Ülkücü hareketin kanaat önderlerinden, Ülkücü fikir ve siyaset adamı, araştırmacı – yazar Hakkı Öznur, vefatının 8. sene-i devriyesinde şair- mütefekkir Abdurrahim Karakoç ile ilgili bir yazı kaleme aldı. Öznur, yazısında, Türk dünyasının en büyük halk şairi Abdurrahim Karakoç’un 80 yıllık yaşamını, dava şiirlerini, düşünce felsefesini, onun milli – İslami değerlere bağlı çevreler üzerindeki etkisini, fikri ve siyasi yaşamını anlattı.
Hakkı Öznur, Abdurrahim Karakoç'u şöyle anlattı:
ANADOLU İNSANININ SESİ VE YÜREĞİYDİ
20. yüzyılın büyük şairi, Anadolu insanın sesi ve yüreğiydi. Dilimizde ‘Anadolu’ deyimi hem vatan toprakları hem de mağdur, yoksul, ezilmiş insanların diyarı anlamında kullanılır. Abdurrahim Karakoç Anadolu’dur. Anadolu insanının hissiyatına tercüman olmuştur. Derdi Anadolu, tasası Anadolu’ydu. Şiirleriyle yoksul Anadolu insanının sesi olmuştur. Hep kenarda kalan, oyunun dışına itilen, kimsesizlerin kimsesiydi.
Ülkümüzün ve gönül dünyamızın ozanı, büyük dava adamı Abdurrahim Karakoç, sisteme muhalifti. Statüko kırıcıydı. Ezber bozucuydu. Hadiselere İslami perspektiften bakardı. Davası İslam olan her çevre onun şiirlerinden beslenmiştir.
Abdurrahim Karakoç, halk şiirimizin büyük ustasıdır. Türk halk şiir geleneğinin teknesinde yoğrulmuş, çağdaş bir hiciv – taşlama şairidir. Milli hizmeti ve edebi değeri ile edebiyat tarihimizde yer edinmiştir. Şiirlerine tamamen milli ve İslami renkler hakimdi.
Sıra dışı bir şairdi. Bir duruşu ve çizgisi vardı. Şiirleri sade, yalın ve vurucudur. Keskin bir hiciv ve taşlama ustasıdır. Türk edebiyatı içinde hiciv, sevda ve dava şiirlerinde eşsiz eserlere imza atan şair Abdürrahim Karakoç, yüzyılın büyük şairidir.
Hayatını Türk-İslam ülküsüne adayan, ilim, ahlak ve fazilet insanı Karakoç, bir mücadele adamıydı. Ülkücüydü, Türk milliyetçisiydi, cesurdu. Düşündüklerini, öğrendiklerini kişi ve kurumlardan korkmaksızın dile getiren, hakikatin peşinden koşan büyük bir dava adamıydı. Her zaman “Yolumuz hak yoldur, hakikat yoludur, Allah yoludur.” demiştir.
Müslüman denilince akla gelen ahlaki erdemlerin en başında yine doğruluk gelir. Doğru söz, imanın sesi; hakkı söylemek müminin şiarıdır. İslam dini hakikate, doğruluğa ve hakkı söylemeye büyük önem vermiştir. Karakoç ağabey bir ahlak iman ve karakter adamıydı.
Karakoç Ağabey: “Davası olmayanın sevdası olmaz, sevdası olmayanın da öfkesi olmaz” derdi. Bir dava sahibi olduğunu ve bunu da sanatına yansıttığını görürüz. Mısraları dillerde dolaşan son şairlerimizden biridir. Zamanın şairleri artık onun gibi halkın diline düşen şiirler yazamıyorlar.
Mutlak hakikate aşık, sözünün eri, ülkesine ve ülküsüne her zaman sadık bir şairdir. Türk şiirine, çağımıza kendi mührünü damgasını vurmuş bir şairdir.
Sisteme muhalif, ideallerine, ilkelerine ve değerlerine bağlı bir dava ve ahlak adamıdır. Kamil bir Müslüman, Alperen ruhlu bir İslam müdafiiydi. Karakoç, ülkücüydü, tavizsiz Türk milliyetçisiydi. Bileği hiç bükülmeyen ve zinhar bedel ödemekten çekinmeyen bir dava adamıydı.
Karakoç, geleneksel halk şiiri vadisinde şiir söylemiş bir edebî şahsiyettir. Güzel Türkçesiyle kaleme aldığı duygu yüklü şiirleriyle, gönüllerde müstesna bir yer edinen Karakoç, Türk halk edebiyatının en büyük ustalarındandır.
İrfanı şiirimizin, dava şiirimizin, halk şiirimizin, aşk şiirimizin en önemli temsilcisi olan Karakoç, köklerine, geleneklerine, değerlerine ve milletine bağlı gerçek bir Alperen’di.
Yaralı hislerin keskin dilli ozanı, resmi ideolojiye, tepeden inmeci, seçkinci, jakopen – militarist anlayışlara, vesayetçi çevrelere cesurca karşı çıkan, milli bir şair ve düşünce adamıdır.
SİSTEME MUHALİFTİ, MUKTEDİRLERE BOYUN EĞMEDİ
80 yıllık ömrüne 800 yıl sığdırdı. Muktedirlerle, güç odaklarıyla zalimlerle, zulmedenlerle mücadele etti. Asla eğilmedi, boyun eğmedi, teslim olmadı. Hep dik durdu.
5 kuşak onun şiirleriyle büyüdü. Has bir şair ve hasbî bir dâvâ adamıydı. Abdurrahim Karakoç’un en dikkat çekici özelliklerinden biri, son temsilcilerinden olduğu halk edebiyatındaki ustalığının yanı sıra mütefekkir kimliğiydi. Şair ve mütefekkir olan Abdurrahim Karakoç’un fikirlerinin oluşumunda beslendiği ana kaynak, doğrudan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Vicdani duruşu ve ahlakıyla tam bir dava adamıydı. Milletine mal olmuş şairler, milli ruh ve şuurun şah damarlarıdır.
Merhum Ahmet Kabaklı Hoca, Karakoç için “İslamcı – Milliyetçi düşüncenin bayrağını yiğitcesine açmış ve uğurunda pervasız, samimi cihad vermiştir.” demiştir.
ŞİİRLERİ SOSYAL İÇERİKLİYDİ, TOPLUMSAL MESAJLAR VERİYORDU
Abdurrahim Karakoç’un bir şair olarak tanınmasında Aksekili iki dava adamının rolü büyüktür, Kemal Fedai Çoşkuner (1927 – 1979), Osman Yüksel Serdengeçti (1917 – 1983). Karakoç ağabeyin, sloganı “Allah’a, vatana ve hürriyete” olan ‘Fedai’ dergisinde birçok şiirleri yer aldı. 10 Ekim 1964’te Fedai dergisinin 15. sayısında Abdurrahim Karakoç okuyuculara tanıtılmıştı.
Rahmetli Karakoç ağabeyin edebiyatımızda klasik olmuş, o meşhur “Hasan’a Mektuplar” ilk defa Fedai dergisinde yayınlandı. Türk edebiyatında bir benzeri bulunmayan ve 22 mektuptan oluşan “Hasan’a Mektuplar”ında, güya köyde olup bitenleri gurbetteki bir arkadaşına bir mektup şeklinde yazar. Burada köyden kasıt Türkiye’dir. “Mektup yazdım Hasan’a / Ha Hasan’a, ha sana” şeklinde başlar bu şahane eserin dizeleri. Buna cevap olarak da 5 mektup da Hasan’dan gelir. “Hasan’a Mektuplar”da halkın dertleri dile getirilir. “Hasan’a Mektuplar”da ezilenlerin, yoksulların meseleleri dile getirilmiştir.
Yirminci yüzyılın Seyrani’si diyebileceğimiz şair, hicivleriyle dikkati çeker. Sosyal mesajlar veren “Hasan’a Mektuplar” eserinde yer alan şiirler ve içerikleri muhteşemdir. “Hasan’a Mektuplar” adıyla 1965 yılında basılan taşlamalar, Türk edebiyat tarihinde, ilk iki baskısı onar bin basan ilk ve tek şiir kitabıdır.
O her zaman muhalif tavrıyla ezilenlerin, dışlanmışların sözcüsü olmuştur. Abdurrahim Karakoç ağabeyin tanınmasında rolü olan tavizsiz Türk milliyetçisi, şair ve yazar Osman Yüksel Serdengeçti’nin de payı büyüktür. İlk kitabını Fedai dergisi bastı. (“Hasan’a Mektuplar” 1964 – 1965 yıllarında 2 baskı yapar. Daha sonra Osman Yüksel Serdengeçti “Hasan’a Mektuplar – Haberler Bülteni”ni 1969 yılında bastı.)
Karakoç ağabeyin ses getiren sosyal içerikli şiirleri Fedai dergisinde yayınlanması, derginin tirajını patlaşmıştı. 1960’larda Karakoç ağabeyin birçok şiirini yayınlayan Fedai dergisinin sahibi, şair – yazar ve aynı zamanda 12 Eylül öncesi MHP’de siyaset yapan Kemal Fedai Çoşkuner, 3 Aralık 1979 yılında İzmir’de Agora semtinde komünist militanlar tarafından sırtından vurularak şehit edildi.
ABDURRAHİM KARAKOÇ, ŞİİRLERİ İLE ÜLKÜCÜ HAREKETE BÜYÜK GÜÇ KATMIŞTI
7 Nisan 1969 yılında yayın hayatına başlayan haftalık ‘Devlet’ gazetesinde yazılar yazıyordu. Köşesinin adı ‘Poligon’du. ‘Düğün Davetiyesi’ şiiri ‘Devlet’ gazetesinin 86. sayısında yani 23 Kasım 1970 tarihli sayısında yer almaktadır. Ankara’da komünist militanlar tarafından işkence ile şehit edilen dava arkadaşımız, ülküdaşımız Dursun Önkuzu’nun şehit edildiği gün ‘Sahte Mücahitler’ şiiri gazetede çıkmıştı.
Ülkücü gençler bu şiiri, 1970’lerin başında sağcı, mukaddesatçı diye geçinen, ülkücülere karşı husumet besleyen AP ve MSP yanlısı çevrelere karşı bildiri gibi dağıtıp okuyor, onları adeta kızdırıyorlardı.
‘Vur Emri’ şiiri Devlet gazetesinin 119. sayısında yayınlandı.
Abdurrahim Karakoç, ülkücü kuruluşların düzenlediği bazı gecelere, şölenlere, toplantılara, katılır ve büyük ilgi görürdü. Mütevazı bir kişiliğe sahip olan Karakoç, protokolden hiç hoşlanmazdı. Bazen yoğun talep üzerine ülkücü gençleri kırmamak için arada sırada şiir okuduğu da olurdu.
Ülkücülerin düzenlediği şölen ve gecelere destan şairimiz, rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, “Bayrak” şairimiz rahmetli Arif Nihat Asya vb. birçok kıymetli şairlerimiz, aşıklarımız katılır ve okudukları şiirlerle, söyledikleri türkülerle kitleleri coştururlardı.
1977 yılında Ülkü Ocakları Genel Merkezi bünyesinde faaliyet gösteren (TÖMFED) tarafından çıkarılan, o yıllarda büyük ilgi gören “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” kasetinde, “Vur Emri” kitabının taşlamalar bölümünde yer alan “İsyanlı Sükut” okunmuştur. Ülkü Ocakları Genel Merkezi Bayanlar Kolu’nda görev yapan Yıldız Ramazanoğlu bu şiiri seslendirmişti.
KARLI BİR GÜNDE ÇEKİLEN FOTOĞRAF VE ABDURRAHİM KARAKOÇ’UN UNUTULMAZ DÖRTLÜĞÜ
1 Mart 1977 yılında İstanbul’da Adana yurduna düzenlenen bombalı saldırıda, Mustafa Erol ülküdaşımız şehit düşmüştü. Ertesi gün müthiş bir tipi ve yoğun kar yağışı altında ülkücü gençler onun mübarek cenazesini, o hafızalara kazınan karlar içerisinde kaldırmışlardı.
Soğuk ve karlı bir İstanbul gününde paltolara sarılmış Ülkücü gençler, lapa lapa yağan kar altında şehit Mustafa Erol’u omuzlarlarken çekilen o fotoğraf, poster haline getirilmiş ve resmin üzerinde Abdurrahim Karakoç Ağabey’imizin “Kara Haber” adlı 3 kıtalık şiirinin ilk kıtasında yer alan;
“Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim ile kar geliyor kardeşim.
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.”
dörtlüğü vardı.
O şiir posterlere, afişlere asılmıştı. Karlı cenaze töreninin resmi, bütün ülkücü derneklerde asılıydı.
12 Eylül öncesini yaşayan Ülkücüler, bugün her baktıklarında kendilerini görürler o fotoğrafın bir yerinde. İnsanın kanını donduracak bir kar yağışı ve tipinin engelleyemediği binler yürüyordu o gün İstanbul sokaklarında.
Adana Öğrenci Yurdu’na yapılan bombalı ve silahlı baskın sırasında, bulunduğu odaya atılan bombanın infilakı neticesinde şehit olan ülküdaşımızın naaşı, binlerce ülküdaşımızın katıldığı törende eller üzerinde taşınırken, İsmet Taşkurt adlı Anadolu Ajansı’nda çalışan bir gazetecinin çektiği karlı cenaze töreninin yayınlanan fotoğrafı hala gözlerimizin önündedir.
Ölümün kol gezdiği, kızıl namluların kan kustuğu 12 Eylül 1980 öncesi şehit düşen her ülkücü dava arkadaşımızın ardından basılan posterlerde çoğu kez Abdurrahim Karakoç’un mısraları fotoğraf altı olarak değerlendirilirdi.
78 KUŞAĞININ ÜLKÜCÜLERİ, DAVA ŞİİRLERİNİ EZBBERE BİLİRDİ
Hakkın, adaletin, imanın, millî duruşun ve sevginin sesiydi. Marşlara, türkülere, ezgilere kaynaklık eden söz ve şiirleriyle milletimizin gönlünde taht kurmuştur. Ülkücülerin şiirlerini ezbere bildiği Karakoç, Ülkücü hareketin şairi olarak tarihe geçmiştir. “Kılavuz Nesil” adlı 5 kıtalık şiirinde Ülkücü Gençlik için şunları söylüyordu:
“Batılın önünde set
Hakk’a kılavuz nesil.
İlimde Akşemseddin
Kararda Yavuz nesil
Hakk’a kılavuz nesil.”
12 Eylül 1980 öncesi MHP mitinglerinde önce Karakoç ağabeyin “Vur Emri” kitabından şiirler okunur, sonra mikrofona MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’i çağrılırdı.
Dava şiirlerinde İslam, Türklük, milli duruş vardı. Milletin milliyetçiliğini savundu. Tevhidi ülkücü çizgiye sahipti. Şiirlerinin merkezinde İslam vardı.
Karakoç’un şiirlerinde toplumsal bozuklukların dile getirilmesi yanında temiz vicdanları yücelten, çirkinliğe, bayağılığa, hainliğe isyan eden İslâmî/hamâsî bir anlayış ve eda görülür. İnsanın kul olma özelliğine, köküne, geleneklerine ve millet olma ideallerine bağlı samimi bir duyarlılık, onun şiirini ören diğer önemli temalardır.
En çok hiciv tarzında, toplumun aksayan yönlerini yazdı. Sistemin ve siyasetin Anadolu insanı üzerindeki baskısını, zulmünü dile getirdi.
Dava Felsefem, Üşüyenler, Toplu Havadis, Hak Yol İslam Yazacağız, Vur Emri, Yangın Var, Unutma Bacım, Anadolu Gezisi, Dokuz Yönlü Dert, Anadolu Dedi Ki, İlan, İfade, Yaralar, Bilmedik, Kimsesiz Mehmetlere, Tamam mı, Müjde, Unutma, İslam Yolu, Adak, Kara Haber, Kan Yazısı, Balabanım, Bozkurda Mektup, Bir Güzel Ülküdür Gönül Verdiğim, Temenni, Ültimatom, Kör Döğüşü, Genelge, vb. birçok şiir…
“Vur Emri”nin ilk baskısı 1973 yılında yapıldı. 1975 yılında Ötüken Yayınevi tarafından, 2. baskısı ise 1976 yılında Töre/Devlet Yayınevi tarafından yapıldı. “Kan Yazısı”nın ilk baskısı da, 1977 yılında yapıldı. Daha sonra peş peşe baskıları devam etti.
“Vur Emri” vatan ve millet düşmanlarına karşı bin yıllık davanın haykırışıdır. 5 kıtalık “Vur Emri” şiirinin ilk kıtasının sonu “Vur Türklük Aşkına!” diye biter. Şiirin son kıtasının son mısrası da “Vur Allah Aşkına Vur!” diye biter.
Türklük aşkına vur ünlemiyle devam eden şiir “Allah aşkına vur” ile noktalanıyordu. Türk-İslam ülküsüne gönül vermiş olan Karakoç ağabey, “Bir Güzel Ülkü” adlı 18 kıtalık şiirinde ülküsünü şöyle anlatıyor:
Ülkü demek makam mevki taç değil
Ülkü demek totem sembol haç değil
Kul icadı kof ilkeler hiç değil
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.
Abdurrahim Karakoç’un şiirleri milletin adamları olan ülkücülere heyecan veriyordu. 78 kuşağına mensup ülkücüler onun şiirlerini ezbere bilirdi.
ALPARSLAN TÜRKEŞ, ABDURRAHİM KARAKOÇ AĞABEYİN BİRÇOK ŞİİRİNİ EZBERE BİLİRDİ
MHP lideri rahmetli Alparslan Türkeş ile tanışması 1970 yılındadır. Alparslan Türkeş MHP’nin bir toplantısı için Maraş’a gelmişti. Maraş’taki MHP yöneticileri Abdurrahim Karakoç ağabey ile Türkeş’i bir araya getirmişlerdi. Türkeş zaten o yıllarda edebiyat dünyamızda şiirleriyle büyük ses getiren, tanınan Abdurrahim Karakoç ağabeyi çok iyi biliyordu. Çünkü MHP ve Ülkücü kadrolar Karakoç’un şiirlerini okuyor ve biliyorlardı. MHP ve Ülkücü kuruluşların kongrelerinde, mitinglerinde, gecelerinde, toplantılarında Abdurrahim Karakoç ağabeyin şiirleri okunurdu.
Rahmetli Alparslan Türkeş, Karakoç ağabeyin birçok şiirini ezbere bilirdi. Ona büyük saygısı ve hürmeti vardı. 12 Eylül darbesi sonrası 1987 yılında MÇP’nin düzenlediği bir toplantıya Abdurrahim Karakoç ağabey de katılmıştı. MÇP lideri Başbuğ Türkeş, Karakoç ağabeyi görünce onun “Dün Gece” adlı 9 kıtalık;
“Çelik testereyle kestim sılada
Yıkadım duvara astım sılada
Düşümde gördüm dün gece …” şiirini okumuştu.
Ve ardından Abdurrahim Karakoç için “Böyle bir milli şairimiz, başka var mı böyle anlatış, başka var mı böyle yorum?” gibi iltifatlarda bulunmuştu.
MUHSİN BAŞKAN’I ÇOK SEVERDİ, ŞEHİT DÜŞTÜĞÜNDE ÇOK ÜZÜLMÜŞTÜ
Şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun ismini 12 Eylül 1980 öncesinden biliyordu. Onunla çok yakınlaşması, esas olarak Muhsin Yazıcıoğlu’nun Nisan 1987 yılında cezaevinden çıkışından sonradır. Haftalık olarak yayınlanan ‘Yeni Düşünce’ gazetesinin Ankara Kocatepe Cami’nin yanında bulunan Binektaşı sokaktaki merkezinde bir araya geldiler. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni, 12 Eylül öncesi Ülkü Ocakları’nın son genel başkanı olan Dr. Lüfti Şehsuvaroğlu’ydu. Burada, Muhsin Başkan, Lütfi Şehsuvaroğlu ve Karakoç ağabey saatlerce konuşmuşlar, sohbet etmişlerdi.
Karakoç ağabey bir sohbette Şehsuvaroğlu’na “Muhsin Başkan’la geç tanıştım 12 Eylül öncesi bir tanışıklığımız yoktu. İsmini çok duymuştum. Ülkücü camia onu çok seviyordu.” demiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) ve Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Genel Başkanlığı yaptığı (1977-1978) dönemleri ve daha sonraki Ülkücü hareketteki görevlerini ve Muhsin Başkan ile ilgili Ülkücü camiadaki büyük sevgiyi daha onu tanımadan biliyordu.
O yıllarda Muhsin Başkan için gelecekte “Ülkücü hareketin lideri” olacak sözleri camiada konuşuluyordu. Karakoç ağabey de Muhsin Başkan için “Yiğit insan, lider adam” diyordu. Muhsin Başkan’ın dik duruşuna, ilkeli tavrına, samimiyetine, ahlakına hayrandı.
Muhsin Yazıcıoğlu da şairdi, şair ruhluydu. Az yazdı ama çok güzel şiirleri var. 1984 yılında Mamak cezaevinde yazdığı “Üşüyorum” şiiri şehadetinden sonra milyonlarca insanın dilinde, ezberinde her yerde söyleniyor, okunuyor.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun gençlik yıllarından beri Abdurrahim Karakoç’un birçok şiirlerini ezbere bilirdi. Ona büyük saygısı ve sevgisi vardı. Aralarında çok köklü ve güzel bir ağabey – kardeş ilişkisi vardı. Karakoç ağabey zaman zaman Muhsin Yazıcıoğlu ile bir araya gelir, ülke ve dünya meseleleri üzerine hasbihal ederlerdi. Abdurrahim Karakoç ağabeyin “Dava Felsefem” adlı şiirindeki:
“Ben milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.”
dörtlüğünü Muhsin Başkan bir çok toplantıda, kongrelerde, şölenlerde söylemiştir.
Karakoç ağabeyle en son röportajı vefatından 75 gün önce, Sincan’daki evinde yaptık. Rahatsızdı. Bir süre Karakoç ağabeyle Muhsin Başkan’ı konuştuk. Karakoç ağabey bize Muhsin Başkan ile duygularını ve milletin ona gösterdiği derin sevgiyi anlattı ve şunları söyledi:
“Muhsin Başkan’ı çok severdim. O da beni severdi. Muhsin Yazıcıoğlu, nefsi bir insan değildi. Beşeri duygulardan mümkün mertebe uzak durdu. Ahlakı karakteri çok düzgün, yiğit bir insandı.
Cenazesine gittim. Orada tarihin sayfalarına geçecek bir manzara ile karşılaştım. Müthiş bir görkem mevcut, onu gördüm. İnsanlar akın akın koşarak gelmişler ve orada idiler. Dualar ediyorlardı. Tilavetler yapıyorlardı. Ağlayan kadın – kız – çoluk – çocukları gördüm. Gözleri ağlamaktan çakmak çakmak olan, yeni fidan delikanlıları müşahade ettim. Öyle ki, cadde ve sokaklarda yürümek imkansız hale gelmişti. Ben de bel fıtığından dolayı yürüyemiyordum. Arkadaşların sayesinde onlara tutunarak ve üç dört kez bir yerlere oturup dinlene dinlene Kocatepe Cami’ne gidebildim. Sonra rahmetlinin cenazesinin arkasında o hüzünlü ve bir o kadar da manidar denilecek kalabalığın arkasından, Mithatpaşa’da yavaş yavaş yürüdüm.
Ve sonra buram buram gelecek kokan, bu necip milletin gönlünü ortaya inci gibi sözlerle, dizelerle seren İstiklal Marşı’nın yazıldığı yere Tacettin Dergahı’na defnettik O güzel adamı. Sevindiğim tek şey mezarının bulunduğu yer. İnanın ki, devlet önem addettiği bir kişi için mezar bulunmasını istese böyle bir yeri inanın bulamazdı. Rahmetli, dünyada görmediğini inşaallah orada görüyordur. Güzel adamdı. Kimseye nasip olmayan bir cenazesi oldu. O’nun cenazesine gelen insanların yarısı oy verseydi, iktidara gelirdi.”
BBP’NİN KURUCULARINDANDIR, İKİ DÖNEM BAŞKANLIK DİVANINDA YER ALDI
Abdurrahim Karakoç ağabey, Türkeş Bey ve Ülkücü camianın ısrarıyla 27 Kasım 1988’de yapılan MÇP kurultayında parti yönetimine 14. sıradan MYK üyesi olarak girdi.
Muhsin Başkan’ın MÇP’den 7 Temmuz 1992’de ayrılmasından sonra ‘Yeni Düşünce’ gazetesinde yazı yazmayı bıraktı. MÇP’den daha Muhsin Başkan ayrılmadan istifa etmişti. MÇP yönetimi ile bazı fikri ve siyasi konularda farklı düşündüğü için sessiz sedasız istifa etmişti.
Abdurrahim Karakoç 12 Eylül sonrası yayınlanan haftalık ‘Yeni Düşünce’ gazetesinde uzun bir dönem yazılar yazdı. Köşesinin ismi ‘Poligon’ idi. MÇP’den ayrılan Muhsin Başkan önderliğindeki kadrolar tarafından, 1992 yılında yayınlanmaya başlayan ‘Yeni Hafta Gazetesi’ ve bu gazetenin 1994’te günlüğe dönüşmesiyle ‘Gündüz Gazetesi’ olarak yayınlanan gazetede, gazete kapanana kadar yazılar yazdı. ‘Yeni Hafta’ ve ‘Gündüz’ gazetesindeki yazılarda bir köşeye dörtlükler yazıyordu. Daha sonra bu şiirleri ‘Gerdanlık’ başlığında topladı.
Yeni Hafta Gazetesi’ndeki köşesi ‘3. Göz’ ve Gündüz Gazetesi’ndeki köşesi ‘Düzen Dışı’ idi. Gündüz Gazetesi’nin ekonomik zorluklar nedeniyle kapanması üzerine 2000 – 2012 yılları arasında vefatına kadar Akit - Yeni Akit gazetesinde yazılar yazdı.
Abdurrahim Karakoç ağabey, 29 Ocak 1993 Cuma günü kurulan BBP’nin 99 kurucusundan biriydi. BBP kurulduktan sonra iki dönem Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. 1993 – 1995 yılları arasında BBP’de Başkanlık Divanı üyesi olarak yer aldı.
ABDURRAHİM KARAKOÇ ASKERİ VE BÜROKRATİK HER TÜRLÜ VESAYETE KARŞIYDI
Darbelere ve muhtıralara hep karşı çıktı. 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’ı eleştiren şiirleri ve yazılarından dolayı onlarca kez mahkemeye verildi, hepsinden beraat etti. Avukat tutmadı, hep kendi kendini savundu.
İlk yargılandığı şiiri, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası yazdığı 5 kıtalık ‘Kına Havası’ idi. Sistemle, siyasal iktidarlarla güç odaklarıyla hiç barışık olmadı. Zinde güçler, demokrasi maskaralığı ve haksızlıklar hiciv şiirlerini besledi.
1994-1999 yıllarında Gündüz Gazetesi’ndeki köşesinde, askeri vesayet peşinde koşan, demokrasi dışı arayışlarda bulunan çevrelere hep karşı çıktı. Laikçi, Faşist 28 Şubatçılarla, 28 Şubat zihniyetiyle mücadele etti.
ABD ve İsrail’in adamı, dönemin önde gelen generallerinden Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir tarafından mahkemeye verilen Gündüz Gazetesi mensuplarındandır.
Gündüz Gazetesi ve BBP, darbe peşinde koşan, orduyu göreve çağıran statükocularla, bürokratik oligarşiyle, tekelci medyayla, ordu içindeki cuntalarla, Çevik Bir gibi generallerin peşinde takılan sözde siyasetçilerle, Neo Maocu, 28 Şubat sürecini destekleyen Maocu Aydınlıkçılarla mücadele etti. 28 Şubatçılar ve destekçileri, Abdurrahim Karakoç ağabeyin de yazılarından rahatsız olmuşlar, onu da mahkemeye vermişler, hedef göstermişlerdi.
Hasbi bir adam ve kendine has bir üslubu olan Abdurrahim Karakoç, demokrasinin ve milli iradenin yanında yer aldığı için darbe girişimlerine, ordu içindeki cuntalara ve Baas rejimi peşinde koşan, İslam düşmanı zihniyetlere, malum çevrelere karşı çıktığı için alçakça saldırılara maruz kalmıştır. Ama inandıklarından, değerlerinden asla taviz vermemiştir.
12 EYLÜL 1980 DARBESİ SONRASI “VUR EMRİ” KİTABINDAN DOLAYI GÖZALTINA ALINDI
Abdurrahim Karakoç ağabey, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra gözaltına alındı. 12 Eylül darbesi ile 600 bin kişi gözaltına alınmış, on binlercesi tutuklanmıştı. MHP ve Ülkücü kuruluşların başta Türkeş olmak üzere önde gelen lider kadroları, yöneticileri, mensupları, üyeleri tutuklandı. 12 Eylül sonrası açılan “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasında 220 ülkücünün idamı istendi. Ülkücüler, cunta mahkemelerinde idamla yargılandılar. İdamı istenenler arasında rahmetli Türkeş ile birlikte şehit liderimiz Muhsin Başkan da vardı. İşte o süreçte Türkiye’nin yakından tanıdığı, şiirlerini milyonların ezbere bildiği Abdurrahim Karakoç da 12 Eylülcülerin hedefi olmuştur. Solcu Kaymakam ve emniyette görev yapan POL – DER adlı komünist derneğin mensupları, o zaman belediyede çalışan Abdurrahim Karakoç ağabeye kafayı takmışlardı. Sıkıyönetimde görevli olan subaya, Karakoç’u şikayet etmişlerdi.
Sıkıyönetimde görevli askerler Karakoç’u gözaltına aldılar. Suçu “Vur Emri” kitabı… Düşünebiliyor musunuz? Kitapları binlerce baskı yapan, şiirleri ile toplumu derinden etkileyen büyük bir şairin, şiir kitapları ‘suç unsuru’ kabul ediliyor. Şiirlerin suç sayıldığı ülkelerin arasına 12 Eylül darbesini yapanların sayesinde Türkiye de girmiştir.
Pol – Der’li polisler diğer taraftan gözaltına aldıkları Ülkücü gençlere Abdurrahim Karakoç’u suçlayan ifadeler vermesi için baskı yapıyorlardı.
İlginçtir. Gözaltına alındıktan sonra savcı ile aralarında ilginç bir diyalog geçer. Savcı suç unsuru gösterilen “Vur Emri” kitabında yer alan “Hakim Beğ” şiirini okur. Karakoç şaşırır. Hem gözaltına alınıyor hem şiirini ezbere bilen savcılar var…
“HAK YOK İSLAM” MARŞINI YAZDI, 40 KEZ HAKKINDA DAVA AÇILDI
Yıllarca, her yerde söylenen “Hak Yol İslam” şiirini 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yazmıştı. 60 yıl geçmesine rağmen hala bu şiir her yerde okunmaktalar.
‘Hak Yol İslam Yazacağız’ şiirinden dolayı yaklaşık 40 defa mahkemelik olmuş ve hiçbir davada avukat tutmamıştır. Karakoç hakkında onlarca dava açılmış, ancak tamamından aklanmıştır.
Nur hareketi, Nurcular olarak bilinen çevre, 1967 – 1970 yılları arasında bu şiiri marş olarak okuyorlardı. 26 Ocak 1970 yılında rahmetli Erbakan Hoca tarafından kurulan ve 12 Mart 1971 muhtırası sonrası kapatılan “Milli Nizam Partisi” bu şiiri sahiplenmiş ve “Milli Nizam Marşı” olarak okumuş ve sahiplenmişlerdi.
MNP, orjinal hali 7 kıta olan şiirin 2 kıtasını çıkartıyor, bir kıta ekliyor. Şiirin her kıtasının son mısrasında tekrarlanan “Hak yol İslam yazacağız” ibaresini “Milli nizam yazacağız” şeklinde değiştirmiştir.
MNP’nin kapatılmasına gerekçe olarak gösterilen hususlardan biri de ‘Milli Nizam Marşı’ haline getirilen “Hak Yol İslam Yazacağız” şiiridir. MNP’nin 24 Ocak 1971 yılında yapılan 1. kongresinde “milli nizam marşı” delegeye sunulmuş ve okunmuştur.
‘SAHTE MÜCAHİTLERİ’ HİÇ SEVMEZDİ
Abdurrahim Karakoç “Hak Yol İslam” şiirini marş haline getiren MNP ve devamı olan MSP çizgisine hiç sıcak bakmadı. ‘Milli Görüş’ zihniyetine hep mesafeli ve eleştirel yaklaştı. 1970 – 1980 arasında MSP’nin izlediği politikaları milli ve yerli bulmadı. 1970 – 1971 arası bazı toplantılarına ısrarlar üzerine katıldı ve büyük ilgi de gördü. Ancak, MNP yönetimi Abdürrahim Karakoç’un isminden faydalanmanın derdindeydiler. Erbakan’ın liderliğindeki MNP ve devamı olan partilerin (MSP, RP, Fazilet, Saadet) partiyi din gibi gören, kendileri gibi düşünmeyen mütedeyyin kesimleri dışlayıcı tavırlarını hep yanlış bulmuştur.
Ülkücü hareket 12 Eylül 1980 öncesi küfre karşı mücadele ederken ve mensupları şehit edilirken; sol ile değil de ülkücüleri hedef alan MSP zihniyetini çok tehlikeli bulmuştur. Hatta birkaç şiirinde Milli Görüş zihniyetine göndermelerde bulunmuştur. Örnek verirsek; “Kan Yazısı” kitabında yer alan 5 kıtalık “Akıncı” şiirinde yer alan 2 kıta şöyledir;
Bindirmişler bir gemiye
Rotasından haberi yok.
Korkuyor‚ ‘Türküm’ demeye
Atasından haberi yok.
‘Şeriat’ der fitne yayar
Müslümanı kafir sayar
Görülmemiş böyle hıyar
Hatasından haberi yok.
“Vur Emri” kitabında yer alan 5 kıtalık “Düğün Davetiyesi” şiirinin son kıtasında;
Sahte mücahitler size diyorum;
Hani cihad, nerde gaza diyorum.
At sürün erkekçe düze diyorum;
Meydanınız mı yok, ölümüsünüz?
YÜZLERCE ŞİİRİ BESTELENMİŞ, PLAKLARA, KASETLERE OKUNMUŞTUR
Her şiirini bir nesil nasıl bir aşkla okudu, nasıl bir duygu fırtınası yaşadı, zor anlatılır. Karakoç, uzun yıllar gençliğin sadece heyecan veren bir şairi değil, aynı zamanda düz yazılarıyla da çok okunan bir yazarıydı.
Özellikle hicivlerinde kullandığı keskin dili ile Karakoç, sistemle kavgalı halkın öfke patlamasını yansıtır. Bu yüzden Karakoç, daha çok hicivleriyle tanınır.
Sanatçı Bayram Bilge Tokel’in ifadesiyle, Abdurrahim Karakoç çağımızda adını ‘halk şairleri kütüğüne’ altın harflerle yazdıran bir şair olarak, daha hayattayken şiirlerinden en çok türkü bestelenen şair unvanına sahip olması hasebiyle hem bir türkü şairidir hem de türküleşen şairdir.
Vatan sevgisi ve aşk temalı şiirleri büyük ilgi görmüş, 100’e yakın şiiri türkü ve şarkı olarak bestelenmiştir. Hasan Sağındık, Selçuk Küpçük, İbrahim Tatlıses, Şükriye Tutkun, Selda Bağcan, Mahsun Kırmızıgül, Musa Eroğlu, Suavi, Esat Kabaklı, Gülay, Orhan Hakalmaz, Gülşen Kutlu, Sevcan Orhan, Güler Duman, Gündoğar ve Azerin tarafından seslendirilerek okunmuştur.
Karakoç'un, 'Sarı saçlarına deli gönlümü / Bağlamışlar çözülmüyor Mihriban / Ayrılıktan zor belleme ölümü / Görmeyince sezilmiyor Mihriban. Yar deyince kalem elden düşüyor / Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor/ Lambada titreyen alev üşüyor/ Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban...' eseri, birçok ünlü isim tarafından yorumlanarak unutulmaz türküler arasında yerini aldı. “Kör dünyanın göbeğine / Hak yol İslâm yazacağız” gibi şiirleri de marş olarak çok söylenmiştir.
Abdurrahim Karakoç ağabeyin en çok şiirlerini besteleyen ve okuyan, çok değerli sanatçımız Hasan Sağındık’tır. (24 şiirini bestelemiş ve okumuştur)
Şair-yazar/sanatçı Selçuk Küpçük’ün çok yakından tanıdığı, çok sevdiği Karakoç ağabeyi ile ilgili şu sözleri çok önemlidir:
'Abdurrahim Karakoç'un şiirleri, halk şiirinin modernleşmesi, kente taşınması, sözün politikleşmesi, Türk müziğinin modernleşmesi ve türkülerin modernizasyonu meselesinde çok işlevsel bir zemin oluşturdu.'
Şiirleri ‘Fedai, Devlet, Töre, Bizim Ocak’ dergileriyle kendisinin çıkardığı Yeni Ufuk Gazetesi’nde, ayrıca Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve Gündüz gazetelerinde yayımlanmıştır. Gündüz ve Yeni Akit gazetelerinde köşe yazarlığı yapmıştır.
Ülkücü hareketin edebiyat dergilerinden ‘Doğuş’ dergisi, Kasım 1983 20. sayısını Abdurrahim Karakoç ağabeye ayırmış ve özel sayı çıkarmışlardı. Birçok milliyetçi – ülkücü, fikir ve sanat adamı hakkında yazılar yazmışlardı.
Genç Kardelen’in 9. (1998) sayısı ‘Abdürrahim Karakoç Özel Sayısı’ olarak yayımlanmıştır. Karakoç hakkında biri Ankara Gazi Üniversitesi’nde, diğeri Kafkas Üniversitesi’nde olmak üzere iki yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
KAVGA GÜNLERİMİZİN İLHAM KAYNAĞIYDI
Ölümün kol gezdiği, kızıl namluların kan kustuğu 70’li yılların Türkiyesi’nde Karakoç ağabeyin ‘Vur Emri’ ve ‘Kan Yazısı’ şiir kitapları Ülkücü gençliğin elinden düşmüyordu. 68 – 78 kuşağı O’nun şiirleri ile beslendi. İlk gençliğimizin heyecan dalgasında Abdurrahim Karakoç ağabeyin ayrı bir yeri vardır. Şiirleri, kavga günlerimizin ilham kaynağı idi. Duvarlara “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” vb. ülkücü sloganlar yazarken, Karakoç ağabeyin de şiirlerinden mısralar duvarları süslerdi. Şiirleri 4 kuşağa tesir etmişti.
Karakoç ağabey ile tanışmamız 30 yıl önceye dayanmaktadır. 12 Eylül sonrası yayınlanmaya başlayan ‘Bizim Ocak’ dergisinin Ankara’daki bürosunda karşılaşmış ve tanışmıştım. Fırtınalı yıllarda kitaplarıyla tanıştığım, birçok şiirini ezbere bildiğim, değerli insan, kıymetli dava büyüğümüz Abdurrahim Karakoç ağabey ile tanışmam beni çok memnun etmişti. Karakoç ağabey ile vefatına kadar çok güzel bir dostluğumuz vardı.
‘Yeni Hafta’ ve ‘Gündüz’ gazetesinde yazılar yazdık. 1992 – 1999 yılları arasında. Önce Ziya Gökalp Caddesi’nde bulunan, daha sonra Sıhhıye’ye taşınan gazetemizin bürosunda en az haftada bir kez görüşürdük. Karakoç ağabey Sincan’daki evinden gazeteye gelir, bizlerle çok güzel sohbetler ederdi. Hayatımda tanımaktan şeref duyduğum dava büyüklerimizden biri Abdurrahim Karakoç’tur. Rahmetli liderimiz Muhsin Başkan gibi Abdurrahim Karakoç ağabey de yazarlık hayatım boyunca bana manevi olarak büyük destek vermiştir.
Can ağabeyim kitap çalışmalarımı hep desteklemiştir. Ne zaman yeni bir kitabım yayınlansa rahmetli Karakoç ağabey, şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu çok sevinirdi. Karakoç ağabey çıkan her yeni kitabımla ilgili mutlaka bir tanıtım yazısı yazar, okuyuculara tavsiye ederdi. 6 ciltlik “Ülkücü Hareket”, “Cahşların Savaşı”, “Derin Sol” kitaplarımla ilgili çok güzel, övgü dolu kıymetli yazılar yazmıştı.
7 HAZİRAN 2012’DE HAKK’A YÜRÜDÜ
Abdürrahim Karakoç 7 Haziran 2012 tarihinde Hakk’a yürüdü. Sonsuzluğun sahibine kavuştu. Bağlum köyünde Abdulhakim Arvasi Hazretleri’nin yanına gömüldü. Nakşi şeyhi olan bu zat, Necip Fazıl’ın da mürşididir. Necip Fazıl “O ve Ben” adlı kitabında anlatır.
Bu topraklarda, bu coğrafyada, tüm Türk dünyasında; 8 yıl değil, 80 yıl sonra da 800 yıl sonra da Abdurrahim Karakoç konuşulmaya ve okunmaya devam edecektir.
'Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban' derken güzel sevdaları, 'Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir' sözüyle kutlu davaları bizlere anlatan, sessiz ve asilce fani dünyadan en sevgiliye ulaşan ozanımız, üstadımız, gönlümüzün sesi olan gönül ve fikir adamı, dava büyüğümüz, halk edebiyatımızın en büyük şairi Abdurrahim Karakoç ağabeyi ve şehit liderimiz Muhsin Başkan’ı bir kez daha rahmet minnet özlem ve dua ile yad ediyoruz.