Tarih: 23.09.2020 10:46

Almanya’da Türkler ve gâvurlar deyip birbirimizi ötekileştirmek niye?

Facebook Twitter Linked-in

AY: Sn.Hocam, başlığı biraz açar mısınız?

ORTAŞ:Son günlerde Akdeniz’de yaşadığımız sorunlar ekseninde konuşmalar yapılırken bir yurttaş “gâvurlar” ifadesini kullandı. Yanımızdaki çok genç biri “gâvur ne?” diye sordu. Sözlük karşılığı; “Müslüman olmayan (dinsiz kimse ) kişiler özellikle Avrupalı, batılıları” belirtmek için kullanılan bir sıfattır. Son yıllarda çok kullanılmayan ifadeyi, gence uygun dille anlattıktan sonra aklıma yıllar öncesi 09/01/2005 tarihinde İstanbul’dan Köln’e uçan THY-Afyon uçağında yaşadığım bir olay geldi. Yolcular uçağa alınıyor ve yerlerine oturuyorlar. Ben de ilk sırada girenlerden biri olarak içeriye geçtim yerime oturdum ve çantamda çıkardığım kitabımı okumaya hazırlanıyordum ki, iki kadın ve bir ince boylu kaytan bıyıklı bey koltuk numaralarının olduğu önümdeki sıraya yaklaştılar. Önümdeki sırada her halinden Alman olduğu beli olan sarı saçlı ve açık benizli beye yönelen kadınlardan biri, elindeki biniş kartındaki sıra numarasını göstererek şu numaraya geçer misin? “Kardeş biz birlikteyiz de” dedi. Hiç günaydın, kendi tanıtmak, rica etsem acaba yer değişikliği yapabilir miyiz? gibi beklenen hiç bir normal iletişim kurmadan doğrudan vatandaştan yerini değiştirmelerini istediler. Alman olduğunu anladığımız kişi biniş sıra numarasına baktı ve kafasını sallayarak “olmaz” der gibi yaptı. İnce boylu 50 yaş civarındaki hemşerim, “gâvur. Boş ver. İnsanlık yok ki“ dedi.  Anladım ki hemşerilerimin THY yer hizmetleri çalışanları tarafından her üçüne de aynı sırada yer verilmemiş, Almanın yanındaki iki sırayı kadınlara vermişler, kaytan bıyıklı erkeğe de başka yer vermişler. Bizimkilerde üçü bir arada oturmak istiyorlar. Onun içinde tanımadıkları kişiye sıra numaralarını uzatarak sizin yerinizi değiştirimiyiz demeye getiriyorlar. Kitabıma başlamadan, ilgi duyduğum sosyolojinin insan ilişkileri ve iletişim sorunu olan ülkemden insan manzaraları olgusu ile karşı karşıyaydım. “Buyrun, gelen biriniz benim yerime oturun ne olacak biriniz bir arka sıraya oturun. Olmasa bende yer değiştirim” dedim. Neyse böylece kişilerle konuşma şansı yakaladım. Nereden nereye yolculuk, kimsiniz, nerelisiniz? diye bizim klasik sorgulama başladı aramızda. Anladım ki uzum zamandır Almayanda çalışıyorlar. Bir tarafı Sivas bir tarafı Kayserili geniş bir aile üyeleriymiş. Kaç yıldır Almanya’dasınız? Almanya’dan ne öğrendiniz, dil öğrendiniz mi? Türkiye ile kıyaslama yaparsan ne iyi ne kötü gibisinden onlarca soru sordum. Tepkiler hep bildikti. Vatandaşlarımız Almanya’ya 1970’li yılardan giden işçi ailesindeler. Ancak Almanca öğrenme gereksinimi çok olmamış. Kaytan bıyıklı amca çat pat dil öğrenmiş, kadınlar çok sonra Almanya’ya aile ile bütünleşmeye gitmişler ancak çalışmadıkları için Alman toplumuna zorunlu alışveriş dışında çok karışmamışlar. Üç saatlik yolculuk boyunca yanımdaki kaytan bıyıklı ve hanım teyzeyle yaptığım sohbet beni çok etkilemişti. Herhangi bir niyet yoklamasına girmedim vatandaşlarımızın naif dünyası ve yaşadıkları dünyanın en ileri sanayi ülkesinde yaşamanın derin sosyal paradoksal yapılarını düşünmeye başladım.

AY: Her toplumun kendine özgü kültürel farklılıkları mı var?

ORTAŞ:Söz konusu yolculuğumun nedeni olan Köln Üniversitesi Botanik bölümündeki toplantımızı tamamlandıktan sonra, Alman hocanın misafiri oldum. Daha önce ben de ev sahibi olarak Adana’da düzenlediğim toplantıya katılan Alman hocayı evimizde misafir etmiştim. Daha önce İngiltere’de doktora yaptığım için Avrupa’daki aile içi kuraları az buçuk biliyorum. Toplantı sonrası Köln şehir merkezine yakın kalan yakınlarımın yanına geçtim. Orada da bir gece kaldım ve gördüğüm Almanya’da Türkiye’yi yaşayan bir yapının oluştuğunu gördüm. İkram edilen yemekler, sofra düzeni, ev içindeki sosyal yapının geleneksel köyümüzdeki kültürün orada olduğunu gördüm. Hem iyi hem kötüydü. Almanya’da kültürlerine sahip çıkmam iyi, ancak içinde bulundukları kültüre kaygısız veya yabancı kalmak ise çelişkiler içeriyordu. Gençlerin okula gittiği ve dil bildiğini ve sosyal yaşama uyum sağladığını fark ettim. Ancak yaşlılarla gençler arasında birçok alanda derin çelişkinin yaşandığı görülmekteydi. Sık sık olaylara bakış açılarında farklılaşıyorlardı.

Almanya’da evlerinde, işyerlerinde yüksek sesle müzik sesi dinleten, sokakta ve trafikte kurallarına uymayan, evinin 11. Katındaki küvetinde hayvan kesen vatandaşlarımızdan çok rahatsız olan Almanların olduğunu duyuyordum. Özellikle ırkçı eğilimlilerin bugünlerde sayıları artan grupların yabancılara karşı düşmanca yaklaştıklarını da biliyoruz. Bazıları gerçekten çok gaddar olup toptan Alman olmayanların evlerini yaktıkları da olmaktadır. Neyse ki yine de yasalar ve aklı-selim insanlar yabancıların Alman ekonomisi ve toplumu için önemini anlamaktadırlar.

Yıllar sonra tekrar aralıklarla en sonda 2017 yıllında Almanya’ya gittiğimde, hemşerilerimizin çocuklarının çoğunlukla ciddi bir kültür şoku yaşadıklarını gördüm. Vatandaşlarımızdan yakınlarımızdan işini gücünü kuran, varsıl konuma gelen çok sayıda insanın varlığı guru verici. Ülkemiz için olduğu kadar Alman toplumu içinde iş ve aş kapısı araladıklarını gördüm.

Yakınlarımızın çocukları kendilerini geliştirmişler ancak kapalı yaşayan çekirdek ailelerin bazılarının ne tam kendi kültürünü ve dillerini biliyor ne de tam Almanca biliyorlardı. Almanya toplumun sosyal yapısını (alış-veriş dışında) tam yaşayamamakta. Geleneksel aile kültürünü de tam yaşayamamakta olduklarını üzülerek gördüm.

AY:Türkiye ve Almanya ilişkileri dünden-bugüne nasıl olmuştur?

ORTAŞ:Yakın zaman kadar Almanlar ile gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet döneminde ilişkiler hep iyi olmuştur. Türkiye’nin müttefiki olması yanında, ekonomik gelişmemize ve yer yer kültürel gelişimi üzerinden de önemli etkisi olmuştur. Osmanlının son döneminde batıdaki gelişmeleri öğrenmek ve yenilikleri geride kalmamak için çok sayıda öğrenci, asker Almanya’ya giderler. Türkiye üniversitelerini bugünkü temel çatısını Almanya’dan gelen bilim insanları inşa ettiler. İkinci dünya savaşında sonra Almanya’nın yeniden inşası için yüzbinlerce insanımız işçi olarak Almanya çağırıldı ve Alman ekonomisine katkımız oldu. Bugün 4 milyona yaklaşan ciddi bir Türkiyeli insan Almanya’da çalışıyor. Kimi iş güç sahibi. Vatandaşlarımızın ülkemiz ekonomisine katkısı küçümsenemez. Diğer taraftan çoğu insanımız Alman disiplini dedikleri kurallı yaşamayı öğrendi. Kimisi, kaliteli malın Almanlar tarafından yapıldığını ve Alman arabasından başkasına binmem deyip durur. Almanlarda ülkemizin tarihi ve turistik yerlerini, yiyeceklerini içecekleri ve misafirperverliğini çok severler.  

AY: Türkiyeli öğrenciler, Almanya’da başarılı oldular mı?

ORTAŞ:1988 yılından il defa Almanya’ya Stuttgart’a yüksek lisans öğrencisi iken 3 aylığına gitmiştim. O dönemde ülkenin gelişmişliği, alt yapı, işeyen sistemden ve üniversitenin araştırma olanaklarından, rektörün-dekanın bisiklet ile işe geldiklerinden çok etkilenmiştim. Tam bir kurallar ülkesiydi. Kentteki canlılıktan çok birey özgürlükler ekseninde insanlar çok rahatı. Üniversitenin araştırma, kütüphaneden yararlanma olanakları ilgimizi çekmişti. Sistematik iş disiplini bölümde çalışmaya başladığım zaman görmüştük. Öğrenci merkezi, tek kişilik odaları olan öğrenci yurtları, öğrencileri kız erkek ayrımı yapmadan aynı yurtlarda kaldıkları anlayışı bize o zaman farklı gelmişti. Kimse kimsenin sınırlarına karışmıyor ve sorumluluklarını iyi biliyorlardı.

O dönede yabancı öğrenciler ile Alman öğrencilerinde bu kültürel farklılıkları yaşadıklarını gözlemlemiştim. Üniversitemizden ve ülkemizden orada öğrencilik yapan arkadaşlarımızın, Arap ve Asyalı öğrencilere göre daha rahat ve başarılı olduklarını gözlemiştim.

Almanya’da kaldığım 3 aylık o kısa ancak yaşam yol haritamı belirleyen o süreç bilim insanı olmada ve sorumluluk sahibi olmada çok belirleyici olduğunu bugün daha rahatlıkla söyleyebiliyorum. Almanya dönüşü bölüm başkanımıza keşke herkes mutlak gidip oradaki üniversite atmosferini görse iyi olur demiştim. 

AY: İnsanlar birbirini  tanısa, ötekileştirme olmaz mı?

ORTAŞ:Kısadan hisseler, Almanya’ya giden yurttaşlarımızın bulunduğun ortamın kültürel yapısını bilmeleri birkaç yönden önemli. Her şeyden önce bir başka ülkeyi kendi yaşam alanı olarak belirlediysek içinde bulunduğumuz kültürü ve dili öğrenmemiz gerekir.  En azından teknolojinin en çok yaşama uygulandığı ülkenin; yemesi içmesi, gazetesi, sineması, tiyatrosunu, mimarisini müzesini bilmek gerekir. Dili öğrenmek. Bütün bulanlar kişiyi geliştirir. Kaldı ki çocuklarımızı da orada Alman eğitim sistemine göre eğitiyoruz.

Ayrıca içinde yaşadığımız ortamda o insanların iç dünyasını anlamak için yeri geldiğinde misafir olmak, misafir almak da önemli. O zaman karşımızdakini ötekileştirmek “gâvur” ifadesi ile değil karşınızda farklılıkları olan, kendine göre değerleri olan bizden farklı değerleri olan bir insan olduğunu daha iyi anlarız. Yoksa sürekli o ve ben çekişmesinin bir parçası olursa ki bu bize ve hiç kimseye bir şey katmaz. Son yıllarda artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı beraberinde ayrışmaları getirdiği gerçeğini bilerek virajların keskin alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Önemli olan karşıdakini anlamak/anlamaya çalışmak ve olduğu gibi kabullenmektir.

Son 40 yıldır Almanya ile olan akademik ilişkilerim sürecinde edindiğim izlenim birbirine çok ihtiyaç duyan iki ulusun insanları yine de ciddi olumlu iş çıkarıyorlar. Şundan eminim ki insanımız imkân sağlanırsa ve beyinlerindeki düşünceyi kontrol eden filtreleri rahat bırakılsa çok çabuk bulunduğu ortama uyum sağlar ve daha üretken sonuçlar alınır.

İletişim çağında küçülen dünyada anladık ki farklılıklarımız var. Dilimiz, inancımız, kültürel kotlarımız farklı. Buda her toplumun aldığı eğitim, iş tutma becerileri ve sorun çözme anlayışlarımız farklı. Ancak ortak yanımız İNSANIZ. Konuşarak birbirimizi anlarız/ anlayalım da.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —