Enpolitik Genel Yayın Yönetmeni Canboray Soykan “Tanju Cılızoğlu’nun Ardından…” başlıklı yazısında Türk basınının usta ismi Tanju Cılızoğlu’nun vefat haberi ile anılarını okuyucularıyla paylaştı. Soykan yazısında: “Anlattıklarının hepsini benliğimin en dip köklerine düğümledim.
Her düğümü zamanı geldiğinde çözüp gün yüzünde çözeceğim.
Bu toplumu aydınlatmak için hiç durmadan mücadele edeceğim.
Gereken tavrı her zaman koyacağım öyle yanardöner olmayacağım.
Yazdığımı da iyi yazacağım, çalakalem mürekkep savurmakla iyi yazılmıyor zira.
Ben onu hep hatırlayacağım, yolculuk boyu anlatacağım, unutmayacağım.
Hep ‘’Güzel yaşadım !’’ derdin ya, evet, sen güzel yaşadın Cılızoğlu…
Sen güzel yaşadın ve güzel bir adamdın, iyi ki vardın Cılızoğlu…
İyi ki yapraklarını döktüğün günlerde, günüme karışıp mevsimleri öğrettin bana Cılızoğlu…
Dizleri titreyen Canboray’a kendine güvenmeyi öğrettiğin için teşekkür ederim Cılızoğlu…
Teşekkür ederim Cılızoğlu…
Teşekkür ederim…
Tekrar görüşene dek güle güle…
Güle güle…” dedi.
Canboray Soykan’ın “Tanju Cılızoğlu’nun Ardından…’’ adlı yazısının tamamı şu şekilde:
‘’Şiir okumayan biri iyi köşe yazısı yazamaz!’’
Pek çok kez oturdum bu klavyenin başına yazı yazmak için ama zannediyorum pek azını yazmak bu kadar zor olmuştur benim için. İyi bir köşe yazısının nasıl yazılacağını size uzun uzun anlatan adamın ardından klavyenin başına oturup ölümü için köşe yazısı yazmak zormuş, öğrendim bunu da. ‘’Bak oğlum, iyi bir yazıda kullanacağın dil önemlidir. Sözcükler sudan yeni çıkmış gibi duru ama bir savaştan yeni çıkmış gibi ağır kokmalı. İyi bir yazıda dili iyi kullanacaksın ve gerekirse şiir de iliştiri vereceksin ! Şiir okumayan biri iyi köşe yazısı yazamaz !’’Bu öğütler hala kulaklarımda, seneler geçti ama hala yazı yazarken ilk günkü gibi aklımda…
Ve işte vuslat geldi…
Usta gazeteci Tanju Cılızoğlu dün akşam üzeri, bir süredir mücadele ettiği hastalığa onur sayısını verdi ve özlediği insanların yanına gitmek için buraları bıraktı. Bir akşam evinin balkonundaki oturmuş sohbet ederken bana telefonunu verdi. ‘’Şu numaraları siliver’’ dedi. Ben de ‘’Neden Tanju Amca ?’’ diye sordum. ‘’Öldüler’’ dedi. O gün anlamıştım günün birinde böyle bir yazı yazmak zorunda kalacağımı. Numaralar arasında geçerken Süleyman Demirel’i gördüm. ‘’Demirel’i de sileyim mi ?’’ diye sormadan edemedim. Tanju Amca da bana ‘’Hayır, onunla orada görüşene kadar numarası dursun’’ demişti. Ve işte vuslat geldi. Şimdi Kırıkoğlu’yla, annesiyle, anneannesiyle ve Demirel’le kemanlı, flütlü bir masa kurup yemek yemeğe hazırlanıyordur.
‘’Ben yazacağım !’’ demek…
Bundan 6 sene öncesi, yaşım 15 ve ben yazmaya, çizmeye hevesli bir gencim. Ama kalemime olan güvenim şüpheli. Okulun duvarları arasında bir şeyler yazılmış, bir şeyler çizilmiş hatta bunlar beğenilmiş de. Ama topluluğun karşısına çıkıp ‘’Ben yazacağım !’’ diyecek cesaret bulunamamış daha. Annem ve kimi öğretmenlerim bu konuda beni yüreklendirmek için gereken konuşmaları yapıyorlar, ben de sürekli düşünüyorum. ‘’Ben yazacağım !’’ demek büyük cüret, ben bunu nasıl söylerim ? Nasıl altından kalkarım ? Kendi içimde kendimle kavga ediyorum, içeride masumane şair yürekli bir kediyle; aksi mi aksi ihtiyar bir kedi hırlaşıp duruyorlar. Onlar hırlaştıkça işler zorlaşıyor, işler zorlaştıkça hırlaşmaların perdesi yükseliyor.
‘’Tamamen sen mi yazdın ?’’
Benim yazarlık davamın evde konuşulduğu günlerin birinde tesadüfen konuya vakıf oldu Ersin Amcam. Yazılarımı okudu ve zannediyorum ilk okuduğunda yazıları benim yazdığıma inanmadı. ‘’Tamamen sen mi yazdın ?’’ dedi kendine has üslubuyla. Amcam ilk bakışta sert görünür, yer yer sert çıkışlar yapmaktan hiç geri durmaz ama içinde dünyanın en yumuşak kalplerinden birini taşır. Bu tepkisinden ne düşündüğünü önce tam olarak anlayamadım. Ardından yazıların kopyasını istedi benden. Ben neden olduğunu anlayamadım evvela. Meğer amcam bu yazıları yakın dostu olan Tanju Cılızoğlu’na göstermek için istiyormuş. Onun onayını alıp alamayacağımı görmek, onunla yazılarım hakkında sohbet etmek istemiş. Amcama isteği üzerine yazıların kopyasını verdim ve ondan telefon beklemeye başladım.
O fular, o fötr, o çanta…
10 Gün kadar beklediğim telefon sonunda bir öğlen geldi. Amcam ‘’Tanju Bey, seni görmek istiyor. Akşama hazır ol ben seni alacağım’’ dedi. Dedi ama Tanju Bey kimdi, beni niye görmek istiyordu, ben orada neler konuşacaktım ? Bu sorular kafamı kurcalarken ben hazırlandım ve saati beklemeye başladım. Akşam amcam beni aldı ve Süleyman Demirel Kültür Merkezi’ne gittik. Ulusal gazetelerin genel yayın yönetmenliğini yapmış, Türk siyasi tarihindeki kırılma anlarını göbeğinde izlemiş, Demirel'e danışmanlık yapmış, İsmet İnönü’den demeçler almış ve kelimelerin piri olmuş Tanju Cılızoğlu'yla ilk kez böyle karşılaştım işte. Boynunda kırmızı fularıyla, kafasında fötrüyle, elinde içinden kağıtlar fışkıran çantasıyla birlikte bana bakıyordu. Önce gülümsedi, sonra da baştan aşağı süzmeye başladı beni.
‘’İyi bir yazar olacağınızı düşünüyorum.’’
Beni belki de birkaç dakika süzdü ve elindeki çantayı açtı, içinde kitaplar, yazılar, gazeteler olan o meşhur çantasının içinden benim yazılarımı çıkardı. Yazıları eline aldı, kağıtları incelerken benimle konuşmaya başladı. ''Delikanlı açıkçası sizi görmesem yazdıklarınızın bu yaşta bir gencin kaleminden olduğuna inanmazdım. Sizde çok ciddi bir cevher var, cevherler tanrıdan armağanlardır. Bu armağanlar doğru şekilde değerlendirilirse anlamlı hale gelirler. Ben sizin gelecekte iyi bir yazar olacağınızı düşünüyorum.’’dedi. Kağıtları elime tutuşturdu. Ben kağıtlara baktım ve toplam sekiz sayfalık iki yazının sadece iki cümlesinde çizikler vardı. Ben gülümserken ekledi hemen ‘’İsterseniz benim gazetemde birlikte çalışabiliriz.’’ İşte o an ‘’Annem haklıymış, çok haklıymış. Ben yazar olabilirim !’’ dedim. O günden beri yazmak konusunda zerrece tereddüt etmedim.
İyi ki bulaşmış…
O görüşmenin peşinden 1,5 sene boyunca sürekli bir aradaydık. Bir yandan okuldaki aktivitelerle meşgul oluyordum bir yandan da Tanju Bey’le birlikte Değişim41 Gazetesi için çalışmalar yapıyorduk. Şimdi geri dönüp bakıyorum da o 1,5 senenin içine ne kadar çok anı, ne kadar çok ders sığmış. Haber yazmayı Değişim41’de öğrendim, İlk söyleşimi Değişim41’de yaptım, ilk köşe yazılarım Değişim41’de çıktı. Hatta Trump’ın seçilmesine dair ilk köşe yazım da yine Değişim41’de çıktı. Hem çok keyif alıyordum hem de bazen kızıyordum Tanju Bey’e. Çok uğraşıp bir metin yazıyordum, Tanju Bey onu hiç beğenmemekle kalmayıp beni haşlamaktan da geri durmuyordu. Bu yazıyı bile bir yerlerden görüyorsa eminim ki şu cümleyi neden şöyle kurmamış diye kızıyordur bana. Şimdi dönüp bakıyorum da iyi ki her yazıp getirdiğimi beğenmemiş öyle. Onun tınıları geçti benim şarkılarıma, onun titizliği ve çalışkanlığı sirayet etti bana. Onun ustalığı bulaştı ellerime, iyi ki bulaşmış.
‘’Her zaman hareket et...’’
Bu 1,5 sene içinde bana en güzel hediyeyi verdi Tanju Bey. Beni kalemime inandırdı. Yeri geldi beni fena bozdu ama bu bozuşlarını hiçbir zaman baş başa olmadığımız bir anda yapmadı. Birlikte bir yerlere gittiğimizde veya beni birileriyle tanıştırırken ‘’Canboray, iyi yazılar yazıyor. Daha iyilerini yazacak ileride, göreceksiniz’’ dedi. İlk kitabımı çıkarıp çıkarmamak arasında kararsız kaldığım günlerde ‘’Şiir pişmek ister ama hareketsizlik en kötü hareketten kötüdür, hiç hareketsiz kalma, hareket et her zaman’’ diyerek yine beni destekledi. Kitap çıkar çıkmaz Değişim41’de ortada bir 1 sayfayı sadece kitap tanıtımına ayırdı. Tanju Bey’in 1 sayfayı bana ayırması, ne büyük sevinçti benim için. O sayfadaki her şeyi ilmek ilmek kendi eliyle nakşetti. Benim için yazdığı yazıda şöyle diyordu Tanju Bey;
CANBORAY ARTIK KİTAPLI ŞAİR
16 Yaş ergenliğe geçişin deli bozuk günleri.
Canboray, henüz 16’sında Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi öğrencisi, 10’uncu sınıf öğrencisi.
Canboray, beş yıldır şiir yazıyor. Bütün ergenlik çağına giren gençler gelgeç bir hevesle şiir yazar yazarlarda zaman bu lirizmi törpüler.
Canboray, şiire gelgeç gönül verenlerden değil. 16 Yaşında ilk kitabını eline aldı. Kitapçı vitrinlerine indirdi.
Canboray, benim topluma ve şiire olan ümidimi perçinledi. O artık kitaplı bir şair.
Şiirle yaşamak ve şairane olmak karda çıplak ayak yürümek gibidir. O karda çıplak ayak yürümeye karar verdi.
Canboray, hayatı boyunca çıplak ayak bastığı karlardan bir yol yaracak ve seneler seneler geçip gittiğinde o yol hep anılacak.
Canboray, ismi büyüyecek ve hatırlanacak.
O günleri ben görmem, benden yana az kaldı ama siz göreceksiniz.
Canboray, artık kitaplı şair, yolu aydınlığa olsun.
Tanju Cılızoğlu
Yahya Kaptan, 2 Ocak 2017
Güzel yaşadın Cılızoğlu !
Benim kitabın imza gününden birkaç hafta önce Tanju Bey’in ‘’Güzel Yaşadım’’ kitabının imza günü vardı. Tabii ki oradaydık, orada tüm fotoğrafları ben çektim. Lazım olan bir şey var mı diye hep tetikteydim. Yoğunluğun ardından samimi olanlar salonda kaldığında, hep birlikte bir masanın etrafına oturduk. Tanju Bey söze girdi. ‘’Ben güzel yaşadım, hatırlamadıklarımı yaşamadım sayıyorum. Ben ölünce öyle sakın ağlamaya falan kalkmayın. Güzel bir şarkı dinleyin ve yanında güzel bir şarap için. Ben güzel yaşadım !’’ Masadaki herkes gülmüştü ama herkesin gülümsemesinin içinde bir muğlaklık vardı. Bu muğlaklık da bunun çok uzun seneler sonra gerçekleşmeyecek olmasının gerçekliğine dayanıyordu. Sıra benim imza günüme geldi ve uzun sayılabilecek bir konuşmada bana olan inancından bahsetti. 80 küsur yaşına rağmen oraya gelmişti, orada konuşmuştu ve onlarca kitabımı alıp ‘’Ben bunları bazı dostlara götüreceğim, senin için de önemli’’ diyerek belki günlerce kitaplarımı o çantasında taşıdı, kimin aklı erer onun işlerine ?Benim imza günümde de Tanju Bey sona kalanlardan biri oldu salonda. Günün sonunda beni kenara çekip ‘’Seni tebrik ediyorum, bu organizasyon tebriği hak ediyor. Bu yaşta bu kadar insanı bu salona doldurmak kolay iş değil. Bu yaşta bir organizasyon ancak bu kadar iyi olabilirdi. Annen, baban, amcan, ailen ve dostların da seni çok seviyor, kıymetini bil ve her zaman şükret’’ dedi.
Siyasi tarihimizle ilgili çok önemli ve öyle herkesin de bilemeyeceği ayrıntıları paylaşırken sohbetin sonunda hep ‘’Bunları unutma sakın ! Yarınlarda bunları sen anlatacaksın, bu toplumu aydınlatanlardan olacaksın sen. Hele bir üniversiteyi bitir, seninle neler yapacağız göreceksin !'' diyordu bana.
Bugün 24 Ocak 2021 ve Tanju Cılızoğlu dün akşamüzeri 87 yaşında öldü.
Bense hala üniversitedeyim.
Anlattıklarının hepsini benliğimin en dip köklerine düğümledim.
Her düğümü zamanı geldiğinde çözüp gün yüzünde çözeceğim.
Bu toplumu aydınlatmak için hiç durmadan mücadele edeceğim.
Gereken tavrı her zaman koyacağım öyle yanardöner olmayacağım.
Yazdığımı da iyi yazacağım, çalakalem mürekkep savurmakla iyi yazılmıyor zira.
Ben onu hep hatırlayacağım, yolculuk boyu anlatacağım, unutmayacağım.
Hep ‘’Güzel yaşadım !’’ derdin ya, evet, sen güzel yaşadın Cılızoğlu…
Sen güzel yaşadın ve güzel bir adamdın, iyi ki vardın Cılızoğlu…
İyi ki yapraklarını döktüğün günlerde, günüme karışıp mevsimleri öğrettin bana Cılızoğlu…
Dizleri titreyen Canboray’a kendine güvenmeyi öğrettiğin için teşekkür ederim Cılızoğlu…
Teşekkür ederim Cılızoğlu…
Teşekkür ederim…
Tekrar görüşene dek güle güle…
Güle güle…
Ölüme inanırız da, beklemeyiz.
Bedene bütün belirtiler iner de, konduramayız.
“Allah'tan umut kesilmez” avutması, yaşama tutunmanın kaçınılmazlığıdır.
Yaş 82...
Lütfedilen bir ömrün kıyıcığına vardı.
Geriye ne kaldı, belli mi?...
Belli...
Az kaldı.
Tek sevincim, giderken bir mikroba değil, doğanın mutlakiyeti ecele yenilmek.
Artık sıramızı savmak için ağaçlara, kurtlara, kuşlara, sevenlere, kızanlara hadi eyvallah diyeceğiz.
Bu anıların yayınlanması sonrasında zaman elverirse, gideceğimiz son yeri ve dostlarla son buluşmayı da kendimce nakışlayacağım.
Ölümüm de yaşadığım gibi olsun.
Varacağımız yeri önceden bilmek, yani görücü usulü ölmemek. Hacı Bektaş'ta İlhan Selçuk, Turhan Selçuk dostların yattıkları yerde, düşündüğümce önceden yapılmış bir mezar... Öyle şatafat, görkem değil, yalın sade bir son mekan...
Ve nerede ölürsek, son yolculuğa, dostlarımızın zamanları uyarsa, elleri ne kadar değerse, bir veda beraberliği...
Kimse ölümüme üzülmesin.
Hele sevenlerim hiç ağlamasınlar isterim.
Dostlarım, yol boyu ansınlar beni. Ve gömü işim bitince, dönerken saz ustalarının eşliğinde, Hacı Bektaş'ta gönüllerince bir akşam yemeği yesinler.
Uyarına gelirse toprağa bıraktıkları yerde, mezarımın başında flütlü, kemanlı, gitarlı minik bir dinleti olsun.
Hüzün dağılsın.
Hüzün sıvaşmasın dostlarıma.
Ve ben ola ki duyarım o konseri...
Üstümü örten toprağın içindeki tüm canlılar ve dahi komşularım duyarlar.
“Hoş geldin!” derler. “Hoş geldik!” deriz.
Tanju Cılızoğlu, 2016