Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, KARAR TV'de 'Liderlerle Ekonomi' programında yazarlarımız Taha Akyol, Elif Çakır ve İbrahim Kahveci'nin sorularını cevapladı.
Varlık Fonu'nun, Turkcell'in en büyük hissedarı olmasını eleştiren Davutoğlu, çok tartışılan işlemi şu sözlerle eleştirdi: 'Varlık Fonu'nun, Turkcell ile ortaya koyduğu operasyon doğru ve rasyonel değil. Hem etik ve hukuki bağlamda hem de geleceğe dönük verdiği sinyal facia niteliğinde. Varlık Fonu, dünkü işlemle borçlandırma yaptı. Yani Ziraat Bankası'nın batmış bir kredisini, görünüşte kurtarmak için Varlık Fonu devreye sokuldu. Varlık Fonu, devleti borçlandırma ya da kredi kurtarmak fonu mudur?'
EKONOMİ YÖNETİMİ SINAVDAN GEÇEMEZ
Ekonominin yönetilmediğini belirten Davutoğlu, Türkiye'nin kapasitesinin çok altında performans sergilediğini söyledi. Davutoğlu 'Ekonomi bir habitat meselesi; bir iklim meselesidir. Çöl şartlarında gül ağacı yetişmeyeceği gibi ekonominin çevre şartları iyi değilse; çok istediğiniz için ya da her gün slogan ürettiği için ekonomi düzelmez. Türkiye'de ekonomiyi yönetenlerin çok ciddi bir bilgi eksikliği var. Ekonomi sınavına alsanız; temel kavramlardan bile sınavı geçemezler. Ortada açık bir cehalet var. Hukuk, ekonominin oksijeni gibidir. Türkiye, kapasitesinin çok altında bir ekonomik performans sergiliyor. Çünkü hukuka güven yok, özgürlükler yok. Hukuka güven yoksa ekonomiye güven olmaz. Türkiye'deki ekonomik krizinin nedeni; bugün dışsal nedenler değil. Ekonominin habitatı yok edildi, iklim bozuldu' diye konuştu.
O PARAGRAFIN KALKMASI İÇİN BEN GİTTİM
Başbakanlığı döneminde ekonomi ile ilgili adımlarının da sorun olduğunu anlatan Davutoğlu, 'gizli kapaklı işleri' bitirmek istediğini ama görevden alındığını belirtti. Davutoğlu 'AK Parti hükümetlerinin programlarında yer alan şeffaflık ve yolsuzlukla mücadele paragrafının kaldırılması için benim gitmem gerekti' dedi.
Davutoğlu'nun açıklamaları şöyle:
Ekonomi elitleri ile siyasi elitler arasındaki gizli kapaklı işleri kaldırmak istedim. Bu ilişkilerin şeffaflaşması gerekiyordu. Kamu ile özel sektör arasındaki ilişkiler de şeffaflaşmalıydı. Bu yüzden özellikle torba tekliflere de karşı çıktım. Bir Karayolları Genel Müdürü, ayrıldıktan sonra Danıştay üyesi, daha sonra da Kuzey Anadolu Otoyolu'nun konsorsiyumunun başına gelirse ben bunu siyasi etikle bağdaştırmam. Bir tarafta o konsorsiyumun devlet tarafında oturuyorsunuz, kısa bir süre sonra konsorsiyum tarafında oturuyorsunuz. Sonra Ulaştırma Bakanı olarak tekrar devlet tarafına oturuyorsunuz. Burada artık ilişkileri kontrol etme şansınız yok. Siyasi Etik Yasası'nı çıkarmamız nedeni de; kamunun çıkarını sağlamak. Kamu bankasında yakın akrabaların çalıştığını görünce hepsini görevden aldım. Siyasi Etik Yasası için muhalefetin de desteğini almıştık ama maalesef Sayın Cumhurbaşkanı, Meclis'e gittiği halde durmasını istedi ve sonra bir daha gelmedi. Gelecek Partisi olarak ekonomi paketinde en çok şeffaflık ilkesine dikkat ettik.
TEDBİRLER GÜNÜ KURTARMAYA DÖNÜK
Ülkede açık bir nepotizm var. Hiçbir likayat yok. Özgeçmişinde hiçbir bankacılık aktivitesi olmayan bir banka yönetimi olduğunda insanlar güven duyar gelir mi? Dolayısıyla ehliyetin, liyakatin yok sayıldığı, hukukun daraltıldığı, özgürlüklerin yok edildiği bir ortam. Bir de ekonomi yönetiminin kapasitesizliği, cehaleti ve tamamen günü kurtarmaya dönük tedbirler söz konusu olunca tablo böyle oluyor. Hukukun daralttığı, özgürlüklerin yok edildiği bir ortada bir de ekonominin cahilce yapılması bugün Türkiye'yi bu hale getirdi.
CESUR KARARLAR ALINMALI
Korona sonrası yeni bir dünya ile karşı karşıyız. Bu süreçle birlikte yeni dönemi değerlendirmeliyiz. Ekonomideki dogmaları kırmak gerekir. Sağ ya da sol kavramlar üzerinden ekonomi okumaları yapılıyor. Gelecek Partisi olarak var olan paradigmaları kırmak istiyoruz. Cesur kararlar almalıyız. Örneğin mali ve parasal gelişmeler farklı bakmalıyız. Korona sonrası kaynak ihtiyacı oldu. Mali ve parasal yeni bir bütçe revizyonu yapılmalı. Alt gelir gruplarının evde kaldığı dönemde hayatlarını idame ettireceği bir kaynağa ihtiyaç var. Bu kaynağı kullanırken parasal ve mali genişlemeden korkmayın. Eski bütçe ile artık bunu yönetmek mümkün değil.
KRİZİN KORONA İLE ALAKASI YOK
Türkiye'yi buraya bu yönetim getirdi. Türkiye'yi yerin dibine getirdiler ve bunun korona ile ilgisi yok. Faiz dışı bütçe çok önemlidir. Faiz dışı bütçe dengesinde 2002'den beri ilk kez eksiklere düştük. Ama şimdi İslami ekonomiden bahsediyorlar? Milletin üzerine faiz yükleyerek mi İslami ekonomi yapıyorsunuz? İşte bu noktada din istismarı devreye giriyor. Faizle mücadele, İslam iktisadı diyerek kurtarılamayacak bir tabloda. İslam iktisadının uyguladığın yerde, milletin faiz yükü böyle artmaz. Daha Korona'nın K'sı ortada yokken ihtiyat akçesi 40 milyar TL harcandı. Sonra da diyorlar ki; biz bunları yapalım ama siz susun. Niye susacakmışız? Efendim sadakatmiş. Bizim bu ülkeye sadakatimiz önemli.
SOSYAL YARDIMLARI KESMEYECEĞİZ
Türkiye'de ciddi bir orta sınıf fakirleşmesi var. Öncelikle bu durumu ortadan kaldırmak lazım. Türkiye'de şu an yatırım ortamı kötü. Ekonominin habitatı düzelirse; bu durum en çok orta sınıfa yarar. Eğitimli sınıfı istihdam edecek bir ekonomi politikası yok. Sosyal yardımları hiç kesmeyi düşünmüyoruz. Bugünkü iktidarın söylemlerinden biri de bu: Biz gidersek sosyal yardımlar kesilir. Hayır efendim, sosyal yardımları kesmeyeceğiz.
TÜRKİYE 2001 KOŞULLARINA GERİ DÖNDÜ
Şu an Türkiye'de 2002 öncesi AK Parti'yi iktidara getiren ortam var. Ekonomi ve demokraside 2001'e geri dönüldü. Artık tek başına güçlü bir iktidar partisi yok. Sayın Bahçeli'nin ağzından çıkacak bir söz ile Erdoğan'ın planları değiştirebilir. Şu Türkiye'de örtülü bir koalisyon hükümeti ile karşı karşıyayız. Ve kararları doğru düzgün alamıyorlar. Bunlar orta sınıfın belini büken koşulları hazırlıyorlar. Türkiye'yi dış dünyaya kapatmak demek; orta sınıfı yok etmek demektir. Daha az soru soran, kendi içine kapanan kitleler daha çok fakirlik getirir. Ara kategorileri orta sınıfın omurgası haline getirmeliyiz.
İSLAM EKONOMİSİNDEN BAHSEDİYORLAR AMA FAİZ YÜKÜ ORTADA
İslam ekonomisinden bahsediyorlar. Milletin üzerine faiz yükleyerek mi İslami ekonomi yapıyorsunuz? İşte bu noktada din istismarı devreye giriyor. Faizle mücadele, İslam iktisadı diyerek kurtarılamayacak bir tabloda. İslam iktisadı uyguladığın yerde milletin faiz yükü böyle artmaz.
AB İLE ANLAŞMAYA YAKLAŞTIKÇA PELİKAN SALDIRDI
Türkiye'de otoriter yanlısı kimse varsa; AB ile anlaşmanın karşısına çıktı. Benim 2013'te imzaladığı vize muafiyeti bu hükümet hale alamadı! Türkiye, Avrupa habitatının içinde olan bir ülkedir. Osmanlı bir Avrupa ülkesiydi. Gümrük Birliği revize edilecekti. O yıl Haziran ayında AB liderleri ile o pozu verebilseydik, hain FETÖ o darbe girişimini yapamayacaktı.
O dönem FETÖ, sonra FETÖ'ye hizmet etmiş ne kadar gazeteci varsa; bana karşı kampanya başlattı. Pelikan olayını iyi araştırmak lazım. Adalara giden illegal mültecileri Türkiye'ye alıp, aldıktan sonra da kendi ülkesine gönderecektik. Bunun karşılığında 1 milyon mülteciyi Avrupa alacaktı. Öyle bir algı oluşturdular ki; bu anlaşma Davutoğlu'nun şahsi anlaşması gibi. AB ile anlaşmaya yaklaştıkça pelikancıların saldırıları arttı.
KAZANIMLARI KAYBETME KORKUSU VAR
Bugünkü Türkiye'nin psikolojisi ne biliyor musunuz? Kazanımların kaybedilme korkusu. Bir ülkeyi korku ile yönetebilirsiniz ama korku ile kalkındıramazsınız. Bu yüzden müthiş bir propanganda yürütülüyorlar. O yüzden Gelecek Partisi'nden korkuyorlar. Seçmen davranışları değişecek; o tabanlar Gelecek Partisi'ne oy verecekler. O yüzden Gelecek Partisi'nden korkuyorlar. Örneğin bize medya ambargosu var. 28 Şubat korkusu ile seçmenleri etkilemeye çalışıyorlar. Niye Doğu Perinçek'i ekrana çıkarmaktan korkmayanlar Davutoğlu'ndan korkuyor? 28 Şubat korkusuyla insanları karanlık bir tünele girmeye zorlayıp mutlaka bu tünele gireceksiniz, yoksa sonunuz uçurum diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki, biz o tünelin sonundaki ışığız.
BÜROKRASİ TARUMAR EDİLDİ
Tek kişi yönetimlerinin; en büyük zaafı kurumsal kapasiteyi minimize eder. Rasyonel bir bürokrasiniz varsa; alttan yukarı doğru gelecek ve sizin önünüze alternatifler sunacak. Siz o alternatiflerden en doğrusunu seçeceksiniz ya da sizin bir vizyonunuz varsa; rasyonel bürokrasiye görüşleriniz aktaracaksınız. Başbakanken o yüzden bürokrasiyi tanımak istedim. Osmanlı'da da bu böyleydi. Türkiye'de de aslında rasyonel bürokrosi vardı; şimdi lider geldi ve bürokrasiyi tarumar ettiler. Rasyonel bürokrasinin gücünü siyasi lider bir yere kadar taşır. Türkiye'de ya bürokratik egemenlik oldu ya da siyasi lideri her an yönetebilecek biri gibi gören bir anlayışı. Şu anda Ankara'daki işleyişi görüyorum ve takip ediyorum. Her bir Bakanlık'ta neler olup bittiğini biliyorum. Bir kere yeni sistemle Bakanlar Kurulu kavramı gitti; yerine Cumhurbaşkanı Kabinesi geldi. Bu durum ilk çıktığında önemli bir bürokratı çağırdım. Tam referanduma gittiğimiz sırada. O zaman bahsettiğim bürokratta 'Gidişat iyi değil siz devlet mimarisine bakın' diye söyledim. Çünkü Cumhurbaşkanı ve etrafındakilerin böyle bir vizyonu olmadığını görüyordum. O bürokrat bana şunu dedi: Bürokrasinin şu an tek kaygısı var: Böyle bir değişimde özlük haklarım ne olacak?
MÜSTEŞARLIĞI KALDIRDILAR SEÇİM KAYBEDEN BAKAN YARDIMCISI OLUYOR
Mimar Sinan'ın zihninde Selimiye olmasaydı; Selimiye'yi yapabilir miydi? O resmi zihnindeydi. Yeni sisteme geçenlerin zihninde bir devlet mimarisi yoktu, bu beni tedirgin ediyordu ve o zaman herkesi uyardım. Bazı arkadaşları aradım; kaldırmayın müsteşarlığı dedim. Müsteşarlığı kaldırırsanız devletin tecrübe aktarımını yitirirsiniz. Olacakları biliyordum. Müsteşarlıkları niye kaldırıyorlar, Bakan yardımcılarına alternatifi olmasın diye. Peki, Bakan yardımcıları kim? Seçimi kaybeden Bakan yardımcısı oluyor. Sıradan milletvekili olacakken, iyi ki seçimi kaybettim diyor, güç kullanan bir Bakan yardımcısı oluyor. Müsteşarlık kaldırılmaması için neredeyse yalvardım; yapmadılar, dinlemediler. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi neye yol açtı? Cumhurbaşkanı bir de Bakan var. Fakat Bakan'ın altına Cumhurbaşkanı'nın atadığı 3-4 tane Bakan yardımcısı var. Bakanların çoğu her an yaptıkları bu işlemlerin; Bakan yardımcıları tarafından Cumhurbaşkanı'na iletilip kendi aleyhine kullanacakları korkusu içinde. Bu korkular bürokraside hiyarşisiyi yok ediyor. Ve Bakan'ın kendi kanaatini oluşturarak Cumhurbaşkanı'na gidip şu tedbiri almamız gerekiyor düşüncesini yok ediyor. Çarpıcı örnekler ise YKS ile sokağa çıkma yasakları.
VARLIK FONU'NU HEMEN LAĞVEDECEĞİZ
Varlık Fonu'nu hemen lağvedeceğiz. Varlık Fonu'nun, Turkcell ile ortaya koyduğu operasyon doğru ve rasyonel değil. Hem etik ve hukuki bağlamda hem de geleceğe dönük verdiği sinyal facia niteliğinde. Bir kere Varlık Fonu'nu niye kuruyorsunuz? Var olan bir varlığınızı değerdirmek için. Türkiye'nin en çok iş yapan kuruluşlarını bir yerde topluyorsunuz-ki Başbakanken benim önüme getirdiler-Varlık Fonu'nu doğru bulmadım. Rezerv parası bulunmayan ya da büyük enerji kaynağına sahip olmayan ülkelerin, Varlık Fonu kurması yukarıda bir oligopoli doğurur.
Türkiye'de her şirketi kendi içinde güçlendirmek ve iyi işlemesini sağlamak lazım. Varlık Fonu, dünkü işlemle borçlandırma yaptı. Yani Ziraat Bankası'nın batmış bir kredisini, görünüşte kurtarmak için Varlık Fonu devreye sokuldu. Varlık Fonu, devleti borçlandırma ya da kredi kurtarmak fonu mudur? Veya bu şu demek; hiç etkin çalışmayan bir yapıyı, üretken çalışan şirketlerin oluşturduğu bir fonun kaynaklarıyla finanse etmek.
YABANCI SERMAYEYE ADETA 'GELME' DENİYOR
Bir kere öncelikle doğrudan yabancı sermaye yapan birine mesaj veriyorsun: Seni gerektiğinde köşeye sıkıştırıp ve gitmek zorunda bırakırım. Sonra kar yaptım diyorsun ve orada kullandığın kredilerin aksine 1,6 milyarlık krediyi-yani Ziraat Bankası'nın kredisini-üstlenerek hisseleri (yüzde yüzde 24 civarında hisseler) alıyor. Birincisi Ziraat Bankası hesap verilebilirlik açısından; o kredinin nereye gittiğini konusunda muğlak bir yerde kalıyor. Böylece birincisi Türkiye'ye güvenerek yatırım yapan şirketi, ülke dışına çıkmaya zorluyorsun. İkincisi bir başka şirkete avantaj sağlıyorsun. Ve üçüncüsü güveni yok ediyorsun. Varlık Fonu'nun kuruluş gerekçeleri bu olamaz. Tamamen güveni yok eden, birtakım soruları beraberinde getiren bir operasyondur. Hem hukuki açıdan hem de bankacılık işlemleri açısından sorular söz konudur.
KURTARMA REÇETESİNE DÖNÜŞMESİ FACİADIR
Swap çok derece doğal bir araçtır. Ekonomi iyi ya da kötü gitse de tüm ülkelerin kullandığı bu aracı; ülkenin kurtarma reçetesi haline dönüşmesinin kendisi faciadır. Türkiye'nin swap için banka banka temas kurması bir utanç sebebidir. Swap normal, doğal işlemleriyle yürür. İtibar sahibi bir ülkenin swap için özel bir müzakereye girmesine gerek yok. Aslında bu durum bir semptomdur; ülke ekonomisine duyulan güvensizliğin belirtisidir. Bankacıların dediği gibi arka kapı operasyonları yaparsan; Türkiye içindeki dövizi korumak için, Türkiye dışındaki Türk lirasına dönük tedbirler almaya kalkarsan; bir müddet sonra kimse senin parana güvenmez. Şu an Türk Lirası'na güvenilmiyor? Senin parana güvenmeyen adam, niye swap yapsın? Burada daha vahimi ne biliyor musunuz? Bu kadar aciz ve kötü yönettikleri ekonominin düştüğü, acizlikten çıkmak ve kamuoyuna ümit vermek için 'Swap için teknik görüşmeler sürüyor' açıklamaları yapıyorlar. Swap'ta teknik görüşme mi olur?