Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, partisinin gündeme ilişkin görüş ve önerilerini kamuoyuyla paylaşarak iktidarı sert sözlerle eleştirdi.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu, dış politikaya ilişkin dikkat çeken açıklamalar yapparken, ekonomiden, sağlığa, adaletten, eşitliğe çarpıcı açıklamalar ve eleştirilerde bulundu.
İşte Ahmet Davutoğlu'nun gündeme dair açıklamasının tamamı:
-Bildiğiniz gibi iki hafta önce ilçe kongrelerimiz Ardahan Merkez ilçeden başlatmıştık. Bugün itibarıyla çok sayıda ilimizde 36 ilçe kongremizi gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Geçtiğimiz Cuma günü ben de İstanbul Esenyurt kongremize katıldım. Pandemi şartlarının gerektirdiği sosyal mesafe kuralları ve aşırı sıcaklığa rağmen kongremize gerçekleşen katılım ve coşku Gelecek Partisi olarak oluşturduğumuz umut ve heyecan dalgasının yansımasıydı. Bu kongrelerden sonra İstanbul, Konya, Batman, Bartın ve Ardahan’da il kongresi yapma şartı gerçekleşmiş durumdadır. Önümüzdeki günlerde bir taraftan ilçe kongrelerini sürdürecek, diğer taraftan da il kongrelerimiz başlatacağız.
-Bugüne kadar Bilim Kurulu'nun varlığının oluşturduğu güven ve önerilerine gösterilen toplumsal hassasiyet de eski etkinliğini yitirmiş bulunmakta. Halbuki bilim adamları virüsün ne bulaşma ne de öldürme etkisinden henüz birşey kaybetmediğini ifade ediyor. Yani virüs açısından değişen pek birşey yok. Enfekte insan sayısı, yoğun bakım hasta sayısı, özellikle önlemlere uyulmayan ortamlarda tespit edilen çoklu vaka sayıları da bunun göstergesi.
-Ancak bizim cephemizden baktığımızda sadece akşam televizyon ekranındaki günlük veri tablosundaki sayılara birkaç dakika verdiğimiz dikkat dışında hassasiyetimizi kaybettiğimiz aşikar. Yetkililerin, önerilen tedbirlerin ve yasakların kontrolündeki gayrı ciddi tavırları vaka sayısındaki kilitlenmenin en önemli sebeplerindendir. Vaka sayıları böyle devam ederse hem sağlık sektörü hem de vatandaşta ciddi bir yorgunluk oluşması kaçınılmaz.
-Hükümetin bir an önce Bilim Kurulu'nu tekrar etkin ve yetkili hale getirmesi, tedbirleri tüm ülke dahilinde hayata geçirmesi ve kontrol mekanizmasını daha sıkı uygulaması gerekmektedir.
-Hastanelerde doktorların test isteme yetkisindeki sınırlandırma kaldırılmalıdır.
-Pozitif vakalar için filiasyon uygulamasına geri dönülmelidir.
-Çocuk vaka sayılarındaki artış çocuklar için de yeni tedbirlere ihtiyaç doğurmaktadır. Sonbaharda açılması planlanan okulların binaları incelenmeli mesafe ve hijyen standartlarına uymayanlar için gerekli çalışma yapılmalıdır.
-Kronik hastalığı olan çocukların Pandemi bitinceye kadar eğitimlerini sürdürmeleri için alt yapı hazırlanmalıdır.
-Aşı çalışmaları sonuçlanıncaya kadar maske mesafe ve hijyen kuralından taviz vermemek zorunda olduğumuzu da hatırımızdan çıkarmamalıyız.
-Birkaç haftadır iktidarın barolarda seçimlerle ilgili yeni bir düzenleme yapma girişimi gündemde. Öncelikle yine her zaman yaptıkları gibi “biz yaptık oldu” kafasıyla tartışmayı başlattılar. Asgari nezaket ölçüleri içerisinde meselenin tarafı olanları dinleyecek medeni cesareti bile gösteremediler. En temel anayasal hak olan seyahat özgürlüğü, toplantı yapma özgürlüğü beşinci sınıf bir otoriter rejimdeymişiz gibi ihlal edildi.
-Gerçekten bu görüntülerden sonra demokratik bir yönetim içerisinde yaşadığımızı söyleyebilir miyiz? Avukatları otobanlarda kovalanan, şehir girişlerinde itilip kalkılan bir ülkenin demokrasi olduğunu kim söyleyebilir?
-Avukatlar bile, baro başkanları bile ifade hürriyetini kullanamazsa sıradan vatandaş, gençler, kadınlar, emekçiler ... nasıl konuşsunlar?
-Konu ne? Hukukun en temel üç unsurundan biri olan savunma ve onun temsilcisi avukatlar. Konuşturulmayan kim? Meselenin birinci muhatabı olan avukatlar. Avukatların alınmadığı mekân neresi? Milletin evi denilen, milli iradenin tecelligahı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi. Sonra hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, adalet kelimelerinin geçtiği tumturaklı cümlelere kim inanır? Bakınız, barolarla veya başka bir alanla ilgili yapılacak her türlü düzenleme öncelikle katılımcı olmalı. İlgili bütün paydaşların fikirlerinden faydalanılması gerekiyor. İktidar söylemek istediği ne varsa sonuna kadar söyleyebilme hakkına sahip… Tüm televizyonlar emirlerinde… Ama aynı hak avukatlar için geçerli değil. Peki madalyonun diğer tarafı çok mu parlak?
-En fazla demokrasiden, çoğulculuktan ve farklı fikirlerin hakkıyla temsilinden yana olması gereken barolar ise en fazla şikayetçi olduğu çoğunlukçuluktan yana. Yani bir oy fazla alan herşeyi alsın, başka kimseye hayat, söz hakkı tanımasın.
-En fazla FETÖ’den, bölücülükten, farklı gruplaşmalardan ve çok başlılıktan şikâyet eden hükümet ise çoklu barodan yana…
-İşin esası şu; iktidar adalet ve hukuk sistemini iyileştirmek, hızlandırmak, etkinleştirmek için bu düzenlemede ısrar etmiyor.
-Baroların sesini kısmak, iktidarı eleştiren baro yönetimlerini susturmak, iktidarın her yaptığını destekleyecek bir baro düzeni kurmak için bu düzenlemede ısrar ediyor. Ancak, yasalaştırmada ısrarcı olduğu taslağa bakılırsa, öngördüğü hedefe varamayacağı gibi hukuk sistemini kimliksel unsurlar üzerinden ayrıştırıp toplumsal barışı zedeleme riskine davetiye çıkarıyor.
-İktidar bu yaptığı ile hukuk sisteminin en temel ayaklarından savunmanın mezheplere, etnik kimliklere göre bölünmesi ihtimalinin farkında bile değil. Ya da daha kötüsü çok iyi farkında ve bizzat bu bölünmeyi istiyor.
-Yani alevi baro, sünni baro ayrımını istiyor. Yani sağcı baro, solcu baro, AK Partili baro, CHPli baro kurulmasını istiyor.
-Zaten ağır aksak yürüyen bir hukuk sistemimiz var; bu düzenlemeyle beraber hukuk sistemimiz daha da bozulacaktır.
-Gelecek Partisi olarak, hayatın her alanında olduğu gibi, baroların da çoklu veya çoğunlukçu olmasını istemeyiz. Çünkü tek ses veya kampların seslerini, sloganlarını duymak istemiyoruz artık. Yeterince bu sloganların esiri olduk. Artık karnımız tok bu yaklaşımlara. Gelecek Partisi baroların ele geçirilen veya ele geçirilebilen birer kurum olmaktan uzaklaştırılması gerektiğine inanmaktadır. Bunun yolu bellidir. Hem iktidar hem de avukatlar barolarla ilgili bu tartışmanın bitmesini istiyorlarsa, gerçekten dertleri baroların huzura kavuşması ise yapmaları gereken bellidir. Barolardaki her bir avukatın temsil hakkının, özgürlüğünün, ifade hürriyetinin ve oy hakkının korunduğu sonuna kadar çoğulcu yapıyı hayata geçirmeleri yeterlidir. Şu örgütün bu grubun, şu iktidarın bu ekibin, şu bölgenin bu çevrenin barosu olmak istemeyenler her bir avukatın her örgütlü yapı ve iktidar karşısında azami ifade, oy ve örgütlenme hakkını korusunlar yeterlidir.
-Burada bir kez daha, iktidarı bu vahim yanlıştan vazgeçmeleri konusunda uyarıyor, akl-ı selimin galip gelmesini temenni ediyorum.
-Mart ayından beri tecrübe ettiğimiz Korona küresel salgınının başta ekonomi olmak üzere hayatımızın farklı alanlarındaki neticelerini iyiden iyiye görmeye başladık.
Özellikle ağır ekonomik faturayı ciddiye almayan bu iktidarın sebep olduğu yaklaşımın bedelini halkımız ödemeye başlamıştır. Bütün dünya ticaretinin, Türkiye ekonomisinin, onlarca sektörde alış-verişin tamamen durduğu bir dönemde bu iktidar dünyada kimsenin başaramadığını başarmıştır:
-Bu iktidar iktisadi hayatın durduğu dönemde % 13 enflasyon üretmeyi başarmıştır! Üstelik de neredeyse her bir koltuğuna, her bir yetkili noktasına iktidarın istediği rakamı yazacak kişilerin olduğu İstatistik kurumunun verdiği rakam bu. Onlar bile ancak bu kadar saklayabildiler.
-Biz sokaktaki enflasyonun, Pazar yerindeki rakamların, enerji ve su faturalarının nasıl sınırsız yükseldiğini gözümüzle görüyoruz. Bu durumun neredeyse dünyada bir örneği bulunmamaktadır.
-Muadilimiz kabul edilen ülkelerde böylesi bir durum söz konusu değildir. OECD’de böylesi bir enflasyon kimsede bulunmamaktadır. Bütün dünya sıfıra yakın veya eksi enflasyon görürken biz nasıl olur da %13 enflasyonla yaşamaya mahkûm ediliriz.
-Başka hiçbir veriye ihtiyaç yok. Tek başına enflasyonun durumu ülkenin nasıl yönetildiğinin özetidir.
-Milletin cebindeki 100 liranın 13 lirası bizzat bu iktidar tarafından her sene eritilmektedir. Böylesi bir soygun düzenine milletimiz mecbur değildir. Bir grup ciddiyetsiz ve liyakatsizin, etraflarındaki helal-haram bilmezleri besleyecekler diye milletimizin alın terini her ay çalmasına müsaade edemeyiz.
-Faiz düşerse enflasyon düşer ciddiyetsizliği ve hikayesiyle geldiğimiz yer burasıdır. Milletin aşından, ekmeğinden yürüten enflasyon… Milletin işini, emeğini yok eden işsizlik…
-Daha da kötüsü bu acı gerçeklerle yüzleşip önlem alacak bir akıl iktidarda kalmamıştır… İktidar sabah akşam kendisini övmek zorunda olan onlarca gazete, tv yetmiyormuş gibi bir de hastalıklı bir şekilde ha bire kendi kendisini övmektedir… Her konuşmalarında Türkiye ekonomisinin nasıl uçtuğu, nasıl büyüdüğü, nasıl dünyanın kıskandığı bir ekonomi olduğunu tekrarlamaktalar… Bu milletin aşını alıyorsunuz, emeğini yok ediyorsunuz, birikimlerini eritiyorsunuz…
-Bütün bunları yapıyorsunuz, yetmiyor bir de bu yalanlarla milletle dalga mı geçiyorsunuz? Siz “Türkiye dünyada en fazla büyüyen ekonomi” dediğinizde İstanbul’da işsiz kalmış Mehmet meseleyi anlamıyor mu zannediyorsunuz…
-Siz “Türkiye dünyanın ilk on ekonomisi arasına iki yıl içinde girecek” dediğinizde Diyarbakır’da evinde aş kaynatamayan Ayşe anlamıyor mu zannediyorsunuz… Siz “bütün dünya bizim ekonomimizi kıskanıyor” dediğinizde Ankara’da ay sonunu zor getiren Fatma’nın size acı acı gülümsemediğini mi zannediyorsunuz…
-Biz bu işte bir” arıza var” derken boşuna demiyoruz. Arıza ne memleketin evlatlarında, ne de Allah vergisi kaynaklarımızda. Arıza tam da sizin ciddiyetsiz ve liyakatsiz bakanlarınızda, milleti hafife alan kibrinizde..
-Milletin aklıyla dalga geçen yalanlarınızda... Arıza sizin ucube Cumhurbaşkanlığı sisteminizde... Gazetelerinizle, TV’lerinizle, papağana dönmüş sözde gazetecilerinizle vatandaşın dünyasından başka bir dünya icat edebilirsiniz… Koalisyon hükümetinin ortakları kendilerini bir cennette zannedebilirler… Kaldı ki, cennette zannetmekte haksız da değiller… Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındadır… Hiçbir hukuk, adalet ve ahlak ilkesi kendilerini bağlamamaktadır…
- İktidar dünyasında enflasyon, işsizlik, borç bulunmamaktadır… İktidar dünyasında emek, alın teri, hak, hukuk bulunmamaktadır…
-İktidar dünyasında sistematik yolsuzluk, bedavadan yaşama, emeksiz gelir, çalışmadan kazanma mümkündür…
-İktidar dünyasının cennetinde tam istihdam var… işsiz kalmanız kesinlikle mümkün değil… Hatta aynı kişi üç dört yerden maaş alabiliyor! Ayrıca herhangi bir konuda eğitim almanız, uzmanlık sahibi olmanız da gerekmiyor. Hiçbir liyakat şartı da aramıyorlar. Herkes muhakkak bir yerde müdür, danışman, üye maşallah…hem de aile boyu olarak…
-İktidar dünyasının cennetinde enflasyon yok, zarar yok. Aksine sürekli büyüyen karlar var. Kazanç var. İktidar dünyasının cenneti büyüdükçe, milletin hayatı daha fazla zindana dönüyor…
-İktidar dünyasında bulunanlar kendilerini nasıl cennette zannetmesinler… Bütün ahlakı, değer sistemi, dünya görüşü böylesi bir cennetten ibaret olanların milleti anlaması, bizleri anlaması mümkün değildir… Onun için soru sorduğumuzda şaşırıyorlar… İtiraz ettiğimizde afallıyorlar… İtirazları susturmak istiyorlar.
-Geleneksel medyayı propaganda merkezlerine çevirdiler. Ama herkesin sesini duyurabildiği sosyal medyayı henüz baskı altına alamadılar. Orada farklı sesler de çıkabiliyor.
-Bindirilmiş kıtalara konuştukları konforlu mecralarından çıkıp da sosyal medya platformlarına girince hoşlanmadıkları sorularla-cevaplarla karşılaşıyorlar. İnsanların düşüncelerini açıkça söylemelerine alışkın olmadıkları için küplere biniyorlar, kimyaları bozuluyor.
-Burada şapkayı önlerine koyup düşünmekten ziyade, kestirmeden gençlerin yorumlarını kapatmaya yöneliyorlar. Ama öyle anlık düzenleme yetmeyince şimdi hepsini kapatmaya kalkıyorlar.
-Siz artık sadece kapatmaya alıştınız. Üniversite kapatıyorsunuz, sosyal medyayı kapatıyorsunuz, gençlerin yorumlarını kapatıyorsunuz, Türkiye’yi kapatıyorsunuz. Türkiye’mize verecek bir şeyi ve söyleyecek bir sözü kalmayınca, ülkeyi dünyaya kapatmaya çalışan ilk siyasetçi siz değilsiniz.
-Bir zamanların sokak sokak siyaset yapan, her mekâna girip dert dinleyen bir iktidarını şimdi köşe bucak milletten kaçar bir hale getirdiniz. Fakat şunu aklınızdan çıkarmayın: ne Türkiye’yi kapatabilirsiniz ne de milletten kaçabilirsiniz. Türkiye nehri yatağında akmaya devam edecek. Türkiye’nin ufku geniş, geleceği parlaktır.
-Sosyal medyada, maalesef, kolektif veya bireysel ahlaksızlıklar var. Bunlardan hepimiz rahatsızız. Yıllardır şahsımıza, ailemize, dostlarımıza, arkadaşlarımıza edilmedik hakaret, küfür, iftira, suçlama kalmadı…
-Hem de bunların büyük bir kısmı örgütlü bir şekilde ve iktidar çevrelerinin gizli açık desteğiyle yapıldı… Ne oldu? Kaç tanesi için ciddiye alınacak bir hukuki süreç işledi… Bu nedenle, Türkiye’nin en büyük trol çetelerini kuranlar kalkıp ahlaktan, adaletten, sosyal medyada işlenen suçlardan bahsetmesinler… Kaldı ki, şu an öncelikle nasıl bir hukuki boşluk var da bu açığı kapatacaksınız?
-Sizlere en ufak bir eleştiriyi bile yapan soluğu zaten saatler içerisinde karakolda almıyor mu? Neyi düzenleyeceksiniz? Neyi kapatacaksınız?
-Son on yılda iki tane soru ile sık sık karşılaşıyorum. Bu iki sorunun sorulması gerçekten bizleri üzüyor. Çünkü insaf, ahlak, adalet ve vicdan sahibi herkes bu iki sorunun da cevabını çok iyi biliyor olması lazım.
-Birinci soru Suriye’de ne oldu da ilişkilerimiz bozuldu? Siz değil miydiniz Suriye ile ortak bakanlar kurulu yapan, sürekli liderler arası görüşme yapan… Şimdi gerçekten bu soru meraktan mı yoksa ahlak yoksunluğundan mı soruluyor… Ama bir kez daha sırf kayda geçsin diye cevap verelim…
-Yüzbinlerce masumu katledenlerle, kendi halkına karşı kimyasal silah kullananlarla ülkemize saldıranlarla ilişkilerimiz bozulmayacaktı da ne olacaktı. Bunun sorumlusu ne biziz ne de Türkiye Cumhuriyeti! El insaf.
-İkinci soru ise en az bunun kadar vicdanı, aklı ve ahlakı olanları üzecek bir soru. Siz AK Parti’de, Erdoğan’la birlikte değil miydiniz? Sürekli yol arkadaşı olacağınıza söz vermediniz mi? Şimdi ne oldu da eleştiriyorsunuz?
-Kardeşlerim. Biz şahıslara, tabelalara, kurumlara bir bağlılık sözü vermedik. Biz ilkelere, ahlaka, dürüst ve şeffaf yönetimde birlikte ve beraber olmaya söz verdik. Üstüne üstlük AK Parti’den ayrılan da biz değiliz. AK Parti yanlışları karşısında kendisini uyaranlarla yollarını ayırdı. Bizler ihraç edildik.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan dürüstlük diyenle, ahlak diyenle, liyakat diyenle, adalet diyenle beraber yol yürümekten vazgeçti… Bunun yerine yıllardır ağza alınmayacak hakaretlerle kendisine saldıranlarla yoldaşlık yapmayı tercih etti.
-Adaletten, ahlaktan, demokrasiden, hukuktan ve değerlerimizden nasibini almamış kim varsa onlarla yol yürümeyi tercih etti. Eğer memleketi iyi yönetseydi, toplumun her kesimine kulak verseydi, sadece kendi yakınlarını değil 83 milyonu kollasaydı bizler de iktidara destek olurduk. Ama biz sizinle olan kişisel hukukumuzu koruyacağız dediysek ülke yanarken susacağız demedik.
Astığınız astık, kestiğiniz kestik bizden de size açık çek demedik. Bundan sonra da bildiğimiz doğruları söylemeye; her platformda, her mecrada hakkı, hakikati, hukuku dillendirmeye devam edeceğiz. Varsın sizin kalemşörleriniz, talimatla yazı yazanlarınız, rüzgar gülleriniz, Türkiye’nin en büyük medya kuruluşlarına kamu polisi sıfatıyla yön çizenleriniz sizin borunuzu öttürsün. Millet zamanı geldiğinde herkesin karnesini önüne koyar. Ayrıca, bizleri sorgulama ucuzluğunu kendilerine iş edinenler de bir dakikalığına da olsa ahlaklı davranıp herkesin gözü önünde yaşanan bu süreci AK Partililere, Erdoğan’a sorma cesareti göstersin.
-Son örnek olarak bu soruyu iktidara yaranmak için soran bir genel yayın yönetmeni önce kendisine dürüst bir şekilde şu soruyu sormalı: 28 Şubat şartlarında genç bir akademisyenken rahatlıkla kanalıma davet edip röportaj yapabildiğim Ahmet Davutoğlu’nu şimdi eski Başbakan sıfatıyla niçin davet edip bu soruyu doğrudan kendisine soramıyorum?
-Bu soruyu sormak dahi cesaret ve samimiyet meselesidir. Bu soruyu sorduğu anda ya bizi davet etme cesareti göstermek zorunda kalacaktır; ya da bugünkü basın özgürlüğünün 28 Şubat şartlarından daha geride olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktır. Bizim söylediklerimiz net, vicdanımız temiz, sözümüze sadakatimiz esastır.
-Doğrudur, biz 5 Mayıs 2016’daki o meşhur konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi ile olan hukukumu koruyacağıma söz verdim. Şahsi hukukları ilgilendiren bu konuda da gereğini yaptım ve yapacağım. Son olarak da Şehir Üniversitesi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla kapatıldığı gün içim yanarken her daim kızım gibi gördüğüm Esra hanımın onuruna yönelik bir saldırı olduğuna bir an bile tereddüt etmeden gereken tepkiyi gösterdim.
-Peki şu soruyu sormak benim ve vicdan sahibi insanların hakkı değil midir? Sosyal medyada benim, eşim ve ailem hakkında alçakça tweetler atılırken siz Erdoğan’dan herhangi bir tepki gördünüz mü?
-Sayın Başak Demirtaş ve diğer bir çok kadın gazeteci en ağır hakaretlere maruz kalırken iktidar cenahından bir ses duydunuz mu?
-Siyasetname diliyle onlara bir nasihat etmenin vaktidir:
Devlet adamı ol kişidir ki, halkının her ferdinin onurunu kendi onuru, her ailenin ve kadının haysiyetini kendi haysiyeti gibi görür ve korur.
Buradan tekrar söylüyorum: İnsani hukuk bağlamında Sayın Erdoğan’a ve ailesine dönük herhangi bir saldırı olursa benim yerim de konumum da tutumum da onların yanında olacaktır. Sayın Erdoğan benim, eşimin ve ailemin onuruna yapılan saldırılara sessiz kalsa da ben her zaman bir eski dost olarak onun ve ailesinin onurunu korumaya devam edeceğim.
Ancak, konu Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın hataları ise, bu konuda da onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak cesaretle eleştirmekten kaçınmayacağım.
Bize Erdoğan’ın şahsına yönelik hukukumuzu koruyacağıma dönük konuşmamı hatırlatanlar aynı konuşmadaki şu sözleri görmek istemiyorlar: “Şimdi ifade etmek isterim, olağanüstü kongrede aday olmayacağım ama AK Parti milletvekili ve neferi olarak demokrasi mücadelesini son ana kadar sürdüreceğim.”
Bugün de aynısını söylüyorum: Şahsi hukukumu koruyacağım ama demokrasi ama özgürlükler ama temiz siyaset, ama insan onuru söz konusu olduğunda her zaman olduğu gibi referansım fani kişiler değil baki değerlerimiz olacaktır.
Söz konusu olan canımdan aziz bildiğim milletimin geleceği ve hayat boyu savunduğum değerler ise bu konuda da bilinsin ki: Kimi ve kimleri rahatsız ederse etsin ve nereye varırsa varsın, yerim de konumum da tutumum da milletimin ve değerlerimin yanıdır.
Hiçbir insani hukuk bunun üstünde değildir.
Bizim için önemli olan milletin vicdanında nerede olduğumuzdur.
Biz milletimizin basiretiyle nereden nereye geldiğimizi en güzel şekilde gördüğünü biliyoruz.
Biz Hakkın nezdinde nerede durduğumuzu en iyi şekilde biliyoruz.
Gelecek Partisi olarak korona krizinin ilk gününden bu yana, karşı karşıya bulunduğu zorluklara rağmen Türkiye’nin de diğer ülkeler gibi hızlı ve hedefe yönelik politikalar oluşturması gerektiğinin altını çiziyorum.
Hükümetin yaşanmakta olan süreci doğru okumak, salgının olağanüstü olduğunu, krizden önce dahi tutturulması çok zor olan büyüme hedeflerinin artık gerçekçi olmadığını kabul etmek zorunda olduğunu tekrar ediyorum.
Uzun vadeli istikrara zarar vermeden, “hedefe yönelmiş”, “şeffaf ve hesap verebilir” bir çerçeveye bağlı kalarak, “olağanüstü ve geçici” tepkiler verilmesi gerektiğini ifade ediyorum.
Ancak korona salgını nedeniyle bugün yaşanmakta olan ekonomik krizin de gösterdiği üzere ekonomi yönetimi sorunları; ortak akıldan uzak, bilgiye dayanmayan, muallak ve bütünlükçü olmayan bir biçimde ele alıyor.
Açıklanan ekonomik önlemlere ilişkin toplumun hemen her kesiminden söz konusu önlemlerin yetersiz olduğuna, ihtiyacı olan kesimlerin kamu tarafından açıklanan desteklere ulaşmakta zorluklar çektiğine dair sayısız şikâyetler duyuluyor.
Gelen şikayetler ve talepler bağlamında bugün özellikle turizm sektörü ile ilgili olarak temel bazı hususları vurgulamak istiyorum.
Gölge kabinemizin Turizm Politikaları Başkanlığımız bu konuda kapsamlı bir değerlendirmeyi ve alınması gereken tedbirleri kapsayan bir rapor hazırladı.
Bu raporun ana unsurlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yaşanmakta olan krizin doğası gereği en ağır etkiyi yaşayan turizm sektörü bu şikayetlerin en yüksek sesle dile getirildiği alanların başında geliyor.
Sektörün tüm paydaşları 2020’de turizm ve seyahat sektörünün yine başarılı bir yıl geçireceğini öngörüyor buna göre planlar yapıyordu.
Ama daha önce eşi benzeri görülmemiş bir durum ile karşı karşıya kalındı. COVID-19 İle birlikte, insanoğlunun alışık olmadığı pek çok uygulama ardı sıra yaşamımıza girdi.
Kriz ile birlikte en önemli etki ise insanların seyahat etme talebinin nerdeyse ortadan kalkması oldu.
Ülkemize 2019 yılının ilk 5 ayında toplam 12 milyon 757.522 turist gelmişken, 2020 yılının aynı döneminde bu rakam %66 düşüşle 4 milyon 292.711 seviyesine geriledi.
Ülkeler bazında bakıldığında turist sayılarında Korona krizi etkisiyle düşüş beklentileri ise; Fransa’da %40, İspanya’da %42, İtalya’da %49, Almanya’da %39, Yunanistan’da %36 , Türkiye’de ise %34 düzeyinde öngörülmektedir.
Dünya Turizm Örgütünün yapmış olduğu araştırmaya göre Turizm sektörünün yedi yıl geriye gideceği tahmin edilmektedir.
Turizm sektörünün
Milli gelire doğrudan katkısının % 5,0 Milli gelire toplam katkısının %12,9 İstihdama doğrudan katkısının %2,3 İstihdama toplam katkısının %8,3 Turizm Yatırımlarının toplam yatırımlar içerisindeki payının %9,9 Turizm çalışanlarının toplam çalışanlar içindeki payının %7,7 düzeyinde olduğu göz önüne alınarak sektöre yönelik acil bir eylem planı hazırlanmalıdır.
Gelecek Partisi olarak Turizm sektörüne ilişkin olarak aşağıda sıraladığım şu 10 acil önlemin ivedilikle hayata geçirilmesi için Hükümete sesleniyoruz.
Turizmcilere kredi değil daha fazla hibe imkanları sağlanmalıdır. KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİNİN turizm sektörüne özel olarak prim gün sayısı şartının kaldırılmalı ve, yine turizm sektörüne özel olarak Eylül-Ekim Dönemine Kadar tüm sezona yayılmalıdır. Turizm sektörüne özel SGK ve VERGİ BORÇLARI faizsiz en az 1 sezon (1 yıl)kadar ertelenmelidir. Turizmden ve turizmin alt sektörlerinden alınan zorunlu TURİZM AJANSI PAYI ‘ndan bu yıl sektör muaf tutulmalıdır. Turizm ve bağlı sektörlerde faaliyet gösteren işyerlerinin yerel yönetimlere ödeyeceği eğlence vergisi, çöp vergisi, atık su bedeli vs. gibi ödemeler 1 yıl ertelenmeli sonrasında ise taksitlendirilmelidir. COVID Sürecinden dolayı geç başlayan sezon ve hedeflerden çok uzak bir sezon yaşayacak turizm sektörü ile ilgili olarak bu sezona mahsus KDV oranının düşürülmesi hükümetin gündemine alınmalıdır. Yurt dışı turist akışının kısa vadede düzelmeyeceği gerçeği göz önüne alınarak uygun fiyatlı paketlerle hızla yerli turistlere imkanlar sunulmalıdır. Güvenli Turizm Sertifikası geç kalmış, alt yapısı oluşturulamamış ve güven vermemiştir. Türkiye Turizmi Tanıtma Ve Geliştirme Ajansı amacına hizmet eden bir kuruluş haline getirilmelidir. Uluslar arası işbirliğine dayalı kriz yönetimi anlayışına geçilmelidir.Geçtiğimiz hafta içinde TÜİK tarafından Haziran ayı enflasyon rakamları açıklandı. Sözde “milli ekonomi” ve “faiz karşıtı” tavırla yönetilen para politikasının enflasyonda ülkeyi ne hale getirdiğini hep birlikte yeniden gördük.
Enflasyon TÜFE’de %12,62 ile hedefin 2,5 katından daha yüksek bir düzeyde gerçekleşti.
Faiz düştüğünde enflasyonun da düşeceğine inanan akıl, bir yandan tutarsız ve aşırı müdahalelerine devam ediyor, diğer taraftan kurumların kapasitelerini, yetkinliklerini ve itibarlarını tahrip eden hoyrat ve sorumsuz yönetim anlayışı ile maalesef enflasyonda Türkiye’yi ekonominin diğer konularında olduğu gibi yeniden 90’lı yılların karanlığına doğru sürüklüyor.
Hayat pahalılığı; büyümede, işsizlikte ve gelir dağılımında karşı karşıya olduğumuz ürkütücü tabloyu sadece daha vahim hale getiriyor.
Enflasyonda ilk günden bu yana tavrımız ve duruşumuz net. Bir Hükümetin topluma karşı işleyebileceği en büyük ekonomik suçun yüksek enflasyona göz yummak olduğunu söylüyoruz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçtiğimiz son 2 yılda birikimli tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 30’un üzerinde gerçekleşmiş.
Korona krizi ile birlikte yıllık enflasyon gelişmiş ekonomilerde yüzde 0,4 Türkiye’ye benzer ülkelerde yüzde 4,2 düzeylerine kadar gerilemişken Hükümetin yüzde 13 düzeyindeki enflasyona bakıp “her şey çok güzel, Türkiye büyük bir sıçramanın eşiğinde” söylemi ile siyaset yapıyor olmasını en hafif tabirle “acıklı bir durum” olarak tarif ediyoruz.
Ekonominin durduğu, iş yerlerinin kapandığı, insanların evlerine mahkum olduğu böyle bir dönemde enflasyonu artırmayı başarmakta ancak bu iktidar gibi liyakatsiz ve ekonomi cahili biri tarafından başarılabilirdi.
Siz döviz alımını zorlaştıracak vergiler ve yasaklamalarla, iki üç haftada bir yeni gümrük tarifeleri yayımlayıp % 30’lara ulaşan ilave vergi artışlarıyla deliği yamamaya çalışırken, millet bir yandan işsizlik ve yoksulluk diğer yandan belini büken enflasyonla her şeyi bir kenara not ediyor.
Enflasyonda yaşanan sorunlara ek olarak, bugün Hükümet ve Merkez Bankasınca birlikte uygulanmakta olan parasal genişleme politikalarının da önümüzdeki dönemde enflasyona ilişkin göstergelerde daha derin sorunları beraberinde getireceğini açık bir biçimde görüyoruz.
Merkez Bankasının geçtiğimiz üç ayda menkul kıymet portföyündeki artış yaklaşık 63 milyar TL. Menkul kıymet portföyünün Merkez Bankası bilançosu içindeki payı %11’i aşmış.
Korona sürecinde bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülkelerde de belli şartlar sağlandığında parasal genişleme yapılabileceği, eski ezberlerle bu sürecin aşılmasının zorluğu bugün tüm kesimlerce kabul edilmekle birlikte bu politikayı uygulayabilmek için belli şartlar olduğu da açıktır.
Nedir bu temel şartlar?
Güven veren kurumsal çerçeve. Bu kurumsal çerçevede çalışan bağımsız bir Merkez Bankası. İyice kontrol altına alınmış enflasyon beklentileri. Sağlıklı bir “dalgalı döviz kuru” rejimi.Bu 4 temel şartı okuyunca bile parasal genişlemenin bu haliyle bizde neden çalışamayacağı önümüzdeki dönemlerde nasıl daha büyük problemleri beraberinde getireceği gayet açık değil mi?
Türkiye bağımsız bir merkez bankasına ve enflasyonla mücadeleyi ciddiye alan bir ekonomi yönetimine yeniden kavuşana dek, uyguladığı her politikanın maalesef ağır bedellerini ödemeye devam edecek.
Bundan dört yıl önce AB ile Türkiye arasında serbest dolaşımı hayata geçirmek üzere anlaşmıştık.
Ama maalesef biz ülkemizin ekonomisini katlayacak, Türkiye'yi büyütecek adımı atmaya çalışırken bize kendi iktidarımız çelme takmak için elinden geleni yaptı. Bugün geldiğimiz şu noktaya bakın.
Dört yıl önce serbest dolaşımı hayata geçirmek üzere olduğumuz AB bugün Türkiye'yi turizm için bile seyahat edilecekler listesine almıyor. Yazık ki ne yazık.
AB’nin bu tavrı ne dostanedir ne de karşılıklı ilişkilerimizin ruhuna uygundur.
AB bu kararıyla ekonomik ilişkilerde her iki tarafın da zarar etmesine yol açmaktadır.
Eğer AB Libya’da yaşanan, Doğu Akdeniz’de yaşanan, Suriye’de ülkemizin kazanımları karşısında bu şekilde hesaplaşmaya gidiyorsa bilsin ki orta ve uzun vadede kendisi kaybeder.
Ancak AB’ye girme hedefiyle iktidara gelip en önemli ticari ortağımız AB ülkeleriyle ilişkileri iç siyasette oya devşirmek için kullananların bu sorunları çözme becerisi kalmamıştır.
AB’nin iyi niyetli olmadığı ortadadır.
AB’deki bu iktidarın kafa dengi sorumsuz, popülist ve dışlayıcı siyasetçilerin çapsızlığı ve akılsızlıkları herkesin malumudur.
Fransa’nın Libya ve Doğu Akdeniz’deki vizyonsuz, demokrasi düşmanı ve sorunları büyüten yaklaşımlarını da görüyoruz.
Bu yaklaşımların odağında Türkiye’nin hedef alındığını da görüyoruz.
AB ne kadar Türkiye’ye karşı ön yargılı ise bu iktidar da AB süreciyle ortaya çıkması muhtemel demokratikleşme, şeffaflık ve denetlenebilirlik konusunda o kadar ön yargılıdır.
Bakın manşetler orada duruyor…
Bir yıl oldu… artık çarpıtmada sınır tanımıyorlar biliyorsunuz.
Bu iktidarın herhangi bir konuda dilinin kemiği yok.
Önemli olan o an kalabalıklara karşı hamaset yapmak.
Yalan, abartı ve uydurma zerre rahatsız etmiyor bunları.
Evet, bir yıl önce iktidar medyası, yani bütün gazeteler ve tv’ler büyük büyük manşetlerle :
“Erdoğan talimatı verdi! Türkiye'den vize muafiyeti için yeni atak
Avrupa Birliği'nden vize muafiyeti için 72 kriterden 66'sı yerine getirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kalan kriterler için 'çalışmaları hızlandırın' talimatı sonrası Meclis 1 Ekim'de açılmasıyla birlikte atağa geçecek.”
Ne oldu? Bu büyük cümlelerinizin üzerinden bir yıldan fazla geçti. Nasıl atağa geçtiniz?
Bırakın vize muafiyetini şu an geldiğimiz noktaya bakar mısınız?
Nasıl bir ilişki yönetiminiz var ki her yıl gelen turistlerin bu sene gelmesini sağlayamıyorsunuz?
Sırf ülke içerisinde boş sloganlar atacaksınız diye, millete yalanlar sıralayacaksınız diye, başarısızlıklarınızı fatura etmek için uydurduğunuz dış mihrak masallarıyla milleti oyalayacaksınız diye geldiğimiz yere bakın…
Ege’de, Akdeniz’de, İstanbul’da, Anadolu’da milyonlarca esnaf, tüccar, turizm tesisi, çalışanları turistleri bekliyorlar.
Sizler aylardır ne yapıyorsunuz?
Nasıl önlem almazsınız?
Turizmi hanutçu kafasıyla, dış politikayı amigo kafasıyla, ekonomiyi de borsa simsarı aklıyla yönetince bu felaketler sürpriz değil…
Yönetmeniz gereken yerin ismi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir...
Bu devlet bir şirket değildir…
Şirket yönetmek isteyenler giderler kendi şirketlerinde her türlü riski alır her türlü akıl dışı yolu deneyebilirler…
Ama devlet yönetecek olanların millet adına her kararlarında, her cümlelerinde, her adımlarında sorumlu olmaları, hesap kitap yapmaları gerekiyor…
AB’nin Türkiye’yi dışlayan bu kararı alması tek kelime ile hasmanedir.
Onların bu türden vizyonsuzluklarına son dönemde alıştık artık.
Bizi asıl ilgilendiren bu iktidar bu kararların Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük bir ülkeye karşı bu kadar basit alınmasına nasıl seyirci kalmıştır.
Sırf iç siyasette biraz daha anlamsız polemik yapmak için, sırf biraz daha milleti galeyana getirmek için son yıllarda atılan sloganlar rasyonel kararlar alınmasını engellemiştir.
İktidar hızla AB ülkeleriyle rasyonel bir ilişki kurmalı ve ülkemizin milyarlarca dolarlık hak ettiği turizm gelirlerine kavuşmasını sağlamalıdır.
Bu yaz siftah yapamayan her turizm esnafı…
Otelini, tesisini, dükkanını, lokantasını asgari düzeyde dolduramayan esnafımız, tüccarımız, yatırımcımız iktidardan hesap sormalıdır…
TL’nin durumu ortadayken, Korona istatistiklerimiz gayet iyi durumdayken, hizmet kalitemiz belliyken turizm gelirlerimizin aksaması asla kabul edilemez.
Bu noktada, en büyük ticaret ortağımız AB gündemine hızla dönmeli, boş laflarla, hamasetle, samimiyetsiz milliyetçilikle milletimizi oyalamaktan, ekonomimizi küçültmekten, tüccarımızı-esnafımızı-çalışanlarımızı bitirmekten vazgeçmelidir.
AB ülkelerine, özellikle de Fransa’ya söylememiz gereken bir çift sözümüz var:
AB, Libya’da aktör olmak istiyorsa, önce BM’nin tanıdığı meşru hükümetle ilişkilerini geliştirmeli sonra da Libya’da yaşadığı Fransa sorununu çözmeye odaklanmalıdır.
Fransa bölgemizde demokrasi düşmanı güçlerin tamamıyla ittifak içerisinde durarak ne Türkiye’ye ne de bölgemize dair bir vizyonu olmadığını ortaya koymaktadır.
Doğu Akdeniz’den Suriye’ye, Libya’dan Körfez’e bütün başlıklarda demokrasi umudunun karşısında, diktatörlerin yanında duran Fransa’nın hiç kimseye ders verecek bir ahlaki üstünlüğü kalmamıştır.
AB’de Türkiye düşmanlığı yapanların tamamı beraberce inşa edebileceğimiz geleceği yok etmektedirler.
Öte yandan iktidar bir an evvel otoriter rejim sevdasıyla Çin ve Rusya’ya öykünmeyi de bırakmalıdır.
21. Yüzyılın dünyasında Doğu Türkistanlıları toplama kamplarına toplayan, birçok uluslararası kurumun ortaya koyduğu gibi onlara etnik temizlik uygulayan, bin bir zulümle Müslümanlıklarını yaşamalarına engel olan Çine dair politikanız nedir? Dünyada birçok parlamentonun yaptığı gibi TBMM bu suçlara karşı neden güçlü bir kınama metni yayınlamaz?
Cumhurbaşkanını, “Ey Çin 21. Yüzyılın dünyasında kurduğun toplama kamplarıyla insanlık suçu işliyorsun” demekten alıkoyan şey nedir?
Cumhurbaşkanını, “Ey Çin Uygurlara karşı İslamofobyanın en zalim yüzünü temsil ediyorsun” demekten alıkoyan şey nedir?
Dış İşleri Bakanlığının Çin büyükelçisini çağırıp ondan Çin’in Uygurlara karşı işlediği suçlara dair açıklama talep etmesini engelleyen şey nedir?
Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere diğer uluslararası kuruluşlara Uygurlar gündemiyle toplanmaları konusunda neden bir çağrıda bulunmaz?
Hükümet durumu yerinde incelemek üzere neden Doğu Türkistana bir heyet göndermiyor?
Aslında bütün bunların nedenleri gayet açık. Çin ve Rusya konusunda kantarın topuzu kaçmıştır. Hükümet bu başlıklarda Türkiye merkezli şahsiyetli bir dış politika izleyemiyor.
Trump’ın Türkiye Cumhurbaşkanı’na “aptal olma!” diye hitap ettiği uluslararası ilişkiler tarihinin en ağır mektubunu sineye çekenlerin, 27 Şubat 2020’de İdlib’te 33 askerimizin şehit edilmesinde rolü olan Rusya’ya olay sonrasında apar topar gidenlerin, Doğu Türkistan’da yapılanlara sessiz kalanların, AB’den kazanılmış vize muafiyeti hakkını sormayanların onurlu ve bağımsız bir dış politikadan bahsetmeleri mümkün değildir.
Buradan koalisyon hükümetini uyarıyorum. Dış politikada bağımsızlık Türkiye gemisini alıp şu veya bu ülkenin limanlarına demirlemek değildir. Koalisyon hükümetinin 28 Şubatçı ortakları Türkiye’yi arkaik bir bloka dahil etme arzularını artık saklamıyorlar.
O blokta Türkiye’nin ekonomisi, siyaseti, demokrasisi, dış politikası, yaşam kalitesi ve hukuk güvencesi küme düşer.
Gelecek Partisi olarak bu gidişatın tam karşısında olacağız.
Onun yerine Türkiye merkezli, Türkiye’nin çıkar, değer ve vizyonunu esas alan şahsiyetli bir dış politikayı savunmaya devam edeceğiz.
Bütün bir vatan sathında başlattığımız kongreler özgürlüklerin, adaletin, hak ve hukukun, şeffaflığın özetle Gelecek Partisi’nin iktidara yürüyüşünün ayak sesleridir.
Buradan bütün Gelecek Partisi üyelerine ve Gelecek gönüllülerine sesleniyorum.
Kongrelerimizi birlik, vakar ve özgüven içinde gerçekleştirelim.
Toplumun bütün kesimlerini kuşatan bir yaklaşım ve üslup benimseyelim.
Hiç bir provokasyona mahal vermeyecek bir disiplin ve kararlılık sergileyelim.
Kongrelerimizde seçilen başkan ve yöneticilerimize de tavsiyelerimizi bir kez daha tekrarlamak isterim:
Her daim halkın içinde olunuz; halkımız ile dilden kulağa değil, yürekten yüreğe konuşunuz. Unutmayınız, halk ile irtbatı kopan partilerin nihai yeri tarihin çöplüğüdür. Kibrin değil tevazuun, öfkenin değil basiretin, nefretin değil muhabbetin, kabalığın değil nezaketin sözcüsü ve yürüyen öznesi olunuz. Yerel siyasette nezaket ve muhabbet dilini egemen kılınız. Yönetmekte olduğunuz teşkilat mensuplarımıza güzel örnekler olunuz; onları parlak bir geleceğe yürümek için motive ediniz. Teşkilat binalarımız halka ve özellikle gençlerimize ve kadınlarımıza açık tutunuz. Unutmayınız: Parti mekanlarımız ne size ne bize aittir; halkımıza aittir. Halkımızın parti mekanlarımızı kendi evleri gibi görmelerini sağlayınız. Etik Kurulumuzca belirlenen siyasi ahlak ilkelerini başkaları gibi kağıtta bırakmayınız; hayata geçiriniz. Gıybeti, dedikoduyu, hasedi ve fitneyi teşkilatlarımıza sokmayınız. Kongrenin hemen sonrasında ve gerektiği her anda Mülki amirleri ziyaret ederek bulunduğumuz il ve ilçelerin huzurunun teminatı olduğumuzu gösteriniz. Sivil toplum kuruluşlarını ve kanaat önderlerini kongre sonrasında hemen ve daha sonra da sık sık ziyaret ederek bulunduğumuz il ve ilçelerin vicdanına hitap ediniz, sorunlarını dile getiriniz. Daha önce bize nasıl bir tutum takınmış olurlarsa olsunlar bütün siyasi partilerin il ve ilçe merkezlerini ziyaret etsinler, onlarla yakın bir diyalog içinde olsunlar.Unutmayalım: Bizim hareketimiz kin ve öfkeye değil, muhabbet ve basirete dayanır.
Bize ne yapılırsa yapılsın bizim hareket ölçümüz kendi değerlerimizdir.
Demokrat zihniyet, ortak akıl ve toplumsal uzlaşma temelinde, kuşatıcı bir siyasi vizyon, yetkin bir kadro ve rasyonel bir yönetim anlayışıyla sorunlarımızın tamamını çözüme kavuşturmak mümkündür.
Gün; devlet aklını, insan onuru ve millet vicdanı ile buluşturma günüdür.
Gün; geçmişimizden güç alarak ve bugünü doğru anlayarak geleceğimizi inşa günüdür.
Gün; herkesin güven içinde yaşadığı özgür bir gelecek inşa etme günüdür.
Gün geçmişe takılıp kalma günü değil, geleceğe ve ufka yürüme günüdür.
Gelecek Partisi hepimizin geleceğinin adresi, kaynağı ve umut ışığıdır.
Gelecek Partisi milletimizin yarınıdır.
Sözlerimi bitirirken, kongremizin hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Sizleri tekrar sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Allah yolumuzu açık etsin.
Allah’a emanet olunuz.'