Aynur Algül yazıları ile artık Enpolitik'te...

Aynur Algül yazıları ile artık Enpolitik

Gelecek Partisi Kurucular Kurulu ve Yönetim Kurulu Üyesi Sosyolog Aynur Algül değerli düşünceleri ve yazıları ile artık sitemiz enpolitik'te.

AYNUR ALGÜL KİMDİR?

1979 yılında doğduğu Malatya’da 1984 yılında tahsiline başlayıp, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul üniversitesi sosyoloji ve Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun oldu.

1998 – 2002 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çeşitli görevlerde bulundu. 2002’de ABD The Society of Neuro Linguistic Programming onaylı NLP Practitioner sertifikası, 2006 yılında İngiltere Certificate Of Competency yaşam koçluğu sertifikası, 2007 yılında ABD Blind Korps tarafından engellilik ve yaşam becerileri eğitimcinin eğitimi sertifikası aldı.

Siyasi ve sosyal alandaki çalışmalarına Refah Partisi Bağcılar kadın kollarında ve Türkiye Beyazay derneği hanımlar komisyonu kurucu başkanlığıyla başladı.

TİKA ile gerçekleştirilen projeler kapsamında 2007'de Kırgızistan’da, 2010'da Kosova’da, 2014'te Azerbaycan’da eğitim ve danışmanlık faaliyetlerinde bulundu. Ülkemizin çeşitli yerlerinde ve 2012 yılında Avusturya’da seminerler verdi. Kişisel gelişim, aile, başarı, özgüven ve engellilik konularında çeşitli radyo – tv programları, eğitimler ve bireysel danışmanlık faaliyetlerinde bulundu.

2014 yerel seçimleriyle Ak Parti'den Bağcılar Belediyesi meclis üyesi seçildi.

2015 yılında Ak Parti kadın kolları merkez karar yönetim kurulu üyeliğine seçildi.

2019 yılında Gelecek Partisi kurucuları arasında yer aldı ve halen parti yönetim kurulu üyeliği görevini sürdürüyor.

2021 yılında MASTÖB (Malatya Sivil Toplum Örgütleri Birliği) Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerine seçildi.

Eğitim, sosyal ve siyasal alandaki faaliyetleriyle, aileler, kadınlar, gençler, engelliler ve yakınları dahil binlerce insana ulaşıp gönüllerine dokunmaya ve onlara faydalı olmaya çalışan Aynur Algül, evli ve 2 çocuk annesidir.

İŞTE ALGÜL 'ÜN İLK YAZISI

Aynur Algül’ün internet gazetemiz enpolitik'te '3 Aralık Dünya Engelliler Günü Münasebetiyle Engellilik Üzerine Bazı Düşünceler' başlığı ile yayınlanan ilk yazısı:

Akademik bir araştırma için yeni geldiğiniz bir şehirdeki tek kütüphaneye yolunuzun düştüğünü hayal edin; ama o da ne! bütün çalışanları görme engelli olan kütüphanede araştırma yapmaya gelenlerin de hepsi görme engelli. Raflardaki bütün kitaplar braille baskılı. Üye olmanız için size verilen form braille yazı ile hazırlanmış. Raflardaki etiketlerden etraftaki yönlendirme tabelalarına kadar her şey braille ile yazılmış. Görevliye oradaki bazı kaynaklara ihtiyacınız olduğunu söylüyorsunuz ancak sizin durumunuzdakilerin faydalanacağı imkanlara henüz sahip olmadıklarını söylüyor ve aslında gören insanlar konusunda çok duyarlı olduklarını, onlarla ilgili farkındalığı artırmak için yılın belli vakitlerinde görüyor gibi yaparak onları da anlamaya çalıştıklarını, ileride yeterli bütçeye sahip olurlarsa onların da kütüphane hizmetlerinden faydalanabilmeleri için bazı şeyler yapabileceklerini anlatıyor. Mecburen teşekkür ederek oradan çıkıyorsunuz.

Vizyona girmesini ilgiyle beklediğiniz bir filmi seyretmek için sinemaya gitmeye karar verip aracınıza biniyorsunuz ama ilginç bir şey dikkatinizi çekiyor; yolların az bir kısmı hariç tamamı akülü araçların ya da tekerlekli sandalyelerin geçebileceği büyüklükte yapılmış. Aracınızı o yollara sokmanızın imkanı yok ve aracınıza uygun o az sayıda yapılan yolları kullanmak için uzunca mesafeleri dolanmak zorunda kalıyorsunuz. Siz rotanıza gidebilmik için zorlu bir mücadele verirken insanlar akülü araçlarıyla hallerinden gayet memnun ve neşe içinde bir yerlere gidip geliyorlar.

Zorlu bir maratonun ardından sinemaya ulaşıp filme giriyorsunuz ama burada da bir sürpriz sizi bekliyor; filmdeki bütün diyaloglar sadece işaret diliyle aktarılmış ve oradaki herkes ya işitme engelli olduklarından ya da bu dili bildiklerinden filmi keyifle seyrediyorlar. Sizse filmi anlamaya çalışarak büyük bir sıkıntıyla zamanın geçmesini bekliyorsunuz.

 

Yukarıdaki örneklerden yola çıkacak olursak sizce normal nedir?

 

Daha önceleri bir marangozluk terimi olarak kullanılan 'normal' sözcüğü 1800'lü yıllarda İngilizceye giriyor. Sanayi devrimiyle iş gücüne katılabilecek ve yüksek düzeyde üretim yapabilecek insanları belirlemede bu kavram önemli bir işleve sahip. Böylelikle ortalama insanı belirleme çabası ortaya çıkıyor. İstatistik, standart sapma ve benzer kavramlar o dönemlerin bir ürünü. 'Norm', 'normal' kavramları ortalama insanı ifade etmek için gitgide popülerlik kazanıyor. Normal ortalama insanın belirlenmesinde tıp bilimi, zekâ testleri, sınav ve sınıflandırmalar araçsallaştırılıyor. Normali tanımlamak için anormali de belirlemek gerekiyor tabi ve söz konusu sınıflandırmalar, çalışabilecek sağlam insanları belirlemek için, sağlamları sağlam olmayanlardan ayıklamaya başlıyor. Bu durumda fizyolojik ve zihinsel yetersizlikleri olan insanlar normal olmayan ve ayıklanması gerekenler sınıfına dahil oluyor. Tabi zamanla daha verimli emek gücünü bulmak için ortalama insan da yeterli gelmediğinden, onları da kendi aralarında tekrar tekrar ayrıştırıp en iyiyi bulmak gerekiyor. Böylelikle yeni nesiller yetiştirilirken de kurulu düzeni yeniden üretecek bir mekanizma daha küçük yaşlarda oluşturuluyor.

yaklaşık 200 yıllık geçmişi olan bu tarihsel süreç 'normal' kelimesini günlük kullanımımız da dahil hayatımızda o kadar vazgeçilmez yapıyor ki, farkında olmadan normalin karşısına bir de anormal koymaya başlıyoruz. Böylelikle aslında sakat insan değil, normal insan inşa ediliyor ve bunun dışında kalan herkes, sakat, bozuk, işlevsiz, eksik olarak niteleniyor.

Konuyla ilgili bilgi ve bilinci arttırması beklenen özel eğitim kitapları ve temel kaynaklar bile daha başlangıçta meseleyi disfunction, disorganization, disorder yani işlevsizlik, bozukluk, yanlış organizasyon gibi terimlerle bozukluk-sağlamlık üzerinden tanımlayınca, diğer insanların farklı düşünmesi pekte beklenemiyor.

 

Sağlamcılık ve normal bu kadar kabul görünce, temel ihtiyaçlar ve planlamalar da onların gereksinimlerine göre tasarlanıyor. Normalin dışında kalan kitlelerin ihtiyaçlarına göre geliştirilen kısmi bazı çözümler ise başta 'farkındalık' olmak üzere bir kısım lütufkâr kavramlarla sunuluyor.

 

Dünyaya gelirken, cinsiyet, milliyet, yetenek, fiziksel özellikler ve daha bir çok farklılığı doğuştan beraberimizde getiriyoruz. Hatta sonradan edindiğimiz ideolojik, siyasi ve ilgi alanı gibi farklılıklarımız da var.

Engellilikte kiminin doğuştan, kiminin de sonradan bir biçimde edindiği bir farklılık. Engellilik, bir kısım fizyolojik ya da zihinsel kısıtlılıkları barındırmakla beraber, ağır bazı durumların dışında eğitim, istihdam, iç ve dış fiziki çevre, ulaşım gibi alanlarda yeterli düzenlemeler yapılmadığında bu kısıtlılıkların daha fazla hissedildiği ya da ortaya çıktığı bir durum.

 

Hepimizin hayatında olduğu gibi engellilerin de kendilerine has bir kısım zorlukları olabiliyor. Ancak zorluğun  büyük kısmını, hayata dair bütün süreçlerin 'normal' sınıfında kabul edilen insanların ihtiyaçlarına göre planlanması oluşturuyor. Bu zorlukları aşmanın yolu, normal-anormal şablonundan sıyrılarak her bireyin farklı bir insan olduğunu, barındırdığı farklılığa göre hakları ve ihtiyaçları olduğunu, bu farklılıkları öngörebilecek ve kapsayacak çözümlerin varlığını ya da geliştirilebileceğini, bunları geliştirmenin hep birlikte eşit bireyler olarak yaşayabilmemiz için temel bir sorumluluk olduğunu kabul etmekten geçiyor.

Görme yetimizi kaybedince diğer insanların algıladıklarını algılayamayacağımızı düşünmek kendimizi sadece gözden ibaret görmek olur.

Duyma yetimiz olmadan dünyayı algılayamayacağımızı düşünmek kendimizi çok basite indirgemek olur.

Dolayısıyla, normal-anormal şeklinde tanımlanan birey yerine farklılıkları olan bireyler gerçeğine erişebilmek, içinde koca bir alemi barındıran insana dair zenginlikleri kavramayı ve yetileri ne düzeyde olursa olsun her bireye ait temel hakları teslim etmeyi sağlayacaktır.

 

Bu hakların kullanılabilmesi için 'evrensel tasarım' olarak ta adlandırılan kapsayıcı yaklaşım ve çözümleri benimsemek gerekiyor.

Bina ya da kaldırım gibi fiziki bir mekandan, özellikle bu günlerde daha da önem kazanan bilişim sistemlerine kadar her çözümün bütün bireylerin başkalarına ihtiyaç duymadan sorunsuzca kullanabileceği şekilde tasarlanması gerekiyor. Bu kapsayıcılığın, hizmet kullanıma sunulduktan sonra değil, daha proje aşamasındayken dikkate alınması gerekiyor.

Uzaktan eğitimin önemli hale geldiği bu yıl, EBA ve üniversitelere ait bazı uzaktan eğitim sistemlerinin özellikle görme ve işitme engelli öğrenciler tarafından erişiminde zorluklar olduğu ortaya çıktı ve halen bu durum önemli ölçüde devam ediyor. Oysa bu sistemler kurgulanırken ilgili uluslararası kriterler göz önüne alınsaydı bu gün bu zorluklardan söz etmiyor olacaktık.

Bu ötekileştirici yaklaşım günlük iletişime de yansıyor. Örneğin, gördüğü her kadına 'yenge' diye hitap eden biri kadının sadece birinin eşi olarak orada bulunabileceği genellemesini yaparak, onun yönetici, meslek sahibi ya da sadece bir birey olduğunu görmezden geliyor.

Engelli birine 'sen' diye hitap ederek onun kişisel saygınlığını yok sayıyor ve kendini daha normal gördüğü için engelli bireyi belki farkında olmadan ötekileştirebiliyor.

'Engelli kardeşlerimiz' türünden hitaplar da bunun yansıması. Böylece o bireyi sahiplenerek ötekileştiriyor.

Oysa gerek ülkemizde, gerek dünyada engelliler ötekileştirilmek, sahiplenilmek, göz bağlayarak ya da tekerlekli sandalyeye oturarak empati ya da farkındalık çalışmalarıyla anılmak, duygusal hitapların öznesi olmak istemiyorlar. Her bireye tanınan bütün haklardan eşit ve erişilebilir biçimde faydalanmak, eğitim, ulaşım, kültür-sanat, fiziki çevre gibi bütün alanlarda farklılıkları kapsayan yaklaşımlara muhatap olmak istiyorlar.

 

Yeti düzeylerimiz ve diğer özelliklerimiz ne olursa olsun, bütün farklılıklarımızla bir arada huzurla yaşayabileceğimiz bir dünya temennisiyle 3 Aralık Dünya Engelliler Günü kutlu olsun.