AY: 1985 yılından bu yana Anadolu Üniversitesinde görev yapmakta olup Eskişehir Meslek Yüksekokulu Kurucusu Müdürlüğü, Entegre Yüksekokulu Müdürlüğü ve İşletme Fakültesi Kurucu Dekanlık görevlerinde bulundunuz.Anadolu Üniversitesi’nin ülkemizdeki yeri nedir?
ODABAŞI:Anadolu Üniversitesi bozkırda doğan bir güneş gibidir.Anadolu’nun içinden bir bilim ve eğitim kurumu olarak doğan üniversite, küresel bir boyut kazanarak çok sayıdakiülkeyeışık yaymaktadır. “Eğitimin demokratikleştirilmesi” anlayışından hareket ederek, “erişilebilir bir eğitimin” ülkemizdeki öncüsü durumundadır. Bu yönüyle de tüm kadroları,sosyal bir görev üstlenerek büyük özverilerle çalışırlar. Eğitim ve öğretimde teknoloji kullanımında öncü olduğu gibi;girişimci, yenilikçi ve dönüşümcü rolü ile de ülkemizde öncüdür.
AY: Kendinizi; “Milli muhalif (!), pazarlamayı çok seven, sohbeti keyifli, yazmayı ve okumayı hayat biçimi olarak gören ve durmadan gezen, teknoloji özürlü bir öğretim üyesi.” olarak tanımlıyorsunuz. Milli Muhalifliği açar mısınız?
ODABAŞI: “Milli muhalif” olmam konusunda çok sevdiğim ve saydığım hocam Prof.Dr.Şan Öz-Alp bu tanımlamayı bana layık gördü ve ben de çok sevdim. Ülkemin daha iyi yerlere gelmesi için,“objektif kalmaya çalışarak eleştirilerde bulunmayı” görev bilirim. Bozuk düzene ya da var olan düzene ve uygulamalardabozuk gördüğüm yönlere itirazım vardır. Muhalifim, ama bu siyasi bir muhaliflik değildir şüphesiz.
“Teknoloji özürlü” olmama gelince, yaş ve nesil olarak teknolojik gelişmelerle geç buluşan ve uyum sağlamaya çalışan biriyim. Teknolojiye hayranım ve çok önemsiyorum. Geleceğin tamamen teknoloji odaklı gelişeceğine inanıyorum. Kısaca, “dijital göçmen” olarak olabildiğince uyum sağlamaya gayret ediyorum.
AY:Çok eseriniz var. Mesela;Modernizm ve Postmodernizmi ele alan kitabınız; “Postmodern Pazarlama”yı ve bu anlayış ile değişen “tüketim kültürünü, tüketiciyi ve pazarlama iletişimini açıklayarak” konunun daha iyi anlaşılmasını nasıl sağlıyor?Açar mısınız?
ODABAŞI: Kanımca, içinde yaşadığımız dönemin adı olarak postmodern çok uygun. Bu terim ve kavram çok tartışmalı ve üzerinde çok yorum yapılıyor. Pazarlama, tüketim kültürü,iletişim ve hatta her konu bu bakış açısından bakılmadığı müddetçe sıkıntılı durumda kalınıyor. Ben, tüm eleştirileri de göze alarak bu konuları ülkemize kazandırma çalıştım ve bu gayretimi hala kendim de öğrenerek geliştirmeyeçalışıyorum. Yazdıklarım var olanın tekrarından, ezberden daha çok; farklı bakış açılarını, değişimi ve dönüşümü içeriyor. Bunun için de farklı bir düşünme, zihin yapısı, anlayış ve uygulama cesaretigerekiyor. Hiç şüphesiz yaşamın en albenili alanlarından olan;pazarlama, tüketim, iletişim ve popüler kültür konusu, hem eleştiri oklarını almakta hem de çözüm için vazgeçilmez başvuru alanları olmayı sürdürmektedir. Ben de; çok değişken, esnek, çok boyutlu, birden çok doğruları içeren, döngüsel bakışları içeren, yorumlayıcı ve anlamlandırıcı yapısı ile bana heyecan veren bu konuda öğrenmeye ve yorumlar yapmaya çalışıyorum.
AY:Yeni Doç ve Prof. ların yayın eksiğini nasıl izah ediyorsunuz. “Yabancı dili”olan –ne kadar olduğu şüpheli- ama yayını olmayan Prof. olur mu?
ODABAŞI: Bu kronik bir sorun. Yayın yapma olanakları pek yoktu ilk zamanlarda. Günümüzde oldukça fazlalaştı. Bu konuda bir sorun yok gibi. Sorun, yayın yapmayı akademik yükselmede bir zorunluluk ve bir engelin atlatılması için gerekli şart olarak görmekten ve değerlendirmelerden gelmektedir. Yabancı dil bilgisini, başta mutlak şart olmasa bile, akademik hayatın başında çözülmesi gereken bir konu olarak görmekteyim.
AY:YÖK’ün karar almasına rağmenPredator yani “Avcı yayınlar” Doç. basvurularında hala kullanılıyor.Siz; “Sorun bu tür dergilerin somut olarak belirlenmesi ve listelerinin açıklanmasındaki zorluktan kaynaklanıyor. İlgili kurumlar bu listeyi açıklayabilse herkes ona göre davranır.” dediniz. Belirlemek neden zor?
ODABAŞI: Aslında Q1 ve Q2 gibi sınıflamalar var. Ancak, bu sorunu çözmüyor. Bu tür avcı dergiler hangileridir ve nasıl belirlenebilir soruları cevapsız kalmakta, öznel değerlendirmelere neden olmaktadır. Belirlenmiş olan dergilerde yayın yapmaya çalışmak, bazı sorunları da ortaya çıkartmaktadır. Bunlardan birincisi, oligarşik bir dergi yapılanması küresel boyuttadır. Bilim aristokrasisi bu nedenle konular, kişiler ve ülkeler bazında kotalar koyabiliyor; haliyle buralara takılmak her zaman mümkün. Bir diğer konu da yeni ve gerçekten çok iyi olabilecek dergilerin bu alanlara girmesi ve filizlenip gelişmesi oldukça zorlaşmaktadır. Ayrıca,dil açısından bakıldığında kendi dili ile yayın yapmak ikinci sınıf muamelesi görebiliyor ve bu durum “ulusal bilim dili”nin gelişmesini güçleştiriyor. Tüm bu konular dikkate alınarak bu tür dergilerin YÖK ve TÜBİTAK gibi ulusal kurumlar tarafından açıklanması,birçok sorunu ve tartışmayı ortadan kaldıracaktır. Unutmamak gerekir ki, böyle bir uygulama da yasal sorunlar yaratabilecektir. Böyle etiketlenmek çok da kolay kabul edilebilir bir şey değil. Kısaca, akademisyenin etik anlayışı, titizliği ve sorumluluğu bu konuda belirleyici faktördür. Ayrıca, çalışmanın yer aldığı dergi kadar, çalışmanın içeriğinin önemli olduğunu da unutmayalım. Çeşitli nedenlerle göz ardı edilebilen dergilerdeki çalışmalar, bazen çok da önemli katkılarda bulunabilmektedir. Bu durum çoğu zaman da gelişmekte olan ülkelerde çıkan dergiler ve çalışmalarda söz konusu olabilmektedir.
AY:Her birey/çocuk için “nitelikli ve adil” bir eğitim sistemi, toplumun can suyudur...Ülkemizde, bunlara erişilebilirlik zor mu?
ODABAŞI: Hem kitlesel bir eğitimi hem de kaliteyi birlikte sınırlı olanaklarla yapabilmek oldukça zor. Sekiz buçuk milyon öğrenci yükseköğretimde ve gelecekleri için çalışıyor. Üniversite sayısı açısından pek bir sıkıntı kalmadı. Biliyorsunuz dünya standartlarında 400-500 bin kişiye bir üniversite olmalı uygulaması var. Bu konuda teknoloji de eğitimin kalitesinin artmasına yardımcı olabilmektedir. Öncelikle “erişilebilirlik ve adil bir sistem”,sonrasında ise “nitelik olmalı”görüşü hâkim kanımca. Bence, ikisinin birlikte yapılabileceği bir çağın içindeyiz ve anlayışımızı değiştirmeden buna yönelmemiz olanaksız görünüyor.Kısaca,“geçen yüzyılın eğitim anlayışı ve uygulaması” ile içinde olduğumuz yüzyılın ihtiyaçlarını ve koşullarını yerine getirebilmemiz olanaksız.
AY:“Ne tükettiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” cümlenizden ne anlamamız gerekir?
ODABAŞI:Bu cümle;“tüketim kültürünün hâkim olduğu ülkelerde, tüketimin yeni boyutunu ifade eder. Kimlik oluşturmada; tüketimin ve tüketim ürünlerinin oynadığı yeni rolü açıklamak için kullanılıyor genellikle. Biliyorsunuz, üretimin; hem ülke içinde,hem de küresel boyutta bir hiyerarşisi vardır. Tüketimin de bir hiyerarşisi olduğunu kabul eden bakış açısıdır bu. Her tüketim eyleminin ve nesnesinin anlamı ve yansıttığı bir kimlik imajı vardır. Ancak tüketimin, tüketicinin ana sorunlarını kökten giderecek güçte olmadığını ve modern yaşamın baskısını azaltıcı, beklentilerde kısa süren tatminler yaratmada rol oynadığının bilincinde olmak gerekmektedir.
KENDİ DIŞINDAKİNİ; YAFTALAMAK, ETİKETLEMEK..
AY:“Herkes kendi dışındakini yaftalayarak, etiketleyerek” kendi farklılığını göstermek ve buna inanmak, inandırmak istiyor. Sınıflı toplum olmak için;“farklı olmak- üstün olmak- ayrıcalıklı olmak” sürecinin işlemesi şart diyorsunuz. Bu, Kapitalizm’in gücü mü?
ODABAŞI: Şüphesiz öyle. Sınıflı ve hiyerarşik bir kapitalist toplum oluşması bu eksen üzerinde yürür. Bu nedenle, hemen hemen herkes,bilinçli ya da bilinçsiz biçimde; bu süreç içinde davranmayı öğrenir. Bireyin, hem kendine hem de etrafına üstün olduğunu, hiyerarşide daha üst düzeyde olduğunu göstermesi, inandırması için çoğu zaman boş uğraş da olsa başvurduğu bir anlayış ve uygulamadır. Kapitalizmin bireylere durmaması için sunduğu bir yakıt olarak da düşünülebilir.
AY:Son olarak toplumun değerlerinin yozlaştığı konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
ODABAŞI: Var olanın değişmeye başladığı kesin. Zaten başka bir yolu da olamaz. Oyunun kuralları kendini hissettirir ve uygulatır. Büyük bir hızla yeni değişim alanlarında oluşan yeni değerlerin iyi olabilmesi kadar kötü ve yozlaşmış olabilmesi de olanaklı. Her değişim yozlaştırıcı değil, ama var olan her toplumsal değer de gelişken değil. Sanayileşmiş kapitalist bir toplum ve birey olmanın getirdiği sancılar, sıkıntılar ve zorluklar var şüphesiz.
AY:Teşekkürler….
ODABAŞI: Ben teşekkür ederim. Umarım yararlı olmuşumdur. Esenlikler dilerim.