Enpolitik sitemiz yazarı, iletişim Dr., İTÜ TMDK Sanatçı Öğr.Üyesi Göktan Ay’ın, bağımsız araştırmacı ve öğretmen Dr.Hümeyra Türedi’nin yazdığı “Osmanlı’nın Damgalı Çocukları” adlı eser hakkında yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünü yayımlıyoruz…
AY: Türkler’in kendi içinde, günlük yaşam içinde ortaya çıkan “damgalar” var mı?
TÜREDİ: Olmaz olur mu var tabi… Damga da zaten bir ay sürüp sonra silinen bir süreç olarak işlemez. Yaygındır, derindir, silinmesi imkansızdır. O yüzden, 2. Abdülhamid’e vurulan “kızıl sultan” damgası yıllara rağmen yaşamakta… Örümcek kafalı, softa, yobaz gibi ülkemizde bir kesime vurulan damgalar da hala yaygın… Bugün vatan haini, din düşmanı, Gezici gibi damgaları da görmekteyiz…”Göbeğini kaşıyan adam”, “Beyaz Türk”, “Makarnacı” gibi siyasal ve sosyal açıdan birbirine karışmış damgalarımız da mevcut… Sanırım, insan ve siyaset var oldukça damga siyaseti devam edecek gibi…
AY: Cumhuriyetimizi kuran kadroların damga” konusunda farklı uygulamaları olmuş mu?
TÜREDİ: Evet, bu konuyu tezimde inceledim ancak kitaba dahil edemedim. Kurucu kadroların damgalar konusunda ne yaptığına dönemin okul kitaplarını inceleyerek ulaşmaya çalıştım. İki strateji uyguluyorlar. Birincisi damgaları reddediyorlar. Örneğin, barbar değiliz diyorlar. İkincisi damgaları kabul ediyorlar ve düzeltmeye çalışıyorlar. Mesela Avrupa, medeniyet kuramadığımızı, sanat eseri üretmediğimizi söylüyor. Kurucu kadrolar buna “Hayır” diyorlar, “biz medeniyet ve sanat eseri üretiriz. Ancak Osmanlı Devleti’nin yanlış politikaları bizi bu hale düşürdü. Şimdi gerçek kimliğimize dönüyoruz”. Bu düşünceyi Türk Tarih Tezi’nde de görmek mümkün. Türk Tarih Teziyle “mantıklı bir hikâye” oluşturulmuş. Zaten Goffman da damgalanmış aktörün, damgasıyla ilgili mutlaka “mantıklı bir hikâye” oluşturması gerektiğini söylüyor. Dönemin okul kitapları, medeniyet ve sanat ile ilgili uzun detaylar, isimler ve tarihlerle dolu…Kitaplar, medeniyet ve sanat üretebildiğimizin göstergelerine dönüşmüş…
Başka bir örnek de “tembel” damgası… Avrupa bize “tembel” diyor. Buna karşılık kurucu kadrolar, tembel değiliz ama bu miskin hale Osmanlı Devleti yüzünden düştük diyor. “Türk milleti çalışkandır” demeçleri kitapların her yerinde… Bunlar boşuna yazılıp söylenmiyor, şimdi biz bilmiyoruz ama Avrupa’da “tembel Türk” imgesi o dönem çok güçlü…Türklerin çalışkan olduğu söylemi boş yere ortaya çıkmıyor yani…
Hasta Adam damgası var mesela… Osmanlının hasta adam olduğu kabul ediliyor ancak Türkiye’nin genç ve diri olduğundan bahsediliyor… Örnek çok, ama ilginç bir nokta karşı-damgalama seçeneği kullanılmıyor.
Bu seçeneğin kullanıldığını son dönemde görüyoruz. Örneğin uzun yıllar bizlere Sözde Ermeni Soykırımı konusunda damgalama yapıldı, bizler hep savunmada idik. Karşı-atağa yavaş yavaş bir geçiş vardı ancak geçen sene bunu daha yoğun yaşadık. Nihayet karşı-atağa geçtiğimizi söylemekten menunum. Tabi, “huzura ermişlik” noktasına hala tam olarak gelebilmiş değiliz…
En son Macron, bize Sözde Ermeni Soykırımıyla aba altından sopa gösterdiğinde, güçlü bir karşı-damgalamaya geçtik. Macron’a Afika’da yaptığı soykırımlar hatırlatıldı. Hem de en yüksek ağızdan… Tunus, Cezayir, Gine, Moritanya, Çad, Kamerun gibi ülkelerde Fransızların yaptığı katliamlar twitter üzerinden görsellerle de paylaşıldı. Bence bu müthiş bir karşı-damgalamadır. Ancak bu karşı-damgalamanın sistematik ve sürekli olarak devam ettirilmesi gerekir. O açıdan biraz geride kaldığımızı düşünüyorum. Çünkü birkaç kez söylenip, bırakıldı bu söylem… Halbuki organize olup çeşitli neşriyatlar, sosyal medya, belgeseller ve çeşitli programlarla bu gibi karşı-damgalamaların sürdürülmesi gerekir. Kamuoyu oluşturulmalıdır. Bunu devlet doğrudan yapmaz, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla yapar… Türklerin aleyhine onca damga nasıl bu kadar yaygın ve kabul edilir hale geldi sanıyoruz? Asılsız sürekli yayınlar sayesinde… Mesela Mavi Kitap diye bir propaganda kitabı var İngilizlerin. Birinci Dünya Savaşı sırasında çıkarılıyor. Türkler aleyhine o kadar kötü cümleler ve düşünceler yazıyor ki… İngiliz Dış işleri Bakanlığı biz yazmadık diyor. Halbuki, bakanlık eliyle yazılıyor ve bastırılıp, her yere dağıtılıyor. Bu gibi faaliyetler, Türklere karşı kamuoyu oluştururken, damgaları da güçlendiriyor. Başka bir örnek… mesela 1500'lü yıllarda bütün Avrupa'da, Türklerle ilgili 1000’den fazlası Almanca olmak üzere, 2500 civarında yayın yapılmış. Bu yayınlarda Türkler, “kana susamış canavarlar' olarak tanıtılmış. İşte, Türklerin sistemli olarak sürekli damgalanması, olumsuz bir imgeye sahip olmamıza neden olmuş… Peki, biz Batı için ne yazıyoruz ne çiziyoruz… Gençlerimiz, Batı’yı nasıl görüyor? Dolayısıyla, karşı-damgalamaya büyük önem vermeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü hala damgalanıyoruz…hem de yoğun şekilde…Ancak çoğumuz bu damgalamanın farkında bile değil…
AY: Çok geniş bir kaynakça kullanmışsınız. “Damgalanma” nın kişi üzerinde oluşturduğu en büyük olumsuzluk nedir?
TÜREDİ: Bana göre damgalamanın kişi üzerinde oluşturduğu en büyük olumsuzluk, kişinin kendi olamamasıdır. Sürekli “mış gibi” yapması, gerçek kimliğini saklaması, kendinden utanç duyması ve bir ömür böyle yaşaması… Bir insan için korkunç bir durum! Damgasının hatırlanacağından, damgalarının ortaya çıkacağından korkarak yaşamak ve sürekli rol yapmak, şu kısacık ömürde katlanılması zor bir yaşam…
Örneğin Michael Jackson, siyah olduğu için utanç duyanlardan… Biliyorsunuz, ABD’de siyahlara karşı yoğun bir damgalama var. Yüzyıllardır sürüyor. Siyahların cahil, suça meyilli, şiddet düşkünü, uyuşturucu kullanan bir topluluk olduğu yönünde yaygın bir damgalama var. Nitekim en son Floyd olaylarında da polisin davranışı Floyd’un kesinlikle suçlu olduğu ve yalan söylediği önyargısına dayanıyordu. Gördüğünüz gibi aslında damgalama her yerde… Bir örnek başka bir örneği gündeme getiriyor… Nesyse biz Michael Jackson örneğine dönersek, Jackson’un hayatı boyunca bir beyaz olmaya çalıştığını görüyoruz… Hatta bir “beyazmış gibi” davranıyordu. Beyazlar da biliyordu bunu, ancak Jackson’u “normaller kulübü”ne kabul etmiş gibi davranıyorlardı. Çünkü para, şöhret, menfaat bunu gerektiriyordu. Ancak her zaman bir yerlede aslında siyah olduğu gerçeğiyle karşılaşma ihtimali vardı… Belki karşılaştı, biz bilmiyoruz tabii…
Başka bir örnek, Avrupa’daki gurbetçilerimiz… Kendi Türk kimliklerini ortaya koydukları an, nasıl dışlanarak linç edildiklerini en son futbolcu Mesut Özil örneğinde gördük. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız, Türk ve Müslüman oldukları için damgalanıyor. Zaten Avrupalıların Türk fobisi malum… Peki Türkler ne yapmalı? Damgalarını kabul edip, içselleştirmeli mi? Bunu yapanlar var. Alman Parlamentosuna seçilmiş ama kimliğinden utanan, damgalarını içselleştimiş, Alman”mış” gibi davranan kişiler var… Hatta Dış işleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun Fas asıllı Sonia Krimi ile yaşadığı polemiği hatırlarsınız. 2019’da gerçekleşmişti. Krimi de kendi kimliğini unutanlardan mesela… Fransa’nın Fas’ta yaptığı katliamları görmezden gelerek, kendisini bir Fransız gibi görmeye çalışıyor. Fransız değerlerini içselleştirmiş… Fransızlar tarafından kabul edilmek için herşeyi yapacak gibi… Bu gibi kişiler kendi ülkelerini, Batılı normlara göre değerlendiriyorlar ve kendilerini “normaller grubu”na ait hissediyorlar. Acı olan oraya asla ait olamayacakları… Normaller kulübü kendi işine yaradığı sürece onları kabul etmiş gibi rol yapacak ve sonrasında aslında nereye ait olduklarını anlamalarını sağlayacaktır. Bu şekilde kimliksiz yaşamayı çok acı buluyorum…
AY: “Damgalamalarla” başedebilmek için, güçlü bir kimlik şarttır” diyorsunuz. Açar mısınız?
TÜREDİ: Kişi “ben kimim” sorusuna kendinden emin bir şekilde cevap verebiliyorsa, güçlü bir kimlik inşa edebilmiş demektir. Bence, sadece güçlü bir kimliğe sahip kişi, “huzura ermişlik hali”ne ulaşabilir. Kimliğini utanmadan kendini rahatlıkla ifade edebildiğinde, damgalanmak artık onun ruhuna etki edemeyecektir. Bu güce ulaşabilmek için de güçlü bir kimlik şarttır…
Örneğin Martin Luther King, kendi siyah kimliğini gururla taşıdı. Siyahların renklerinden dolayı damgalanmış olması, kendi grubunu damgalamasına yol açmadı. Kendinden utanç duymadı. Bu açıdan, Malcom X de aynı şekilde değerlendirilebilir. Onlar, siyahlarla ilgili önyargıları kırmayı başaran öncülerden…
Aynı durum Muhammed Ali için de söz konusu… Müslüman olduğunu gizlemedi. Ama gazeteler onun yeni ismini tanımadı bile…Cassius Clay ismini kullanmaya devam ettiler. İngiltere Kraliçesi onu kabul etmedi. Muhammed Ali “mış gibi” yaparak kendini yormadı. “Huzura ermişlik hali”ni yakaladı. Burada önemli olan nokta, kendi kimliğini cesurca açıklarken ve kimliğinle barışırken, herhangi bir saldırganlık ya da şiddet olaylarına karışılmamasıdır. Aksi takdirde, damgaların gerçek olduğu yönünde “normaller kulübü”nün haklı olduğu gibi bir düşünce ortaya çıkar. Muhammed Ali ya da Mesut Özil, saldırgan davranışlar sergileseydi, “işte barbar Türkler” ya da “Barbar Müslümanlar, biz dememiş miydik?” düşüncesiyle, damgalar güç kazanacaktı. Yapılacak en doğru şey, vakur bir şekilde kendini ortaya koymaktır…
Yine Almanya örneğinden hareket edersek, Mesut Özil’in de güçlü bir kimliği olduğunu düşünüyorum. Çekinmeden, damgalanacağını bilse de kimliğini göstermekten çekinmiyor. İşte bu, “huzura ermişlik hali” bence…Saklayarak nereye kadar yaşanabilir ki… Ya da kimliğini görmezden gelerek… Eninde sonunda bir yerlerde ortaya çıkacaktır. Bu korkuyla yaşayacağına, kimliğinle barışarak yaşamak daha kolay… Bu yüzden, rahat, huzurlu ve güvenli bir yaşam için güçlü bir kimlik duygusunun şart olduğunu düşünüyorum.
Aslında hepimiz damgalanmış olduğumuz ne varsa, “mış gibi” yapmadan, “çifte kimlik bunalımları”na girmeden kimliğimizi açıkça ifade edebilmeliyiz. Bazıları bunun çok güç olduğunu düşünebilir. Ancak bizi damgaladıkları “şey”in içine doldurdukları önyargıların aslında doğru olmadığını başka türlü nasıl gösterebiliriz ki!
AY: Teşekkürler…
TÜREDİ: Bu fırsatı bana sunduğunuz için asıl ben teşekkür ederim… Sayenizde bu önemli konu daha fazla insana ulaşabilecek…
H.Türedi,kısa akademik özgeçmiş:
2001 senesinde Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü ile aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun oldu. 2006-2008 yılları arasında Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Eğitim Programları ve Öğretimi alanında Örtük Müfredat üzerine tezli yüksek lisansını tamamladı. Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden 2018 yılında doktor ünvanını aldı. Doktora tezini Erken Cumhuriyet Dönemi Siyasal Kültürü ve Damga Teorisi üzerine yaptı. İngilizce Öğretmeni olarak da görev yapan yazar, İngilizce öğrenenler için İngilizce hikâye kitapları yazmakta ve resimlemektedir. Bu kapsamda çocuklar için yazdığı Alien (2019) adlı hikâye kitabı yayımlanmıştır. Osmanlı’nın Damgalı Çocukları adlı Damga Teorisi ve Siyaset Bilimi arasındaki ilintiyi detaylıca incelediği kitabı 2019 senesinde basılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde İngilizceyi Sanatla Öğreniyorum, Anadolu’dan İngilizce’ye Masallar, Örtük Öğrenmeler gibi çeşitli projeler yürüten yazarın, yer aldığı Erasmus Projeleri, yayımladığı makaleleri ve aldığı başarı belgeleri vardır.