları gözlemleyebilirsiniz. “Ekmek tarifi” , “yiyecek tarifleri” , “seyahat çantasında ve araçta bulunması gerekenler” yazılarımı kitaplarıma ekleyince, “ hocam bunlar da nedir?, nerede gerekecek?” diyenler de oluyordu. Geçende bir okurum aradı; “Haklıymışsınız, pandemi de evdeyiz ve ekmek tarifiniz işe yaradı, keşke acil ihtiyaç listesini de bulundursaydık” diye bilgilendirme yaptı.

Ben evde yaşamaya alışkınım. Pandemi öncesinde de, hafta 2-3 gün kısa süreliğine dışarı çıkıyordum. Kargo, kitap, alışveriş, dost buluşması ve diğer zorunlu ihtiyaçlar için. Yani zorunlu inzivaya alışkındım. İki yıl içerisinde, toplamı 2132 sayfayı bulan, sekiz kitap yayınladım. Bu zor ve keyifli bir süreçti. Tabi ki bunun hazırlık süreci çok eskilere dayanıyor. İki cilt olarak yayınladığım ve baskısı tükenen  “Türküler Bizi Söyler” adlı kitaplarımı da güncelleyeceğim. Dokuzuncu kitap olarak, “toplumsal ve düşünsel bir roman” yazmaktayım. Pandemi günlerinde daha çok ona odaklandım. Şu anda güzel gidiyor. Roman karakterlerini, zihninizde canlandırıp yazıya dökmek, insana ayrı bir mutluluk, huzur veriyor. “Ne zaman biter, yayıncı hemen bulabilir miyiz” bilemiyorum. Bana düşen toplumsal ve insani sorumluluk, gönüllere derman aramak, yangına su taşımak. Bu arada okuma sırası bekleyen kitaplarım vardı. Onları, daha hızlı okuma imkânım oldu.

Pandemi günleri umarım bir an önce biter. Bireysel ve toplumsal olarak bundan çok büyük bir ders çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum.

 

AY: Sizin için ‘Yaşayan halk şairi’ derler. Yaşayan halk şairi ne demek?

MALKOÇ: Çocukluğumda, sabah okula gitmeden önce radyodan türküler dinlerdik. Bir de komşumuza yardım etmek için tütün dizmeye giderdik. Neşe olsun diye ortamda ya bir plak sesi vardı, ya da teyp kaseti. Her dönemimizde türkülerle iç içe oldum. Bursa’da yaşadığım dönemlerde, aşıklar kahvelerini mesken tutmuştum. Bu bende başka bir çırayı tutuşturdu. Hece şiiri doğdu gönlüme.

Zaten Karadeniz insanı olan merhum annem, evde sürekli “atma türkü, maniler” söylerdi. Oradan da şiirlere kulak dolgunluğum vardı. Hece şiirini geliştirmemde, yol ve yöntem arkadaşım, Almanya’da Yaşayan Sivaslı Ozan Sentezi’nin büyük katkısı vardır. İşi kavrayınca, “artık yalnız yürüyebilirsin” demişti bana.

“Yaşayan halk şairi” tanımlaması, hakkımda makale yazan, akademisyen “İsa Sarı” Bey’e aittir. Neyi vurgulamak için bu tanımlamayı yaptı, en iyi kendisi bilir. Fakat şunu söyleyebilirim; söylediğini, yaşama çabasında olan bir toplum bireyi diye yorumlamak daha makul ve mantıklı olur. Bir de genelde bilimsel, edebi makale ve tezler; dünyadan göçen şair, ozan, sanatçılar için yazılıyor. Dünyadan göçmeden, canlı canlı röportaj yapılan şair ve düşünürler arasına bizi de kattıklarından mutluyum. Maksadımız, mesajların daha geniş kitlelere ulaşmasıdır.

Sosyal medya ve görsel medya, bilimsel makaleler de bunun en güzel taşıyıcıları oluyor.

AY: Gelenekselliği ağır basan şiirlerinize ilişkin üniversitelerde lisans bitirme tezi ve   yüksek lisans  tezlerine konu olmuş bilgi verebilir misiniz?

Araştırma makalesi yazanlar da oldu, bitirme tezi yazanlar da. Gazi Üniversitesi’nde, Ahmet Demircan Bey, kapsamlı bir Yüksek Lisans tezi hazırladı. YÖK tez sitesi, Gazi Üniversitesi sitesi ve toplukatalog.gov.tr adresinden bu çalışmaya ulaşabilirsiniz. Ayrıca; KTÜ, Selçuk, Fatih Üniversitelerinden de lisans bitirme tezi yazan öğrenciler oldu. Gerekiyorsa, arşivimden bulup gönderebilirim.

AY: Üniversiteler Edebiyat Fakülteleri’nin bu alanda yeterli eğitim verdiğine inanıyor musunuz? İnanmıyorsanız, neleri eksik buluyorsunuz?

MALKOÇ: Bu soru karşısında hemen bir anımı hatırladım. Şair Kuddusi’ye hayranım. Urfalılar birkaç şiirini türkü formunda bestelemişler. Hayatını merak ettim. Hiçbir kaynak bulamadım.

Sonunda Akçay yayınlarından, Prof. Dr. Ahmet Doğan Bey’e ait, büyük boy 781 sayfalık “Kuddusi Divanı” adlı eserini buldum. Okudum inceledim fakat Şairin hayatı konusunda bir bilgi edinemedim.

Hocanın iletişim bilgilerini edinerek kendisine ulaştım.

“Türküler Bizi Söyler adlı bir kitap yazmaktayım, Şair Kuddusi’nin yaşam öyküsünü de kitabıma eklemek istiyorum, fakat kitabınızda bulamadım” deyince. Hocanın ilk sorusu şu oldu:

“Ne ile meşgulsünüz?” “Bursa’da bilişim şirketim olduğunu, internet, yazılım, tasarım, barındırma, iletişim projeleri konusunda teknik hizmetler sunduğumu” iletince, hocamızın ilgi ve merakı daha da arttı.  Kitabı alıp okuyan az olduğu gibi, edebiyat ve akademi dünyasının pek ilgisini çekmemişti.

Aradan 18 yıl geçti umarım şimdi öyle değildir. Teknik işlerle uğraşıp da Kuddusi Divanı’nın alıp okuyan bir şiir ve edebiyat dostunu karşısında görünce şaşırmıştı hocamız.

Ve Şair Kuddusi’nin yaşam öyküsünü sonradan edindiğini bildirdi, Bana da sanırım faks ile göndermişti. Ve ben de kitabıma eklemiştim.

Yani diyeceğim o ki, eğitim için; coğrafik zemin, kültürel taban, kadro ve teknik imkanlar elbette önemli. Başka bir örnek vereyim. Ülkemizde sanırım 81 Hukuk Fakültesi var. Hukukun temeli; Genel hukuk, Ceza Hukuku, Anayasa Hukuku ve Hukuk Felsefesi ve sosyolojisidir. 81 hukuk fakültesinin kaç tanesinde, “bu alanlarda eğitim veren Prof. Dr. ve Doç. Dr. düzeyinde öğretim üyesi vardır” diye araştırsanız, dörtte birince ancak olduğunu gözlemleyebilirsiniz.

Edebiyat Fakültelerindeki eğitim kadrosu konusunda bir araştırma yapmadım. Hukuk Eğitimine göre daha verimli ve tutarlı olduğunu tahmin ediyorum.

Fakat iş kadro ile bitmiyor. Benim gibi ilgi duyan ve merak eden, edebiyatı da öğrenir, felsefeyi de, hukuku da. Önce öğrencilerin alıcılarının açık olması, ihtiyaç duyması, azim ve sabırla konuya odaklaması gerekiyor. Bu arada şunu de belirtmekte yarar var; Şair, düşünür ve yazar olmak için Edebiyat Fakültesi’nde eğitim almak gerekmiyor tabi.

İyi bir edebiyatçı, yazdığımız “şiirin tahlilini” mükemmel yapar, kullandığımız “edebi sanatları” çözümler. Fakat, bir hece şiiri yaz deseniz, haksızlık etmiş olursunuz. O ayrı bir dünya, gönül dili ve yaşam tarzı.

Yine de her bilim ve sanatın, üniversite düzeyinde, fakültede bir bilim kürsüsü olması ve araştırma enstitüleri ile desteklenmesi; stratejik, sistematik ve metodolojik bir ilerlemenin gereğidir. Bu arada ben şiir ve edebiyat dünyasından kopmasam da; okuma ve yazma ağırlığımı; hukuk, felsefe, sosyoloji, psikoloji, toplum bilimleri, sosyal psikoloji, toplumsal inovasyon konularına verdim. İhtiyaçlar, gözlemler ve çare arayışları, beni bu yöne sürükledi.

 

AY: “Anadolu ruhunu canlı tutmadan, milli anlamda ittifakını sağlanmadan; iç huzuru, kalkınmayı, birlikteliği, sosyal dayanışmayı, beklentileri karşılayacak düzeyde tesis etmek mümkün değildir. Gelişen/değişen dünyanın, aksiyoner, etken bir aktörü olmak mümkün değildir.” Cümleniz sanki siyasetçilere bir çağrı gibi!...Halkta olan birliktelik, siyasette neden olmuyor?

MALKOÇ: Siyasetçi değilim, aktif olarak hiç içinde olmadım, ihtiyaç da hissetmedim. “Düşünce, öneri ve gözlem alanımı daraltır” diye endişe ettim. Fakat kırk yıldır, yani 15 yaşımdan beri siyasi gündemi, gazeteleri, medya organlarını takip eder, gözlemlerim.

Bir de kitaplarla, belgesellerle dünyayı tanıyınca, elimizde karşılaştırmak için bir kriter, ölçü oluşmuş oldu.

Nerelerde hata yaptığımız, neye takıldığımız, neden kavga ettiğimizi, sadece ben değil, kavga edenler de çok iyi biliyor aslında. Bu konu ile ilgili şiir, makale ve özdeyişlerim vardır. Kitaplarıma fazlasıyla yansımıştır. Burada bu konuyu özetlemek çok zor. Siyasetçi de sonuçta bir insandır. Bir düşünür, “Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar” demiş ya, aynen onun gibi.

Siyasetçilere özel mesaj vermek benim haddim ve hakkım değil. Çünkü siyasete girerken bana mı danışmışlar? Ama ben bir birey, bir seçmen olarak tavrımı, oy vererek veya vermeyerek ortaya koyarım.  Bir toplumun, siyasi meydan nutukları ile, siyaset argümanları ile, parti politikaları ile, meclis kavgaları ile kalkınıp, çağdaş medeniyet düzeyine çıkabileceğine inanmıyorum.

Bu nedenle çağrım; düşünen, akıl ve vicdan sahibi, mantıkla hareket etmek isteyen insan sınıfınadır.

 

AY: Bir tweetinizde; “İki yıl içerisinde, 8 kitap yayınlamak, bir yandan da yüzlerce kitap okumak; yorucu ve keyifli bir süreçti. Ömrüm, gözüm ve beynim müsaade ettiği sürece bu arayış ve üretim devam edecek. Şimdi sosyal bilimler odaklı, toplumsal bir roman yazmaktayım” demişsiniz. Nasıl bir roman?

MALKOÇ: Çok teşekkür ederim bunu merak ettiğiniz için, bana da ön bilgi verme şansı verdiniz. Bu Corona günlerinde bu romana odaklandım. Daha önce kurgusunu yapmıştım zaten.

Kitapları okurken, düşünürken, toplumu gözlemlerken, bir yandan da romanımdaki karakterleri konuşturuyordum. Daha önce bir roman deneyimim var. Hukuk Aşkı kitabımın girişinde; genel hukuk bilgisi, hukuk felsefesi ve ceza hukuku bilincini işleyen, yüz sayfalık bir roman kurgum var. Bunu okuyan birçok okur, “beş yüz sayfa da olsa, sabırla okurduk” mesajını iletince beni umutlandırmışlardı. Bu hukuk romanını daha sonra, en az üç yüz sayfaya tamamlayacağım.

Fakat şu andaki yazdığım roman çok daha farklı. Hayatın içindeki toplumsal, düşünsel, yönetimsel gerçekleri, tartışmaları, arayışları, romana taşıdım. Edebiyat, tarih, sanat ve müzik de var işin içinde.

Her ne kadar kurgu olsa da, tarihi, hukuki ve düşünsel gerçekler istisna. Çok da uzun tanım, tasvir ve betimlemelerle sayfa sayısını çoğaltmak istemiyorum.

Novella türü, kısa öykü ve romanları yazmayı da okumayı da seviyorum. Yani konsantre anlatım. Okur da leb demeden leblebiyi anlamalı. Hakikat, gerçek ve çare olan mesaj; edebi anlatımlara boğulmamalı.

Bundan dolayıdır ki romanım 200- 300 sayfa arasında bir eser olacak. Her kitabımın sonuna da yararlandığım ve önerdiğim, 250 adetlik bir kitap listesi ekliyorum. Düşünsel kitapların yanında çok roman da okudum. Beğendiklerimi, referans listeme ekledim.

İsim vermeyeyim ama, bazı romanlar var ki, reklamlarla gözümüze sokulan, yüzbinler satan. Okudum, kendim pek bir şey alamadım, anlatımda toplumsal bir yaraya da merhem bulamadım…

Roman sadece acı, öcü, macera, gözyaşı, kan, suçlu, biyolojik aşk, yapay sevgi içermemeli. Olay ve gürültüden öte; kalbin iç sesini dillendirmeli, bilinçaltını okumalı, beynimize sevgi, aşk, mantık, ahlak, adalet, yöntem, duyarlılık nöronları doldurabilmeli.

     Başladık yazmaya, kabaca şekil aldı roman. Belki farklı farklı zamanlarda, tekrar tekrar okuyup anlatımları edebileştirmek gerekecek. Hepsinden ötesi de eseri çok fazla okurla buluşturabilecek bir yayıncı bulmak. Kitabı yayınlatmakla iş bitmiyor. İyi bir tanıtım ve yayıncı kurumsal desteği gerekiyor.

İlk kitabımı hazırladığımda, hiç unutamam 150 yayınevine göndermiştim, bir gözlem, deneyim olsun diye. 50’sini kargo ile, 100 yayıncıya da e-posta yolu ile. Zaten bazılarına, kitap son okuma, redaksiyon hizmeti sunuyordum. 4000 yayınevi, ayda ortalama 2000 eser yayınlıyor ülkemizde.

Hepsinin okura, müşteriye, yazara, kitaba, sektöre bakış açısı farklı. İletişim ve kalite anlayışları da değişiyor. E-postalara aynı gün cevap verenler olduğu gibi, bir ay, iki yıl sonra cevap verenler bile var.

Hiç cevap yazmayanlar da çoğunlukta. Yani “altın yumurtlamıyorsa tavuk, yem vermeye ne gerek var!”

modunda bir iletişim algısı hakim.

Roman yazımı bitince, önce beş - on yayıncıya sunacağım. Olumlu cevap almazsak, mevcut imkanlarla okurla buluşturacağız. Bir kazanç ve telif beklentimiz de yok aslında.

Ama sektörün de bu tür gerçekleri var. Okur ve yazar olarak farklı maceralar yaşadığım ve dinlediğim için, uygun bir zamanda,  “ Bu topraklarda okur ve yazar olmak”  adlı bir kitap yayınlayabilirim.

 

 

AY: Aşıklık geleneğini internet ortamına taşıyarak, bu ortamdaki halk şiiri gruplarında âşık atışmalarına katıldığınız biliniyor. Şiirleriniz; edebiyat dergilerinde, gazetede ve internette sitelerinde yayımlanmış. Kaset ya da CD’niz yok, ama, bestelenmiş şiirleriniz var. Bilgi verir misiniz?

MALKOÇ: Sağ olsunlar, ilgi gösterip besteleyen, yayınlayan ve tanıtanlar var. Bir kısmı Youtube kanalından izlenebilir. Edebiyat dergilerini takipte zorlanıyorum. Bazen linkini gönderenler oluyor. Bazen de arama motorlarında arayınca karşımıza çıkıyor.

Hece şiirlerimden; Hüseyin Karakoç, Burhan Tarlabaşı, Bilal Kırbaş “türkü formunda” beste yaptılar... Yaklaşık 500 hece şiirim arasında şarkı ve türkü formunda besteye uygun olanlar var.
Şarkı ve türkü eserlerinde, hazırları dinlemekle, tüketmekle yetiniyoruz.

Kazancı Bedih, Tenekeci Mahmut, Fırıncı Bekir  v.b. gibi halk müziği eserleri yapanları artık göremiyoruz.

Bir nevi rahata alıştık, teknolojiye yenik düştük. İhtiyaçlarımız azaldı, duygularımız da tarumar oldu. Bencilleşen insanın, talepleri de değişiyor. Toplumsallaşmanın içinde, halk kültürü daralmamalıydı. Kopuş, kokuşma ve çürüme buradan başladı. Sıra geceleri, yaren geceleri, imeceler, halk oyunları, köy odaları, yayla kültürü yok gibi bir şey. İnsani gen ve karakterimiz değişti, sıradanlaştı ve standart haline geldi. Yazık!...

AY: Şu anda hangi şiirinizi bize armağan etmek istersiniz.

MALKOÇ: Kitap ve düşünsel çalışmalara ağırlık verince, hece şiir, ozanlık dünyasından biraz uzaklaştık.

Fakat tamamen kopmadık tabi. Şubat 2020 tarihinde yazdığım, toplumsal odaklı bir şiirimi
paylaşayım.

 

Tarihe yolculuk, talihle sohbet

 

Nankörlük diz boyu, ihanet coştu

Bu mu idi insanlığın gereği?

Ahmaklık revaçta, ahlâk kin kustu.

Böyle miydi, yolun - yurdun direği?

.

Sağ eli sol ele, düşman ettiler

Canı doğduğuna, pişman ettiler

Hedefe oturtup, nişan ettiler

Bu mu idi, obamızın yüreği?

.

Yutamadın, çirkeflik yapıp gittin

Senin olmayanı, ateşe verdin

Bu muydu amacın, bu muydu derdin?

Böyle miydi, inancının ereği?

.

Doyumsuz, kalpazan ve oyunbozan

Şerliye taşeron, nefse borazan

Yazı göremeden, bak geldi hazan

Bu muydu emelin, yolun süreği?

.

Ahlâktan, mantıktan, bilimden uzak

Adaletsiz olan, her eylem tuzak

Hak ile yoğrulan, eder mi zikzak?

Böyle miydi, harcımızın küreği?

.

Kedi yumurtladı, katır doğurdu

İnek ayağıynan, hamur yoğurdu

Öküz ritim tuttu, keçi çığırdı

Her halimiz, çelişkinin çırağı!

Görünen aydınlık, sahte çerağı!

 

16.02.2020

Ali Rıza Malkoç

 

AY: Teşekkürler.

MALKOÇ: Ben teşekkür ederim. Yolunuz aydınlık, ufkunuz her daim açık olsun. Bu söyleşi ile beni tekrar şiirlerin büyülü atmosferine çektiniz.