Tarih: 01.11.2020 13:21

Gelecek Partisi kongresinde konuşan Davutoğlu: Artık iktidar korkuyor

Facebook Twitter Linked-in

Gelecek Partisi kuruluşunun ardından ilk kongre heyecanı yaşıyor. Gelecek Partisi 1. Olağan Kongresi Ankara'da ANFA Altınpark'ta yapıldı. Kongreye sadece delegeler ve basın mensupları davet edildi. Pandemi nedeniyle sadece delegelerin katıldığı kongre salonuna KHK ile ihraç edilenlerin, EYT mağdurlarının, gençlerin, kadınların mesajları 'Burdayız' sloganıyla asıldı. 70 ilde teşkilat çalışmalarını tamamlayan, 44 il ve 250 ilçede kongrelerini yapan Gelecek Partisi 1. Olağan Kongresi'ni 'Gelecek Senin, Gelecek Türkiye’nin” sloganıyla yaptı.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, salonda partililer tarafından slogan ve alkışlar eşliğinde karşılandı.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, kongre konuşmasına 6,6 büyüklüğündeki İzmir depreminde hayatını kaybeden vatandaşlara başsağlığı dilekleriyle konuşmasına başladı. 

DAVUTOĞLU'NUN KONGRE KONUŞMASINDAN ÖNE ÇIKANLAR ŞÖYLE:

Hepinizi saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum.

Allah’ın rahmeti, bereketi ve mağfireti aziz ülkemizin, deprem felaketi ile sarsılan güzel İzmirimizin ve sizlerin üzerine olsun.

Her şeyden önce ufuk şehrimiz güzel İzmirimizde depremde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Enkaz altında bulunan vatandaşlarımıza sağ salim ulaşma niyazında bulunuyorum. Partimizden bir heyet, depremim olduğu gün İzmir e gidip gerekli incelemelerde bulundu.

Deprem felaketinden etkilenen bütün illerimize ve komşumuz Yunanistan’a da geçmiş olsun dileklerimi tekrar ediyorum.

326 gün önce 12 Aralık 2019’da zorlu ama kutlu bir yola çıkmıştık. 326 gün içerisinde ne badireler, ne zorluklar, ne imkansızlıklar, ne baskılar aşarak bugüne ulaştık. Bir yılımızı doldurmadan büyük kongremizi yapıyoruz.

Bu sizlerin inancıyla, sizlerin alın teriyle, sizlerin güveniyle hayata geçti.

Ama hepsinden önemlisi milletimizin desteği ile kongremizi yapıyoruz.

Başta gelecek gönüllüleri olmak üzere milletimize minnettarız, teşekkür ediyoruz.

Sizleri 10 ay gibi kısa bir süre önce “Yeni bir ufka yeni bir geleceğe yürüme iradesi gösteren değerli arkadaşlarım” diyerek selamlamıştım.

Bugün de “yeni bir ufku milletimizin önüne koyan, yeni bir geleceğin mümkün olduğunu gösteren, milletimizin geleceğine sahip çıkma iradesi gösteren” bütün yol arkadaşlarımı saygıyla muhabbetle selamlıyorum.

326 gün önce birdik bugün binler olduk. İnşallah önümüzde de milyonları kucaklayacak bir ufuk duruyor.
Gelecek Partimizin kutlu yürüyüşünün halkımız, ülkemiz ve insanlık için hayırlı olmasını diliyorum.
Bugün milletimize yarınlar için umut veren Gelecek Partimizin bütün Türkiye’ye mesajını iletmek için buradayız.

Geçmişi değil geleceği, nefreti değil sevgiyi, öfkeyi değil merhameti, korkuyu değil ümidi, haksızlığı değil adaleti, sefaleti değil refahı konuşmak için buradayız.

Türkiye’yi tabulardan, korkulardan, yasaklardan, yoksulluktan, yolsuzluktan ve yalandan kurtarmak için buradayız. 

İstiklal marşımızdan feyz alarak, “Korkma” diye haykırarak yola çıktık.

Herkes sinse de, bir kenara çekilse de, herkes sussa da, herkesi sustursalar da biz susmayacağız hakkı haykıracağız, hakikati haykıracağız dedik!

Milletimize “Korkma” diye seslendik.

Biz korkmuyoruz siz de “Korkmayın” dedik.

Esnafımıza, çiftçimize, işçimize “Korkma” diye seslendik. Gençlerimize, kadınlarımıza, yaşlılarımıza “Korkma” diye seslendik.

Bu liyakatsiz, ciddiyetsiz, 28 Şubat ve eski Türkiye artığı iktidardan korkmayın… Onlar sizin alın terinizi çarçur etmekten korkmadılar, Onlar hukuk devletini yok etmekten korkmadılar, onlar Türk Lirasını ayağa düşürmekten, paramızı pul etmekten korkmadılar, onlar ifade hürriyetini, insan haklarını, milletimizin farklılıklarına saldırmaktan korkmadılar, onların tüm baskılarına, tehditlerine, kolluk güçlerine, şantajlarına rağmen biz de onların oluşturduğu bu korku ikliminden korkmuyoruz. 

Siz de özgürlük, adalet, ahlak, şeffaflık, refah ve ekmek istemekten korkmayın. Siz de müreffeh bir Türkiye, kalkınmış bir Türkiye istemekten korkmayın. Siz de huzurlu bir Türkiye, hukuk devletinin olduğu bir Türkiye, akraba kayırmacılığın olmadığı bir Türkiye istemekten korkmayın.

Nitekim artık korku eşiği aşıldı. O eşik tam 326 gün önce sizlerin varlığı ile Gelecek Partisi’nin kurulması ile aşıldı.  Artık korkan tek bir kesim var. İktidar korkuyor. 

Muhalif gazetecilerin karşısına çıkmaktan korkuyorlar. Gerçek soruları cevaplama cesaretleri yok.

Muhalefet partilerinden korkuyorlar. Muhalefet liderleri ile konuşmaktan, karşı karşıya gelmekten korkuyorlar, çünkü verecekleri cevap yok.

En kötüsü halktan yani sizden korkuyorlar. Çevrelerinde yüzlerce koruma, izole hayatlar yaşıyorlar. İnsana, gerçeğe, sokağa değmeden yaşanan bir rüya içindeler. 

Ve bu rüyadan uyanmak istemiyorlar. 

İktidarın rüyası artık vatandaşın kabusudur.

Biz bu kabusa son vermek için geliyoruz.

Gelecek Partisi korkmadan, çekinmeden, sakınmadan, sinmeden hakkı, adaleti ve özgürlükleri savunmak için kuruldu.

Gelecek Partisi Türkiye’nin geleceğinde HÜRRİYET, HUZUR VE HAKKANİYET olsun diye kuruldu.
Kimse tereddüt etmesin ve umutsuzluğa kapılmasın.

Türkiye’nin bu liyakatsiz ve ciddiyetsiz iktidar elinde yolsuzluğa, yoksulluğa ve yasaklara gömülmesine müsaade etmeyeceğiz.

Anma günleri sadece geçmişe dönük hamasi konuşmaların yapıldığı zamanlar değil, geleceğe dönük ilham veren vesilelerdir.

Geçtiğimiz hafta büyük kongremize de ışık tutan iki önemli günü arka arkaya  yaşadık: Çarşamba günü Hz. Peygamber’in doğum günü olan Mevlid-i Şerif ve Perşembe günü Cumhuriyetimizin doğum günü olan Cumhuriyet bayramımız.

Her iki kutlu günün de milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Hz. Peygamber Asya’da kast sistemi, Avrupa’da köleci feodal sistemle insan onurunun ayaklar altına alındığı bir dönemde “Arabın Aceme, Acemin Araba, Beyazın Siyaha, Siyahın Beyaza üstünlüğü yoktur” diye seslenen evrensel bir mesajın öncüsüdür.

Bugün Avrupa’da tarih cahili ve düşünce yoksunu dışlayıcı liderlik örneğinin temsilcisi olan Macron benzeri liderler Avrupa kültürünün temelini teşkil eden metinlere baksalardı bu evrensel mesajın izlerini ve Endülüs başta olmak üzere İslam medeniyet mirasının birikimini görürlerdi.

Yine bu liderler kendi tarihlerini bilselerdi, hem 1562-1598 yılları arasında Katolikler ve Protestanlar arasında 2 ila 4 milyon arası insanın ölümüne sebep olan din savaşlarının temelinde bulunan nefret suçunu hem de bu tecrübelerden sonra Fransız devrimi ile 28 Ağustos 1789’da Fransız Ulusal Meclisi tarafından kabul edilen Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin ana unsurlarından birisi olan hiç bir insanın dini inançlarından dolayı kınanamayacağı ilkesini hatırlarlar ve kendi yurttaşları olan milyonlarca Müslümana karşı açık bir nefret suçu işlemezlerdi.

Fransa’daki aklı başında aydınların Macron’a Fransız devriminin alfabesi olan “liberte, egalite, fraternite” yani “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerinin bütün insanları ve yurttaşları kapsadığını öğretmesi hem kendisinin hem de Fransa’nın geleceği için elzemdir.

Bugün Avrupa için de dünya için de en büyük tehlike koronavirüs değil, cahil ve popülist liderlerin yaydığı otokrasi kültür virüsüdür. Birincisi insanoğlunun bedenini, ikincisi ise ruhunu ve insan olma bilincini yok eder. Tarihteki bir çok salgında olduğu gibi birincisi geçicidir, bilimsel çalışmalarla aşılabilir; ikincisi ise insan zihnini ve ruhunu işgal etmesi açısından kalıcıdır ve insani kimliği tahrip eder.

Ancak, Macron benzeri tarih cahili ve düşünce yoksunu liderlere verilecek cevap geçiciliği daha önceki örneklerden belli olan ve ilan edenlerin dahi kendi hayatlarına ve tüketim alışkanlıklarına yansıtmadıkları boykot çağrıları ve hamasi söylemler değildir. 

Bunlara hak ettikleri en üst perdeden tepki verilmesi gerekir; ancak onlara verilecek en etkili ve gerçek cevap Müslümanlar olarak Hz. Peygamber’in getirdiği evrensel mesaja uygun bir hayat tarzı ile güzel örneklik oluşturmaktır.

İslam dünyasında böyle bir güzel örneklik sergilenseydi Macron ve benzerleri böyle cahil ve hadsiz bir tavır içine girebilirler miydi?

Ya da başka bir deyişle Hz. Peygamber’i korumak adına hamaset yapan ancak onun evrensel mesajının ilkelerini siyasal düzenlerine yansıtmayan liderlerin verdiği hamasi tepkiler insanlık vicdanında kalıcı bir tesir uyandırabilir mi?

İnsanlığa ışık tutacak böyle güzel bir örneklik teşkil etmedikçe belli aralıklarla kendi kendimize propaganda anlamından öteye geçmeyen hamasi nutuklar ne kadar etkili olabilir?
Şimdi buradan bu ilkelere samimiyetle bağlı olmakla birlikte iktidar partilerine destek veren kardeşlerime sesleniyorum:

Macron’a ve benzerlerine hep beraber yüksek sesle tepki verelim, bağıralım, kızalım bunda bir milim dahi geride kalmaz ve gereken en sert adımları atarız.

Ancak daha ne kadar Hz. Peygamber’in bu evrensel mesajlarının ülkemizde de açık bir şekilde çiğnenmesine sessiz kalacaksınız?

Gençliğinizde aşkla ve fedakarlıkla savunduğunuz bu değerlerin kuru bir hamaset ve soyut bir “kazanımların korunması” söylemi ile içinizde hala yaşamakta olduğunu düşündüğüm genci susturmaya ve hatta öldürmeye ne kadar daha devam edeceksiniz? 

Bu değerlerin “değersiz”leşmesi ve kaybedilmesi karşısında sesinizi yükseltmediğiniz her gün, her saat, her dakika ve her saniye genç nesillerin ve hatta kendi çocuklarınızın ve torunlarınızın zihninde ve gönlünde bu değerlere dönük bir şüphe uyandırdığınızı görmüyor musunuz?

Bilin ki gençlerde eğer deizme yöneliş başlamışsa bu gençlerin deizmin felsefi temelini benimsemelerinden değil manevi değerler adına gördükleri kötü örnekler dolayısıyladır.

Buradan Diyanet İşleri Başkanlığına ve din alimlerine de sesleniyorum. Eğer sizler gençlere ve sıradan halka nasihat ettiğiniz kadar bugünkü güç yozlaşması ve onun doğurduğu yanlışlıklar karşısında iktidar sahiplerine de zamanının mutlak güç sahibi sultanlarına karşı direndiği için hapiste şehit edilen İmam-ı Azam gibi sesinizi yükseltebilseydiniz bugün manevi değerlerimize daha çok saygı gösterilirdi.

Geleneğe sahip çıkmak güç sahiplerine ram olmakla değil, İslam’ın evrensel değerleri söz konusu olduğunda yani adaleti, kul hakkını, can, akıl, inanç, nesil ve mülkiyet hakkını korumak gerektiğinde kim olursa olsun iktidar sahiplerinden de, Hz. Ömer’den hesap sorulduğu gibi, hesap sormakla olur.
Bu değerler söz konusu olduğunda kimse “layusel” değildir.

Aziz gençler, gördüğünüz kötü örnekler ve haksızlıklar karşısında şiddete başvurmadan tepkinizi dile getiriniz.

Biz de gençliğimizde öyle yapmıştık ve bugün bütün baskılar karşısında hala savunduğumuz ilkeler için ayağa kalktıysak gençliğimizde yüreğimize bir tohum gibi ektiğimiz o idealizm sayesindedir. 
Onun için partimizin kuruluş günü ifade ettiğim gibi “farklı yaşlardayız ama hepimiz genciz ve genç kalacağız”.

Ancak sakın ha gördüğünüz kötü örnekler sizi o evrensel mesajdan şüphe etmeye götürmesin!
Unutmayın, bu evrensel mesajlar hem bizim kadim medeniyetimizin hem de çağdaş demokratik düzenin esaslarıdır.

Aksine o evrensel mesajları kim çiğniyorsa ve göz ardı ediyorsa onlardan o ilkeler adına hesap sorun!
Ruhunuzu şüphecilik değil, idealizm beslesin!
Hayatınızı ise hamaset değil, realizm yani gerçekçilik yönlendirsin! Ne gerçeklerden kopun ne ideallerinizden!

İdeallerinize dayanarak gerçekliği dönüştüreceğinize de inanın, gerçekliğe nüfuz ederek ideallerinizi hayata geçireceğinize de!

Ne Macron gibi cahillerin İslam karşıtlığına geçit verin; ne de İslam adına hamaset yapıp İslam’ın en temel evrensel değerlerini değersizleştirenlere prim verin!

Geçtiğimiz Perşembe günü de Cumhuriyetimizin 97. Kuruluş yıldönümüydü.

Mazlum milletlere örneklik teşkil eden destansı bir İstiklal mücadelesi sonrasında Cumhuriyetimizi kuran Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını bir kez daha şükranla anıyorum.

Gün Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yıldönümüne üç yıl kala Cumhuriyet felsefesini de doğru anlama ve çağdaş bir yorumla 21. Yüzyıla taşıma günüdür. 

Nasıl İslam inancı insanların mutlak evrensel eşitliğine dayanıyorsa, Cumhuriyet te vatandaşların mutlak siyasal eşitliğine dayanır. 

Yüz yıl önce Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nın acıları üzerinde bir İstiklal Savaşı vererek

Cumhuriyetimizi kuran neslin torunları olarak bizler, bu onurlu savaş sonunda özgürleştirilen vatanımızın asli ve eşit sahipleriyiz. 

Cumhuriyet fikri bu eşit sahiplik ve aidiyet bilincine dayanır. 

Cumhuriyet fikrinde devlet ve siyasal düzen bir kişiye, bir aileye, bir zümreye, bir etnik ya da mezhebi kesime değil tek tek onurlu vatandaşların her birine ve topluca bu ülkeyi oluşturan halka aittir.
Kimse sahiplik iddiasını tekeline alamaz ve bu tekel üzerinde farklı vatandaş topluluklarını dışlayamaz, ötekileştirmez ve tehdit olarak tanımlayamaz. 

Gerçek Cumhuriyetçiler bu aidiyet bilincini sahiplenenler, koruyanlar ve yayanlardır. 

Cumhuriyet karşıtları ise hangi gerekçeyle olursa olsun ve toplumun hangi kesimi ile ilgili olursa olsun o aidiyet bilincini zayıflatanlar, sarsanlar ve yok edenlerdir.

Demokrasi bu aidiyet bilincini siyasal düzene ve yönetim süreçlerine çoğulcu bir şekilde yansıtan sistemin adıdır. 

Demokrasi ile taçlanmamış cumhuriyet iddiaları bir çok ülkede sözde kalmış ve devlet bir kişi, bir zümre ya da grup elinde diğerleri üzerinde bir baskı aygıtı olarak kullanılmıştır. 

Farklılıklara tahammül edemeyen ve çoğulcu bir niteliğe dönüşemeyen cumhuriyet iddiaları zamanla tek bir resmi ideolojinin, tek bir fikrin dogmalarına ya da tek bir bürokratik ya da siyasi elitin tercihlerine dayalı yapılara dönüşerek fosilleşmiş ve çağın gereklerinden kopmuştur.

Bundan otuz yıl önce bir bütün olarak çöken Demir Perde ülkelerinin ve bugün kırılganlık yaşayan bir çok devletin adında Cumhuriyetin olması bu devletlerin siyasal türbülansa girmesini engelleyememiştir.

Cumhuriyet eşit vatandaşlık ilkesine dayanırken demokrasi vatandaşların farklılıklarının korunmasının teminatıdır.

Cumhuriyet milletin siyasal düzen ve devlet üzerindeki egemenliğine dayanır, demokrasi bu egemenliği çoğulcu bir rıza ilişkisine dönüştürür.

Cumhuriyet vatandaşları eşitler, demokrasi bu eşit vatandaşların farklı tercihlerinin ülkenin geleceği ile ilgili kararları etkileme süreçlerini katılımcı bir şekilde tanımlar.

Cumhuriyet vatandaşları cumhur kavramı etrafında birleştirir, demokrasi çeşitliliklerin toplumsal hayata özgürce yansımasını sağlar.

Hal böyle iken Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının eşiğinde yine açık yüreklilikle konuşma ve muhasebe etme vaktidir. Bu çerçevede iktidar partilerine destek vermekle birlikte Cumhuriyet ve demokrasiye samimi olarak bağlı olduğuna inandığım aziz vatandaşlarıma  sesleniyorum.

Elinizi vicdanınıza koyunuz ve cevaplayınız!

Bugün kendilerini Cumhuriyet kavramının özünü teşkil eden Cumhur kavramı ile tanımlayan iktidar ittifakının dili, söylemi ve eylemi Cumhuriyetin vatandaşları eşit kılan birleştirici ruhuna uygun mu?

Her gün toplumun bir kesimini dışlayan, bu toprakların saf dillerini tahkir eden, kendilerinden farklı görüş beyan eden eşit vatandaşları ihanetle yaftalayan iktidar anlayışı demokrasi ile taçlanmış bir Cumhuriyet felsefesi ile uyumlu olabilir mi?

Daha düne kadar beraber olduğu dava arkadaşlarının farklı fikirlerine bile tahammül edemeyen ve her türlü hakaret ve iftira dili ile mukabelede bulunan yaklaşım sahipleri Cumhurbaşkanlığı makamının birleştirici kudretini hayata geçirebilirler mi?

Cumhurbaşkanlığı gibi birleştirici olması gereken bir kavramı referandumda toplumun takriben yarısının karşı çıktığı bir hükümet sistemi ile özdeşleştirmek ve partili cumhurbaşkanlığı ile bu makamı ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir siyasetin aracı haline dönüştürmek Cumhuriyet bilincine uygun mudur?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile demokrasinin özünü teşkil eden kuvvetler ayrılığı ilkesini yok ederek yürütmeyi, yasamayı ve yargıyı tek bir otoritenin elinde toplamak, benzerleri bugün çevremizdeki bir çok ülkede görülen demokrasisiz bir Cumhuriyet anlayışı değil midir?

Demokrasisiz Cumhuriyetin en çarpıcı ve yıkıcı örnekliğini teşkil eden Maocu zihniyeti hala savunmaya devam eden 28 Şubat artığı marjinal bir parti liderinin ülkeyi biz yönetiyoruz demesi içinize siniyor mu?

Tek bir fikrin, tek bir resmi ideolojinin, tek bir siyasi akımın, tek bir ittifakın vatandaşları makbul ve makbul olmayan, vatanperver ve hain olarak tanımlayabildiği bir iktidar anlayışı özellikle gençlerimiz arasında yaygınlaşan karamsarlığın gerçek sorumluları değil midir?

Gençlere “Sen kimsin?” diye sorduktan sonra onu da kendi iktidar anlayışı ve lider sembolü ile tanımlayan bir zihniyet, dünyayla teknolojik olarak entegre olmuş gençlerimize birleştirici bir Cumhuriyet, özgürlükçü bir Demokrasi aşılayabilir mi?

Aziz gençler, yaratılan korku atmosferi ile özgürlükçü ruhunuzun, dikte edilen siyasi söylemlerle ufka açık zihninizin, kötü ekonomi yönetiminin getirdiği işsizlikle gelecek ideallerinizin her geçen gün daralmakta olduğu hissine kapıldığınızı görüyoruz.

Esasen  Gelecek Partisi olarak bizleri harekete geçiren temel saik gelecek nesillerin üzerine çöken bu psikolojik karabasanı kaldırmak ve sizlerin önünü açmaktır.  

Şunu asla unutmayın! Cumhuriyet size emanettir ve gerçek demokrasiyi de bu ülkede kalıcı bir şekilde inşa edecek olan da sizin bu ülkenin kaderine sahip çıkma iradeniz olacaktır.

Cumhuriyet sizindir, demokrasi de  sizin eseriniz olacaktır. Biz size kim olduğunuzu söylemeye değil, kendi ben-idrakinizi özgürce inşa edebileceğiniz bir ortam sağlamaya geliyoruz. 

Medeniyetlerin harmanladığı bu ülkenin kültürel mirasından ilham alın ama ufkunuz bütün insanlığa açık olsun! Sizin zihninizi millilik ve evrensellik arasında kutuplaştırmaya çalışan dar anlayışlara direnin!
Unutmayın her bir insanı, diğer canlıları ve doğayı sevemeyen kendi milletini de sevemez, kendi milletini sevemeyen insanlığı da doğayı da kucaklayamaz.

Yani başka bir deyişle gerçek anlamda evrensel olamayan milli olamaz, gerçek anlamda milli olamayan da evrensel olamaz.

Bizim neslin soğuk savaş yıllarında karşılıklı kutuplaşmalarla kaybettiği yılların acısı hala yüreğimdedir!

Kimsenin sizi kategorilere ayırmasına, hele hele zihninize kin tohumları ekmesine izin vermeyin! Bunu yapmak isteyenlere güzel bir pop müziği nakaratı ile cevap verin ve “beni kategorize etme!” deyin!

Şartlar ne olursa olsun ümidinizi kaybetmeyin! Ümit dışında her kaybın telafisi mümkündür ! Ümidini kaybedenin yarını ve geleceği olamaz.
 

İnsanlık tarihinin en yoğun dönüşümlerinin yaşandığı, toplumlar arası iletişim ve etkileşimin olağanüstü bir hız kazandığı, büyük imkanların ve risklerin aynı ölçüde ve eşzamanlı olarak devreye girebildiği bir tarihi sürecin içinden geçiyoruz. 

Zamanın ruhu tarihi akışın ivme kazanmış olmasıdır. 

Önümüzdeki dönemde temel farklılaşma zamanın ruhunu kavrayarak bu ivmeyi yönetenler ile zamanın ruhundan koparak bu akışın içinde sürüklenenler arasında ortaya çıkacaktır. 

Kendi iç gerilimlerini aşarak tutarlı bir yaklaşım ile zamanın ruhuna uygun bir vizyon belirleyen ülkeler önümüzdeki on yılları hatta asırları belirleyecek bir güce kavuşurken, kendi kısır iç gerilimleri içinde enerjilerini tüketen ülkeler tarihin edilgen unsurları haline dönüşeceklerdir. 

Son dönemde ulusal, bölgesel ve uluslararası düzlemlerde yaşanan krizler tarihin rahmindeki doğum sancılarıdır. 

İşte Gelecek Partisi böylesi kritik bir eşikte milletimizin özlemlerine cevap oluşturacak bir gelecek vizyonu ile tarih sahnesine çıkmıştır.

Biraz önce zikrettiğim Cumhuriyet ve Demokrasi anlayışımız çerçevesinde siyasi kimliğimiz ve felsefemiz açıktır: Kapsayıcı ve Özgürlükçü Demokrasi. 

Bugün siyasal düzenimizin ve devlet mimarimizin bu esas üzerinde yeniden yapılandırılması gerektiğine inanıyoruz. 

Böylesi bir yeniden yapılanmanın hem tarihi bir zaruret hem de kaçınılmaz bir görev olduğunun bilincindeyiz. 

Siyasi tarihimiz böylesi yeniden yapılanma ve inşa dönemlerine şahitlik etmiştir. 

Fetret devri sonrasında Çelebi Mehmet döneminde gerçekleştirilen yeniden yapılanma Fatih Sultan

Mehmet dönemi ile başlayan cihan devleti yapılanmasına öncülük etmiş; 17. Yüzyıl başında isyanlarla sarsılan devlet yapısı Köprülü restorasyonları ile düzene kavuşmuştur. 

Fransız devrimi ile yaşanan büyük devinim Tanzimat reformları ile aşılarak devletin yeni şartlara uyumu sağlanmış, I. Dünya Savaşı sonrasında geleneksel imparatorluk yapılarının dağılmasına Cumhuriyetin kurulması ile tepki verilmiştir.

II. Dünya savaşı sonrasında demokrasiye geçişimiz de esasen değişen dünya şartlarına uyum sağlama çabasının bir ürünü olmuştur.

Ancak darbelerle kesintiye uğrayan demokrasimiz Soğuk Savaş sonrası dönemde yeniden yapılandırılamamıştır. 

Soğuk Savaş süresince 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri demokrasimizde bir vesayet geleneği oluşturmuş, Soğuk Savaş sonrası yaşanan 28 Şubat, 27 Nisan ve nihayet 15 Temmuz vesayet girişimleri siyasal düzenimiz demokrasi temelinde yeniden yapılandırılmasını engellemiştir. 

15 Temmuz gecesi halkımızın büyük fedakarlıkları ile kazanılan demokrasi zaferinin getirdiği son derece müsait ortam da iktidar sahipleri tarafından değerlendirilmemiştir. İktidar sahipleri son dört yıl içinde demokrasiyi özgürlükçü bir perspektif ile kurumsallaştırmak yerine 15 Temmuz direnişini şahsi iktidarlarını pekiştirmek üzere kullanmışlardır. 

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi esasen bu iktidar pekiştirme çabasının ürünüdür. Son iki yıllık uygulama bu model için acılı ve sancılı bir test dönemi olmuştur. Bu test dönemi göstermiştir ki bu model keyfi yönetim, ekonomik çöküntü, yasakların, yolsuzluğun ve yoksulluğun yaygınlaşmasıdır.

Açıkça şunu ifade etmemiz gerekiyor: Türkiye bugün üç büyük krizin içerisindedir. Bu krizlerin birincisi işçinin, köylünün, memurun, işverenin, kadınların, gençlerin, emeklilerin ve milyonlarca işsiz kardeşlerimizin iliklerine kadar hissettikleri ekonomik krizdir.

Bu krizlerin ikincisi bütün siyasal hayatımızı, devletin karar alma kabiliyetini, kurumların işlemesini, yargının çalışmasını, yasamanın işini yapmasını felç etmiş olan siyasal krizdir. Bu iki krizin, yani ekonomik ve siyasi krizin yanında baş etmemiz gereken bir üçüncü krizimiz daha var.

Bu kriz ekonomik krizden de siyasi krizden de daha büyüktür. Bugün Türkiye’nin en büyük krizi yönetme kabiliyetini, karar alma iradesini kaybetmiş ve paralel bir evrende yaşayan bu iktidardır.

Ekonomik krizler de siyasal tıkanmalar da aşılabilir her zaman. Ancak bugün bırakın bu krizleri aşmayı bu krizlerin varlığını bile kabul etmeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. 

En büyük krizimiz krizin varlığının inkâr edilmesidir. Kafasını kuma gömen bu iktidar milleti de milletin dertlerini de ne görüyor ne de duyuyor.

Açıkça söylüyorum buradan: Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi var olduğu sürece bu iktidarın ülkeyi yönetmesi, ekonomiyi yönetmesi, dış işlerini yönetmesi, sağlığı ve eğitimi yönetmesi mümkün değildir. 

Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi liyakatsizliği, keyfiliği ve dolayısıyla düpedüz akılsızlığı ve yozlaşmayı kurumsal hale getirmiştir.

İstedikleri kararı alsınlar, istedikleri kişiyi istedikleri yere atasınlar. Bu sistem var oldukça krizden başka bir şey üretemez, üretmesi söz konusu olamaz. Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi demokrasiden rahatsız olmalarıdır. Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi hukuktan rahatsız olmalarıdır.

Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi şeffaflıktan rahatsız olmalarıdır. Çünkü bu sistemin tabii yan etkisi çok seslilikten, ifade hürriyetinden, huzurdan, haktan ve hürriyetten rahatsız olmasıdır.

Kimse başörtüsüne yasak geri gelir diye korkmasın. Aksine, bu iktidar ortakları iş başına gelirse o yasağı getirir. 

Bu müsrif iktidarın elinde şimdi de milletimizin yarınlarının karartılması tehlikesi vardır. Biz, Gelecek Partisi olarak buna müsaade edemeyiz. 

İşte bunun için öncelikle demokratik parlamenter sistem diyoruz.

Maalesef 2020 senesinde, Cumhuriyetimizin 97. Senesinde hala bir hükümet sistemi tartışması yapıyor olmak istemezdik.

Ancak ne yazık ki getirildiğimiz nokta budur. Öncelikle bu, ucube, Cumhurbaşkanlığı sistemi denilen, en az iki görünen ve çok sayıda görünmeyen çok ortaklı vesayet rejimine son verilmesi gerekiyor.

Biz, gelecek partisi olarak olarak tam demokratik parlamenter sistem hazırlıklarını aylardır sürdürüyoruz.
Bu konuda bugün partimize katılan anayasa hukuku çalışmalarının öncü ismi sayın Prof. Dr. Serap

Yazıcı Hanımefendi’nim koordinasyonunda akademisyenlerimizin, hukukçularımızın ve siyasi tecrübeye sahip arkadaşlarımızın oluşturduğu bir heyet yazım çalışmalarını nihai bir aşamaya getirdi.

Demokrasimizi kalıcı şekilde kurumsallaştırarak ülkemizi gelecek asırlara taşıyacağına inandığımız tam demokratik güçlendirilmiş parlamenter sistem modelimizi 9 Kasım Pazartesi günü kamuoyumuz ile paylaşacağız. 

Daha sonra da bütün siyasi partilerden, STK’lardan, üniversitelerden, vatandaşlarımızdan katkılarını, önerilerini  isteyeceğiz.

Aynı gün siyasi parti liderlerinden ve konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarından randevu isteyerek güçlendirilmiş parlamenter sistem modelimizi bizzat kendileriyle paylaşacağım. 

Gelecek Partisi bir soruna işaret ediyorsa, bir soruna parmak basıyorsa çözümü bildiği için, sorunu halledebileceği için yapar. Bu sefer de öyle yaptık. Esasen ülkemizin ve demokrasimizin tamamıyla sivil, kapsayıcı ve demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. 

Çok daha geniş bir toplumsal uzlaşı gerektiren anayasa yazımı konusunda da katılımcı bir çalışma grubu kurarak çalışmaları başlatacağız.

Yeni ve çağdaş bir anayasa yazımı ancak ve ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin oluşturduğu tekilci ve otoriter siyasal iklimin değişmesi ile mümkün olabileceği için öncelikle hükümet sistemi konusuna yoğunlaşmaya karar verdik.

Tekrar ediyoruz, Türkiye’nin önündeki en acil sorun bu Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen yamalı bohça yapıdır. Türkiye ülkeyi bir tek parti düzenine döndürmeye hevesli bu sistemle yol alamaz.
Çünkü bu sistem siyaseti aritmetiğe indirgeyerek zehirledi.

Çünkü bu sistem karar alma mekanizmalarını yok ederek, kurumları felç etti. Çünkü bu sistem şeffaflığın üzerine beton dökerek ekonomimizi çürüttü.

Çünkü bu sistem gizli koalisyonu, siyasi haracı, siyasi rüşveti, siyasi mahkumiyeti kural haline getirdi.
Gelecek Partisi'nin önerdiği tam demokratik parlamenter sistemdir.

Siyaseti, siyasi partileri, seçilmişleri, kurumları ve tek tek her vatandaşımızı bu prangalardan kurtarıp özgürleştirecek bir sistemdir.

Cumhuriyetimizin 100. yılına doğru yürürken ülkemizin hak ettiği itibarı kazanması, vatandaşlarımızın hak ettikleri refaha kavuşmaları için elimizden geleni yapacak, gece gündüz çalışacağız.  
Çünkü biz gelecek partisiyiz. 

Tarih kritik eşiklerde cesaretle öne çıkan insanlara özel bir misyon yükler. Bu misyonu yerine getirenler ise tarihin sürükleyici kadrolarını oluştururlar.

İşte Gelecek Partisi kadroları bu misyon bilinciyle harekete geçmişlerdir. Hedefimiz kısa dönemli çıkar temelli bir iktidar elde etmek ya da bir iktidara ortak olmak değildir.

Hedefimiz asla var olan yozlaşmış düzeni küçük yamalarla değiştirmek de değildir.

Hedefimiz, siyasal ve toplumsal düzenimizi küreselleşmenin getirdiği imkanlar ve meydan okumalara cevap oluşturacak şekilde bütüncül bir çerçevede yeniden yapılandırmak ve yeni bir mimariye kavuşturmaktır.

Bu yeni bir mimari katılımcı ve çoğulcu bir süreçle hayata geçirilecektir.  Selimiye ya da Tac Mahal gibi bir mimari düşününüz.

Bu yeni mimarinin harcı insan onurudur. Temeli aidiyet bilincine dayalı kapsayıcı demokrasidir.
Bu mimariye dış etkilere karşı koruyan kubbe adalet, iç tezyinatı yani süslemesi siyasi ahlaktır.
Bütün bu mimarinin dış yansıması ise uluslararası itibardır.

Bugün cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ürünü olan keyfi ve kişiselleştirilmiş siyaset anlayışı böylesi bir sistematik bakıştan yoksundur.

Bugünkü koalisyon iktidarının yasakçı zihniyeti insan onurunu zedelemekte, dışlayıcı siyaset dili aidiyet bilincini tahrip etmektedir.

Toplumsal güven sarsılmış; ekonomi üretkenliğini, kamu yönetimi liyakat ölçülerini, eğitim vizyoner niteliğini tümüyle kaybetmiştir.

Toplumsal düzenin adalet kubbesi çökmüş, yargıya güven en alt düzeye inmiştir.
Bütün bu zaafların doğal sonucu olarak da ülkenin uluslararası itibarı büyük bir kayba uğramıştır.

Peki çözüm nedir?

Çözüm kapsayıcı ve özgürlükçü demokrasi çerçevesinde siyasal düzenimizin çağın şartlarına uygun bir mimariye kavuşmasıdır.

Öncelikle parti programımızda da ifade etiğimiz gibi yeni siyasal düzenimizin öznesi insan, hedefi insan onurunu korumak olacaktır.

Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesini tekrarlayarak yola çıkanlar bugün devletin bekası adı altında yasakçı bir zihniyetle insan insan onurunu ve bu onurun koruyucu zırhı olan temel hak ve özgürlükleri zedeleyen politikalara yönelmişlerdir. 

İnsanı ve onurunu varoluşumuzun temeli, diğer bütün unsurları bunun için birer araç olarak görüyoruz. 
Devletin asli sorumluluğu vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır.

Başta ifade hürriyeti olmak üzere insan hakları vazgeçilmezdir.

Hiçbir tabu, hiçbir suni korku, hiçbir imtiyazlı kişi ve grup insan haklarının ihlal edilmesinde gerekçe olarak kullanılamaz.

Milletimizin güvenliği insan haklarına riayet edildiğinde sağlanabilir. Devletin gücü insan haklarına duyduğu saygı ölçüsündedir.

Yargının gücü insan haklarına riayet ettiği ölçüdedir. Ekonomik zenginlik insan hakları teminat altına alındığı kadar mümkündür.

Terörle mücadele insan haklarını koruyabildiği ölçüde başarılıdır. Evrensel insan hakları standartları, bir arada huzurlu ve müreffeh bir şekilde yaşamamızın teminatı olduğu gibi vatanımızın ve milletimizin birliği ve dirliği için de vazgeçilmez bir öneme sahiptir. 

Hedefimiz can ve mal güvenliğini, inanç ve ifade özgürlüğünü, örgütlenme, eleştiri ve protesto özgürlüğünü tam anlamıyla sağlayan bir hukuk düzenidir. 

Dünyada otoriter ve popülist eğilimlere yöneliş olduğu bir dönemde kendi özgür iradesine sahip, onurlu ve başı dik insanların yaşadığı bir ülke inşa etmek temel hedefimizdir.  

Basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş demokratik bir toplumun temel ihtiyacıdır. 
Gerçek basın özgürlüğü demokrasimizin bağışıklık sistemidir. 

Bugün ortadan kaldırılan basın özgürlüğünün maliyeti daha zayıf bir ekonomi, yozlaşan bir hukuk devleti ve sanallaşan bir demokrasidir.

Devletin sürekliliği insanı siyasetin öznesi olmaktan çıkararak değil, insanı ve onun haklarını siyasetin merkezine oturtarak sağlanabilir. 

İnsanı siyasetin öznesi ve odağı olmaktan çıkaran anlayışlar ve yöntemler sadece demokratik düzeni sarsmakla kalmaz, devletin uzun dönemli sürekliliğini de tehdit eder. Bin yıl süreceği iddia edilen darbe dönemlerinin kısa sürede ömürlerini tamamlaması bunun en açık delilidir.

Devlet milleti oluşturan insanların ortak iradesinin tecessüm etmiş halidir ve o irade olmadıkça varlığını sürdüremez. Devlet bizim dışımızda var olan değil, bizim irademizle var olan bir siyasi organizma ve bizden meşruiyet aldığı ölçüde kalıcı olabilecek bir idari mekanizmadır. Şeyh Edebali’nin ilkesini yeniden yorumlayarak diyebiliriz ki insanı, onun temel haklarını ihmal eden veya ikincil konuma indirgeyen hiç bir devlet baki olamaz. 

İnsanı değil de devleti esas aşarak beka söylemi geliştirenler aslında kendi iktidarlarını baki kılmaya çalışanlardır.

Ülkenin çıkarını tanımlama ve geleceğini belirleme yetkisi de kimsenin ve hiç bir grubun tekelinde değildir. Bu yetki toplumun ortak ve anonim şahsiyetine aittir ve ortak anayasal ve yasal zeminde demokratik olarak seçilmiş organlar ve kişiler tarafından kullanılır.

Özgürlükçü demokrasinin temeli aidiyet bilincine dayalı kapsayıcılıktır. Farklılıkları insan doğasının güzel çeşitliliği olarak göremeyenler, ne cumhuriyetin birleştirici özünü ne de demokrasinin zenginleştirici boyutunu anlayabilirler.

Çarpıcı bir misal vermek gerekirse, “Serok Ahmet” ifadesini bir hakaret unsuru gibi kullanan bir siyasi akıl sahibi kıldığı Kürt vatandaşlarımıza Cumhuriyetimizin eşitleştirici ve birleştirici özüyle ya da demokrasinin özgürleştirici niteliğiyle yaklaşabilir mi?

Evet bir kez daha ve haykırarak demokrasi ile taçlanmış Cumhuriyet bilinci ile sesleniyorum:
Yunus Emre’nin Türkçesiyle Feqiye Teyran’ın Kürtçesi aynı mana dünyasının farklı dillere dökülmüş hazineleridir.

Eğer Sayın Bahçeli’nin ve bugün iktidar sahiplerinin bilmeden övünerek cihan devletleri diye andıkları Selçuklu ve Osmanlı devletlerimiz yönettikleri halkların dillerine küçümseyerek baksalardı cihan devleti niteliği kazanamazlardı.

Bugün de Cumhuriyetimizin bekası ve yükselmesi vatandaşlık bağıyla kendisine bağlı bütün vatandaşların diline, lehçesine, dinine, mezhebine, örfüne adetine saygı duyması ile mümkündür.
Ülke milliyetçiliği, yurtseverlik ve vatanperverlik ancak böyle  bir yaklaşım ile mümkündür.

Vatandaşlarımızın diliyle, diniyle, mezhebiyle alan eden, onları tahkir eden yaklaşım sahipleri hem kendileri bölücülük yapmış olurlar hem de bölücü terörün ekmeğine yağ sürerler.

Sayın Bahçeli, bölücülükle mücadele etmek istiyorsa Kürtçeyle ve bizimle uğraşacağına, seçim kazanmak için ‘Serok Apo’dan mektup getirenlerle, kırmızı bültenle aranan kardeşi Osman Öcalan’ı devlet televizyonuna çıkaranlarla uğraşsın.

Tabi onlarla uğraşmaz, uğraşamaz; aksine onları destekler!

Çünkü şunu biliniz kardeşlerim, bütün dışlayıcı ideolojik yaklaşımlar birbirinden güç alır. Biri güçlenirse diğeri de güçlenir.

Onun için bugünkü iktidar sahipleri de Kürt vatandaşlarımızın iradesini kendi mülkü zanneden bölücü terör örgütü temsilcileri de bizden korkarlar ve partimizin yükselmesini tehdit olarak görürler.

Çünkü biz ne KCK ne de Kayyum diyoruz. 

Bizim kısa sürede aynı anda hem Doğu ve Güneydoğuda hem de İç Anadolu’da örgütlenmemizden rahatsız oluyorlar.

İşte  Gelecek Partisi bünyesinde bu salonda ve Türkiye’nin her yerinde Türk, Kürt, Arap, Sünni, Alevi kardeşlerimiz omuz omuza ele ele. Onlar bu manzaralardan rahatsız.

Onlar ister ki, Türkler bir partiye Kürtler bir başka partiye, Sünniler bir partiye Aleviler bir başka partiye aidiyet hissetsinler.

Biz Gelecek Partisi olarak bu kıskacı kırmak üzere harekete geçtik.Türkiye’nin Irak, Suriye ve Lübnan benzeri etnik ve mezhep temelli partilerle siyasi olarak ayrışmasına asla izin vermeyeceğiz.

Bu dışlayıcı ve kutuplaştırıcı siyaset anlayışı bu ülkeye seksenli doksanlı yıllarda ağır maliyetler ödetti.
Bilsinler ki biz böylesi ayrıştırıcı siyaset anlayışına sahip olanları rahatsız etmeye devam edeceğiz.
İşte biz Gelecek gönüllüleri kuruluş günü söylediğimiz gibi, farklı inançlara mensup, farklı dilleri, lehçeleri konuşan, farklı etnik kökenlerden gelen, ancak bu aziz toprakları vatan bilen ve geleceğe birlikte yürümeyi şiar edinen bir topluluğuz. 

Farklı kökenlerdeniz, ama hepimiz eşit ve onurlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Çok sancılar yaşadık, çok acılar gördük. Ama geçmişe değil geleceğe, nefrete değil sevgiye, öfkeye değil merhamete, korkuya değil ümide ayarlıyız. 

Sayın Bahçeli’ye buradan bir kez daha seslenmek istiyorum; Kürtçeye dönük bu hakaretamiz uslubu kullandığınız bugünlerde saf Türkçemizin ilk lügatı olan Kaşgarlı Mahmut’un Divanu Lügatüt Türkün yazıldığı özelde Kaşgar ilinde ve genelde Doğu Türkistan’da yapılan zulme niye sessiz kalıyorsunuz?
Bize karşı gür çıkan sesiniz Uygur kardeşlerimiz söz konusu olduğunda niye kesiliyor?

Sayın Bahçeli bize karşı gür çıkan sesiniz ve yardımcılarınızın hakaretleri, Uygur Türkleri söz konusu olunca niye çıkmıyor. Niye sesiniz çıkmıyor. Niye Cumhurbaşkanı'na niye iktidara sormuyorsunuz. Hani mazlum milletlerin sesiydiniz. Çin'den gelen üç beş kuruşa mı tamah ediyorsunuz. O minik ortak var ya! Ondan korkuyorlar. 

Bu ortak aidiyet temeli üzerinde yükselen siyasal düzen vizyonumuz ana sütunlarından birisi insan onuruna yakışır bir ekonomik refah düzeyidir.

Bugün halkımızın karşı karşıya kaldığı yoksullaşma insan onurunu tahrip edecek noktaya gelmiştir.
Koalisyon iktidarı ise bu yoksullaşma karşısında bir yandan halka tepeden bakan bir kibir diğer yanda ise ne yaptığını bilmez bir acziyet sergilemektedir.

Sayın Erdoğan “evime ekmek götüremiyorum” diyen esnafa mütekebbir bir edayla keyif çayı verirken, Sayın Bahçeli askıda ekmek projesi ile yoksulluğun ulaştığı düzeyi tam bir acziyet ile teşhir etmektedir.

Anlaştıkları tek bir şey var. Çin'e karşı suspus olmak ve Trump kızdığında susmak. 

Biz 2016 yılında ülkeyi bunlara 876 milyar dolar milli gelir, 11.000 dolar kişi başına düşen milli gelirle teslim etmiştik.

Şimdi kendilerinin iyimser senaryolarında dahi bu sene milli gelir 702 milyar dolara kişi başına düşen milli gelir ise 8000 dolar civarına gerileyecektir.

Yine kendilerinin ürettiği yeni ekonomik programa göre en iyimser beklentilerine göre 2022 yılında yani Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına girerken milli gelirimiz 2016 yılının çok gerisinde 801 milyar dolar olacak. 

Peki bu kayıp yılların hesabını kim verecek?

2016 yılında bütün kritik ekonomik göstergeler tek haneli idi, şimdi hepsi 2001 Türkiye’sinin çift haneli rakamlarına ulaştı.

2016’da enflasyon üreticide %3.7, tüketicide %6 civarındaydı; şimdi TÜİK’in sanal rakamlarında %15’lere doğru seyrederken gerçekte hissedilen enflasyon %30 civarında.

Bizi faizci diye eleştirdikleri 2016 yılında faizler %7-8 düzeyindeydi şimdi politika faizi %10.25 piyasadaki faiz uygulamaları ise çok daha yükseklerde

İşsizlik 2016 ‘da %9 civrındaydı şimdi kedi açıkladıkları sanal rakamlara göre %13.4 iken gerçekte genç işsizlik %30 ları aşmış durumda.

Ve nihayet 2016 Mayısında biz bıraktığımızda dolar 2.80 Euro 3.1 civarındaydı; şimdi dolar 9.0 lara Euro ise çift haneli rakamlara doğru seyir halinde.

Peki bu kayıpların hesabını kim verecek? Kim verecek bilmem. Ama biz bu hesabı soracağız.

Doları umursamayan Hazine ve Maliye Bakanı mı, halk yoksulluk ve işsizlik ile boğuşurken ekonomimiz pik yapıyor diyebilen Cumhurbaşkanı mı?

Gelecek Partisi olarak çözüm üretmediğimiz ve teklif etmediğimiz hiç bir konuyu eleştirmedik.

Nitekim çok iyi bir şekilde hatırlayacaksınız Gelecek Partisi olarak korona salgınının ilk günlerinden itibaren ekonomide somut, gerçekçi, akılcı ve vizyoner çözüm önerilerimizi iktidardan önce kamuoyuna açıkladık.

15 Haziran’da da Gelecek Ekonomik Modelimizi kamuoyu ile paylaştık.

İnşaallah bütçe görüşmeleri sonrasında Aralık ayı sonu ya da Ocak ayı başında da bu modeli detaylandırarak halkımıza ümit ışığı sunacak bir ekonomik program açıklayacağız.

Biz üretken ve gelir adaletini sağlamaya dönük bir model sunarken ülkemizin kaynaklarını har vurup harman savuran bu iktidar ya Korona’nın ekonomiye vurduğu darbeyi sadece seyretti ya da akıl dışı ciddiyetsiz ekonomik çözümler peşinde koştu.

Bir tek çözümleri vardı: vatandaşı, esnafı, çiftçiyi, işvereni, sanayiciyi DAHA FAZLA BORÇLANDIRMAK.

Kendisi borç batağına batmış olan iktidar halkı da bu batağın içine çekmektedir.

Geçtiğimiz haftalarda kamuoyu ile paylaşılan Yeni Ekonomik Program’a göre ,

-430 milyar dolar dış borcu,
 
-154 milyar dolar Kamu Özel İşbirliği Proje garantisi,

-53 milyar dolar Merkez Bankası döviz pozisyon açığı, vardır.

Yanlış politikalarla döviz rezervlerini tüketen TCMB bu hafta itibarıyla TCMB altın rezervlerini de satmaya başlamıştır.

Başka bir deyişle iktidar artık müflis bir tüccar gibi evdeki gümüş eşyaları da satmaya başlamıştır.

Bu ekonomik çöküş dolayısıyla kimse koronayı bahane göstermemelidir.

Hatırlayın, Korona’nın sebep olduğu ekonomik krize çözüm olarak daha fazla konut satışı, daha ucuz turizm konaklaması gibi akıl dışı ciddiyetsiz çözümler önerdiler. 

Biz Gelecek Partisi olarak ne yapacağız:

Başta ‘Kamu Özel İşbirliği’ yatırımları olmak üzere geleceğimize ipotek koyan, verimsiz ve ekonomik rasyonaliteden uzak uzun vadeli projelerin tümünü ilgili taraflarla birlikte yeniden değerlendireceğiz. Bu ahbap çavuş ilişkisine son vereceğiz. Milletin sırtına yüklenmiş milyarlarca dolarlık yükü hafifleteceğiz.

Yolsuzlukla mücadeleyi, şeffaflığı ve hesap verebilirliği merkeze alan hukuki altyapıyı hiç gecikmeden ilk gün hayata geçirmeye başlayacağız.

Tüm yatırım kararlarında, ilgili sektörlerdeki ihtiyaçları, sosyal faydayı, finansman kapasitesini ve verimliliği esas alarak yapacağız. Milletin bir kuruşunun bile israf edilmesine müsaade etmeyeceğiz.

Meclis bilgisi ve onayı dışında bütçe üstü harcama ve kompozisyon değişikliklerine kesinlikle son vereceği.

Başta Türkiye Varlık Fonu olmak üzere bütçe dışı nitelik kazanmış olan tüm fonları derhal kapatacağız. 

Gençlerimizi sermayeye ve krediye ulaşma konusunda öncelikli grup haline getireceğiz.

Asgari ücret matematiksel ve iktisadi bir formülle değil İNSAN ONURUNU temel alan bir yaklaşımla belirleyeceğiz. 

Asgari ücretten vergiyi kesinlikle kaldıracağız ve asgari ücretle çalışanlara brüt ücretlerini net olarak ödeyeceğiz.

İşsizlik fonundan faydalanma koşullarını esneteceğiz. Yararlanma sürelerini uzatacağız. İşsizlik fonunun amacı dışında kullanılmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. 

Tarımdaki üretim, pazarlama ve fiyat kaosuna son vereceğiz. Tarımı hayati öneme sahip güçlü bir sektör ve ihracat alanı haline getireceğiz.

Rasyonel ve stratejik eğitim yatırımlarına öncelik vereceğiz. Türkiye’nin rekabet gücünü artıracak bir şekilde eğitim yatırımlarını Milli Güvenliğimizin bir unsuru olan stratejik bir alan olarak ele alacağız.

Bir ülkenin ve siyasal düzenin en büyük gücü insan kaynağıdır. İnsan kaynağı cevher de eğitim ile işlenir. Maalesef bugün iktidar eğitim sistemini de bozyap tahtasına çevirmişti.

Sayın Cumhurbaşkanının defalarca itiraf ettiği gibi eğitim ve kültür alanı tam bir başarısızlık hikayesinin mağdurudur.

Ancak her iki alanda da bu başarısızlığın birinci derece sorumlusu bizatihi kendisidir.  Bu noktada açık ve net konuşma vaktidir.

Eğitimi tek bir fikrin iktidar aracı olarak gören bir zihniyet vizyoner ve özgür zihne sahip bir gençlik yetiştiremez. Şahsi kini dolayısıyla ülkenin en iyi üniversitelerinden birini kapatan fikir, vicdan ve ahlak yoksunu bir zihniyet düşünce üretemez.

Şehir Üniversitesi gibi bir üniversiteyi kapatan zihniyet saygın bir kültür ve sanat üretemez. 

Çarpık şehirleşmenin sonuçlarını deprem acısı yaşadığımız illerimizde görüyoruz. 

Biz toplumsal düzenimizin eğitim sütununu sizlerle birlikte birlikte yeniden inşa edeceğiz.

Her fikre açık özgür zihinleri bütün canlılara şefkat yüklü bir vicdan ile buluşturan yeni bir eğitim paradigmasını birlikte geliştireceğiz.

Bina-odaklı değil insan odaklı bir anlayışı eğitimde de egemen kılacağız. Öğretmenlerimize başı dik dolaşabilecekleri ekonomik imkanlara, öğrencilerimizi uluslararası ölçekte rekabet edebilecekleri şartlara kavuşturacağız.

Korona şartlarında uzaktan eğitimin getirdiği kısıtlamalar dolayısıyla derinden sarsılan eğitimde fırsat eşitliğini egemen kılacağız. Dar gelirli ailelere bedava internet ve tablet temin ederek  insan kaynağımız kurutulmasının önüne geçeceğiz.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —