Prof.Dr.Z.Yerlikaya; “Enerjimizi,üretileni patentleştirerek toplum sorunlarının çözümüne harcamalıyız.”

Prof.Dr.Z.Yerlikaya; “Enerjimizi,üretileni patentleştirerek toplum sorunlarının çözümüne harcamalıyız.”

İletişim Dr.,İTÜ TMDK Sanatçı Öğr.Üyesi Göktan Ay’ın; Kastamonu ÜniversitesiEğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Zekeriya Yerlikaya ile yaptığı röportajı yayımlıyoruz.

AY: Sn.Hocam, Pandemi günleri nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?
YERLİKAYA:Öncelikle bu röportaj vesilesiyle bazı konularda görüşlerimi açıklama fırsatı verdiğiniz için size ve arkadaşlarınıza teşekkürlerimi arz ederim. Kovid-19 salgın hastalığı nedeniyle hayatını kaybeden insanlarımıza Allah’tan rahmet, hasta olanlara acil şifalar dilerim. Bu süreçten; hem maddi hem de manevi olarak olumsuz etkilenen tüm insanlara sabır diliyorum, geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. İnşaallah, bu salgını bir an önce en az hasarla atlatırız. Bu süreçte büyük gayret gösteren yöneticilerimize ve sağlık çalışanlarımıza da teşekkürlerimi iletiyorum. Bu alanda aşı, ilaç vbalanlarda bilimsel araştırma yapan bilim adamlarımızın çalışmalarının da bir an önce olumluneticelenmesini temenni ediyorum.
Bu süreçte devletimizin ilgili birimlerinin aldığı kararlar doğrultusunda, gerekli tedbirlere uyarak; üniversitemizde, diğer mesai arkadaşlarımızlabirlikte lisans ve lisansüstü öğrencilerimize yönelik ders ve araştırma faaliyetlerimizi devam ettirmeye vebilimsel yayınlar üretmeye çalıştık. Ayrıcalisansüstü tez ve ÜAK doçentlik jüri üyelikleri, TÜBİTAK proje hakemlikleri v.b. bilimsel faaliyetlerimize  devam ettik.Zaman zaman yerel bir web sitesinde de, topluma hizmet amaçlı; “Beslenme ve Sağlık, Hijyen ve Sağlık, Kalite, Eğitim, Yükseköğretim Kurumlarımız, Üniversite-Sanayi İşbirliği, Teknokentler, Bilim ve Teknoloji v.b.” konularında bilgilendirme ve değerlendirme yazıları yazıyorum. Ayrıca, her yıl yaptığım gibi, bu yılki üniversite tercih döneminde sınava giren bazı öğrencilerimize fahri olarak tercih danışmanlığı yaparak, en az aldıkları eğitim kadar önemli olan tercih sürecinde talepte bulunan öğrencilere yardımcı olmaya çalıştım.
AY: Kastamonu Üniversitesi, topluma önderlik edip, projelere yöre insanını katabiliyor mu? Yapılanmasında, sizin eksik gördüğünüz Fakülteler var mı?
YERLİKAYA: Her ile üniversite projesinin doğru bir yaklaşım olduğunu baştan beri savunuyorum. Devletimizin ilgili organları bu hususta akademiye önemli destekler vermektedir. Özellikle 2006 yılından sonra kurulan üniversitelerimizin önemli bir kısmı nicelik olarak önemli bir gelişme kaydetmiştir. Aynı şeyi nitelik için ifade etmek zor. Nicelik tarafı da ihtiyaca ve bölgesel konuma göre tabi ki önemlidir ama, öncelikle niteliğe odaklamış çalışmaların her zaman her kurumda, her yer de ülkemizin kalkınması noktasında önemli neticelerinin olacağına inanıyorum.
Kastamonu Üniversitesi’nin de 14 yıllık bir kariyeri var. Nicelik olarak önemli gelişme gösterdi. (13 Fakülte; 3 Enstitü, 3 Yüksekokul, 13 MYO,23 Araştırma Merkezi, Merkezi Laboratuvar; yeni kurulan Teknokent; 21 bin öğrenci;Prof, Doç., Dr. Öğr. Üyesi, Öğr. Gör, Araş. Gör. ve uzmanlar dahil 800’e yakın akademisyen; 500’e yakın idari personel). Üniversitemizinnicel anlamda gelişmesini tamamladığına inanıyorum, hatta fakülte, bölüm, MYO ve bölümleri noktasında sayının ve çeşitliliğin biraz abartıldığını da düşünüyorum. Öğrencisi çok az veya hiç olmayan birimlerimizde var.
Bu tür kurumlarda, bazen bölgenin ve ilin; sanayi, kültürel ve doğal zenginlikleri ve öğrencilerin beklentileri-tercihleri ile ilgili ihtiyaç v.b. stratejik çalışmaların yeterince yapılmadığını düşünüyorum ve bu nedenle açılan bazı birimler devlete gereksiz yük ve kaynak israfına neden olabilmektedir.
Bundan sonraki süreçlerde, üniversitelerimizde niteliğe odaklanmak lazım.  Kastamonu Üniversitesi’nde 800 yakın akademisyenimiz var,bu bir il ve onun üniversitesi için sayıca çok iyi ve bir insan kaynağıdır. Üniversitemize, 3 yıl önce ‘Ormancılık ve Tabiat Turizmi’ alanında ‘İhtisas Üniversitesi’ yetkisi verildi.Bu alanlarda, bölgesi için önemli projeler üretebilecek kapasiteye sahiptir. Bu kapasitenin %100 verimle harekete geçirilmesi için eğitim, araştırma ve üniversite-sanayi, üniversite-toplum, üniversite-kamu işbirliği ile ilgili çalışmaların yeterli düzeye ulaşması/ulaştırılması için yeni stratejiler geliştirilmesi lazım ve eğitim-öğretim ve araştırmalarda da niteliği artırma noktasında da daha yapmamız gereken çok iş olduğuna inanıyorum.
Şu an Türkiye’de orman ürünleri ile ilgili belirleyici bir ‘Türk Malı İmajı’ yeterince yerleşmemiştir. Birçok sektörde olduğu gibi, girdilerin ve ürünlerin belgelendirilmesi yetersizdir. Sanayi kuruluşlarımızda gözlemlediğim en önemli eksikliklerden birisi, birçok KOBİ’de ve alt sektörde kurumsallaşma ve kalite güvence sistemlerinin etkinliğinin yetersiz oluşudur. Ülkemizde ve şehrimizde AR-GE harcamaları artmakla birlikte, üniversite sanayi işbirlikleri yeterince gelişmemiştir. Kastamonu’da sahip olduğu önemli ormancılık ve turizm potansiyeline rağmen bu alandaki potansiyelin ekonomik bir değere dönüştürülmesi düzeyi maalesef yeterli düzeyde değildir.
İlimizde, bu olumsuzluklar ve eksikliler çerçevesinde, başta Orman Fakültesi ve Turizm Fakültesi olmak üzere tüm fakülte ve meslek yüksekokullarının, kamu ve özel sektör kurumlarının işbirliği yapması ve somut neticelere ulaşılması açısından; kurumsallaşma, kalite sistemleri (akreditasyon), plastik ürünlere alternatif ahşap ürünlerin geliştirilmesi vb orman endüstri ürünlerinin çeşitlendirilmesi, bu ürünlerin markalaştırılması ve patentleştirilmesi, uluslararası düzeyde organizasyonlar ve tanıtım konularında projeler geliştirme ve danışmanlık noktasında üniversite lokomotif görevi üstlenmelidir.
2016 Yılında çıkarılan yönetmelikle, Türkiye’de üretimi yasal hale getirilen ve endüstrinin birçok alanında kullanılan, ülkemiz ekonomisine çok önemli katkıları olması beklenen kenevir tohumunu yetiştirebilecek 19 İl kapsamına Kastamonu da alınmıştır. Üniversitemiz bünyesinde, kenevir tohumu ilgili çalışmalara bilimsel anlamda destek verecek bir “Biyoteknoloji Enstitüsü”nün ve bu enstitüye bağlı “Kenevir Araştırma Merkezi”nin kurulmasını da bir ihtiyaç olarak görüyorum.
Kastamonu ilinde bulunan Küre ve Ilgaz dağları Türkiye'nin önemli endemik bitki alanları arasında yer almaktadır. Bitki çeşitliliği açısında çok zengin bir bölgedir. Sağlık Bakanlığı, son zamanlarda ilaç sektörü ve yatırımcıların geleneksel bitkilerden tıbbi ürünler üretmeleri konusunda firmalara kolaylık sağlamaktadır. Endemik bitki türlerinden üretilen birçok ürün de alternatif tıbbi ürünler kapsamına alınmıştır ve bu konudaki araştırmalar teşvik edilmektedir ve Ekim 2018 tarihine kadar 26 ürüne ruhsat verilmiştir. Bu ürünler açısında zengin olan Kastamonu ormanları ve bitki örtüsündeki bu tür çeşitliliğin değerlendirilmesine yönelik çalışmalar yeterli düzeyde değildir. Teknokent bünyesinde, endemik bitki türlerinden hareketle, alternatif tıbbi ürünlere yönelik, öğretim elemanlarımızın ve sanayicilerimizin Ar-Ge firmalarını kurmaları ve bu alanda yatırım yapmaları teşvik edilmelidir. Üniversite bünyesinde de, ayrıca “Biyoteknoloji Enstitüsü” ve bu enstitüye bağlı “Endemik Bitkiler ve Alternatif Tıbbi Ürünler Araştırma Merkezi” kurulmalıdır.
Devletimizin ve halkımızın, yükseköğretim kurumlarımızdan beklentileri çok fazladır. Üniversitelerimiz, sadece devletimizin üniversiteye tahsis ettiği kaynaklara bağlı kalmamalıdır.Döner sermaye kanalından elde ettiği gelirlerinin artırılması için verimli çalışmalar yapmaları önemlidir. Üniversitelerimizin, kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayan kurumlar haline gelmesi, bu gelirlerle üniversitelerin çeşitli altyapı sorunları, eğitim-öğretimde ve araştırma birimlerindeki ihtiyaçlar için kullanılması sağlanmalıdır.
AY: “Başarılı olmak, makam-mevki elde etmek için tüm ahlaki değerleri ezip geçenler bazen başardıkları için seviniyor olabilirler ama yanılıyorlar. Bunlar yaşarken vicdanen rahat edemeyecekleri gibi, hem toplum nezdinde saygınlıklarını hem de Allah indinde ahiretlerini de kaybederler.”Bunu hangi olaylar üzerine yazdınız?Ahlaki değerler eziliyor mu?
YERLİKAYA:Zaman zaman kamuoyuna yansıyıp da kendisine üst makamlarca tevdi edilen görevini kötüye kullanan ve bu görevin hakkını vermeyen, istihdam v.b. konularda liyakatten ziyade kayırmacılık (nepotizm) yapan, mevzuata aykırı uygulamalar yapan, nefsine yenik düşen, kibir ve gurur içerinde hareket eden, makam güç katacağına makamdan aldığı güçle insanlara zarar veren, kul hakkına giren ve birgün ölüp Allah’a hesap vereceğini unutan zavallı kişilerle ilgili haberleri hepimiz okuyoruz. Aslında bu tür sorunlar bugünün değil geçmişten bugüne devam eden toplumsal sorunlarımızdandır.
15 Temmuz 2016 hain FETÖ darbe girişiminden sonra iyice su yüzüne çıkan, devletimizin içine sızarak  işleyişini felç eden, özellikle eğitim alanında yetenekli birçok gencimize engel olan, yanlış yönlendiren, bazılarını da kendi emellerine alet edip onların çalışma ve üretme verimliliklerini yok eden,birçok kurumda KPPS, Yabancı Dil, ALES v.b. sınavlarda yapılan usulsüzlüklerle; şantaj, torpil v.b. kanunsuz uygulamalarla devlete sızmış örgüt üyelerinin ortaya çıkarılmasını ve bunlarla ilgi kamuoyuna yansıyan bazı değerlendirmeleri ve çevremizde yaşadığımız bazı olayları böyle bir tespitte bulunmamın sebepleri arasında sıralayabiliriz. Her şeye rağmen ben bu tür konularda iyimserim. 15 Temmuz 2016 tarihini, devletimizin yeniden yapılanması, terörle ve dış güçlerin etkisinden kurtulması yolunda verilen mücadelede ve Kurtuluş Savaşından bu yana emperyalistlere karşı verdiğimiz bağımsızlık mücadelesini de bir milat olarak görüyorum.
Hepimiz aynı gemideyiz.... Yakın tarihimizde yaşanan birçok olumlu ve olumsuz gelişmeler oldu. Birlik ve beraberlik içinde; farklı siyasi düşünce ve kültürel değerlerimizi bir zenginlik kabul ederek ve birbirimizi ötekileştirmeden, terör v.b. yapıların çeşitli açılardan verdiği hasarı hızlı bir şekilde onaracak tedbirler alarak, yapılan güzel işleri takdir ederek, sorunlara bilimsel yaklaşmak suretiyle hatalara yapıcı eleştiriler ve çözüm önerileri getirerek ve bu çözüm önerilerinin uygulamaya geçirilmesine katkı vererek bu gemiyi sağlıklı bir şekilde karaya ulaştırmalıyız. Bu ülkede çocuklarımız için güzel bir gelecek inşa etmek, ülkemizi dünyada söz sahibi olacak bir konuma ulaştırmak hepimizin görevidir.
AY: Son yıllarda, eğitim sisteminin “kaliteli insan yetiştirmediği” dillendiriliyor. Doğru ise; ne yapmak lazım,çözüm önerileriniz var mı?
YERLİKAYA: Yukarıda bahsettiğim ve bazı illegal grupların legal görünüp, çeşitli hilelerle ve oyunlarla devletin bünyesine sızıp birçok önemli mevkileri liyakatsız ve kendi emellerine hizmet edecek insanlarla doldurmuş olması, eğitim alnına ve bilimsel araştırma kurumlarımıza da çok zarar vermiştir. Kanaatime göre, bu tür yapılanmaların belki de en önemli hedefi arasında, insanlarımızı milli ve manevi değerlerinden uzaklaştırarak, her alanda ve bilhassa stratejik meselelerde doğru karar mekanizmalarını işletebilecek insan gücünün, yani gerçek vatanseverlerin yetişmesine/yetiştirilmesine engel olmak vardı.
Bu olaylardan yine ders çıkararak, milli ve manevi kültürümüze uygun, dünyadaki çağdaş eğitim sistemlerini de inceleyerek ve kalite sitemlerini de dikkate alıp uygulayarak, eğitim alanında ve bilimsel araştırma kurumlarımızda yeni bir ruhla ve yeni yapılanmayla geleceğe hazırlanmamız lazım. İçimizde var olan zararlı insanlarla her daim mücadeleden de taviz vermemeliyiz. Unutmayalım, bir zamanlar Ahilik Kültürüyle kaliteli ürün ve hizmet üretme alanında dünyaya örnek olmuş bir millet idik, istersek yeniden başarabiliriz. Bunu gerçekleştirecek olanlar da; doğruluktan, dürüstlükten, liyakatten taviz vermeyenler vegerektiğinde fedakârlık yapanlar, yani Ömer Seyfettin’nin ‘Pembe İncili Kaftan’ hikâyesindeki İstanbul efendisi gibi, gerçek bir vatansever ruhuyla hareket eden/edecek olanlar başaracaktır.
AY:Yine son yıllarda, üniversite rektörleri dâhil, “ehliyetli ve liyakatli insanlar seçilmiyor”şikâyeti var. Oysa yeterli ve kaliteli insan kaynağımız var. O zaman, bu şikâyet neden sürekli gündeme geliyor? 
YERLİKAYA:Son yıllarda, devletimizin ilgili kurumları tarafından, her üniversitemize ve kamu/özel sektörde çeşitli araştırma kuruluşlarına önemli destekler sağlanmaktadır. Bilimsel araştırmalarla elde edilen bilgilerin, evrensel bilgiye katkı sunması, günlük hayattaki yaşam tarzına yansıtılması ve yaşam kalitesinin artırılmasına yönelik çalışmaların yanında, bu bilgilerin teknolojiye ve üretime yansıtılmasına yönelik çalışmalar da hız kazanmıştır.  Bu nedenle, özellikle nitelikten taviz verilmeden kaynakların verimli kullanılması, yönetim kademesinde, akademik ve idari birimlerde idealist, vatansever ve liyakatli insanların istihdamı konusuna azami düzeyde dikkat edilmesi gereği de ayrı bir önem kazanmıştır.
Yaşanan birçok olumsuzluklara rağmen, son yıllarda, akademide önemli gelişmeler kaydettiğimizi de belirtmek isterim. Her şeyden önemlisi, teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen eski bilimsel anlayış değişmeye başlamıştır. Ülkemizin kaynaklarını dışarıya pompalayan bilimsel ve teknolojik sömürü ve mandacılık sistemine karşı, milli ve yerli direniş başlamıştır. Sadece makale yayımlamakla, atıf almakla sorunların çözülemeyeceğinin ve başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize bir faydası olmadığının/olamayacağının anlamaya başladık.
Sizinde ifade ettiğiniz gibi “ehliyetli ve liyakatli insanlar seçilmiyor” konusu sürekli tartışılıyor, sorunlar noktasında gereğini yapıp bu tartışmaları gündemden düşürmemiz lazım. Enerjimizi ve imkânlarımızı, evrensel bilgiye katkı vermeye, üretilen bilginin patentleştirilerek ekonomik değere dönüştürülmesine ve toplumsal sorunların çözümüne harcamamız gerekir. Bu görevlendirmeleri yapan devletimizin üst düzey yöneticilerinin iyi niyetli olduklarından şüphem yok. Ben sorunun daha çok sistemden kaynaklandığını, rektörlerin var olan aşırı yetkilerinin sıkıntı oluşturduğuna, kalite güvence sisteminin yeterince uygulanamamasından dolayı denetim noktasında eksiklikler olduğuna ve bu nedenlerin de neticede bazı suistimallere kapı araladığına inanıyorum. Bu tür konularda yaşanan bazı suistimaller neticesinde, bazen hem kurum yöneticilerini hem de yükseköğretim kurumumuzu hem de siyasi iktidarı yıpratıcı olayları medyaya yansıması ve tartışılması üzücüdür.
Bugüne kadar bir takım değişiklikler geçirmesine rağmen, uygulamada istenen sonuçları yeterince vermeyen, adeta yamalı bohçaya dönmüş 2547 sayılı YÖK yasasının, meclisteki siyasi partilerimizin siyaset üstü bir konu olarak ele almaları ve yeni bir yasal düzenlemeyle, yetki ve sorumluluklarının çoğunu üniversitelere devretmiş, fonksiyonu daha çok planlama, denetim ve koordinasyon olacak bir modelin (Yükseköğretim Denetleme ve Koordinasyon Kurulu) hayata geçirilmesi için çalışmaların başlatılması ve biran önce bu çalışmaların neticelendirilmesi bu alandaki başarımıza büyük ivme kazandırabilir.
AY: “Derdimiz ülkemize, milletimize, tüm insanlığa faydalı olmak, asli görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmekle birlikte, tecrübelerimizden hareketle, bu alanlardaki gelişmelere fikirlerimizle katkıda bulunmaktır...” diyorsunuz. Ama eleştiri yapanlar ötekileştiriliyor.Ülkemizde “eleştiri kültürü” neden gelişmiyor?
YERLİKAYA: Milli ve manevi değerlerimiz arasında istişarenin çok önemli bir yeri vardır. İnsanlarla istişare etmek, inananlar açısından Allah’ın bir emridir (Bkz. Şura Suresi,38.Ayet; bknz. Hadis, Suyuti, Hasaisu’l K-Kübra s. 125).  Galiba bu istişare kültürümüzden uzaklaştık… Yapıcı ve sorunlara çözüm önerileri getiren her düşünce ve her eleştirideğerlidir ve dikkate alınmalıdır.İstişareye dayalı böyle bir yaklaşım tarzı,hem o topluma hem de o toplumu idare edenlere değer katar.Bu tür insanları ötekileştirenlerin iyi niyetli olmadığı gibi, maalesef, bazen işi siyasi ve ideolojik zemine taşıyan, art niyetli eleştiri ve yaklaşım içerisinde olanlar da olabiliyor. Bunların dertleri üzüm yemek değil bağcıyı dövmek oluyor ve bunların ‘insanların hayırlısı olmak için insanlara faydalı olmak’ gibi bir dertleri de olmuyor.
Güçlü bir Türkiye’nin yolu, bilim ve teknoloji alanındaki başarılardan geçecektir. Bu tür bilimsel ve teknolojik anlamdaki değişimi gerçekleştirecek olan da üniversitelerdir ve bu kurumlarda görev yapan biz akademisyenleriz. Üniversitelerin ve bizlerin; toplumun tüm kesimleriyle ve özellikle sanayi kuruluşları ile gerçekleştirecekleri istişarelerdir. Bu tür işbirlikleri başarıya ulaşmada belirleyici olacaktır. Ülke olarak bunları başarabilirsek, gerçek dünyada keşfettiğimiz kadar özgür, ürettiğimiz kadar güçlü ve bağımsız olacağız. Bu kapsamda, ortak akıl ve istişare ile sorunlara çözüm üretecek bir yükseköğretim sisteminin gündeme getirilmesi ve bu sistemin daha etkili bir şekilde hayata geçirilmesi büyük önem kazanmıştır.
AY:Şeref Oğuz Bey;'Esasa geleyim; her kentte üniversite var ya. Artık bu üniversitelerin yerel kabiliyet eğitmeye odaklanması gerekiyor. Harran'da “ziraat” varsa ziraatın ülkedeki en iyisi olsun. Doğu'yu tekstil üssü yapacak isek, okullarımızı da ona göre tasarlayalım' diye yazmış. Ben de yıllardır “Butik Üniversite olmalı, üniversiteler yöreleriyle içiçe olmalı” diye yazıyorum. Siz ne dersiniz?
YERLİKAYA: Şeref Oğuz Bey çok takdir ettiğim, görüşlerinden çok şey öğrendiğim, insanlarımızın derdiyle dertlenen çok değerli bir insandır. Her bir paylaşımı, o paylaşımdaki konu alanı ile ilgili adeta bir yol haritasıdır. Sorunların tespiti yanında çözüm önerilerini de gündeme getirmesi fikirlerini ayrıca değerli kılmaktadır. Şeref bey gibi yazılı ve görsel medyada takip ettiğim ve takdir ettiğim çok değerli araştırmacı ve yazarlarımız var, Allah hepsinden razı olsun…
Üniversite konusuna gelirsek, her ilimizde üniversitelerin bulunması ve sayılarının artması (devlet ve vakıf üniversiteleri toplamı 210) önemlidir ve doğru bir stratejidir. Fakat yukarıda da ifade ettiğim gibi, sadece niceliğe odaklanmak yeterli, değildir. Yerelde, Kastamonu Üniversitesi’nin kendi bölgesinde yapacağını/yapması gerektiğini açıkladım. Kaynakların verimli kullanılması noktasında, bir üniversitenin; fakülte, bölüm, meslek yüksekokulu ve öğrenci sayısını artırmaktan ziyade, bölgesel ihtiyaçlar, araştırma ve ihtisaslaşma alanları da göz önünde bulundurularak o kurumu yapılandırmak lazım.
Önümüzdeki dönemlerde, sizin de zaman zaman vurguladığınız gibi, yükseköğretim alanında “küçük ölçekli fakat yüksek bütçeli, nitelikli “Butik Üniversite Modeli”ne odaklanmak daha doğru bir strateji olacaktır. Dünyada bunun örnekleri çok, 2-3 bin öğrencisiyle, zengin altyapı ve araştırma imkânlarıyla, hem evrensel bilgiye hem de bölgesinin ve ülkesin sorunlarına çözümler üreten nitelikli üniversite örnekleri çoktur. Bugünkü fotoğrafta, bazı üniversitelerimizde bunun tam tersi bir yapılanma var ve bu bakış açısının değişmesi gerekiyor. Bu nedenle, özellikle 2006 yılından sonra kurulan ve kurumsallaşmakta ve verimlilikte hala sıkıntı yaşayan üniversitelerimizde yeniden bir planlamaya gidilmesi kaçınılmazdır.
Özellikle 2010’lu yıllardan sonra, yükseköğretim sistemimizde ve kurumsal çalışmasını tamamlamış bazı üniversitelerimizin öncülüğünde bazı önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Devletimizin ilgili organlarının,TÜBİTAK, DPT, çeşitli bakanlıklar üzerinden bu tür işbirliklerini teşvik edecek maddi ve manevi destekler sağlaması neticesinde, bu tür üniversitelerimizde Ar-Ge, üniversite-sanayi işbirliği, teknokentlerdeki çalışmalar noktasında dikkat çekici ve insanlarımızı gururlandıran olumlu gelişmelerin de yaşanmaya başladığını vurgulamak isterim. Bu olumlu çalışmaların daha da ivme kazanması ve tüm üniversitelerimizde yaşanması en önemli dileğimizdir.
AY:Şeyh Edebali (1206-1326) ;“Kötülerin çoğu kötü olduklarının farkında değildirler;cimri tutumlu,saygısız açık sözlü, dedikoducu nasihatçi,kibirli kendine güvenen olduğunu zanneder.” Bu anlamlı sözleri, günümüz toplumu ile karşılaştırır mısınız?
YERLİKAYA: Günümüz dünyasında, madde ve mana âlemindeki dengeyi bir türlü kuramadığından dolayı, insanoğlu bazen gaflete düşüp, Şeyh Edebali’nin (Allah ondan razı olsun) bahsettiği özelliklere sahip olabiliyor ve çelişkiler içerisinde hareket edebiliyor. Maddeyi daha fazla önemseyen insanlar olduk, herhalde… Günümüz dünyasında da gafletten uzaklaşıp tekrardan kendimizi bulmanın, karşılıksız sevmenin-sevilmenin hazzına erişmenin yolunun madde ve mana âlemindeki sırları keşfedip bu dengeyi sağlamaktan geçeceğine inanıyorum.
İnsan ilişkileri ve iletişim konusunda; kibir, gurur, haset vb hoş olmayan davranışları terk edebilsek ve ilişkilerimizde karşılıksız iyilik yapma düşüncesinde hareket edebilsek, hayat çok daha anlamlı ve güzel olur.Irkı, dili, dini ne olursa olsun herhangi bir insana ve doğadaki herhangi bir canlıya zarar vermekten kaçınmak ve onlara faydalı olmak için gayret etmek, neticede onların mutluluğunu görmek kadar güzel bir duygu ve güzel bir kazanç yoktur herhalde…
Bu duygu ve düşüncelerden uzak hareket eden bireylerin ve makamına güç vereceğine makamdan güç alarak kibir, gurur ve aşırı bir güven içerisinde hareket edip çevrelerine zarar veren yöneticilerin çoğu Şeyh Edebali’nin ifadesiyle “kötü olduklarının farkında bile değillerdir”. Allah, sevdiği insanlara ve yöneticilere, onlara doğru rehberlik edecek, yanlış tavır ve davranışlar içerisine girdiklerinde onları uyaracak hayırlı dostlar ve hayırlı yardımcılar nasip edermiş…
Bu tür sevilen insanlar ve kullar olmak dileğiyle…
AY: Teşekkürler.
YERLİKAYA:Ben de teşekkür ederim. Tüm okuyucularımıza selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.