Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan: Pandemi ülkemiz eğitim kalitesine çok büyük zarar vermiştir

Ropörtaj 28.08.2020 11:18:17 0
Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan: Pandemi ülkemiz eğitim kalitesine çok büyük zarar vermiştir

İletişim Dr.,İTÜ TMDK Sanatçı Öğr.Üyesi Göktan Ay’ın; eski YÖK Başkanı Prof.Dr.Yusuf Ziya Özcan ile yaptığı ropörtajı yayımlıyoruz.

AY:Sn.Hocam,nasılsınız? Çok yoğun olduğunuzu görüyoruz.Anlatır mısınız?..

ÖZCAN:Gayet iyiyim. Çok şükür. Yoğunluk var tabii. YÖK anılarımı yazdığım kitabım bitti. Şimdi basılması için bir yayınevi tarafından değerlendiriliyor. Kısa zamanda bitireceklerini tahmin ediyorum. Basıldığını görmek beni memnun edecek. Malum yaşımızda ilerliyor. Diğer yandan Gelecek Partisinin Eğitim Politikaları İzleme Kurulu Başkanı olarak “eğitim alanındaki” süreçleri takip ediyorum. Birlikte çalıştığımız parti içinden ve dışından çok yetkin arkadaşlarla bu işi bizden beklendiği şekilde götürmeye çalışıyoruz. Günlük takip gerektirdiği için vakit alıyor. Diğer yandan Gelecek Partisi hızla teşkilatlanıyor. Neredeyse 70 ilde teşkilatlandık. İl kongrelerini yapan illerimize zaman buldukça seyahat edip kongrelere katılıyorum. Korona yüzünden ve yaşım nedeniyle istediğim kadar aktif olduğumu söylemek mümkün değil.

AY:Pandemi sürüyor, ancak sorunlar var… Maske takmayan ve mesafe kuralına uymayan çok kişi var! Halk umursamaz gözüküyor, bazı yayınlarda da bunun bir oyun olduğu yayılıyor…Bu konuda ne düşünüyorsunuz, çözüm ne olabilir?

ÖZCAN: Özellikle bu günlerde virüsün yayılması hız kazandı. Haziran başındaki normalleşme kararı yanlıştı. İstatistiklere bakarsanız virüs o günden itibaren yayılmaya başladı. Devlet büyüklerimiz virüsün yayıldığı Haziran ayı içerisinde maalesef MSÜ, LGS ve YKS sınavlarını yaparak 4,5 milyon öğrencinin sağlığını riske attılar. Bunu turizmden geleceğini umdukları gelir için yaptılar. Beni en çok üzen pandemiden eğitimin çok zarar görmüş olmasıdır. Ne MEB, nede YÖK online eğitimde maalesef başarılı olamadılar. MEB daha hazır görünmesine rağmen, bilişim altyapısı yeterli olmayan ailelerin çocukları bundan yeteri kadar faydalanamadılar. Online eğitimin eşitsizlikleri azaltıcı etkisi maalesef ülkemizde tersine işledi ve mevcut eşitsizlikler daha da arttı. Devletin bilgisayar ve internet erişimi olmayan ailelere yardım etmesi gerekirdi, ama bu yapılmadı. Korkum pandemi nedeniyle işini kaybeden pek çok velinin çocuklarını okula gönderemeyecek olmasıdır. Bu da tek kurtuluşları eğitim olan bu gençlerin bu imkandan uzaklaşmaları ve işsizler ordusuna katılmaları olur ki, ülkemiz için çok ciddi bir sorundur.

Ne yapılabilir? 1/ Hükümet “korona istatistiklerini” olduğu gibi halka duyurmalıdır. İşin vahametini gören insanlar korumaya daha fazla özen göstereceklerdir. 2/ Derhal “karantinaya girmemiz” gerekiyor. Bu virüsün hızla yayıldığı yerlerden başlayarak genelleştirilebilir. 3/ her yerde ve koşulda test yapılması sağlanmalıdır. İyice hasta olan insanlara test yapmanın bir anlamı yoktur. Test yapıp vakaları tespit edip onları takip etmek yayılmayı durdurmak için en etkili yoldur. 4/ Mesela açmayı planladığınız okullarda test yapma kabiliyetiniz yoksa yayılmayı durduramazsınız. LGS ve YKS sınavına girecekleri için sadece 8. ve 12. sınıfların karma eğitim (matematik, fen ve uygulamalı dersler yüz yüze, diğer dersler online) yapmalarına müsaade edilmelidir. Ana okulu, okulöncesi okullar ve ortaöğretimin ilk kademesi (1-4. Sınıflar) bütün tedbirler alınmak şartıyla yüz yüze eğitim yapabilirler. Tabii eğitimde okul açma ile ilgili takip edilecek politikanın en belirleyici parametresi genel nüfusta virüsün yayılma hızıdır.

AY: “Okulların açılma kararları verilirken merkeziyetçi ve toptancı yaklaşımdan uzaklaşılmalıdır. Her kademe için karar dünyadaki uygulamalar incelenerek verilmelidir.Öğrenciler bulundukları sınıfın materyalini öğrenmeden bir üst sınıfa geçiyorlar.Bu kaliteyi düşürmektedir.” diyorsunuz.Açar mısınız?

ÖZCAN: Pandeminin eğitim sistemimize verdiği en büyük zarar “eğitim kalitesinde” görülmektedir. Düşünün, öğrenciler 2019-2020 öğretim yılının ikinci yarı yılını online öğretimle geçirdiler. Sene sonuna yaklaşırken Bakan Beyin online eğitimle işlenen materyalden öğrencilerin sorumlu olmayacağı ve herkesin geçmiş kabul edileceği beyanatı o zamana kadar yapılan eğitimi ve online eğitimin majını son derece negatif etkilemiştir. Böylece, Milli Eğitim online eğitimden beklenen faydayı sıfırlamış ve online eğitimin çokta faydalı olmadığı izlenimini yaratmıştır. Bu son derece yanlış bir karardı ve öğrencilerin online eğitimle bağlarını bir anda kopardı. Eğitimde kaliteyi yükseltmenin altın kuralı, öğrencilerin bulundukları sınıfın materyalini öğrenip bir üst sınıfa geçmeleridir. Bu yapılmadığı takdirde öğrenciler bir sonraki sınıf materyalini öğrenmekte zorlanacak ve çoğu kez başarısız olup eğitimden uzaklaşacaklardır.

Bu yıl bazı öğrencileri daha endişelendirici bir durum beklemektedir. Bu öğrenciler önümüzdeki LGS ve YKS sınavlarına girecek öğrencilerdir. Bu öğrenciler biraz önce söylediğim gibi, geçen öğrenim yılının ikinci dönemini online eğitimle tamamlayan ve performansları yeteri kadar değerlendirmeyen öğrencilerdir. Virüs bu hızla yayılırsa bu öğrenciler yeni yılın ilk dönemini en iyi tahminle “karma eğitimle” geçireceklerdir. Ülkemiz karantinaya dönmezse yeni yılın ikinci yarısının da “karma eğitimle” geçmesi kuvvetli bir olasılıktır. Müfredatı ne kadar öğrendikleri tam olarak değerlendirilmeyen bu öğrenciler, LGS ve YKS’de ne yapabilirler? Yurtdışında pandemide öğrencilere yardımcı olacak politikalar izlenmektedir. IB bazı dersler için sorumlulukları azaltma yoluna gitmiş (üç ödevin ikisinden muaf saymış), Wisconsin Üniversitesi üniversite kabulde SAT ve ACT gibi standart sınavlardan vazgeçtiğini duyurmuştur. Bu ciddi sorunu önceden kestiren ve önlem alan ülkeler vardır. Biz ne gibi önlemler düşünüyoruz?

AY: Pandemi, insanların hayatlarını sosyolojik ve psikolojik bakımdan etkiliyor mu? Etkiliyorsa, ne yapmak gerek?

ÖZCAN:

Tabii ki etkiliyor. Karantina kararı alınmasında iki ay sonra gençlerin ve yaşlıların sosyal medyada yankılanan isyanını hatırlayınız. Evde kalmanın verdiği sıkıntı yanında, işini kaybetmenin veya yeteri kadar etkin yapamamanın, çalışanların psikolojileri üzerinde ciddi olumsuz etkileri olmuştur. Karantina sonrası bazılarının yaptıkları taşkınlıklar bu halin en güzel tezahürüdür. Aile içi şiddetin arttığına dair medyada haberler çoğaldı. Psikolojik tedavi gören insan sayımız arttı. Bazılarımız “ilahi iradeye” daha çok inanır olduk. Diğer bazılarımız korona sonrası “daha iyi bir fert olma” kararı aldı. Hepimizin içine “virüs kapıp ölebilirim korkusu” yerleşmeğe başladı. Kendisini çok önemli ve vazgeçilmez görenler hiçbir şey olmadıklarını hissettiler.

 

Sosyolojik olarak fertler arasındaki ilişkiler değişti. El sıkma, öpüşme gibi kültürümüzden gelen davranışları terk ettik. Bayramlar eski bayramlardan çok farklı geçti. Büyüklerimizi ziyaret bile edemedik. Ettiklerimizden de “mesafe kuralı gereği” uzak durduk. Komşularımızla sadece selamlaşır olduk. Ramazan da soframıza eş dost ve ihtiyaç sahiplerini davet edemedik. Dışarıda daha az yemek yer olduk. İhtiyaçlarımızı bizzat görerek değil kataloglardan seçerek satın almaya başladık. Hasta olduğumuz halde virüs kaparım korkusuyla hastanelere gidemez olduk. Ekmek, yoğurt ve sirke gibi gıdaları evlerimizde üretmeye başladık. Yalnızlaştık ve dostlarımızın kıymetini anladık. Fakir fukarayı daha çok düşünür olduk ve yardımlarımızı arttırdık. Karantina ilk ilan edildiğinde marketleri bir birimizin üzerine basarak nasıl talan ettiğimizi hatırlayıp, ne kadar yanlış yaptığımıza karar verdik.

AY: YÖK eski Başkanı olarak,YÖK’ün  Eğitim Fakültelerine 'yetki devri' yorumunuz nedir?Gerçekçi bir yaklaşım mı?..Çözümünüz  var mı?

 ÖZCAN:

Gerçeği söylemek gerekirse, üniversitelere özgürlük görüntüsü verilse de YÖK, üstesinden gelemediği “kangren olmuş bir sorunun çözümünü” yetki devri adı altında üniversitelere bırakmıştır. “Öğretmen yetiştirme”, tek tek üniversitenin insiyatifine bırakılacak bir mesele değildir. Tam tersine onların ortak görüşleri ışığında konsensüs sağlanması gereken çok ciddi bir meseledir. Eğitim sistemimizde bugüne kadar bir yol çizilmemiş olması zaten büyük bir ayıptır. Her üniversitenin başka bir yaklaşım önereceğini düşünün. Sorun böyle mi çözülecektir?

YÖK’ün yapması gereken, bütün eğitim fakültesi yetkililerinin, Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerin ve diğer paydaşların katılacağı bir şura düzenleyip bu meseleyi tartışıp çözmesiydi. Tam yetki kullanacağı alanda yetkisini üniversitelere devretmiştir. Bu yanlış, eğitim fakültelerinin meseleye akıllı bir tarzda yaklaşmasıyla düzeltilebilir. Fakülteler, aralarından seçecekleri “eğitimcilerden müteşekkil bir kurul” vasıtasıyla “öğretmen yetiştirme konusunu” olgunlaştırıp bir çözüm önerisi haline getirebilirler. Bu öneri fakültelere gönderilip görüş alınabilir. Onlardan gelen yorumlar istikametinde öğretmen yetiştirmenin bundan böyle nasıl olacağı karara bağlanır. Bana en makul gelen çözüm Eğitim Fakültelerinin ortaklaşa bu meselede karar vermesidir.

 

AY: Bu ara siyasete girdiniz, hayırlı olsun. Gelecek Partisi PİK Eğitim Politikaları Başkanı olarak Hükümet’in “Eğitim Politikaları” uygulamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

ÖZCAN:

Biraz önce söylediğim gibi Milli Eğitim Bakanlığının icraatlarını günlük bazda takip edip, doğru olduğuna inandıklarımızı alkışlayıp, yanlış bulduklarımızı da önerilerimizle birlikte eleştiriyoruz. Son zamanlarda en çok takdir ettiğimiz Bakanlığın “meslek okulları ile” ilgili icraatlarıdır. Hataları okullar içerisinde değil de, sanayi ile iş birliğinde aramaları onları başarılı sonuçlara götürmüştür. Mezunlarının çalışacağı sanayi ile ilişkiye girmeleri onları ihtiyaç duyulan dallarda bölüm açmaya ve açılan okulları ilgili sanayi kollarıyla ilişkilendirmeye yöneltmiştir ki doğru olanda budur. Bu nedenle, prestiji uzun bir süre yerlerde gezen meslek okulları tekrar en iyi öğrencileri seçer duruma gelmiştir. Bazı meslek okulları “yüzde birlik dilimden” öğrenci kaydetmektedir. Yıldızı parlamakta olan bu okulların pandemi süresinde yaptıkları üretim, “potansiyellerinin ve üretim kabiliyetlerinin” ne kadar yüksek olduğunu göstermiştir. Mezun verdikleri sanayi kolları ile dirsek teması kurmuş ve üretimi öncelikleri haline getirmiş bir meslek okulu hareketi ile karşı karşıyayız. Teşekkürün en büyüğünü hak ediyorlar.

Diğer konularda MEB’nın başarılı olduğunu söylemek zor gibi görünüyor. Pandemi de uzaktan eğitimi daha iyi götürebilirlerdi. Fatih Projesinden öğretmenlerin bilişim teknolojisi yeterliklerinin gelişmeye ihtiyaç olduğu görülmüştü. Bu uyarıya rağmen yapılan hazırlıkların yetersiz olduğu online eğitime geçildiği ilk günlerde anlaşıldı. EBA’da verilen ders materyali önceden kaydedilmiş interaktif olmayan yapıdaydı. İçeriklerin bazıları uygun değildi. En önemlisi bilgisayarı ve internet erişimi olmayan öğrenciler bu içerikler ulaşamıyordu. TV’lerde anlatılan derslerde pek çok öğrenci ve veliyi tatmin etmedi. En önemlisi hem EBA hem de TV’den verilen içerikleri sınıf öğretmenlerini sistem dışına itmişti. Halbuki ideal olan, öğretmenlerin kendilerinin içerikleri hazırlaması ve etkileşimli ortamda öğrencilerine sunmalarıydı. Bu öğretmenlerin BT konusunda eğitime ihtiyaç duymaları ve bazı öğrencilerin BT alt yapılarının olmaması nedeniyle olmadı.

Pandemi başlar başlamaz online eğitime geçme kararları çok isabetliydi. Ancak,”bugünlerde vakaların artış hızına bakmaksızın okulların açılması konusunda hazırlıklı olduklarını söylemeleri son derece yanlıştır. Henüz tuvaletlerinde sabun ve tuvalet kağıdı olmayan okullar nasıl açılabilir? Hastalığından şüphelenilen öğrencilerin test yapılma olanakları var mıdır? Bu olmadan muhtemel yayılmalar nasıl önlenecektir?

Milli Eğitim Bakanının en başta yapmayı vaat ettiği konularda, maalesef yeterli yol alınamamıştır. Bunlardan birisi okul öncesi okulların açılması, öğretmenlerin bilgilerinin güncelleştirilmesi ve orta öğretimde müfredatın sadeleştirilmesi idi. 2023 Vizyonunda bu konular işlenmiş, planlaması yapılmış ama gerçekleşmede istenen ivme sağlanamamıştır.

En rahatsız edici durum da, Milli Eğitimi kimin yönettiğinin bilinmemesidir. Cumhurbaşkanlığında kurulan Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu, Bakanlığın üzerinde bir karar verici gibi davranmaktadır. Cumhurbaşkanımız bazı önemli meselelere bizzat müdahale etmektedir. Vakaların hızla yükselmeye başladığı Haziran ayında MSÜ, LGS ve YKS sınavlarının yapılması kararını kim vermiştir? Bu çok başlılık maalesef yanlış kararların verilmesine neden olmaktadır.

AY: Son yıllarda paralel örgütler tarafından (MHP’li akademisyenler de yararlandı)  yabancı dil soruları çalındı, jüriler ayarlandı, avcı dergilerle 5.000’e yakın akademisyen Doç./Prof. oldu..Ve, bu konularda; soruşturma, görevden alma, unvan iptali v.b. söz konusu olmuyor. Neden?

ÖZCAN:

Bütün bunların en önemli nedeni liyakatin artık uygulanmamasıdır. Uzun bir zamandır atamalar liyakata göre değil biat prensibine göre yapılmaktadır. Hak etmedikleri mevkilere gelen insanların da yapabilecekleri budur. Hiç yayını ve referansı olmayan yetmiş dolayında rektör bunun en iyi örnekleridir. Artık akademiye “ahbap çavuş ilişkileri ve nepotizm” hakim olmuştur. Tek kişinin seçtiği rektörler ve onların idare ettiği üniversitelerden ne beklersiniz? Bu insanlar başta olduğu müddetçe üniversitelerde iyileşme beklemek boşunadır.

AY: Köy Enstitüleri, bugünkü eğitimden daha mı iyiydi? “Öğretmenlik” için bir projeniz var mı?

ÖZCAN:

Pek çok yönü itibariyle ülkenin o günkü şartlarına göre tasarlanmış ve istenen insanı yetiştiren kurumlardı. Bilim kadar sanata ve zanaata önem veren okullardı. Bu özellikte yetişen öğretmenler gittikleri köylerde öğrencilerine aynı eğitimi vermekte ve okul biter bitmez onları üretici konumuna getirmekteydi. O günlerin tarım ağırlıklı toplumundan bugünün şehir hayatı yaşayan toplumunda aynı yaklaşımla öğretmen yetiştirmek mümkün değildir.

Bugün yapılabilecek ve öğretmenlerimizin kalitesini yükseltecek olan husus, onların konularında yüksek lisans yapmalarıdır. Yüksek lisansı olmayan hiçbir aday, öğretmen olarak atanmamalıdır. Bu konuda Gelecek Partisi olarak planladığımız pek çok projemiz var. Bunlardan en önemlisi bütün öğretmenlerin “yüksek lisans yapması” ve atama bekleyen öğretmen birikimini eritecek olan projemizdir.

AY:2020/2021 eğitim döneminde, “üniversite eğitimi” Pandemi’den dolayı “yüz yüze eğitimi” imkansız mı kılacak.Ne tahmin ediyorsunuz?.

ÖZCAN:

Dünyanın pek çok ülkesi, pandemide eğitimin nasıl yapılacağı konusunda kafa yormaktadır. Burada en belirleyici faktör virüsün yayılma hızını kontrol kabiliyetidir. Virüsle mücadelede başarılı ülkeler yüz yüze eğitime daha çabuk geçebilecektir. İlk salgında başarılı olan ülkeler Almanya ve G Kore gibi maalesef normalleşme kararlarından sonra tekrar virüsün yayılması durumu ile karşılaşmışlar ve değişen ölçülerde karantina önlemlerine başlamışlardır. 2020/2021 eğitim yılının tamamı ağırlıklı olarak online eğitimle yapılacak gibi görünmektedir. İlk salgında başarılı olan devletler virüsün yavaşlatılmasını gerçekleştirecek ve ikinci dönemi yüz yüze yapabileceklerdir. ABD’de ve İngiltere’de pek çok üniversite ilk dönemde online eğitim uygulayacaklarını açıklamışlardır. Tahminim bizim de ilk yarı yılı online veya karma eğitimle geçireceğimizdir. 2021 aşı veya ilaç bulunması nedeniyle farklı uygulamalara yol açabilir.

AY: Hukuk’ta,İlahiyat’ta,Müzik’te,Sanat’ta v.b. birçok konu gündem oluyor, köşe yazarları dahil herkes konuşuyor, ama üniversiteler çok suskun..Neye bağlıyorsunuz?…

Üniversiteler artık AK Parti üniversiteleridir. Ne söylenirse onu yapmak durumundadırlar. Başkalarından fikir alanların kendileri fikir üretemez. Eleştirinin takdir edilmediği bir zamanda yaşıyoruz. Eskiden üniversiteler kamuoyunu yönlendiren ana aktörlerdi. Böylece ülkenin gidişatında önemli rol oynarlardı. Şimdi hükümet yanlısı oldukları için objektifliklerini kaybettiler, itibarları da bu nedenle kayboldu. 

AY:Teşekkürler….

ÖZCAN:

Sayın Hocam, Bana önemli konularda fikrimi söyleme şansı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.


Perşembe 19.1 ° / 9.6 °
Cuma 17.9 ° / 9.4 °
Cumartesi 16.9 ° / 9.9 °