'Lambada titreyen alev üşüyor...' diyerek aşkı, kavuşmayı, kavuşamamayı, hasreti en derin, en güzel o anlatmıştı... Ünlü Türk yazar, şair dava ve fikir insanı Abdurrahim Karakoç, zalimin zulmüne göğüs gerdi, öfkesini asla içinde tutmadı 'Canım sağ oldukça rahmetli babam, susarsam, hakkını helâl etmesin!' diyerek mısralarda konuştu, 'Yemin' etti... Hakkımız helal olsun, Abdürrahim Karakoç vefatının 8'inci sene-i devriyesinde rahmet ve özlemle anılıyor...
'Yemin'
Canım sağ oldukça rahmetli babam
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Ak sütün emziren ihtiyar anam,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Yerindedir daha aklım, iradem
Ve işte yeminim, işte ifadem!
İlk insan, ilk nebi Hazreti Âdem,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Meylim ne şöhrete, ne saltanata;
Hak için sarıldım ben bu sanata;
Kür-Şad, Bilge Kağan, Oğuzhan Ata,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Önümde dururken Türklüğün hâli,
Susup da boynuma almam vebali;
Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali(r.a)
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan,
Bana zindan olur Maraş, Elbistan
İbni Sîna, Dedem Korkut, Alparslan
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
İmanda bu fire, zillete bu zam!
Doymuyor yüreğim ne kadar yazsam.
Farabi, Gazali, İmamı Azam,
Susarsam, hakkını helal etmesin!
Nusret versin yeri, göğü yaratan
Çekip çıkartalım akı karadan
Ertuğrul Bey, Osman Gazi, Murat Han,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Ülküm aşk çölünde Veysel Karani
Ulubatlı Hasan eyler göreni
Fatih, Ak Şemsettin, Molla Gürani
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Bu yol bahadırlar, ermişler yolu;
Kendini davaya vermişler yolu!
Şeyh Mevlana, Derviş Yunus, Köroğlu,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Türkçe sevdalanan, İslâmca yanan
Adar milletine bir değil bin can
Yavuz Sultan Selim, Barbaros, Sinan
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Uyutulmuş köy, nahiye, ilçe, il
Yüreğimi yetmiş yerden yara bil;
Mehmet Âkif, Osman Batur, Şeyh Şâmil
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Usta savaşçılar, genç mücahitler
İmkanıma hizmetime şahitler
Basbuğ, ülküdaşlar, aziz şehitler,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
İçimde İslâmın ince mânâsı
Önümde Türklüğün soylu davası
Oflu Kör Şakirin Elif anası,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Sevdim, milletime gönlümü verdim
Zalimin zulmüne göğsümü gerdim
Kırıkhanlı Kâzım, Niksarlı Nedim,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Kemalimiz, Turanımız, Hacımız
Beraberdir sevincimiz, acımız
Mutta davar güden Zeynep bacımız,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Mühim değil güceneni, küseni
Allah sevmez haksızlığa susanı
Yozgatın Yerköylü Yetim Hasanı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Komünist, siyonist, pusudan çıktı
Dinime saldırdı, töremi yıktı
Gönenli Gülizar, Bünyanlı Sıtkı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Yurdum bir kağıttır ışık beyazı
Üstünde insanlar mukaddes yazı
Genci, ihtiyarı gelini kızı,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Mazlumlar hakkını almayıp ele,
Günü gün edersem zalimler ile
Evdeşim, öz kızım, öz oğlum bile,
Susarsam, hakkını helâl etmesin!
Allah rızasıdır arzum, emelim!
Bu necip milleti ondan severim
Hazreti Muhammed(S.A.V) gerçek rehberim,
Susarsam, hakkını helal etmesin!
Onun yüreği aşk acısıyla yandı aşkının adını 'Mihriban' koydu, bizim yüreklerimize işledi... Şiirler yazdı beğenmedi yaktı... Kendi dilinden kendisini ise şöyle tarif etti Abdürrahim Karakoç;
'Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 7 Nisan 1932 tarihinde dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var? ' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.
Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse...'
Şiirlerindeki içtenliği, samimiyeti, derinliği ve zaman zaman başvurduğu hicivsel söylemiyle Türk edebiyatında önemli bir yer tutan Abdurrahim Karakoç bugün ölüm yıldönümünde saygıyla anılıyor.
Milli ve İslami davası olan şair, şiir ve yazılarında ideolojisinin yiğit bir savunucusu olmuş, ancak onu bilinir kılan, bir aşkın derinden tesir ettiği yüreğinden süzelen 'Mihriban' şiiri olmuştur.
1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç, sevdalısının ismini gizli tutarak 'Mihriban' şiirini yazar. Milyonların dimağında bambaşka diyarlar açan, yediden yetmişe dillere dolanan bu şiir, Türk edebiyatının yeri doldurulamaz şairi Abdurrahim Karakoç'un en büyük eseri halini alır ve artık herkesin bir 'Mihriban'ı olur...
'Mihriban'ından yıllar sonra bir mesaj alan Karakoç, hayli dokunaklı olan mihriban öyküsünü 'Unutursun Mihriban' adlı şiiri ile zirveye taşır ve bir başka eşsiz eseri ortaya koyar.
Karakoç için Anadolu'nun güzel kızı Mihriban'ın öyküsü köyde gerçekleşen bir düğünle başlar...
Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim, köyünde genç bir kız görür, gördüğü kız ailesiyle komşunun düğününe gelen misafir kızdır. Tanışmak nasip olur. Mihriban'ın kelime anlamı: Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu manasına gelmektedir. İşte bu kız da aynı şeyleri kendi sıfatı yapmıştır. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler.
Bir sabah Abdurrahim Karakoç kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim'in dünyası artık değişir, hayat manasızlaşmıştır, aşk acısı yüreğini yakar. Bu halini gören ailesi, kızı bulmak için Maraş'a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce ?kız küçük? derler, bahane bulurlar. Bakarlar ki Abdurrahim?in ailesi ısrarcıdır, gerçeği söylerler: Kız nişanlıdır!
Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim, kızın nişanlı olduğunu duyunca da: 'Bir daha bu evde ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek' der.
7 yıl sonra aşk ateşinin sönmediği şu dizelerle anlaşılır:
Sarı saçlarına deli gönlümü,
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yar, deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor,
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.
Önce naz sonra söz ve sonra hile,
Sevilen seveni düşürür dile.
Seneler asırlar değişse bile,
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk değince ötesini arama.
Her nesnenin bir bitimi var ama,
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmış bülbül gülüne,
Kar koysan köz olur aşkın külüne,
Şaştım kara bahtım tahammülüne,
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı,
Ancak çeken bilir bu derdi gamı.
Bir kördüğüm baştan sona tamamı,
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
Bu şiir türküye dönüşünce de duymayan kalmaz. Tabi Mihriban da, Bir mektup yazar Abdurrahim'e 'Unutmak kolay değil' der. Abdurrahim ikinci bir şiir yazar:
Unutmak kolay mı deme,
Unutursun Mihriban'ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban'ım.
Zaman erir kelep kelep
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban'ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hatıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır.
Unutursun Mihriban'ım.
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce
Ha işte tıpkı öylece,
Unutursun Mihriban'ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki,
Unutursun Mihriban'ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de,
Unutursun Mihriban'ım.
Karakoç, Platform dergisine verdiği röportajda Mihriban'ı ve hikayesini böyle anlatıyor:
Nedir Mihriban'ın gerçek hikayesi?
Bazıları 'Gerçek mi' diyor. Gerçek diyorum. Ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban.
Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki, yazacaksın.
O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. 'Lambadaki alev üşüyor' çıktı.
Hangi seneydi... ?
-1960...
O aşkınıza kavuşamadınız...
-Yo olmadı. Seviyordum. Olmadı. Ayıp olur şimdi adını söylemem. Törelerimize aykırı. İkinci bir Mihriban şiirim var. Biliyorsunuz. 'Unutmak kolay unutursun Mihriban' diye... O da öyledir. Bunlar hep gerçeğe dayalıdır. Güzel tertemiz bir sevgiydi, tertemiz de bir ayrılma oldu.
Nerde olduğunu biliyor musunuz?
-Bilmiyorum. Zaten benim memleketlim de değildi...
Yaşayıp yaşamadığını biliyor musunuz?
-Onu da bilmiyorum... Sivas'ta bir televizyona çıktım. Telefon bağlantısı var. Bir hanım çıktı, 'Abi o yaşıyor mu' dedi. 'Bilmiyorum' dedim. 'Nasıl bilmiyorsun' dedi. 'Bilmiyorum işte' dedim. O bayan, 'Eğer yaşıyor da, bu türküyü dinliyorsa, Allah ona yardım etsin' dedi. Hanımların dayanışması işte! Yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum vallahi.
Hâlâ seviyor musunuz?
-Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor... O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. 'Unutmak kolay mı' başlığı mektubun. 'Unutmak kolay mı deme/Unutursun Mihriban'ım' diyorum. 'Düzen böyle bu gemide/Eskiler yiter yeni de/Beni değil, sen seni de unutursun Mihriban'ım' dedim... Allah o hallere düşürmesin, insan kendini de unutur...
Mihriban'dan başka aşkınız oldu mu?
-Yok. Mihriban'dan başka aşkım olmadı.
Mihriban nasıl biriydi?
-Valla ne bileyim, sıradan insanlara benzer birisiydi...
Çok mu güzeldi... Sarı saçlarına deli gönlümü/Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban diyorsunuz?
-Saçı da sarı değildi...
Belki bu şiirin bu kadar beğenilmesinin sebebi herkesin içinde bir Mihriban'ın olması...
Gerçek yaşanıp, yazıldığı zaman okuyucu kendini bulur. Bu yüzden diyorum ki, bence herkesin hayatında bir Mihriban var...
Musa Eroğlu da çok güzel bestelemiş...
Beste de güzel olup güfteyle örtüşünce daha bir güzel oluyor... Bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. Bestelendikten sonra herkes hayret etti. '40 senedir okuyorsunuz' dedim. Ama bestelenince daha güzel oldu.
Bir gün Mihriban'ı göreceğinize inanıyor musunuz?
Bilmiyorum, görmek de istemiyorum. Değişmiştir şimdi. Ben onun nazarında değiştim, o benim nazarımda değişti. Niye görelim? Öyle kalsın... İnsanların gönülde kalması, gözde kalmasından daha iyidir.
Gelecek Partisi Genel Başkanı, Manisa 24-25 ve 26. dönem milletvekili Doç. Dr. Selçuk Özdağ ise dava arkadaşı Karakoç'u TBMM'de yaptığı konuşma ile şöyle anlattı:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; büyük şair Abdurrahim Karakoç’un vefatı nedeniyle şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli büyüğüm, ağabeyim, bir dönem birlikte siyaset de yaptığım, Anadolu’nun kavruk yüzü, delikanlısı Abdurrahim Karakoç’u ebedî âleme uğurlamanın hüznünü yaşıyoruz. Yaşayan en büyük halk ozanımızı ve taşlama ustasını kaybettik. Türkiye’de üç kuşak onun şiiriyle büyümüştür, pek çok Anadolu köyü şiirle onun “Hasan’a Mektuplar” adlı kitabı vasıtasıyla tanışmıştır. Vefatının ardından çoğunlukla Mihriban şiiri üzerinden anıldı Abdurrahim Karakoç. Yazdığı bu şiir, sağcısıyla solcusuyla, Alevi’siyle Sünni’siyle herkesin ruhuna işledi. Bu şiirinde:
“Yâr deyince, kalem elden düşüyor.
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor.
Lambada titreyen alev üşüyor.
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.” diyordu...
İnsan merak ediyor, bundan daha güzel nasıl yazılabilirdi aşk. Böyle damıtılmış mısralar ancak aşk damlayan yürekten çıkar. Ancak, Karakoç sadece bir şiire sıkışacak ve sınırlanacak bir şahsiyet değildi, Anadolu toprağı gibi kara kuruydu ama tam bir koç yiğitti. Bütün hayatını İslamiyet’le şereflenmiş bu toprağın insanına adadı, bu halkın sesi oldu.
Değerli milletvekilleri, Abdurrahim Karakoç, isyandı, başkaldırıydı, çığlıktı, ağıttı, gözyaşıydı, sevgiydi ve aşktı. Hayatında hiç adam satmadı, hiçbir yoldaşını yarı yolda bırakmadı. Hiç kimsenin yüzüne karşı söylemediğini gıyabında konuşmadı. Güzellikler ve yiğitlikler ilkeleri oldu. Hiç ikbal peşinde koşmadı. Bütün hayatı cedelle ve mücadeleyle geçti. Gayrimillî hiçbir fikre, ideolojiye ve düşünceye prim vermedi. Kitabında yalakalık, ikiyüzlülük yazmadı hiç. Hayatı boyunca inandığı değerleri yaşadı ve anlattı. Düşüncelerini korkmadan, cesurca dile getirdi. Dayatmacı ve zorbalara en ağır lisanla meydan okudu. Herkesin sindirildiği bir dönemde şiirleri destan oldu, mesajları bayraktı kara günlerde. Hayatının hiçbir döneminde eksen kayması yaşamadı. Bir alperen edasıyla yazdı, konuştu, söyledi. Bazen bağrı yanık sessiz bir çölü, bazen kafasının tası atmış bir kasırgayı, bazen mülayim bir dervişin edasını gördük şiirlerinde. Karakoç bir yandan Karacaoğlan ve Yunus, öbür yandan Köroğlu’ydu, Dadaloğlu’ydu ama en çok da kendisiydi. Hem gönül insanı hem de
“Ben milletim uğruna adamışım kendimi,
Bir doğrunun imanı bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa da hep Hakk’ı tutacağım,
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.” diyebilecek kadar gözü kara, dertli ve vicdanlı bir dava adamıydı.
O, Türk’ün kültür değerlerine coşku ve heyecan veren yiğit bir adamdı. Onun, sevdasıyla, acısıyla, hüznüyle, ince ince eleştirisiyle, sisteme öfkesiyle, yolsuzluklara, ahlaksızlıklara isyanıyla bir Anadolu yüreği vardı. O, politik duruşu olan, aydın kimliğiyle bir toplumsal mücadele içinde yer alan bir sanatçıydı aynı zamanda. Milliyetçiydi, milleti bu topraklar üzerinde ortak bir tarihi paylaşan insanların kültür değerlerinin hamuru içinde yoğrularak bir olmalarının ürünü olarak gören bir milliyetçiydi. Çileli ve dertli biriydi, milletinin derdini kendine dert edinenlerdendi. Zalimlere yakın duran, zulmü alkışlayanlardan biri değildi Karakoç. Dikbaşlı değildi ama başı dik biriydi. O mütevazıydı. Müminleri kardeş bilen, yaratılanı Yaradan’dan ötürü seven bir halk adamıydı.
Değerli milletvekilleri, hiciv, taşlama, sıradan zekâların yapacağı bir şey değildir. Hiciv için keskin bir zekâya, kıvrak bir dile ve geniş bir kelime hazinesine sahip olmak gerekir; rahmetli Abdurrahim Karakoç’ta bunların hepsi vardı.
Şimdi birer dörtlüğünü okuyacağım İsyanlı Sükût, Hâkim Bey, Doktor Bey gibi şiirleri elitist bürokrasiyi, bürokratik oligarşiyi korkusuzca eleştiren ama daha çok acıtan ve sarsan şiirlerdir. Bu tür şiirleri masum Anadolu halkının birer öfke patlamasıdır.
“Gitmişti makama arzuhâl için, / “Bey” dedi, yutkundu, eğdi başını. /
Bir azar yedi ki oldu o biçim, / “Şey” dedi, yutkundu, eğdi başını.”
“Gene tehir etme üç ay öteye, / Bu dava dedemden kaldı Hâkim Bey, /
Otuz yıl da babam düştü ardına, / Siz sağ olun, o da öldü Hâkim Bey.”
“Memur gelir, karşılarsın köşeden, / Zengin gelir, kırılırsın neşeden,
Öte kaçma bizim garip Eşe’den, / Bakıp boynundaki kire Doktor Bey.”
Bu dünyadan gidişini kendi mısralarıyla şöyle ifade etmişti: “Uyuz öküzlerin adam güttüğü, / Çarpık bir dünyada yaşadı gitti. / Çoğunun putlara secde ettiği, / Dünyayı dünyada boşadı gitti.”
Abdurrahim Karakoç hayatı boyunca çok yargılandı yazdıklarından ötürü ama hiç avukat tutmadı. Mahkeme kapılarında hep şu niyazla içeriye girdi: “Allah’ım milletim için yazdıysam beni beraat ettir ama kendim için yazdıysam bana ceza verdir.” Hayatı boyunca ceza almadı. Bir kez mahkemede ceza aldı, o da Yargıtaydan bozuldu.
Kendisine rahmet diliyorum. Ruhu şad olsun.'
Hayatı ve yaşamı
7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü (Cela) köyünde dünyaya geldi. Küçük yaşlarda şiire merak sardı. Bu, aileden gelme bir merak diyebiliriz. Çünkü dedesi, babası ve kardeşleri de şairdirler.
İlk yazdığı şiirleri 2 kitap oIacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını 'Hasan'a Mektuplar' ismi altında 1964 yılında 10.000 adet bastırdı. FEDAİ yayınları arasında çıkan bu eser kısa zamanda tükendi ve 2. baskısını yine 10.000 adet bastırdı. 1958 yılında buIunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi.1981 yılı Mart ayında emekli oldu. Serdengeçti, Töre-Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Yenisey,Alperen yayınları oIarak şimdiye kadar 12 şiir kitabı, bir tane de makalelerinden derlenen nesir kitabı çıktı. 1985 yılından sonra gazetecilik yaptı. Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı: 'Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım'. 30 yılı aşkın bir zaman içinde kitapları baskı üstüne baskı yenilemektedir. Bilhassa 'Vur Emri' adlı kitap günümüz şairlerinin hiç birisine nasip olmayan kabulü görmüştür.
Tarihte Anadolu şiirinin ustalarını sayarken Karacaoğlan, Emrah, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Aşık Veysel ve benzeri çizgiyi sayıp günümüze geldiğimizde bu tarzın sazsız şairi olarak modern zamanların içtimaî meselelerine, problemlerine, gurbet, sevda ve aşk temaları üstüne hecenin ve kafiyenin en çaplı ustalığıyla şiirler yazan şair Abdurrahim Karakoç?tur.
Serbest ve kapalı sanat şiirinin dışında geleneğe bağlı Türk şiirinin en usta şairidir. Onun şiir gücünü anlamak için mısranın unsurları olan ahenk, aliterasyon, musiki ve güçlü kafiyenin şiirde nasıl meczedildiğini bilmek gerek.
Tarzı ve üslubu
Bütün şiirlerinde yerli fikrin yanında, şiirde musikinin unsurları olan aliterasyon, asonans (şiir içinde aynı seslilerin tekrarına dayanan ses oyunu), güçlü kafiye ve rediflerden mürekkep mısralarıyla yüksek bir ahenk oluşturur. Şiirlerinde vuzuh, açıklık, sarahat esastır. Gelenekli hece şiirini aşan, bol mecaz, mazmun, cinas ve edebî sanatlar şiirlerinde çokça yer alır. Şiirlerini dinî-hamasî şiirler; aşk ve gurbet tabiat şiirleri, sosyal ve hiciv şiirleri başlığında üç kategoriye ayırabiliriz. Hicivlerinde hükümetler, yöneticiler, bürokrasi ve aydınların vatandaşa ettiği zulümleri, tepeden bakmaları keskin bir şekilde yer alır. Şiirinde yapmacık ve dışarıdan biri değildir. Köylünün ve kasabalının içinde kendisi de vardır. Heybetli bir dille meydan okuyan bir üslûbu vardır.
Milli ve İslami duruşu
Şiirleriyle millî, yani İslâmî dâvası olan her hareket ve grubun yiğit sesiydi Abdurrahim Karakoç. Sülâlace şair olan Karakoç?un ilk şiirleri çocuk yaşta iken Elbistan Engizek Gazetesi?nde yayınlanır. Emekli olduğu l982 yılından sonra Ankara?ya yerleşir. Güçlü şiir damarının yanında günlük gazetelerde, millete düşman aydın ve idarecileri hicveden ivazsız yazılar yazar. Şiirleri gibi yazılarında da memleket meselelerinin kanayan yaralarına dokunduğu için sık sık mahkemeye çıkarılır. Fakat o bir şair olmanın yanında bir dâva adamı olarak tavizsiz yazılarına devam eder.
'Hak yol İslam yazacağız'
O yılların ?sağcı ve mukaddesatçı? veya ?milliyetçi ve İslâmcı? diye adlandırılan siyasî ve fikrî grupların dilinde şiirleri ortak bir marş mesabesindeydi.
'Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslâm yazacağız
Kuşların gözbebeğine
Hak yol İslâm yazacağız' ve 'İslâm miraçtır, ülkü sancaktır' mısralarının yer aldığı şiirleri devrin İslâmcı ve ülkücü câmiasında yüz binlerce insan tarafından yürekten fışkıran bir dille söylediğini unutmak mümkün değil. Sözde edebî otoriteler ve münekkitler o devirde Karakoç'un milletçe okunan bu tarz dâva ve sosyal şiirlerine güya 'sanatlı şiir değil, siyasî bir söylem' diyorlardı ancak Karakoç'un şiirleri ve eserleri bugün sağ, sol mezhep ırk ayrımı yapmadan her kesime ulaşmış sanat ve ortak duygular galip gelmiştir.
Dar zamanda düşmanların altına
At olanlar safımıza gelmesin
Garibanın fukaranın sırtına
Bit olanlar safımıza gelmesin
Ağırlık irilik ölçüsün bırak
Tartıya vurulmaz beyinle yürek
Bu ülkede iman gerek ruh gerek
Et olanlar safımıza gelmesin
Öte dursun işkembeden atanı
Lazım değil kaçan ile yatanı
Menfaate rüşvet verip vatanı
Fit olanlar safımıza gelmesin
Sapıklar her yerde atsa da çamur
Gerçek mayasına kavuştu hamur
Adam istiyoruz dört başı mamur
İt olanlar safımıza gelmesin
Gönül bahçesinde korku gezeni
Asla kabul etmez ülkü düzeni
Sevdası sabırı aklı izanı
Kıt olanlar safımıza gelmesin
Biz zulüm ayında güneş çağıyız
Hira'dan feyzalan Tanrıdağ'ıyız
Biz meyve bahçesi üzüm bağıyız
Ot olanlar safımıza gelmesin
Parolamız her zamanda her yerde
Ölmek var da baş eğmek yok namerde
Bu imana bu ülküye bu derde
Yad olanlar safımıza gelmesin
Kendi dilinden kendini tarifi ediyor...
'Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 7 Nisan 1932 tarihinde dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var? ' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.
Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse...'
Eserleri
Hasan'a Mektuplar (1965)
El Kulakta (1969)
Vur Emri (1973)
Kan Yazısı (1978)
Suları Islatamadım (1983)
Beşinci Mevsim (1985)
Dosta Doğru(1994)
Akıl Karaya Vurdu (1994)
Yasaklı Rüyalar (2000)
Gökçekimi (2000)
Gerdanlık-I (2000)
Gerdanlık-II (2002)
Gerdanlık-III (2005)
Parmak İzi (2002)
Düşünce Yazıları, Çobandan Mektuplar(Deneme)
haber: enpolitik.com/ Melek S. Tunç