Prof. Ortaş; “Soyut düşünme ekseninde sanatın yaratıcı düşünce için önemi var mı?

Prof. Ortaş; “Soyut düşünme ekseninde sanatın yaratıcı düşünce için önemi var mı?

Sitemiz köşe yazarı Dr. Göktan Ay, Prof. Dr. İbrahim Ortaş (Çukurova Üniversitesi) ile “Soyut Düşünme ve Sanatın Yaratıcı Gücü” ile ilgili yaptığı konuşmadan bölümleri veriyoruz.

AY:   Doğadan Öğrenen ve Doğayı Sanat Yolu ile Taklit Eden İnsan Gelişmeyi Nasıl Sağlar?

ORTAŞ: İnsan olma bilincine ulaşan insanın çevresinden öğrenmeye başladığı ve çevresini sorguladığı için beyinsel gelişimini arttırdığı belirtilir. İnsanlığın bugün kazandığı bilgi birikimi zamanla yılların sezgi, sorgulama ve deneyleri ile oluşmuştur. Son yıllarda doğanın yasalarının deşifre edilmesiyle kazanılan bilginin yeniden doğanın taklit edilmesi için kullanılması yaşamı kolaylaştırmıştır. Burada önemli konu doğadan öğrenilenler ile doğanın taklit edilmesi ve yaratıcılıktır Doğada gördüğümüz renkler, dağlar taşların yapısı, farklı renklerdeki gökyüzü, bitki, hayvan, börtü böcekten ne öğrendik diye sorduğumuzda/sorguladığımızda bilgilerimizin çoğunun doğadaki farklılıkları daha iyi gözleyen duyarlı insanlardan kaynaklandığı anlaşılır.

AY:  Doğa, Sanat İçin Bir Yol Gösterici mi Oluyor?

ORTAŞ: Sanat beyinsel faaliyetler sonucu kurgulanan ve yaratıcı düşünce ile birlikte oluşan bir beyin, ruh ve hayale dayanan sezgiselliktir, yaratıcılıktır, estetik ifade becerisidir. Ancak el ile göz ile ağız ile gerçekleştirilen ve zanaat denilen aktiviteler de vardır. Ülkemizde sanat yapmak ile zanaat yapmak çoğu zaman birbiri ile karıştırılmaktadır. Sanat bir duygunun, bir düşüncenin, hayalin, bir tasarı ya da güzelliğin insan beyninde oluşturduğu estetik yapıdır. Zanaat ise insanların maddi gereksinimlerini karşılamak için öğrenimle birlikte deneyim, beceri ve ustalık gerektiren işlerin sonradan kazanıldığı uğraş.

Sanat yapıtı daha çok özgün ve benzeri nerdeyse yoktur. Resim ve yontu bir sanat aktivitesidir. Zanaat eseri tekrarlanabilen özelliktedir.

AY: Yani, İnsan Doğadan  Kopya mı Çekmektedir?

ORTAŞ: Sanat doğadan mı kopya çekiyor? Sorusuna, Lucius Annaeus Seneca “Bütün sanat doğanın bir taklididir” der. Bilim de aslında doğayı taklit ediyor. Çünkü doğa insan için besin kaynağı ve barınma ortamı ve insan da doğanın bir parçası. Onun için insan doğaya hayran ama yaşamak için onu yok da edebilmektedir.

Doğa bu süreçte çok öğretici ve yol gösterici olmuştur. İnsan yaşamını kolaylaştıran birçok yapıtın karşılığı doğada mevcut. Barajlar doğada kunduzların suların önüne çalı yığarak göle çevirmesinden taklit edilmiştir. Uçak kuşun uçuşundan, deniz altı yunuslardan, gemi suda yüzen ördeklerden esinlenerek geliştirilmiştir.

AY: Sanat, Hem  Felsefe’ye, hem  Bilim’e Işık mı Tutuyor?

ORTAŞ: Sanatın felsefi bir yönü vardır. Bir eser hakkında düşünsel bir uğraş ve anlayış doğuramıyorsa felsefi bir yaklaşım da yaratamaz. Sanat, eserini düşündürüyorsa ve kendisini konuşturuyorsa sanattır ve böylece zaten felsefi bir anlayışa da sahip olur. Francis Bacon, güzel sanatları; “insanın elinin, kafasının ve kalbinin birlikte çalıştığı şeylerdir” diye ifade eder. Sanatın soyut düşünme becerisi kazandırdığı için kişinin yaratıcılığı artmaktadır. Bu bağlamda sanatın önemli bilim ve teknolojinin gelişmesi katkısı daha iyi anlaşılmaya başlanmıştır.

Kopya, takti öykünme konusu eskiden beri bilinen ve başvurulan bir yöntemdir. Sanat bu bağlamda suçlanmıştır da. Ancak sanatın esinleneceği kaynak nedir? diye sorulursa, yine doğadır denir. Binlerce yıl öncesi mağaralara kazınan resimlerinde de görüldüğü gibi, insanlar doğadan esinlenerek gördükleri figürleri iletişim aracı olarak işlemiştir. Doğadaki her yapı sanat uygulamasının temel kaynağını oluşturmaktadır. Bugün hiçbir yaratıcılık ürünü yoktur ki doğada bir karşılığı olmasın. Çünkü her nesnel olay ve olgunun bir maddi temeli varsa yaratılacak her işlem de mutlaka doğaya yani fiziğin, kimyanın ve biyolojinin yasalarına uygun olmak zorundadır.

Diğer bir anlamıyla sanat doğadan esinlenerek bir şeyi tanıtma ve bilgilendirme işi görmektedir. Bir şekilde bir bilgiyi, bir olguyu farklı şekildeki anlatımla insanlara bildiriyor ve bilgi peşinde olan insan da ondan zevk aldığı için konuyu daha iyi benimsiyor ve içselleştiriyor. Çoğu insan için resim hiç bir şey ifade etmiyor. Hatta diyorlar ki ne anlıyorsunuz portrelere bakarak. Kişi ne aradığını bilmese etrafındaki hiçbir şeyin anlamı yok demektir/olmaktadır. Bazı toplumlarda inançları gereğince resim benimsenmez. Ancak bugün batının gelişmişliğinin temelini/kaynağını oluşturan Rönesans’ın temel başkaldırı çıkışı da resim ve sanat yapma talebi ile başlamaktadır. Sanat ve resim batı dünyasında hayal gücünün gelişmesi, üç boyutlu düşünme ve onun arkasında birçok bilimsel alanın oluşması ve ortaya çıkmasına yol açtı. Bilimsel bilginin tekrar pratiğe uygulanması ile teknoloji yaratıldı.

Çoğumuz uçan kuşu ve uçağın da havada kuş gibi uçtuğunu görüyor. Fakat kuşun nasıl uçtuğunu veya uçağın kuş benzeri bir mekanizma ile uçtuğu konusunu çok düşünmeyiz. Uçağın nasıl uçurtulabileceğini bilmek ayrı bir bilgi ve sezgi. Sezgiden sonra yeni ve uygun bilgiler (teknoloji) üretmek için taklidini yapabilmek ve ölçüm gerekir. Kuş neden uçuyor sorusu ile felsefe, nasıl uçuyor sorusu ile bilim yapıyoruz. Kulun nasıl uçtuğunu öğrenince bunu günlük hayatımıza uyarlayınca teknoloji üretmiş oluyoruz. Kuş neden uçuyor sorusu saçma gelebilir. Sezmek ve sorgulama sonrası kuşun uçuşunu sağlayan mekanizmaları belirlemek için ileri düzeyde biyoloji ve fizik bilimi araştırmaları yapmak gerekiyor. Biyoloji ve fizik bilimi kullanarak uçağı yapmak için tek başına yetmiyor olmalı ki çoğu toplum halen uçak yapamıyor. Hayal etmek, olayı zihinde boyutlu olarak canlandırmak ve taklit ederek prototipini gerçekleştirerek sonrada gerçeğine dönmek gerekiyor. Bu bağlamda felsefe ve bilim sanat ile iç içe ve bir bütünlüğü oluşturduğu görülmektedir.

AY; Her Bakan Görür mü?  Gördüğünden Zevk Alır mı?

ORTAŞ: Eğer resme bakan orada anlatılmak istenen mesajı görmez ve vermek istediği mesajı ve bilgiyi almaz, algılamazsa doğal olarak ortamdan zevk almaz, ama anlarsa mutlu olur. 'Görmek, yaratmanın başlangıcıdır. Henry Matisse 'Görmek, yaratmanın başlangıcıdır' demiştir. Görmek ve farkına varmak için okumak ve kritik ederek anlamak gerekir. Prof. Dr. Zafer Gençaydın 'göz beyinin evrene açılan penceresidir, sanatın ise düşünmenin bir yöntemidir” der. Kişi bir şeyi içselleştirir ve beyninde bir değer olarak oluşturursa düşünsel derinliği gelişir ve zevk aldığı etkinliğin artık izleyicisi de olur. Eğer izleyici resimde, heykelde, kısaca her sanat eserinde nesnenin özünü kavrarsa gerçek yaşamı da daha iyi anlayacaktır.

Tekrar kuşun uçması örneğine dönersek, kuşun pençeleri ile havada veya karada, hatta suda avını yakalayan görüntüsü kavranırsa güç ve çabanın anlamı daha geniş olarak algılanacaktır. Gerçeği kavramak ve bütünü görmek de tabi bir eğitim, beceri kazanma ve bilgilenme ile ilgilidir. Genelde çoklu zekâya sahip insanların meslekleri kadar çok yönlü resim, müzik ve diğer aktivitelerde de bulundukları gözlenmektedir. Hatta sanatsal etkinliklerdeki mesajı gören ve arka plandaki derinlikleri kavrayan kişilerin matematiksel düşünme yeteneğine sahip oldukları da anlaşılmaktadır. Çoğunlukla sanat-felsefe bütünlüğünü düşünsel boyutta doğal olarak kazanmış kişilerin sorun çözme ve muhakeme becerilerinin de yüksek olduğu belirlenmiştir.

AY: Soyut Düşünme Sorunu Aşılabilir mi? Nasıl?

ORTAŞ: Toplumsal olarak bugün yaşadığımız sorunlara çözüm geliştiremememizin temel nedeni olarak soyut düşünememe sorunu görülüyor. Wassily Kandinsky “yaratıcılığın soyutlamacı bir zeka süzgecinden geçtiğini” belirtiyor. Eleştirel, muhakeme ve görsel algılama becerisinin yaratıcılıkta ve sorun çözmede ciddi sıkıntı yaşıyoruz. Bizde çoğu kişinin halen portre resmi yapamadığını, en azından kafa ve gövde oranını tutturamadığını uzmanlar sık sık dile getirmektedirler. İlkokulda hocalar bak yap derlerdi. Hayatında hiç el işi yapmamış, herhangi bir nesneye dokunmamış, eşyanın yapısı, ağırlığı, eni-boyu, rengi ve kokusu hakkında somut bir bilgisi olmayan, hatta bunları merak bile etmeyen bir kişinin bazı çözümleri, gelişmeleri kafasında nasıl şekillendirebileceği, hayal edebileceği şüphelidir.

Kişinin bilişsel, duyuşsal/algı gelişiminin erken eğitim dönemlerinde ve hatta büyüdüğü ortamda “nesne/durum/olay’a” dikkatini çekmek ve geliştirmek gerekir. Kişinin nesne/durum/olaya odaklanmasını sağlamak, soru sormasını ve kendince cevaplar aramasını ve bulması için gerekli yol ve yöntemleri de öğrenmiş olması gerekir.

Kişi bu yolla nesne ya da varlıkların özelliklerini karşılaştırma becerisi kazanır. Günümüzde çekilen fotoğrafı görmek ayrı, nesnenin kendisini beş duyu ile algılamak başka duygular ve hayaller oluşturur kişinin zihninde. Varlıkların rengini, şeklini, büyüklüğünü, uzunluğunu, dokusunu, miktarını ayırt edebilen, birbirleri ile karşılaştırabilenler genelde farkındalığı erken yakalayanlardır. Farkındalığı gelişmemiş, varlıkların özelliklerini belirleyemeyenler, kendince ölçü geliştiremeyenler sorunları da çözemezler.

Einstein (1929 yılı) “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar” diyordu. Hayal edebilme beyinde bilinen bilgi üzerinden sorgulatarak yeni varsayımlar /fikirlerin üretilmesini sağlar. Bilgi üretme metodolojisi bakımından hayal ederek yeni fikirleri ileri sürmek yetmeyebilir ve mantıksal yaklaşımla, deneyler yaparak maddeleştirmeye geçilmesi bakımından hayal etmek çok kıymetli ve kritik önem sahip görülüyor.

-

AY: Örnek Olarak, Çocuklar İlk Öğrenmeyi Doğadan mı Öğreniyorlar?

ORTAŞ: Hemen herkesin dikkatinden kaçmayan bir olgu çocukların doğaya çıktıklarında sulak alanların etrafında çamurla, kumla veya diğer nesnelerle oynama eğiliminde olmalarıdır. Çünkü insan diğer canlılar gibi, öğrenerek, keşfederek gelişmektedir. Yoksa varlığını sürdüremez. Bugün dünyada farklı gelişmişlik düzeyine erişmiş toplumların varlığı öğrendiklerini pratiğe geçirme yöntem ve becerilerinin farklılığından kaynaklanmaktadır.

Çocuklar nesnelere dokunur, kas becerileri gerektiren kaldırma-indirme hareketleri ile bir nesneyi bir yerden bir yere taşır veya sürükler. Bir şekilde kafasında objeyi tanımlar, örüntüler, bağlantılar kurar, sonra değişik malzemeler kullanarak onu taklit eder ve yapar. Çocuklar toprak, kum ve hamur ile oynarken çoğunlukla ev, insan veya çevresinde gördüğü bir nesneyi yapar. İlkokul öğrencilerinin resimlerine bakıldığında, genelde ev, okul ortamı, çiçekler, güneş, bulut vs. gözlenir. Yaratıcı motorun gelişmesi bakımından yaratıcı özelliğin çocuklara kazandırılması soyut düşünme sorununu çözebilir. İsmail Hakkı Tonguç “el işi eğitiminin mutlak verilmesi gerektiğini” belirtir ki kendi eseri olan Köy Enstitülerinde en büyük başarı bizzat yaparak, yaşayarak ve deneyerek öğrenme ile kazanılmıştır. Bütün öğrenciler bir müzik enstrümanı (mandolin) çalabilmekteydi. Resim, el işi ve beden eğitimi derslerine ayrı önem verilirmiş. Geriye doğu bakınca, yaratıcı eğitim alan insanların neden başarılı olduklarını daha iyi anlıyoruz.

Bu bağlamda çocukların erken gelişme aşamasında, okuma yazma öğretmeden önce hayal gücünü yaratıcı motor becerilerinin geliştirecek, analitik düşünme becerilerini geliştirecek el işi faaliyetleri içinde gelişmesini sağlamak gerekir. Bırakınız okuma yazmayı geç söksün, önce doğanın içinde gözleyerek, dokunarak doğayı okusunlar.

Sanatın önemi ne yazık ki ülkemizde halen anlaşılmış değildir. Mustafa Kemal Atatürk (27 Nisan 1930) Ankara'da Türk Ocağı Tiyatrosu'nun açılışında yaptığı konuşmada 'Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatçı olamazsınız.' İbn-i Sina da “Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göçer” der. Bu bağlamda ülkemizde okul öncesinde yükseköğretime kadar olan süreçte sanat alanları yeniden gözden geçirilmeli. Estetik farkındalığı yüksek, özgün eleştirel/inovatif, yaratıcı düşünme beceresine sahip kuşakların geliştirilmesi için ciddi adımların atılması gerekir.

Özet olarak, aslında insanın doğayı anlama çabası çok eskilere dayansa da bilinen insanlık tarihine göre 10-12 bin yıldır insan öğrenme becerisini geliştiren varlık olarak doğayı gözleyerek, dokunarak, kurgulayarak taklit etmekte ve onun yasalarını tanımlayıp pratiğe uygulamaktadır. Bu şekilde kendi hayatını kolaylaştırmaktadır.

Doğadan öğrenilen yeni bilgilerle bakış açılarımız, duygularımız ve hayallerimiz gelişmekte, yeni açılımlar ve imkânlar yaratılmakta, insanlar birbirlerine ve doğaya karşı daha anlayışlı ve sorumlu davranma bilincini kazanıp geliştirmekte hem bilim hem de sanat alanında kendini aşmaktadır.

AY: Teşekkürler…

ORTAŞ: Ben teşekkür ederim…

“Not: Adana Ressamlar Derneği’nin 10 Aralık 2019 tarihinde düzenlediği, “Uzmanlık alanları güzel sanatlar olmayan öğretim üyelerinin sanat alanları üzerine düşünce ve görüşleri” temalı panelist Prof.Dr.İ.Ortaş’ın  konuşması  çerçevesinde hazırlanmıştır.”