Aref, İran'da yaşanan Baro parçalanış sürecini şöyle anlattı:
'İran’da Avukatlar Barosu ülkede kurulan ilk sivil toplum kuruluşu sayılıyor. 27 Şubat 1953 tarihinde, İran’ın onurlu ve demokrasi açısından parlak tarafını temsil eden hükümetin başbakanı Dr. Muhammed Musaddık’ın kanun hükmünde kararnamesi ile resmiyet kazanan avukatlık kanunu ve kurulan baro, 1979 devriminden önce hem mesleki açıdan hem de insan haklarını koruma faaliyetleri açısından dünyada çok tanınmış ve itibarlı bir yere erişti.
1970’li yıllarda İran merkez barosu ve Paris, Cenevre, Londra gibi barolar arasında gerçekleşen işbirlikleri ve anlaşmalar, ulaşılan o görkemli noktanın sadece bir simgesiydi.
Mesela 1970’li yıllarda yapılan anlaşmaya göre İran merkez barosuna kayıtlı bir avukat çok kolay bir şekilde Paris barosunada kayıtlanabiliyordu ve hatta Fransa’da mahkemelere müdahil olabiliyordu.
Ne var ki, 1979 İslamcı devrim ve özellikle 1980-1981 de modern, cumhuriyetçi ve Liberal güçlerin devrimden tamamen tasfiyesi sonrasında, avukatlar barosu tek parça ve homojen İslamcı hegemonya için bir hedef haline gelmiş oldu. İslamcılar bir taraftan İran’ın modern ceza kanununu İslamileştirmekle yetinmeyip Usül-i mühakimat (ceza usül kanunu) kanununu da değiştirmek çabasına girmiş oldular. Zira İslamcı fıkıh merkezli bakış açısında usül zaten Batı hukuğu kriterleri üzerine kurulmuş yapı olarak görünüyordu. Usül’e karşı olan fıkhi düşüncenin en azından radikal versiyonu, avukatlık mesleğinin de bilcümle kaldırılmasını istiyordu.
Neden? Kuran-i Kerim de avukatlık diye bir şey olmadığı için ve peygamber efendimizin sünnetinde de şahsın kendi kendini savunmak zorunda olmasına istinaden. Böylece baro ve avukatlık mesleği 1980’lerin başında çok zor günler geçirdi. Nihayet avukatlar, avukatlığın dinde yerinin olmasına dair fetvalar alarak kendi mesleklerini korumayı başarmış oldular ama İslamcı iktidar her zaman avukatları seküler, Batıcı ve din karşıtı olmakla suçladı ve her zaman onlardan şüphe duydu. Hatta defalarca onların iç mekanizmalarına tevessül ederek baroları kendi kontrolüne almak üzere çaba sarfetti ama başaramadı. Nihayet çareyi baroların bölünmesi ve paralelleştirmesinde buldu!
7 Ocak 2001 tarihinde meclisten geçen üçüncü kalkınma yasasının 187inci maddesinde yeni bir baro kuruluşu öngörüldü ve böylece iktidar destekli avukat-iktidar karşıtı avukat ikiliği fiilen öne çıkmış oldu. Yasaya göre yargı kuvvetine bağlı “Merkez-i milli-i müşavirin”, yani “hukuki danışmanlar ve uzmanlar merkezi” kuruluyordu ve hukuki müşavirlere mahkemelerde aynen baro avukatları gibi her türlü avukatlık hakkı tanınıyordu. Bundan sonrasını hayal etmek çok kolaydı:
Avukatlık meslek olarak iktidar yanlısı avukatlar ve iktidar karşıtı avukatlar olarak ikiye bölündü ama müvekkil için davayı kazanmak önem taşıyordu. Dolayisiyla iktidar yanlısı olan ve kalkınma yasasının 187. maddesi üzerine kuruldukları için “187 madde avukatları” adıyla tanınan avukatlar hem mahkemelerde hem de müvekkiller nezdinde öncelik bulmuş oldu. Öyle ki, baronun çok kıdemli ve eski avukatları bile barodan istifa etmek ve müşavirler merkezine geçmek zorunda kaldılar.Böylece “iktidar karşıtı” sıfatı verilen avukatlar fiilen işsizlik ve ekonomik sıkıntılara sürüklenmiş oldu.
İslamcı rejim- seküler hukukçu ve avukat meselesi İranda henüz sona ermiş değil ama bu baskılar altında baro ve serbest ve bağımsız avukatlık mesleği de yıkılmak üzeredir. Bu hikayeden ders almak icap eder.'
haber: enpolitik