Sitemiz köşe yazarı Dr. Göktan Ay, Prof. Dr. İbrahim Ortaş (Çukurova Üniversitesi) ile “Öğretim Üye Yükseltme Ölçütleri” ile ilgili yapılan söyleşiyi siz değerli okurlarımızla paylaşıyoruz…
AY: YÖK ve Üniversiteler bilim yapabilecek bilgi ve koşullara sahip insanları belirlemeyi sağlayacak ölçütleri geliştirmedi mi?
ORTAŞ: Sorun; bilim-üniversite ve işleyişinin evrensel ölçekte tanımlanamaması ve doğasına uygun olarak yönetilmemesidir.
Kök Soru: Üniversitelerde akademik kadroların yetiştirilmesi ve nitelik arayışında işin doğasına uygun ölçütlerin olmamasıdır.
Türkiye’nin öncelikle “balık yiyen değil, balık tutmasını bilen” yetişmiş insan gücünü yetiştirecek, eğitim kurumlarını özelliklede üniversitelerinin öncelikle uluslararası standartların üzerine çıkaracak şekilde amacı, niteliği ve hedefi belirlenmiş konuma kavuşturulması gerekir. Üniversite ortamına seçicilikle alınacak seçkin akademik kadroların belirlenmesi bir iş kapısı olmasının ötesinde akademik yaşam biçimini benimsemiş, akademik bilgi alt yapısı gelişmiş, analitik düşünme, sorun çözme becerisi ve bilgi üretme yeteneği kazanmış, çalışma isteği ve disiplini olan insanlardan oluşması ölçütlerin dikkate alınması gerekir. İşin özel yetenek ve beceri gerektiği gerçeği ile işi yapacakların yetenek ve alanın yeterlikleri ve sürekli öğrenme becerilerine sahip kişiler arasında belirlenmesi için bilinen üniversite ilkelerinin dikkate alınması gerekiyor.
Araştırmama görevliliğinde, yetenek, yeterlilik bilgisi yanında dil bilgisi gerekliliği aranması, doktora tezlerinin nitelikli yapılması kaliteli insan yetiştirmek için önemli gereklilikler. Öğretim üyeliğine geçişte, denme dersi ve nitelikli akademik dergilerde yayın yaptığını gösteren yayın dosyaları istenebilir. Doçentlik tezi, denem dersi ve sınav yeniden getirilmeli. Profesörlükte kişinin kuruma ne tür yenilik kazandıracağı, ideaları, hipotezleri ve çalışmalarında oluşan çalışmaları gibi uluslararası ölçekte uygulanan gereklilikler istenebilir.
Konuya ilişkin geçmişte üniversitelerimizde de uygulanan ve gelişmiş üniversitelerdeki, Araştırma görevliliği, doçent ve profesörlük kadrolarına atamada aranan niteliklere ilişkin derlediğim bilgi ilgi duyanalar için aşağıdadır
AY: Son yıllarda üniversiteleri toplum nezdinde değersizleştiren çok sayıda nepotist, kayırmacı, liyakatten uzak atamalar kamuoyuna sıkça yansımakta. YÖK’ün yaptığı değişiklikler hakkında ne düşünüyorsunuz ve önerileriniz nedir?
ORTAŞ: Üniversitelerde yaşanan bu yaklaşımlar, hatta nerdeyse kişiye özel ilanların veriliş şekli YÖK’ünde dikkatini çekmiş ve zorunlu olarak yönetmenlik değişikliğine gitmiştir. Resmî Gazete ’de yayımlanan değişiklikle, yönetmeliğin “genel şartları” düzenleyen maddesine “İlana başvuru koşulu olarak adayların lisansüstü tez veya uzmanlık tezi adlarının bir kısmı veya tamamı yazılamayacağı gibi, ilanda sadece belirli bir adayı tanımlayan özel şartlara yer verilemez” cümlesi eklendi. Genelde üniversiteler gibi kurumlarda, özellikli niteliklere sahip kişilerin amaca uygun olarak, kendi alanının en iyileri içinde özenle seçilmesi gerekir. Aday arayışı özerk üniversite marifeti ile ihtiyaç duyulan alan, kadro derecesi belirtilerek Basın İlan Kurumu aracılığı ile ilan edilerek ilgililerin bilgisine sunulur. İlanlarda, aranan öğretim üyesinin çok (kişiye) özel eğitim ve çalışma alanı ayrıntılı bir biçimde tanımlanmadan verilmesine özen gösterilir. Ancak neredeyse “kişinin ayakkabı numarası” yazılı diye basının “tiye” aldığı bazı ilanlarda, bu kadar da olmaz dedirtecek şekilde, alınacak öğretim üyelerinin adı da önceden yazılmıştı, hatta büyük bir skandala imza atılan bu ilanda alınacak adayların isimlerinin yanında çeşitli notlar da alınmıştı. Anlıyoruz ki ilan kurum kültürü ciddiyeti ile dikkatlice hazırlanmamış ve hiç kimse okumadan basın ilana gönderilmiş. Basın ilan ve gazetedeki sorumlular da okumamışlardır ilandaki bilgileri. Sayısız örneklerden sonra, YÖK’ün 9 Mart 2021 tarihli resmî gazetede yayınladığı önemli, ancak yetersiz yönetmenliği çerçevesinde; Araştırma görevlisi ve Öğretim üyesi alımlarında üniversitelerin niteliğine ve saygınlığına zarar vermeyecek, liyakate dayalı nitelikli ölçüte kavuşturacak bir düzenleme gerekiyor. YÖK’ün de rahatsız olduğu, kayırmacılığın giderilmesi ve yapılan düzenleme olumlu, fakat hem yetersiz hem de sorun çok derin.
YÖK’ün yönetmenliğinin de altının doldurulması için ölçüt getirmek gerekir. Tabii öncelikle üniversitenin ne olduğunun temelden bilinmesi, ona göre de ölçütlerinin belirlenmesi ve benimsenmesi gerekir.
Üniversiteler bilimsel yöntemler ışığında araştırmaların yapılıp bilginin üretildiği ve yayıldığı, bilim, felsefe ve her türlü düşüncenin en üst düzeyde kabul görüp özgürce tartışıldığı, öncelikle ülke ve insanlarının karşılaşabilecekleri sorunları önceden fark edip gerekli önlemleri belirleyen, insanların gelişimi ve refahını arttıracak yeni araştırmaları kendine amaç edinen özerk kurumlardır. Üniversite ortamı, ortalama bilgi ve kültür alt yapısı üzerine ulaşmış, felsefi tartışma (bilgi sever) ve analitik düşünmeyi öğrenmiş, araştırma ve sorgulama becerileri gelişmiş, çağının en üst düzeyde yetkinliklerini kavramış, sorumluluk almaya hazır ve sorun çözme metodolojisine sahip nitelikli insanların bir araya geldiği bir ortamdır.
Üniversiteler, siyasetin kişilerin gönül düşüncelerinde var olduğu bilinen, ancak olay ve olgularda objektif olarak her zaman doğa ve insandan yana taraf tutan evrensel kurumlardır. Bilim insanlığı bu bağlamda bir meslek değil, tüm benliğiyle benimsenmiş özel bir yaşam tarzıdır/ biçimidir.
Bilim insanı, dünyanın her yerinde, bulunduğu konum ve görevi (misyonu) gereği, temelde bilinenlerden ve bilinmeyenlerden yola çıkarak, yeni bilgi ve düşünceleri üretme, ürettiklerini toplum yararına söyleme, yazma ve uygulama hakkına, doğal olarak sahip olan kişidir. Bilim insanının en önemli özelliği, salt bilgi üretmenin ötesinde, ürettiği bilgiyle ilgili olgu ve olayları tartışma ve yorumlama birikimi ve becerisine sahip olmasıdır. Bu nedenle, evrensel ölçekte akademik kadrolar oluşurken aşağıdan yukarıya doğru bütün aşamalarda liyakat, bilgi, yaratıcılık, analitik ve eleştirel düşünce becerilerine sahip olma, sorumluluk alma gibi birçok kriter değerlendirilir. Geçmişte yapılan araştırma görevlisi sınavlarında ezbere değil, çok yönlü sınav soruları ile adayın bilgiye ulaşma ve bilgi üretebilme becerisi belirlenmeye çalışılmıştır. Sonra da sözlü sınav ile kişinin amaç ve hedeflerinin olup olmadığı, analitik düşünme becerisi ölçülürdü. Akademisyen Sınavlarında kişinin alan yeterliliği kadar, sorumluluk alma yeni bir şey söyleme, kuruma yeni bir bakış açısı kazandırması da işin doğası gereği aranmıştır. Bu da ancak özerk kurumlarda gerçekleşebilir.
AY: Ülkemizde, bilim insanı seçimi doğru yapılıyor mu? Nelere dikkat edilmelidir?
ORTAŞ: Bilim insanı seçiminde kişinin her yönü ile irdelenmesi önem taşımaktadır. Duygusal zekâlı sorun çözebilme becerisi, bilgi düzeyi yanında sosyal ve kültürel birikimi de rol model olması nedeniyle önemsenmektedir. Üniversiteye alınacak bilim insanı seçiminde insani yönü, kişilerin duyguları ve beklentileri elbette önem taşımaktadır. Ne yazık ki ülkemizde akademik kurum kültürü yerleşmediği ve üniversite bir işyeri gibi görüldüğü için, bilim insanı adayını belirleme sürecinde istenmeyen tartışmalar yaşanmaktadır. Tıpta uzmanlık sınavlarında geçmişte yaşanmış sorunlara çözüm olarak, başta Tıp Fakültelerine merkezi sınav TUS ile uzman alımı çok tartışılmış ve diğer fakültelerde de Lisansüstü ve akademik aşamaya başlamada LES, ALES ağırlık puanı sürece katılmıştır. Ancak bu sefer de basına yansıyan haberlerde, ÖSYM sınavlarında soruların çalınması sonucu, çok sayıda kişinin hak etmeden başkasının önüne geçtiği belirtiliyor. Hak etmedikleri halde başkasının önüne geçmekle kalınmıyor, aynı şekilde önemli kurumların köşe mevkilerini tutan bu insanların çalıştıkları kurumları da çalıştırmadıkları sıkça vurgulanmaktadır.
Açıkçası işin doğasına uygun doğru kişi belirlemede ne ölçü getirebildik ne de haksızlık yapmamayı öğrenemedik. Bu da bugün yaşadığımız birçok sorunun temelini oluşturmakta, yansıması ise az gelişmiş bir toplum görünümüdür.
Üniversitelerde açılan kadrolara liyakatsiz kişilerin yerleştirildiği ya da adrese teslim kadro ilanları açıldığı gibi iddialar basına çok sık yansımaktadır. Üniversitelerdeki akademik kadrolara torpilli kişilerin alınması üniversite gibi bilgi, analitik ve soyut düşünme yeteneği, çalışma azmi gerektiren kurumlara ciddi zararlar vermektedir. Eğer insan yetiştirecek, her yönü ile nitelik sahibi olması gereken bilim insanınız yetersiz ise, orada ülkenin geleceği için gerekli nitelikli insanların yetiştirilmesi de imkânsız olacaktır.
AY: Akademik kadroların oluşmasında üniversitelerde taammüller var mı?
ORTAŞ: Bölümlerde boşalan akademik kadro veya yeni alınacak öğretim üyesi için ilgili kadro ilanla aranır. Kimin ve nasıl atanacağı çok uzun ve kritik incelemelerle, akademik CV’ler ve sınavlar sonrası, bölüm akademik kurulunun titiz sorgulaması sonucu belirlenir. Açıkçası duygusallık yerine, akıl süzgeci ve bilimin geleceği dikkate alınmaktadır.
Üniversiteler akademisyen seçimini doğru yaparsa eminim ki kendi bölüm başkanını, dekanını ve rektörünü de doğru seçecektir. Bugün yaşanan birçok tartışma da kendiliğinden sona ermiş olur. Üniversitenin dinamikler yerine, işin doğasına ve yetkinliğine uygun olmayan akademik kadrolar ile gideceği yer buradan daha ilerisi olmayacaktır. Son TÜBA 2020 ve YÖK bildirimlerinde de anlaşıldığı gibi, ülkemizin bilimsel verimliliği, akademik başarısı ve uluslararası kredisi düşüktür. Türkiye üniversiteleri nicel büyümesini tamamladı ve kaliteye önem verme yol ayrımında. Artık ciddi akademik ölçütler geliştirme zamanı geldi ve geçiyor. 21. Yy da çağının gerisinde kalmayı istemiyorsa konunun doğasına uygun uluslararası ölçütlere göre yürütülmesi gerekir.
AY: Üniversitede, akademik kadro alımlarında; “bilgi ve liyakat” neden önemli?
ORTAŞ: Kamuoyuna yansıyan haberlerde, kadrolara alınan kişilerin akademik kaygılar ve toplumun bilim ve eğitim düzeyini yukarı taşımaktan çok güvenilir bir iş arayışı ve statü arayışına girdikleri görülüyor. O zaman bu anlayışın üniversiteleri iyi üniversite değil, devlet dairesine dönüştürdüğü algısı oluşuyor. Bilim, araştırma, sanat ve eğitimi geliştirip yüceltecek nitelikli insanları daha üst perdeden, işin niteliğine göre seçerek ülkenin nitelikli insan gücü oluşturmamız için ölçüt geliştirmemiz gerekir.
Sıradan halkın çocuklarının cumhuriyetin yarattığı fırsat eşitliği sayesinde, eğitim yolu ile aşağıdan yukarıya doğru yükselmesinin mümkün olduğu güvencesi öğrencilere verilmelidir. Genç akademisyenlerin kadroya alımında, seçimi ve hak ediyorsa, hakkını hiçbir dış etkiye bakılmaksızın alacağı duygusu mutlaka verilmeli. Ona göre öğrenciler lisansta, varsa hedeflerine uygun olarak çalışmalıdırlar. Yoksa başta üniversiteler yaratıcılıktan ve yenilikten uzak birer kuru ağaç görünümüne dönerler ki bunun hiç kimseye faydası olmaz.
AY: Çözüm için önerileriniz?
ORTAŞ:
1/Lisansüstü araştırmacı alımında aranması gereken ölçüt öneriler: Akademik yaşamın en çok öğrenilen ve üretilen dönemini doktora eğitimi sağlamaktadır. Bu dönemde çok yönlü bilimsel metodoloji, bilim tarihi, bilim felsefesi eksenli bir eğitim yanında nitelikli araştırma yapılmaktadır. Asıl olan doktora olup diğer unvanlar bu eğitimde kazanılanların üzerine eklenen bilgi, beceri ve birikimler sayesinde kazanılmaktadır.
Lisansüstü eğitime alınacak adayların belirlenmesinde mevcut ALES sınavı amaca uygun kişinin akademik yeterlilikleri yanında, akademik önceliklerini de belirleyecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Ezbere kitap bilgisi değil, kişinin yaratıcılığı, arzu düzeyi, sahiplenme duygusu, algı ve geleceğe bakışı de değerlendirilmelidir.
2/ Bölümlerin Araştırma Görevlisi kadroları, gelecek planlamaya göre belirlenmeli:
Mevcut durumda Ar-Gör kadroları için verilen ilanlarda “uygun adayınız yoksa ve kadroya uygun aday bulunmamıştır” dediğiniz anda bir başka zaman aynı kadroyu kullanamıyorsunuz. Aslında kadro her zaman birimin kadrosu olarak kalmalı, uygun aday bulunduğu zaman kullanılmalıdır. Eğer uygun aday yoksa başka şansınız yok anlayışı mutlaka değişmeli. Bu durumda istenmeyen kişiler Ar-Gör kadrosuna alınmaktadır. Ar-Gör alımı için fiks sınav tarihine esneklik getirilmesi gerekiyor. Birçok sınavda zorunlu olarak, aranan yeterlilikler sağlanmadan, kadromuz yanmasın diye, adayların alındığı sıkça belirtilmektedir. Ar-Gör ilanlarında ilanlar herkese açık genelleştirilmeli. Sınavlar nitelikli yapılmalı, uygun aday belirlenmemişse başak sınavlar yeniden düzenlenebilmelidir. Öneri olarak, ilk kadroya alınmada çıta biraz seçici olarak yüksek tutularak, ALES sınav başarısı 75, yabancı dil bilme düzeyi en az 60 puan şartı aranabilir. Mümkünse dil sınavı test yerine yazılı ve konuşmayı da içermelidir.
3/ Öğretim üyeliği kadrolarına atama ilkeleri uluslararası ölçeklere yakın olmalı: İlk Kadro Alımında Aranması Gereken Öneri Ölçütleri Birçok gelişmiş ülkede, doktora sonrası belirli bir süre izlenen potansiyel adaylar daimî kadroya Doçentlik unvanı ile ders veren sıfatı ile kadroya alınır, bizdeki eski Yardımcı Doçent. Bugün öğretim üyesi alımlarında üniversitenin kendi akademik atama kriterlerine göre ilan ve arkasında bir dizi arama faaliyetleri ile seçilerek kadroya alınılır. Her şeyden önce adayın doktora konusu, doktoradan üretilen yayınlar, doktora sonrası post-dok süreci, yayınları, deneyim ve başarılarını yansıtan CV’si belirli komisyonlarca incelenir. Potansiyel adaylar akademik kurul üyeleri ile tanışır, adayın mutlaka çalışmaları ekseninde seminer vermesi istenir. Seminer kişinin ders anlatmanın ötesinde, konuşma kabiliyeti, bilgi düzeyi, bilimsel idealarını belirlemede önemli bir ölçüt oluşturmaktadır. Sonra da seminere katılan öğrenci ve hocaların kararı dikkate alınmaktadır. 11 Ekim 2015 tarihli Hürriyet gazetesinde Tolga Candaş’ın görüştüğü, Nobel Kimya ödüllü Prof. Dr. Aziz Sancar “Hatırlıyorum ABD’de ilk denememde bir öğrenci çocuğunun “Onu ilk gemiye koyup Türkiye’ye geri yollayın” dediğini hatırlatmıştı. Ülkemizde bence uygulamaların yapılması için hiçbir engel bulunmamaktadır.
Akademik kadroya alınacak kişinin sağlanacak imkânlarla en az bir yıl yurtdışı bir kurumda araştırma yapmış olması, Q1 derecesindeki dergilerde makalesinin olması, uluslararası kongrelerde sözlü sunum yapmış olması akademik kalitenin sağlanması ve artmasına ciddi katkı sağlayacaktır.
4/ Doç. ve Prof. kadroları, araştırmacı alımında şu ölçütler aranabilir;
Doçent kadrolarında belli ölçütlerin olması mutlaka sağlanmalıdır. Avrupa’da halen doktora derecesinden sonra “habilitasyon” adlı bir bilimsel bir araştırma ve tez hazırlanma süreci daha bulunmaktadır. Habilitasyon çalışması doçentlik sınavı karşılığı olarak, Avrupa ve Asya ülkelerinde en yüksek seviyeli akademik sınav olarak uygulanmaktadır.
ABD'nde doçentlik bir bakıma üniversitede akademik özgürlüğü güvence altına alan 'tenure', ömür boyu iş garantisi şeklinde de değerlendirilebilen yükselme anlamında değerlendirilmelidir. ABD’de Doçentliğe giden süreç üniversiteden üniversiteye değişmekle birlikte 6 ve 7 yılın sonunda, üniversite kendi ölçütlerine göre doçentlik koşullarını belirler ve yetkin profesörler adayın dosyasının üniversite ölçütlerine uygun olup olmadığını Değerlendirirler.
Ülkemizde merkezi bir sistemle belirlenen yabancı dil bilgisi ve minimum sayıda makale sunan adaylar doçent olmaya hak kazanmaktadır. Bazı üniversiteler kendi kurallarını koymakta, ancak çoğu zaman konu mahkemelere yansımaktadır.
Türkiye’de de mutlaka “habilitasyon”, benzeri geçmişte uygulanan doçentlik tezi, deneme dersi yanında üniversiteler akademik kalite çıtalarına uygun olarak akademik kadrolarını belirlemelidirler...
Profesörlük Kadroları: Doktora ve doçentlik süreçleri nitelikli olmadığı zaman profesörlükte eleştiri konusu olmakta ve değişik sorunlar yaşanıyor. Bazı profesörlerin yetersiz bilgi ve önyargılarla yaptıkları açıklamalar basın ve kamuoyunda ciddi eleştirilmektedir. Bunları engellemek için profesörlük unvanının da daha sıkı elemeler ve ölçütlere dayandırılması düşünülmelidir. Doçentlikten sonra 5 yılını tamamlamış, Üniversiteye ne tür yenilik getireceğini bilmeyen, herhangi bir ideası ve hipotezi olmayan, nitelikli bir dosyası olmayan ve herkese profesörlük kadrosu verilmemeli. Hele araştırma üniversitesi ideasındaki yerleşik üniversitelerin çıtayı artık yükseltmesi, kaliteden taviz vermemesi, üniversitenin topluma güven vermesi bakımından önemlidir. Üniversitenin kurucu fakülteleri ve birimlerin akademik kadro ilkelerini çoktan ölçütlere bağlamış olması beklenir.
Ayrıca akademik kadro başvurularını değerlendirecek jüri üyelerinin belli bir birikimi ve yayınının olması gerekir. “Herhangi bir makale yazmamış, bir tane bile TÜBİTAK projesi yazmamış veya katılmamış kişiler jürilerde görev almamalı. Dünyanın hiçbir yerinde kimse bu kişileri bırakın jüri üyeliği, kadroya bile almaz.
5/ Akademik kadroların görevde yükseltilmesinde jüri üyelerinin Akademik Yeterliliği aranmalıdır:
Öğretim üyesi jürileri ve dosya değerlendirmede 3 değil, en az 6 jüri üyesi (3 üye kendi kurumu, 3 üye yurtiçi Üniversiteler) olmalı. Üniversitelerden, Liyakate dayalı hak edene hakkı verileceği duygusu yaratılmayıp nepotist yaklaşımlar engellenemezse toplumun güveninin kaybolacağı bilinmelidir.
Son olarak, üniversitelerimiz ve bilim kuruluşlarımızın uluslararası konuma ve saygınlığa kavuşması hepimizin dileğidir. O zaman bugün yaşanan pek çok sıkıntı, dekan ve rektör atamaları da çok az konuşulur olacaktır. Ülkemiz üniversitelerinin özerk konumu ile desteklendiği taktirde dünya çapında nitelikli bilim ve araştırma yapacak kadroları üreteceğine olan inancım tamdır. Yeter ki bilim ve üniversite kendi bilim işleyişi doğasına uygun ortam bulabilsin.
AY: Teşekkürler…
ORTAŞ: Ben teşekkür ederim…