Göktan Ay sordu Dr. Hümeyra Türedi yanıtladı: “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ‘damga teorisi’ bitmedi mi?”

Göktan Ay sordu Dr. Hümeyra Türedi yanıtladı: “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ‘damga teorisi’ bitmedi mi?”

 

Enpolitik sitemiz yazarı, iletişim Dr., İTÜ TMDK Sanatçı Öğr.Üyesi Göktan Ay’ın, bağımsız araştırmacı ve öğretmen Dr. Hümeyra Türedi’nın yazdığı  “Osmanlı’nın Damgalı Çocukları” adlı eser hakkında  2 bölüm olarak hazırladığımız söyleşinin ilk bölümünü yayımlıyoruz…

AY: “Osmanlı’nın Damgalı Çocukları” CİNİUS Yay. Arasında yayımlandı. Neden bu konuyu seçtiniz?

TÜREDİ: Aslında ben de damgalı bir aktörüm…Belki bu yüzden Damga Teorisi’ne kendimi yakın hissettim. Damgalanmışlığı deneyimlediğim için bu teoriyi okuduğumda, işte beni anlatıyor dedim. Aramızda böyle bir kişisel bağ oluştu sanırım…

Anadolu’nun genelini oluşturan, benim de dahil olduğum vatandaşlar grubu; yobaz, öcü, gerikafalı, örümcekkafalı etiketleriyle yıllarca damgalandı. Hala bu damgaların toplumun bazı kesimleri tarafından kullanılıyor olması üzücü… Bana bu damgalarla hitap edildiğinde ya da bu manaya gelen imalar yapıldığında, bazen ne yapacağımı bilemezdim. Ancak Damga Teorisi’ni okuyunca hem benim gibi damgalıların ne yapması gerektiğini, hem de karşı grubun ruh halini daha iyi anlayabildim. Şimdi kendi kimliğimle nasıl var olacağımı daha iyi öğrendim. Goffman’ın deyimiyle “huzura ermişlik hali”ni yaşıyorum. Benim gibi damgalanmış kişilerin bu damgalarıyla nasıl başa çıkabileceklerine dair bir yol göstermek istedim. Ve bu kitap ortaya çıktı.

Herkes benim gibi siyasal bir damgaya maruz kalmamış olabilir, tabi. Ancak bana göre dünyadaki herkes, birgün mutlaka damgalı olmayı deneyimleyecektir. Bu damga siyasal olabileceği gibi, sosyal, ekonomik veya psikolojik de olabilir… O yüzden, herkesin kitapta kendisine yararı dokunacak ipuçları bulacağına inanıyorum…

AY: “Osmanlı” büyük bir imparatorluk ve dönemi kapsıyor. Dr.tezinizi “Erken Cumhuriyet Dönemi Siyasal Kültürü ve Damga Teorisi” üzerine yapmışsınız…Bu eseri yazmanızda bu tezin etkisi oldu mu? Nasıl?

TÜREDİ:Evet,oldu… Damga Teorisini tüm detaylarıyla incelediğim doktora tezim, konuyu olgunlaştırmamı sağladı. Tezim, kurucu kadroların damgalara karşı verdiği tepkileri inceliyor. Ancak kitap, bu tepkilerden önceki döneme odaklanıyor. Çünkü bu tepkileri incelerken, önemli bir nokta ortaya çıkmıştı, kurucu kadroların Cumhuriyet’i kurmadan önce birer Osmanlı vatandaşı olması… Herşey burada düğümleniyor aslında. O dönemde Osmanlıların Batı tarafından birçok olumsuz ifadeyle damgalandığı malum… Bu damgaların kökeni çok eskilere dayanıyor tabi. Ancak Osmanlıların bu damgaları ciddiye alıp, damgalanmış hissetmeye başlaması, yenilgilerin sıklaşmasıyla ortaya çıkıyor. Askeri alandaki başarısızlıklar, Batılıların kendileri hakkında ne söylediğine daha çok kulak kabartmalarına neden oluyor. Yoksa önceden Batılılar Osmanlılara yazışmalarda dahi “köpek” diye hitap ederdi. Ama Osmanlılar umursamazdı. Çünkü güçlüydü. Normları kendisi belirlemekteydi. Batılılara karşılık olarak “domuz” derdi mesela… Aşağılık kompleksi yoktu… Ne zamanki, askeri alandaki üstünlüğü yitirmeye başladı, damgaların farkına vardı ve damgalanmış bir aktörün yaşayabileceği tüm duygusal travmaları yaşadı. İşte kurucu kadrolar, bu damgaların bilindiği bir ortamda bu damgaları öğrenerek büyüdü… Hatta çoğu, Balkan kökenli olması dolayısıyla, pek çok damgayı da yaşayarak tecrübe etti. Kurucu kadroların Osmanlı Devleti topraklarında doğan çocuklar olduklarını düşününce, “Osmanlının Damgalı Çocukları”nı anlatmak gerektiğini düşündüm. Kurucu kadroların yetiştiği dönemdeki manevi iklim, damgalarla örülmüş bir örümcek ağı gibi…Kurucu kadrolar da bu ortamda büyüyen çocuklar… Bu çocuklar damgaların içinde bir kimlik oluşturdular. Ben, bu kimliğin Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kimliğine de sirayet ettiğine inanıyorum. İşte kitap bu hikâyeyi anlatıyor.

AY: “Damga Teorisi” nin olduğunu bu eserden öğrendim. Bu konuyu kısaca açıklar mısınız?

TÜREDİ: Damga Teorisi’ni ortaya atan kişi Erving Goffman. Yıl 1963…Kitabın adı Stigma…Goffman, aslında var olan bir olguya dikkat çekerek, onu kavramsallaştırıyor sadece…Damga, bir etiketleme ile başlıyor. Örneğin, yürüyemeyen kişiye “sakat” diyoruz. Komşumuzun evlenmemiş kızına “evde kalmış” diyoruz. Okulda ders çalışmayana “tembel”, psikolojik sorunları olana “deli”, gayrımüslimlere “gavur” diyebiliyoruz. Bu örnekleri uzatabiliriz aslında… İşte bir kelimeyle başlayan bu davranış, yaygınlaştığında ve yaygınlığı etiketlenen kişi tarafından da bilindiğinde “damgalama” başlamış olur. Damgalamanın damgalanan kişi üzerinde birçok etkisi olur. Kişi, kendisini damgalayan gruptan ayrı görmeye başlar öncelikle. Onlar damgalayandır kendisi damgalanan. Damgalayanlar normaldir, damgalanan anormal… Damgalanan kişi kendisinin itibarsız olduğunu düşünür. Öfke hisseder. Kendisine ayrımcılık yapıldığına inanır. Bunların sonucunda nasıl davranması gerektiğini sorgular. Üç seçeneği vardır. Bunlardan ilki, damgasının doğru olduğunu kabul ederek, düzeltmeye çalışmaktır. İkincisi damgasının doğruluğunu redetmektir. Üçüncüsü de karşı damgalamada bulunmaktır. İşte tüm bunlar Damga Teorisi’nin ana hatlarını oluşturmakta...

Damga Teorisi’ni okudukça günlük yaşamımızı açıklamaya yardımcı olduğu hemen anlaşılır. Ben kitabımda Teori’nin siyasal davranışlarımızı da açıklamaya yardımcı olduğunu göstermek istedim.

AY: Damga’nın İçselleştirilmesi yararlı mı? Zararlı mı?

TÜREDİ: Damganın içselleştirilmesi zararlı bir durum… Çünkü kişi kendisini, damgalayanların penceresinden görmeye başlar. Kendine güvenini kaybederek, normallere benzemeye çalışır. Normaller kendisi için ne derse ona inanma eğilimindedir. Kendinden ve kendi gibi olanlardan utanır. Hatta kendi gibi olanları damgalamaya da başlar. Örneğin Batılılar Türkleri yüzyıllar boyunca “tembel” diyerek damgalamış. Biz bu damgayı içselleştirirsek, Batılılar gözünden kendimizi değerlendiririz ve aşağılık duygusu içine gireriz. “Evet, biz tembeliz hakikaten” demeye başlarız. Bu damgayı düzeltmeye çalışır dururuz. Hatta başka milletleri de “tembel” diye damgalarız…Ancak sonuç tam bir hüsrandır… Kendi tembel damgamızı silemediğimiz gibi, ait olduğumuz gruptan da dışlanmışız oluruz… Kısacası, işin sonu yalnızlık olur.

AY: “Damga/Damgalama”nın tam karşılığı, günümüz siyasetinde, birileri hakkında yapılan itibarsızlaştırma mı?

TÜREDİ: Damgalamayı siyasal açıdan okursak, “evet” diyebiliriz bu sorunun cevabına… Ben buna “Damga Siyaseti” diyorum. Hatta Damga Siyaseti ile ilgili bir kitap hazırlığı içerisindeyim. Önce klişe bir söz ya da cümle üretilir karşı taraf için… Sonra yaygınlaştırılır. Kabul edilsin ya da edilmesin, karşı tarafın adı geçtiğinde bu klişe akla geliyorsa, damgalanma başlamış demektir.

AY:  Damgalanmış bir kişi bundan nasıl kurutulabilir? Bilimsel yöntemleri var mı?

TÜREDİ: Goffman’a göre bizi damgalayanların, damgalama hareketini bitirmelerini beklemek zaman kaybı olacaktır. Zira damgalama asla bitmez, birgün bir yerde mutlaka hatırlanır, hatırlatılır…

O halde, bu işten kurtulmanın çözümü damgalanan kişide yatıyor. Öncelikle kişi damgalandığını kabul etmelidir. Ancak damgasını içselleştirmemelidir. Damgasından utanmamalı, damgasıyla barışmalıdır. Kendi kişiliğiyle ve kimliğiyle gurur duyarak var olmaya devam etmelidir. Gerçekte kim olduğunu bıkmadan usanmadan karşı tarafa anlatmayı da sürdürmelidir. Bu duruma “huzura ermişlik hali” demektedir Goffman… Çünkü damgasıyla barışmazsa, hangi stratejiyi uygulamayı seçerse seçsin bir “tetikte olma” hali yaşayacaktır. Ne zaman damgasıyla karşılaşacağını bilmeden, şüphe, korku ve öfke içinde bekleyecektir. Tüm bunlara gerek yoktur. Kişi kendiyle barışıp, kimliğini ortaya koymalı ve hayatına devam etmelidir…

Örneğin Türkler, “Doğulu” etiketiyle yüzyıllardır damgalanıyor, bu şekilde bir aşağılanıyor. Bizler de “Batılı” olmaya uğraşıp duruyoruz… Halbuki, bu damganın çok da önemli olmadığını kabul etsek ve Doğulu kimliğimizle barışsak, işte o zaman huzura ereceğiz diye düşünüyorum.

AY: Amerika’nın, Rusya’nın, AB ülkelerinin, zaman zaman ülkemiz ile/Türk imgesi ile ilgili “damgalarına” örnek verebilir misiniz?

TÜREDİ: Aslında AB ve Türkiye arasındaki ilişkiler Damga Teorisi’ne çok güzel bir örnek… Avrupa bizi yüzyıllarca tembel, barbar, kirli, despot, doğulu, cahil, geri, Hasta Adam, Doğu Despotu gibi damgalarla itibarsızlaştırmaya çalışmış… Aslında temelde kendini tanımlaması için bu ötekileştirmeye de ihtiyacı olmuş. Ötekileştirmenin en önemli aracı olarak damgalamayı kullanmış…

Bize yöneltilen tüm bu damgalamalara Damga Teorisi çerçevesinden bakıldığında, Avrupa’nın da Amerika’nın da Türkiye’yi sevmediği, istemediği ortaya çıkıyor aslında, sadece diplomatik açıdan durumu idare ediyorlar.

Damgalayan grup, zaman zaman damgaladığı aktöre iyi görünebilir. Damgalı aktörü sanki aralarına kabul edecekmiş gibi bir görüntü verebilirler. Ancak damgalı aktör, normallerin grubuna hiçbir zaman kabul edilmeyeceğini bilmelidir. Eğer damgalı aktör bunu unutur ve gerçekten bu “normal gruba” dahilmiş gibi bir tavır içerisine girerse hemen uyarılır… Tehdit ve şantajlar başlar… Aslında kim olduğuyla ilgili ifşalarla tehdit edilir… Goffman, damgalarını ya da kusurlarını ortaya dökeceğini söyleyerek, normaller grubunun damgalı aktörü istendik davranışları sergilemeye iteceğini söylemektedir. Damgalı aktör, ya bu tehditlere boyun eğecek ve istekleri yerine getirecektir, ya da normaller grubuna katılmayı tamamen aklından çıkarıp kendi kimliğini açıkça taşımayı seçecektir.

Özellikle hem ABD’de hem de Avrupa’daki ülkelerin meclislerine her yıl Sözde Ermeni Soykırımı tasarısının gelmesini, Goffman’ın bahsettiği bu şantaja benzetiyorum. Biliyorsunuz, Türkiye, Sözde Ermeni Soykırımıyla her zaman tehdit edilir. Aslında bu, Batı’nın gözünde Türkiye’nin ne ifade ettiğinin dolaylı olarak hatırlatılmasıdır. Barbar Türkler damgası hiçbir zaman sona ermez…Sona ereceğini beklemek beyhude bir bekleyiştir. Kopenhag kriterlerini tamamlasa da yeni kriterler ortaya konur… Tüm kriterler tamamlansa da yenileri ortaya çıkacaktır… Bir oyalama taktiği vardır ve Goffman bu oyalamanın damgalı grup tarafından her zaman kullanıldığını yazmaktadır.

Damgalı grup, damgaladığı aktörü her zaman izler. Kendi kodları doğrultusunda hareket etmesini ister. Eğer bu kodlar doğrultusunda hareket ederse alkışlar, etmezse “yolunu şaşırdığını” söyler. Goffman’ın bu tespitleriyle AB’nin ve ABD’nin politikalarının bu kadar örtüşmesi hayret verici doğrusu… Bugün bile Ayasofya’nın açılması nedeniyle gelen tepkiler, normallerin dikte ettiği kodlardan uzaklaştığımızın bir göstergesi gibi. AB bizi kınarken, Papa içinin acıdığını söylüyor. ABD ise “hayalkırıklığı”na uğradığını ifade ediyor. Tüm bu söylemler, damgalama gücünü elinde bulunduran kesimin damgalı aktöre üst perdeden konuşma örnekleri…

Kitabımda da belirttiğim gibi, Türkiye damgalandığını bilmektedir ve damgalanmışlığın tüm belirtilerini göstermektedir. Normaller grubu (Batı) tarafından kabul edilmek için çalışmaktadır. Ancak damgalarının silineyeceğini bilmeli ve AB’ye alınmayacağını anlamalıdır. Bu yüzden, kimliğinden utanmayı bırakmalı “huzura ermeli”dir. Zira Goffman sürekli “mış gibi” yapmanın damgalı olanı çok yorduğunu söylemektedir. Hakikaten hem iktidarlar hem de halk olarak çok yorulduğumuza inanıyorum.

Rusya konusunda ise durum biraz farklı… Evet, Rusya da bizi damgalıyor. Ancak kendisi de Batı tarafından damgalanmış bir ülke. Komünist olarak yıllarca damgalandı, hala dışlanıyor ve bu damgası sona ermeyecek. NATO, Rusya’nın damgalarının bir simgesi gibi! Rusya da Türkiye gibi Doğulu ve despot olmakla suçlanıyor. Bu açıdan Türkiye ve Rusya aynı damgalanmış kulübün üyeleri olarak görülebilir. Damgalanmış aktörler, birbirlerinin desteğini arayabilir. Kendi damgalılar kulübünde yıldız olmayı tercih edebilirler. Belki de Şangay Beşlisi ve Türkiye’nin bu beşli ile ilişkisi, damgalanmış grubun bir dayanışması olarak okunabilir. Zira Çin de Batı tarafından damgalanmış bir ülkedir.

Dolayısıyla damgalanma siyaseti üzerinden sadece iç değil, tüm dış siyaset de yorumlanabilir. Ve bence damgalama açısından dış siyaset tahlili oldukça başarılı sonuçlar verecektir. Bu tahlillere önem vermeliyiz.

Şunu da belirtmek isterim ki, bugün damgalama gücünü elinde bulunduran Batı’dır (Avrupa ve ABD). Dünyadaki milletler Batılıların belirlediği normlara bağlı olarak damgalanıyor. Birgün bu güç dengesi değiştiğinde, damgalanan aktör Batı olacaktır.

Söyleşiye Çarşamba günü devam edeceğiz…