Gündemi sarsacak röportaj ENPOLİTİK'de

Gündemi sarsacak röportaj ENPOLİTİK'de

Enver Altaylı MİT’ten istifa ederek ayrıldıktan sonra neler yaptı? Enver Altaylı niçin/neden suçlandı ve tutuklandı? 70 yılını Türk Milliyetçiliği davasına vakfeden biri hain olabilir mi? Altaylı üzerinden Milliyetçiler dövülmek mi

Enpolitik değerli köşe yazarı Mustafa Toygar’ın Prof. Dr. Orhan Kavuncu ile yapmış olduğu röportajı siz değerli Enpolitik takipçileri ile paylaşıyoruz.

Mustafa Toygar: Saygı değer Hocam, bazı sorularımız olacak. Sorularımıza Enver Altaylı kimdir diye başlayalım?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Enver Altaylı 1944 doğumlu benden beş yaş büyük halamın oğlu, benim fikri gelişmemde ilk taşları döşeyen adam desem yanlış olmaz. 1963 Talat Aydemir’in ikinci darbe teşebbüsü 21 Mayıs diye biliyorum. O zaman Harp Okulunda 1. sınıf öğrencisiydi. O zaman Harp Okulu 2 seneydi. 1459 Harp Okulu öğrencisinin istisnasız tamamı darbeye teşebbüsten, suçlu-suçsuz ayırt edilmeksizin Harbiye’den atıldılar. Mahkemede Enver Altaylı beraat edenler arasındaydı, yine yanlış hatırlamıyorsam hepsi beraat eti. Sonradan hukuk fakültesine girdi. Yazları yaylada bizim Çukurova’nın yaylasında birlikte olur, sürekli sohbet ederdik. O hukuk fakültesindeyken ben lise bire başlamıştım. Lise ikide Türkiye’yi kurtaracak saç ayağı Çetin Altan, İlhan Selçuk, Aziz Nesin filan diye bakardım dünyaya. Milli Savunma dersi hocamız bir Binbaşı vardı, şimdi onun etkisinde kaldım diye değerlendiriyorum. Enver Altaylı bu gidişatımı fark edip beni ikaz eden, sohbetleriyle bizim Türkistanlı olduğumuzu hatırlatan dolayısıyla o saç ayağı dediğim adamların temsil etiği sosyalizmin Türkistan’da neler yaptığını filan bana anlattı. Dolayısıyla ben zaten fıtratımın gereği milliyetçi bir düşünceye evirildim ancak bunda Enver Altaylı’nın ciddi bir rolü var.

Hukuk fakültesini bitirdikten sonra Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsünde bir süre çalıştı. Orası rahmetli Türkeş Bey’in başbakanlık müsteşarı olduğu dönemlerde, 27 Mayıs’tan sonra kurulmuştu. Bütün Türk dünyasıyla ilgili araştırmalar yapılsın diye başbakanlığa bağlı olarak kurulmuş bir enstitüydü. Şimdi bakıyorum o zamanki başkanına, asbaşkanına o zamanın Sovyet coğrafyasından Türkiye’ye göç etmiş Ahmet Temur, Taşkentli İbrahim Yarkın gibi profesörlerin çalıştığı bir yerdi. Enver ağabey Avusturya veya Almanya’ya gitti. MİT’in burslusu olduğunu sonradan öğrendik. Sovyetler Birliği ile ilgili doktora çalışmaları yapmak üzere, 1972- 73’lerde o çalışmasını bıraktı bursu terk etti ve dolayısıyla MİT’ten istifa etti.

Mustafa Toygar: Enver Altaylı MİT’ten istifa ederek ayrıldıktan sonra neler yaptı?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Türkeş Beyin yanında Almanya’daki Türk Federasyonuyla ilgili çalışmalara aktif olarak katıldı. MHP’nin parti müfettişi olarak görev aldı. 1975-76’larda evlendikten sonra Türkiye’ye geldi. Hergün Gazetesini çıkardı, Hergün Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni oldu, hem başyazılar yazdı hem içeride kendi ismiyle köşesi vardı. PKK gibi bir örgütün varlığını meselâ, ilk defa Enver Altaylı’nın o yazılarında okudum. 12 Eylül’den sonra PKK’nın ilk eylemi 1984 filan ama biz 5-6 sene önce böyle bir örgütün varlığını Enver Altaylı’nın yazısından öğrenmiştik. 12 Eylül oldu ve sonra arananlar listesinde olduğu halde bir şekilde yurtdışına çıktığını 32. Gün programında anlatıyor. 7-8 sene çocuklarından, ailesinden uzak kaldı gurbette. Biz o zaman eşimle 1981’de Kanada’ya gitmiştik. Çocuklarımla birçok acıları yurtdışında yaşadık; mesele kayınpederim Enver Altaylı’nın babası 1981 sonunda vefat etti ben bunu Enver abiden duydum Almanya’dan telefon etti “Orhancığım bacıma söyle babamız vefat etti siz oradan ben buradan gidemiyoruz” dedi, telefonu kapattım. Eşim Fazilet Hanımın ilk tepkisi

“ne oldu” dedi,

“Enver abi ile görüştük selamı var” dedim,

“bir şey olmuş senin suratın kötülendi” dedi,

“yok, hanım bir şey” dedim,

“Türkeş Bey mi vefat etti” dedi. Ben de kendimi tutamadım ve

“Yok, hanım Türkeş Bey değil ama baban vefat etmiş” dedim.

Kadıncağız kendini öyle üzerinde ki kıyafetle duşun altına attı, çok acı günler yaşadık böyle.

Davasına çok bağlı bir adam Enver Altaylı… O zaman yine bir gün beni aradı MHP ülkücü kuruluşların duruşmaları başlamamıştı. “Orhancığım ben rüyamda gördüm Türkeş Beyin bir tarafında Nevzat Kösoğlu, bir tarafında Agâh Oktay Güner, dimdik ayakta duruşmalara başlıyorlar” diye. Duruşmalar tam o görüntüyle, İstiklal Marşı okunarak başladı.

O kaçak döneminde Alman vatandaşı olmuştu. Sanırım 1987 veya daha sonra Türkiye’ye geldi savcılığa gidip ifade verdi. Belki birkaç gün gözaltında kaldı, sonra bırakıldı, dolayısıyla beraat etti, Tekrar Almanya’ya gitti. Zaten daha önce Almanya’da işini kurmuştu. Kasaplık yaptı. Veteriner olan Ali Batman arkadaşımızla birlikte kasap dükkânı açtılar; daha sonra süpermarkete dönüştürdüler..

Mustafa Toygar: 1989 Sovyetlerin dağılma sürecinde Almanya’dan Türkistan’a, Özbekistan’a gidiyor Enver Paşa misali, bu nasıl olmuş?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Bir kitap fuarında Sovyetler Birliğinden gelen heyetle tanışıyor. Fuarda Özbekistan Bakanlar Kurulunda, şimdi tam hatırlamıyorum, Neşriyat Komitesi Başkanı olan Erkin Eke’yle tanışıyor ve Erkin Eke’nin davetiyle birlikte Özbekistan’a gidiyor. Sovyetlerin tam dağılma süreci İslam Kerimov ile tanışıyor sonra danışmanı oluyor. Daha sonra Kazakistan’da Nursultan Nazarbayev ile tanışıyor. Bilgi dolu bir adam dolayısıyla o tanışıklıklarla oralarda temayüz etti. Türkiye’nin, Türk Cumhuriyetleri nezdinde itibarını artıracak çalışmaları oldu.

Kendi savunması ile ilgili birçok şeyi anlattığı halde şunu anlatmıyor mesela, Kızılay’ın Türk Cumhuriyetlerine bir yardımı söz konusu oldu. O zaman düşünün sistem dağılmış parçalanmış entegrebir sistem herkes herkese bağlı; o kopukluk olunca bir ara ekmeğe muhtaç hale geldi kardeşlerimiz. 1992-93 yıllarında o zaman Türkiye Kızılay aracılığıyla şeker yardımı yaptı, buğday yardımı yaptı ve bunları organize eden Enver Altaylı’ydı. Kendisi unutmuş olabilir ama benim hatırımda çünkü o zaman gelen heyetlere mihmandarlık işini ben kendi çapımda yapıyordum. Türkiye’de Özal’ın ve Demirel’in danışmanlığını yaptı. Bölgeye ait gezilerinde daima yanlarında olurdu.

Mustafa Toygar: Enver Altaylı niçin/neden suçlandı ve tutuklandı?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Enver Altaylı 18 Ağustos 2017’de gözaltına alındı. 16 Ağustos’ta Türkiye’ye gelmişti yurtdışındaydı. Geldikten iki üç gün sonra gözaltına alındı ve bir hafta kadar gözaltında kaldı. 27 veya 28 Ağustos’ta tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi MİT’de çalışan Mehmet Barıner isimli genç 22-23 yaşlarında bir gençle telefon görüşmesi. Genç ifadesinde diyor ki “Enver Altaylı ’ya ben telefon ettim yurtdışına gitmek istiyordum yardımını istedim. O da bana; ‘müsterih ol her şey iyi olacak’ dedi diyor.”

Enver Altaylı gözaltına alınınca soruluyor Enver Altaylı da “evet hatırlıyorum bana telefon etti, ben ona ‘sen Devletin çok temel bir kurumunda çalışıyorsun, kurumun sana emrettiği neyse onu yap sakin ol merak etme’  dedim” diyor. Şimdi bu iki ifadenin ikisinden hangisi doğru olursa olsun Enver Altaylı’nın tutuklanması için bir sebep teşkil etmez. Ki Mehmet Barıner mahkemede bu ifadeyi baskı altında verdiğini söyleyerek reddetti. Ve anlaşıldı ki, Enver Altaylı gözaltına alındıktan sonra Mehmet Barıner’in ifadesi alınmış, yani delilden hareketle gözaltı değil, gözaltından sonra delil aranmış…

O zamanki tutuklanma gerekçesi örgüte üye olmamakla beraber örgüte yardımcı olmaktı. İlk tutuklanma gerekçesinde bu yazıyordu.  Sonra iddianame giderek evirildi, soruşturma esnasında örgüte yardımcı olmaktan örgüt üyeliğine döndü, sonra da iddianamede örgüt yöneticiliğine kadar Enver Altaylı’yı yükselttiler. Bunlar bile iddianamedeki çelişkileri ortaya koyuyor, 30 aya yakın tutuklu kaldı iddianame hazırlanmadan tecrit şartlarında tek başına kalıyor dokuz metrekarelik bir yerde. İddianamesinin bu kadar geç hazırlanmasının sebebini avukatlara sorduğum zaman “dijital kayıtların çözülmesi bekleniyormuş” diyorlar. Bunlar bu kadar uzun sürecek şeyler mi? Tutukluluk hali ile ilgili, en son yargı reformuyla, yeni bir durum ortaya çıktı; tutukluluk halinin bu maddeye göre sona erip tahliye edilmesi gereken zamandan üç gün öce iddianame mahkemeye sevk edildi. Mahkemece kabul edildi ve tahliye edilmesinin de önüne geçildi. Tutukluluk hali şu an üç seneyi geçti, 40 aya yaklaştı.

Mustafa Toygar: Sanırım bir de casusluk suçlaması var. Hangi bilgileri ne sıfatla kimden almış kimlere servis etmiş?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Casusluk iddiası iddianamede Enver Altaylı’nın sonradan bilgisayarında görünen İngilizce bir rapora dayanıyor uluslararası bir örgüte yazdığı iddia ediliyor. Ama Altaylı benim böyle bir şeyden haberim bile yok diyor bunların delil kabul edilmemesi gerektiği yönünde de itirazlarını yaptı.  Fethullah Gülen’e mektup yazdığı söyleniyor 2008-2009’da yazılmış eğer doğruysa ki Enver Abi; ‘yok’ diyor ‘ben böyle bir mektup yazmadım’ diyor. Ben mektubun metnini daha iddianame hazırlanmadan epeyce önce Mahmut Övür’ün yazısında okumuştum, yani dosyanın gizliliği gerekçesiyle avukatlara verilmeyen bilgiler gazetecilerin elindeydi. Bunların dijital yasaklı delil olduğu yönünde itirazlar yapıldı ama, avukatların savunma esnasında söylediği gibi, velev ki doğru olsa ne örgüt yöneticiliği, ne de casusluk için somut delil teşkil etmezler.

Mustafa Toygar: 70 yılını Türk Milliyetçiliği davasına vakfeden biri hain olabilir mi?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Enver Altaylı hepimiz gibi bir insandır, hata yapar mı yapar. Ama bizden hain çıkmaz, Enver Altaylı da diyor ki benden casus olmaz benden olsa olsa Türkiye’nin casusu olur diyor ilk savunmasında bunu söylüyor Enver Abi. İddianamedeki delillerin sahte ve iddianamenin bu sahte delillere dayandığını söylüyor savunmasında.

Benim uzaktan görebildiğim kadarıyla tutukluluk halini uzatabilmek için son dakika alelacele hazırlanmış bir iddianame, Enver Altaylı’nın savunmasındaki ifadeleri mahkemede dinlediğim için biliyorum. “Sovyetler Birliğinin dağılmasa da savcıları benim için bir iddianame hazırlasa işte ancak böyle bir şey hazırlardı” diyor Enver Altaylı.

Mustafa Toygar: Kimi solcu kimi İslamcı kimliği ile ama temelde gayri milli vasıflı kişiler Enver Altaylı ‘ya bir karalama kampanyası yürütüyorlar niçin?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Aslında kavga Avrasya ekolu, Ulusalcı Aydınlık Gazetesinin temsil ettiği zihniyetle Türk Milliyetçiliği arasında. Tabi 15 Temmuz öncesinden 17-25 Aralık öncesinden bu Suriye’ye giden tır konusundan itibaren Türkiye’de Aydınlık ekibinin ulusalcı takımın siyaseten mevcut iktidara yaklaştığını görüyoruz geriye doğru şöyle bir baktığınız zaman. Doğu Perinçek'in bu hükümete açık desteği işte o tır hadisesi 2012-2013 yıllarından itibaren başlıyor; o zamanlar Milliyetçi Hareket Partisi de hükümete şiddetle muhalefet ediyor. Sonra Doğu Perinçek takımı medyada İslamcı cenahtan da bir takım müttefikler buluyor yani bir paralel devlet yapılanması gibi bir şey ortaya çıkıyor. FETÖ/PDY diyorlar ya bunlara da bir isim vermek gerekirse, PDY’si olan bir paralel yapı olması lazım, tercüme İslâmcı bir ekolle Doğu Perinçek takımının ittifakından oluşmuş bir paralel devlet yapılanması söz konusu. FETÖ’nün üzerine gidildiği gibi bunların da üzerine de gidilmesi gerek, buna karşı çok dikkatli olmak gerekiyor. FETÖ darbesi gerekçe gösterilerek mesela adliyede çok ciddi bir tasfiye söz konusu oldu. 10 binin üzerinde savcı hâkim tavsiye edildi, bunların hepsi mi FETÖ’cüydü? Bunların yerine daha fazla hâkim savcı alındı, bu savcı ve hakimler kim? Bunların hepsi iktidar partisinin zihniyetini benimsemiş insanlar mı yoksa araya kaçak köçek giriyor mu veya tercüme İslamcı dediğim bu grup, PDY işlerinde çok mu etkili, bunların araştırılması gerekli. Dolayısıyla asıl kavga, burada güya İslamcı bir grupla ulusalcı takımının ittifakının meydana getirdiği bir  zihniyetle Türk Milliyetçiliği zihniyeti arasında bir kavga. Arkadaşlarımızın bunu görmesi gerekiyor.  Türk Milliyetçisiyim deyip de, bu iftiralara, çoğu siyasi gerekçelerle bilerek veya bilmeyerek sazan gibi balıklama atlayan arkadaşlarımızın kumpası görmesi gerekiyor.  Yani bunlar ellerinden gelirse Türk milliyetçiliği zihniyetine, nasıl Stalin zamanında Sovyetler Birliğinde pantürkisler diye milyonlarca insan imha edildiyse, öyle saldırıyorlar. Türkiye’de başlanılan oyun budur. Bunun farkında olmamız lazım, burada Enver Altaylı bir simge, Enver Altaylı bugün var yarın yok zaten 1 Kasım itibariyle 77 yaşına gelmiş bir adam.

Mustafa Toygar: Altaylı üzerinden Milliyetçiler dövülmek mi isteniyor?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Evet ve buna bazı milliyetçiler maalesef alet oluyor. Yarın bir gün kendilerinin de kurban edileceğinden habersiz dikkatli olmaları lazım farkında olmaları lazım habersizler. Altaylı üzerinden Ruzi Nazar ile Türkeş beyin dostluğu yargılanıyor; sanırsınız ki 12 eylül öncesi mücadelemizi tamamen CIA organize etmiş…

Mustafa Toygar: Enver Altaylı’nın Ruzi Nazar’la ilişkisi üzerinde çok duruluyor. Siz bu konuda ne diyorsunuz?

Prof.Dr. Orhan Kavuncu: Daha önce yazmıştım. O yazımda anlattıklarımı burada özetleyeyim.

Ruzi Nazar ile Enver abinin tanışması, Enver Altaylı’nın Ruzi Nazar kitabında (2013) anlattığına göre, 1965-66 yıllarıdır. Yani Enver Altaylı 21 Mayıs 1963 darbe teşebbüsüne katıldığı suçlamasıyla 1459 öğrencinin tamamı arasında 19 yaşında Harp Okulundan atılmış, Hukuk Fakültesine girmiş, Yeni İstanbul Gazetesinde çalışmaktadır. Yani 21-22 yaşlarındadır. Enver Altaylı’nın MİT’e alınması için rahmetli Fuat Doğu’ya tavsiyede bulunanlar arasında Ruzi Nazar, Alparslan Türkeş ve Dr. BaymirzaHayit vardır (Enver Altaylı, 2013).

Ruzi Nazar’a gelince, 30 Nisan 2015’te 98 yaşında Türkiye’de vefat etti. Ruzi Nazar rahmetlinin ve Türkistan Ordusu mensuplarının hazin hikayesi öyle birkaç dakikaya sığmaz. İkinci Dünya harbinde Ruslar Kızıl orduya Müslüman-Türk gençleri geri hizmetlerde istihdam etmek üzere alırlar. Ama bu yavruları birkaç haftalık eğitimden sonra Almanların karşısına cepheye gönderirler. Bu gençlerden esir düşenler arasında yetişmiş aydınlar vardır. Bu aydınlar aracılığıyla Alman Nazi yönetimi bu esirlerden Türkistan Milli İstiklal Ordusu oluşturur. Önceleri sünnetli oldukları için Yahudi sanılarak gaz odalarına gönderilen bu insanlar, sonra Müslümanların da sünnetli olduğunu Almanlar öğrenince gaz odalarına gitmekten kurtulmuşlardır. Harbin sonunda, hastalıktan ve savaşta ölen kitleden geriye kalan birkaç bin kişi anlaşma gereği Ruslara iade edilir; onların da çoğu memleketlerine gidemeden “infaz” edilirler. İşte Ruzi Nazar, geriye kalan birkaç düzine bahtlı insandan birisidir. Rahmetli Cengiz Dağcı da onlardan birisi olarak hayatlarını “Onlar da İnsandı” romanında çok güzel anlatır.

Şimdi empati yapınız. Bataklık, sıtma, savaş sonrası 1945’li yılların mahrumiyet şartlarını tasavvur ediniz. Yardım sever insanlık timsali Alman, İtalyan, İngiliz ailelerin bu kalan birkaç insanı nasıl saklayıp baktığını Cengiz Dağcı çok güzel anlatır. Ama vicdanı körelmiş satılık kalemşörler tenezzül edip okumamışlardır; okusalar da es geçmeyi marifet sanmışlardır. Çünkü pusulaları, Sovyetler dağıldıktan sonra da Moskova’ya ayarlıdır.  Yaşamanın bile mucize olduğu o şartlarda Ruzi Nazar CİA’dan iş teklifi almışsa, kabul etmesi hem hayati bir zaruret hem de Türkistan davası için bir fırsattır. Solcu kafalar dahi bunu anlayabilir, yeter ki azıcık vicdanı olsun. Bu bahtlı insanlar arasında benim tanıdığım iki üç kişi vardır: biri muhterem Ruzi Nazar; diğeri muhterem Dr. BaymirzaHayit, bir diğeri İzmir’de rahmetli olan Burhanettin Semerkantlı amca... Hepsi rahmetli oldu. Mekanları cennet olsun. Bir dördüncüsünü Peşaver’de tanıdım: Azadbeg rahmetinin babası Dr. Vakıfbeg Kerimi, o da rahmetli oldu. Bildiğim beşinci bir isim de Cengiz Dağcı. Hepsi rahmetli oldu. Allah taksiratlarını affetsin, mekânları cennet olsun.

Mustafa Toygar: Sizin dedeniz Abdurrahman Kavuncu ile Ruzi Nazar’ın arkadaş oldukları söyleniyor?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Dedemiz Abdurrahman Kavuncu, Türkiye’ye bir defa yazılıp çizildiği gibi 1938’de değil, 1880’lerin ilk yarısında gelmiş ve o zaman Osmanlı toprağı olan Medine’ye yerleşmiştir. Dedemle Ruzi Nazar arasında arkadaşlıktan bahsedenler, onu CIA’le ilişkilendirenler zamanda yolculuk yapıyorlar! Kurtuluş savaşı gazisi, Kuvay-ı Milliyeci, yıllar önce vefat etmiş bir insana iftira atacak kadar alçakça hareket ediyorlar. Dedemin doğum tarihini bilemiyorum. Ama Medine’ye geldiğinde 18-20 yaşlarında olduğuna göre tahminen 1865 doğumludur. Ruzi Nazar ise 1917 doğumlu. Dedem 1917’de Medine İngilizler tarafından işgal edilince, Fahreddin Paşa’nın “bize yardım ettiniz, biz ayrılınca korkarız size kötülük ederler; onun için bizimle birlikte Anadolu’ya gelseniz iyi olur” tavsiyesiyle, nenem, orada doğmuş olan Ahmet amcam ve Melek halamla birlikte, askerin tahliye trenine binip Adana’ya gelen Buhari aileler arasındadır. Osmaniye’de İstiklal Harbinde hizmeti olmuştur. Kuvay-ı milliyecidir.

Enver Altaylı Ruzi Nazar’ı 1965’ten sonra tanıdı, dedem 1966’da vefat etti. Muhtemeldir ki, iyi niyetle bakarsak, Dr. BaymirzaHayit ile Ruzi Nazar karıştırılıyor olabilir. Dr. Hayit, Hac için gittikleri Medine’de 1957 yılında yine Hac vazifesi için orada bulunan dedem rahmetli Abdurrahman Hoca ile tanıştığını bana anlatmıştı.

Özeti, dedem rahmetli 1880-85’lerde Medine’ye, oradan da 1917’de Adana’ya gelmiş. Onun da Ruzi Nazar’la irtibatını kurmak için 1938’de geldi diyorlar hâlbuki Şakir eniştem Enver Altaylı’nın babası 1941’de gelmiş, benim anne tarafım 1938’ de gelmiş; baba tarafından dedem 1917’de gelmiş, İstiklal Harbine de karışmış şimdi böyle hem ana tarafı hem baba tarafından akrabalarımız hem de sıhriyet bağıyla hısımımız olan akrabalara bakıyorum yanlış yapıyor, hata yapıyor, biraz cimri veya müsrif falan filan diye tenkit edilebilecek zaafları olanlarımız var ama Elhamdülillah hain yok rahat rahat söyleyebilirim.

Mustafa Toygar: Biraz bahsettiniz ama mahkeme süreci nasıl geçiyor?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Mahkeme Nisan ayında başladı. Tutukluluğunun 32. Ayında, daha önce de belirttiğim gibi iddianame oluşturuldu, yüzüne okundu savunmasını da yaptı. Tabi basında yazılan çizilenleri insan esefle takip ediyor, zayıf bir savunma yaptı diyor mesela bir gazete. Son (bu mülakat 29 Ekimde yapılmıştı, 30 Ekim ve 9 Kasım’da iki celse daha geçti, 14 Kasım’da da son celse oldu) 17 Ağustos’ta sanıyorum mahkeme; korona virüs dolayısıyla Enver Ağabey duruşmaya katılmıyor. Online bir sistemle katılıyor tabi orada savunması tam anlamıyla anlaşılamıyor okunamıyor da adliyeye girip çıkması da son derece sakıncalı, 76 yaşında. 4 sanıklı bir davada bir sanık Enver ağabeyin damadı, öbür sanık bahsettiğim MİT elemanı Mehmet Barıner, bir de Enver ağabeyi kaçırma teşebbüsünde bulunacağı iddia edilen bir iş kadını. Bu hanımın verdiği ifadeleri de mahkemede Enver ağabey savunmasını yaparken öğrendim. Enver ağabey Türkiye’ye 16 Ağustos’ta geliyor; yani mahkeme safahatı nasıl geçti diyorsunuz ya; bu kadın diyor ki Serhat Ilıcak bana geldi “bir yazar arkadaşım var yurtdışına çıkarmamız lazım dedi” diyor. Sonra da gözaltına alındığını duyulunca Enver Altaylı’ydı diye söyledi bana diyor, o zaman anladım bana teklif edilen yazarın Enver Altaylı olduğunu. Serhat Ilıcak kim? Enver ağabeyin arkadaşı Bodrum’a yerleşmiş. Rahmetli Kemal Ilıcak’ın, eski Tercüman Gazetesinin sahibinin yeğeni. Halbuki Enver Altaylı 16 Ağustos’ta Türkiye’ye geliyor; Serhat Ilıcak ise 15 Ağustos’ta yurt dışına çıkmış. Yani Serhat Ilıcak, bu hanım ile Enver ağabeyin kaçırılması için konuştuysa bile 15 Ağustos’tan önce konuşmuş; Enver ağabey o tarihte zaten yurtdışında, yurtdışındaki adamı yurtdışına kaçıracaklar yani. Dolayısıyla ya kadın yanlış hatırlıyor, Serhat’la konuşmasında bir yazar ismi geçmiştir ama Enver Altaylı mıdır değil midir, belli değil. Yani böyle tutarsızlıklar var.

İddianamede Enver ağabeyin telefon görüşmeleri delil olarak kullanılıyor ama Enver ağabey savunmasında diyor ki, benim Rasim Bölücek’le görüşmelerimi iddianameye yazmışsınız ama ben rahmetli Erol Olçak ile kaç kere telefon görüşmesi yaptım. Mücahit Arslan’la, İbrahim Kalın ile de görüştüm bunları niye yazmıyorsunuz; Tuğrul Türkeş’le de görüştüm niye yazmıyorsunuz diyor, bunlar da iktidar taraflısı adamlar dolayısıyla ben vatana millet menfaati ile ilgili bir konu varsa her siyasi partiden herkesle görüşür, onlara görüşlerimi telkin eder, anlatırım. Bu görüşmelerden dolayı, iddianamede, benim Kemal Kılıçdaroğlu’nu yönlendirdiğim, onu etki altına aldığım, örgüt adına planlar yaptığım gibi bir takım iddialar görüyoruz, beni kullanıyorsunuz, ben kendimi kullandırtmam diyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nu benim üzerimden yıpratma kampanyası başlatıyorsunuz ben buna müsaade etmem diyor. Duruşmanın özeti bu.

Mustafa Toygar: Bu davaya MHP destekli iktidar nasıl bakıyor?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Enver Altaylı tutuklandıktan sonra Cumhurbaşkanımıza bir mektup gönderdim. Mektubun eline ulaşıp ulaşmadığına dair bir bilgim yok. Kendileri okudu mu okumadı mı? Haberi var mı yok mu? Bilmiyorum. Tabi Enver Altaylı Almanya vatandaşı olduğu için Cumhurbaşkanımızın Almanya ziyaretinde ortak basın toplantısı yaparken gazeteciler soruyor “bu yaştaki bir adamın hala tutuklu olması sizce doğru mu, merhamet duygularınız bırakılmasını gerektirmiyor mu” diye? O zaman “siz o adamın kim olduğunu ne yaptığını Milli İstihbarat Teşkilatı içindeki dışındaki ilişkilerini biliyor musunuz? Bilmeden konuşmayın, Türk Adliyesine güvenin, ben de güveniyorum, gereği yapılacaktır” diye bir cevap verdi.

Milliyetçi Hareket Partisinden Semih Yalçın’ın açıklamaları bizim açımızdan son derece üzücüydü. Enver Altaylı, Türkeş beyin yakını, sırdaşı gibi bir takım haberler çıkınca basında onlara cevap niteliğinde “o da kim oluyor ki, Türkeş’in yanında onun gibi yüzlerce insan var, Enver Altaylı bizi bağlamaz anlamında” açıklama yaptı. Bu ve başka açıklamalar bizi üzdü.

Mustafa Toygar: Sizin, Enver Altaylı ile zaman zaman fikri münakaşalar yaptığınızı biliyoruz özellikle 2007-2010 yıllarında Enver Altaylı FETÖ hakkında ne düşünüyordu?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Ebet tartıştığımız konular vardı ama FETÖ ile ilgili hiçbir tartışmamız olmadı.O yıllar, Fethullah Gülen’ e mektup yazdığı iddia edilen zaman ve daha öncesi, hepimizin cemaatle ilgili bir bakış tarzımız vardı. Enver Altaylı’nın da bakış tarzı benimkine benzerdi; yani bunlar dini bir cemaat, insanların milliyetçi muhafazakâr olması yönünde bir yaklaşımları var. Türk Milliyetçiliği zaviyesinden bakan birçok insan gibi ben de Enver Altaylı da, birincisi, şahsiyetli insan yetiştirmek, insan iradesine ipotek koymamak gerektiği noktasında eleştirimizi ettik, ikincisi 2011-2012’lerde, hatta 2009’dan itibaren Ergenekon Balyoz davaları başlayınca cemaatin siyasete bu kadar müdahil olmasından dolayı da cemaati eleştirdik. Bizim bunun dışında herhangi bir yaklaşımımız olmadı, içimizden gelen samimi sempatilerimiz, eleştirilerimiz, antipatilerimiz vatan millet zaviyesinden oldu.

Mustafa Toygar: Türk Milliyetçileri şöyle yaklaştı gibi geliyor bana Çin’de, Rusya’da Dünya’nın diğer ülkelerinde açılan okullarında Türk Bayrağı’nın dalgalanması ve İstiklal Marşının okunması Milliyetçilerin o bakımdan cezbetti gibi eliyor, ne dersiniz?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu:  Bakın ben size bir şey anlatayım: 1993 ben çok arzu ederek bir göreve talip oldum, Elhamdülillah sonradan da o göreve atandım: Kazakistan’daki Uluslararası Kazak Türk Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesinin Rektör birinci yardımcısı ve mütevelli üyesi oldum. Ben o görevime 1993 Ekim ayında gittim, Celal Er abi bizim fakülteden ona da rica ettim biz beraber gittik, “abi sen götür beni oralara” diye de takıldım. Üniversiteye gittiğimde ilk gördüğüm şey Zaman lisesi oldu, yani üniversiteye Türkiye’den giden ilk bendim Devletin resmi görevlisi olarak. Benden önce bir hanım hocamız atanmıştı benim talip olduğum göreve. O, tahmin ettiğim gibi yirmi gün sonra istifa etti, döndü, çünkü o günkü mahrumiyet şartlarında bir hanımın tek başına yapabileceği iş değildi ve  benim atamam yapılınca gitmeden önce o hanımla benim arzumla bir görüşme yaptık ve bana yazılı bir metin verdi, orayla ilgili kanaatlerini müşahedelerini anlatan. O raporda bu zamancılara dikkat etmek gerekir diye yazıyordu. Yani üniversiteye Türkiye resmi görevli göndermeden bu Zamancılar gitmişti ve ben böyle de enforme edilmiştim oraya gitmeden önce. Hakikaten üniversitenin bir fakültesinin iki katını zamancılara vermişler ve Zaman Lisesi olmuş. İlk gittiğimizde Celal ağabey ile biz bir hafta kaldık, sonra döndük sonra ben Aralık ayında görevi benimsemiş ve yerleşmek üzere gittim.  Ekim ayında gittiğimde Celal ağabey ile Zaman Lisesi yöneticileri gelip bizi buldular, yıl 1993, haber almışlar geleceğimizi.  Zaman lisesinin müdürü, müdür yardımcısı bizi okula davet ettiler, biz Celal ağabey ile gittik Ekim ayı eğitim ve öğretim yeni başlamış ve o coğrafyada çoluk-çocuk herkesin pamuk hasatına gittiği zamanlar. Biz girdik sınıfa İstiklal Marşı ile bizi karşıladılar, hazırlık sınıfı, söyle bir geriye döndüm, kara tahtanın üzerinde Atatürk’ün portresi asılı. Sonra 13-14 yaşındaki Kazak çocuk, Türkiye Türkçesi ile ne dediğimi anlıyor ve bana cevap veriyor.  Sonra öğrettiği marşlar filan var; Uygur Tatar Türkmen bir boydur hepsi bir soydur gibi, güzel Türkistan gibi marşlar. Yani ben bir eğitim faaliyetinde çocuklara ne öğreteceksem onları öğretiyorlar. Tabi o zaman daha sonra dikkatimi çekti, eleştirdim. Ta 90’larda kardeşim sen buraya gelmişsin madem; İslamiyet’i öğret, Kur'an-ı Kerim’i öğret, Hadisleri öğret. Ama Kazak bir öğretim üyesi arkadaşımız bunların etki alanına girmiş, bir gün baktım bir şey çalışıyor ne çalışıyorsunuz siz dedim.  “Ben 23. Sözü Rusçaya tercüme ediyorum” dedi. Saidi Nursi’nin yayınlarından birisi 23. Söz. O zaman kendilerinin ileri gelenlerine de söyledim 23. Sözden önce Kur'an-ı Kerim meali tercüme et Kazakçaya tercüme et Rusçaya çevirttirin. Bu tip kapalı yapı o zaman da dikkatimi çekmişti. Nitekim oraya giden arkadaşlarla aralarda sıkıntılar oldu. Onlar yüzünden bir çocuğumuzun görevine son vermem istendi, cemaatle arası açık olduğu için. O arkadaş ne yapmış? Adamın tek suçu bunlara göre Pantürkist olması, ama bir de ateist diyorlar. Ben de “Tamam Pantürkist yani Türkçü ama  ateist değil”, “ama kardeşim bunlar ateist olduğunu” iddia ediyor.  Pantürkizm, yani adam Türkçü olunca Pantürkist diyorlar. Ama onu namaz kılarken hiç görmemişler ama meselâ beni görmüşler, aramızdaki tek fark bu yani. Yani sonradan FETÖ terör örgütüne evrilen cemaatin böyle bir yapısı vardı daha o zamanlar.

Mustafa Toygar: Ümit Özdağ Türk Milliyetçiliğinin önemli simalarından İYİ Partinin kurucularından ve İstanbul Milletvekili. Aynı partinin İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’yu niçin FETÖ’cülükle suçladı, oğlunuz Buğra Kavuncu FETÖ’cü mü?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu:  Sorunun birinci kısmını Ümit Beyin kendisine sormak lazım neden böyle bir iş yaptı. İkinci kısmı Buğra benim oğlumdur FETÖ’cülükle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Zamanında birçok Türk Milliyetçisi gibi benim de bir kaç faaliyet alanlarında cemaate bakışım müspet olmuş olabilir ama Buğra’nın bu cemaate mensubiyeti, iltisakı filan kesinlikle söz konusu değil. Yani bir iftira Ümit beyin söyledikleri. Delil olarak gösterdikleri şey KATİAD.

Mustafa Toygar: Eski bir siyasetçisiniz İYİ Partiye bir operasyon olarak düşünüyor musunuz?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu:  Yani birileri operasyon yapıyor olabilir ama bütün bunlardan dolayı İYİ Partinin genişlemesi gelişmesi durmuyor. Tam tersine oy oranı artıyor. Yani Ümit Özdağ’ın bu konuşmayı Ahmet Hakan’a tarafsız bölge programında yapması, vatandaşın gündeminde değil. O günden bugüne kamuoyu yoklamaları İYİ Parti oy oranının artmakta olduğunu gösteriyor; niye? Çünkü vatandaşın bunlar umurunda değil.  Kongre olmuş da kongrede istenmeyenler listesi çıkmış buna 15-20 milletvekili tepki göstermiş, Aytun Çıray böyle söylemiş, Ümit Özdağ böyle söylemiş, İYİ Parti İstanbul İl Başkanına FETÖ’cü denilmiş o FETÖ’cüymüş değilmiş falan filan, millet bunları takip etmiyor, milletin umurunda değil, millet ekmek derdinde yani şurada Türkiye’nin en yüksek gelirli %20’sini bile hariç tutamayız geçim sıkıntısı olmayan var mı? Türkiye’de ekmek derdindeki insanların bunlar umurunda bile değil. Reçete kurtuluş arıyor insanlar onun içinde İYİ Parti büyümeye devam ediyor. İYİ Partiye yapılacak operasyon, büyümesini engellemez ancak İYİ Partiyi kapatırlarsa İYİ Partiyi engellerler onu da zaten aklı başında kimse yapmaz.

Mustafa Toygar: Buğra Kavuncu ile ilgili olarak ortaya sürülen en büyük delil olarak sosyal medya hesaplarında FETÖ lehine veya aleyhine hiçbir şeyin olmaması, bu duruma ne diyorsunuz?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Geçen bir arkadaş bana sordu ben de dedim ki, ben şimdi otursam araştırsam baksam senin facebook sayfana, twitlerine filan milli takım lehine veya aleyhine bir tek satır yazmamışsın. Sen milli takımı desteklemiyor musun diye ben sana sorsam ne kadar doğru olur?

Uluslararası şirket yöneticileri, hiçbir şekilde politikaya bulaşmaz ve politik mesaj atamazlar. 2008’den bu yana, Genel Müdürlük yapan oğlum şirketinin kurumsal prensipleri doğrultusunda hareket etmiştir. Sosyal medyada siyasi bir paylaşım yapmadığı varsayımı üzerinden hareketle kendini saklamış diyorsunuz, hem de fetöcü olduğunu iddia ettiğiniz bir işadamları derneğinde başkan yardımcısı olduğundan yola çıkarak fetöcü iftirasını atıyorsunuz. Kendi içinde zaten mantık dışı ve çelişkili bir yaklaşım bu….

Mustafa Toygar: Evet bir de bu dernek yöneticiliği var?

Daha önemsedikleri delil KATİAD İş Adamları Derneği, o derneğin yönetim kurulunda bulunduğu, ikinci başkanı olduğu. Dernek 1995 yılında, Büyükelçilik Ticaret müşavirinin öncülüğünde kurulmuş; o zaman henüz Kazakistan’ın başkenti taşınmamış, yani Almatı Kazakistan’ın başkenti. Derneğin 180 küsur üyesi var bunun içinde FETÖ’cüsü var Ülkücüsü var Ateisti var Alevi’si var herkes var yani. Kim oraya iş için gittiyse hepsi var, yönetimde buna göre oluşturulmuş. 2007-2010 arasında Buğra yönetim kurulunda ikinci başkandı. Buğra 2010 yılında Kazakistan’da ayrılıyor zaten, başkan arkadaşımız Zeki Pilge’nin başkanlığı da bir müddet daha devam ediyor. 2013 veya 2014 Zeki Pilge diyor ki ben artık başkanlığı yönetemem bunu devredeyim. Bunun üzerine genel kurulda 2014’te Zeki Pİlge başkanlığı bırakıyor.

Mustafa Toygar: “Buğra Kavuncu’nun ve ondan sonra ki dönemde derneğin FETÖ ile bir alakası yok. FETÖ’cüler dernekte var yönetimde de var ama bu dernek FETÖ’cülerin derneği denilecek bir dernek değil.” diyorsunuz. Benim açık oturumlarda dinlediğim kadarıyla bu derneğin Buğra Kavuncu’dan önce ve sonraki başkanlarının FETÖ’cü olduğu onların FETÖ’cü olmayan hiçbirinin içlerine almadığını başkan yapmadıklarını söylüyorlar. Siz de; “Hiç alakası yok Buğra’dan sonraki dönemde de son 2010’da ayrılmış 2015’e kadar bir defa derneğin yönetiminin FETÖ ile alakası yok. Üyelerin içerisinde münferit olarak her kesimden insanlar ya da ticaret ehli insanlar var. Yönetimin o döneme kadar (yani 2014-2015) bir defa FETÖ ile alakası yoktur” diyorsunuz.

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Buğra’nın 2010’da yönetimden ve Kazakistan’dan da ayrıldığı zamana kadar ve Buğra’dan sonra Zeki devam ediyor. 2014’ten daha önce, o bahsettiğim genel kurula kadar da hiçbir alakası yok. Ondan sonrası için de derneğin FETÖ inisiyatifine geçtiğine dair benim bir bilgim, duyumum yok.

- Bu olayları münferit olaylar olmaktan çıkartıp toplumumuzun halini analiz edip, o analize göre toplumla ilgili iyi bir şeyler yapmak için yorumlamak gerekiyor. Bu bunu yaptı öteki bunu dedi gibi bilgi kirliliği, bütün bunlar niye oluyor? Bir internet etkisi sanal medyanın çok yaygınlaşması, iki bu 15 Temmuz melun FETÖ darbe teşebbüsü, üç pandemi süreci bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumda bir psikolojik sarsıntıya, strese yol açıyor. İstesek de istemesek de hepimiz psikolojik olarak biraz normalden uzaklaşmış durumdayız; bunun tabi ki ahlakı erozyon diye niteleyebileceğimiz bir boyutu da var işte görüyorsunuz. Adam işine gelmeyeni “FETÖ’cü diyorlar” diye damgalıyor, soruyorsunuz “ama bu adam FETÖ’cü mü değil mi?” cevap: “ne olursa olsun bir zamanlar sempatisi varmış ya yeter”. Bunların sempatisi olduğu zamanlar, ne istediniz de vermedik diye sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği zamanlardı. Ne alakası var, gerçeği itiraf et be adam, “hayır ben bu adamı sevmiyorum, bu yüzden ben buna FETÖ’cü diyorum” de. Fehmi Koru’nun kitabını okumak lazım 17-25 Aralık süreci başlamadan hemen önce veya başladıktan biraz sonra, “Ben böyle Gördüm” idi adı yanlış hatırlamıyorsam. Fehmi Koru Fethullah Gülen’i ziyarete gidiyor, anlatıyor kitabında kendisi Başbakanın talimatıyla değil ama bilgisi dahilinde gidiyor. Aman sulh olsun, barış olsun, bu işleri büyütmeyelim gibisinden; o kitabı okumak lazım.

Demek istediğim bütün bu sebepler ahlaki bir erozyona yol açıyor, ahlaken sağlam adam yine sağlam ama bu sıkıntılı süreçte ahlaken zaafları olanlar bu mendeburlukları yapıyorlar. Abdulkadir Selvi bizim aleyhimize durmadan yazıp çiziyor tanıdığım bildiğim adam benimle ilgili de belki hala müspet düşünen bir adamdır. Enver Altaylı örgütün bilmem nesi kardeş örgütün bilmem nesi dediğin adamın örgütün başıyla bir resmi yok ama senin  örgütün başıyla bir resmin var. Yani bizim de bunu delil olarak kullanmak hiç mi hiç aklımıza gelmedi. Olabilir bir insan birisiyle bir resimde görünebilir, bundan dolayı bu iki adam aynı dünya görünüşünü paylaşıyor demek için ya ahmak olmak lazım yada art niyetli olmak lazım ama bunları insanlar kullanıyorlar. Bu ahlak erozyonu dediğim şey ve bundan art niyetliler çok istifade etti. Dünyanın her yerinde her dönem; mesela Stalin Troçki vardı, şimdiki Fethullah Gülen’in rolüne koyun Troçki’yi, ikisi de arkadaş, ihtilali birlikte yapmışlar. Bir tanesi, Troçki, “enternasyonal  sosyalistim” diyor,  Stalin’de “dur içeriyi bir toparlayalım, sonra Amerika ile Fransa’yla İngiltere ile papaz olacaksak oluruz ama şimdi zamanı değil”, Troçki de “hayır” diyor “sürekli devrim, biz enternasyonal bir harekete başladık. Komünist hareketi dünyanın her yerine yaymadan duramayız.” Dururdun duramazdın, görünen kavga bu; tarafların ikisi de benim için muteber değil ikisi de komünist çünkü. Stalin Troçki’yi bir müddet sonra yavaş yavaş tasfiye ediyor partiden ihraç ediyor sonra yurtdışına sürüyor. Troçki Meksika’da yine Stalin’in bir suikastı ile öldürülüyor. Troçki yurtdışına çıktıktan sonra Troçki’nin adını bile duymamış yüz binlerce insan üç kişilik mahkemelerde sorgulanıyor, idama mahkûm ediliyor, Sibirya’ya sürgün ediliyor, adam Troçki’yi duymamış bile, kim bilmiyor bile. Şimdi Fethullah Gülen de adeta dönemimizin Troçki’si; ahlaki erozyona uğramış dediğim yaygın tavır şu: muhaliflerini ortadan kaldırmak için at yaftayı. Bu ahlak fukaralığına en önce kimler alet oluyor? Bu hırsı aklının önüne geçmiş insanlar bütün toplumlarda var bunlar böyle zamanlarda kendilerini ele veriyorlar. Çünkü hırs aklı geçince vicdan körelir. Vicdanının sesine bakamaz olur böyle insanlar ve dolayısıyla böylece bu toplumsal ahlaki erozyon da artar. Bunlar en fazla kimleri etkiliyor? Bünyesi zayıf olanları.. Nasıl pandemi süresince zayıf bünyeliler virüse yakalanıyor ve daha çok hasar görüyorsa, bu ahlaki erozyon dediğimiz hastalıktan da önce hırsı aklını geçmiş, bun yüzden de vicdanının sesine kulak vermeyi beceremeyen insanlar etkileniyor.