Sitemiz köşe yazarı Dr. Göktan Ay, İstanbul Bakırköy MEM Şube Müdürü, Mesleki Eğitim Uzmanı, Yazar Erol Demir ile; “eğitimi, sanatı, pandemi’yi ve gençleri” konuştu. Siz değerli okurlarımıza sunuyoruz.
AY:Nasılsınız? Pandemi döneminde en çok yorulan kesim sağlık mensuplarımız sonra da siz eğitim camiası oldu. Ne dersiniz?
DEMİR:Teşekkür ederim, şükür sağ ve sağlıktayım saygıdeğer hocam. Çok haklısınız. Öncelikle tartışmasız sağlık çalışanlarımız hayatları pahasına çok çalıştılar ve halen devam ediyorlar. Görünürde eğitim camiası için “evlerindeler rahatlar” gibi düşünülebilir.Okullar kapalı ama tatilde değiliz. Eğitim devam ediyor. Hatta eskiye oranla daha zor ve yorucu şekilde tüm öğretmenlerimiz de gayretle çalışıyorlar. Ekran karşısında ders anlatmak sınıfta öğrencilerle canlı dersten daha farklı beceriler gerektiriyor. Öncelikle teknolojiye hâkimiyet, ders içeriklerinin özet halinde ekrandan paylaşımı, öğrencilerin katılımını sağlamak, dikkatini toplamak, ödev verip takip ve kontrolünü yapmak, katılımı ve başarıyı değerlendirmek ciddi bir emek gerektiriyor. Tüm bunları evinizden sosyal ortamdan ve tüm rollerden izole kalarak yapabilmek büyük başarıdır.
Öte yandan pandeminin ilk aylarından itibaren Kaymakamlıklar aracılığıyla “Sosyal Vefa Destek Ekipleri” içerisinde öğretmen ve eğitim yöneticileri çeşitli görevler aldılar. Telefon başında çözüm masası, evlere gıda ve maaş dağıtımı, filyasyon takibi, esnafların/işyerlerinin kurallara uyulmasının kontrolü gibi eğitim dışında çeşitli kamusal hizmetlerde gönüllü olarak fedakârca çalışılmıştır. Yine Halk Eğitimi Merkezlerinde ve meslek liselerimizde öğrenciler, usta öğreticiler ve öğretmenlerimiz başta sağlık çalışanlarımıza ihtiyaç duyulan tüm kişisel korucu ekipmanlar ve dezenfektanlar ürettiler. Zor günlerin kara gün dostları kahramanları oldular.
AY:“Pandemi döneminde aileler birbirleriyle ve çocuklarıyla tanıştı, ama uzayınca sorunlar başladı”görüşü doğru mu?
DEMİR:Doğrudur. İlk zamanlar hele de kısmı ve tam kapanma/kısıtlama günlerinde eskiye göre uzun zaman ev içinde aynı odada zaman geçirmek, stres ve çeşitli psikolojik baskılar her iki tarafta oluşmuştur. Sonra herkes birbirine alıştı sanırım. Kendimden biliyorum ki lisede okuyan kızım, pandemiye kadar mutfağa annesine yardım etmeye fazla yanaşmazdı. Şimdi ise yemek pişirmeyi, tatlı-pasta-börek-ekmek yapmayı öğrendi. Hatta anne-kız bu sayede daha samimi oldular ilişkileri olumlu yönde gelişti.
Ancak bu herkes için kolay geçmiyordur. Bunun için bebek, çocuk ve ergen dönemlerini dikkate alarak ebeveynlerin dışardan bilgi, tecrübe ve tavsiye almasını gerektirebilir. Belki de gerçek ebeveynlik şimdi başlamıştır. Geçmişte birlikte geçirebileceğimiz zaman daha az iken konuşacak ve yapabilecek konuları bulmak için zorlanmamıştık. Şimdi ise bir anlamda kendimizi öğretmen yerine koyup zamanı nasıl daha iyi değerlendirebiliriz bunu düşünmeye başladık. Hadi gel AVM’ye alışverişe, sinemaya veya yemeğe diyemiyoruz.
AY: “Mesleğim Hayatım” isimli kitabınızda; “Hayalindeki mesleğe sahip olmak için hangi aşamaları nasıl geçeceğini şimdiden hayal etmelisin. Hayalin yoksa şimdilik rotan da belli değilse ne tarafa koşabilirsin ki!” diyorsunuz.Konuyu Açar mısınız?
DEMİR:Öğrencinin hedefleri, okul seçimini, alacağı eğitimi, seçeceği mesleğini ve yaşamını şekillendirecektir. Hedeflerin doğru seçilmesi ve kararların doğru verilmesi işi, metotlu bir şekilde ailece yapılması gereken çalışmalarla mümkün olabilecektir. Öğrencinin kendisini tanıması, yönelimlerini keşfetmesi, hedeflerini belirlemesi sonrasında okul ve mesleğini seçmesi bir süreç çalışmasıdır. Bu sürece; öğrenciye ait bedensel, ruhsal yeterlilikler ile ilgi, yetenek ve kapasitelerin önce kendisi, arkadaşları, öğretmenleri ve ailesi tarafından onu anlatan kişisel özelliklerin, farkların, güçlü-zayıf yönlerin ve değerlerin neler olduğunun yazılı olarak belirlenmesiyle başlanmalıdır. Serbest zamanlarında neler yapıyorsun, merakların-ilgilerin nelerdir, neleri yapmaktan hoşlanıyorsun, en iyi yaptığın işler nelerdir, seni anlatan kelimeler nelerdir? Tüm bu ve benzeri soruların cevapları karar vermede ihtiyaç duyulacak önemli bilgilerdir.
Geçmişte nasıl bir çocuk olduğunu düşün. Gelecekte nasıl bir insan olmak istediğini hayal et. Bugünlerde hayatımıza AVM’ lerdeki eğlence dünyası olarak giren çocukların ülkesinde ellinin üzerinde meslek varken senin üç beş sınırlı seçme şansın olduğunda hangi meslekleri deneyimlemeyi seçeceğini de yazabilirsin. Neden bu meslekleri seçtiğini de yaz.Sadece hayal etmen ve çok istemen yetmiyor. Her insanın bir öğrenme tarzı ve zekâ profili vardır. Bazı insan gördükleri, bazıları duyduklarını, kimi de çoklu duyu organlarını kullandığı ve bazıları da bedeniyle uygulamalı gerçekleştirdiğinde daha çabuk ve iyi öğrenebilir.Bu gelecek hayalin için hangi eğitimlere ihtiyacın olacak, bu eğitimleri hangi okullarda bulabilirsin, hangi projelerde yer alıp ne gibi girişimler yapman gerekiyor?
AY: Haklısınız; “Ülkemizin hayallerini hedeflere, hedeflerini gerçeğe dönüştürme mücadelemizde en büyük güç kaynağımız; nitelikli, özgüveni yüksek, millî ve manevi değerlerimizle teçhiz edilmiş nesillerimizdir.” Bu nesilleri yetiştirebiliyor muyuz? Yetiştiremiyorsak, sorun nerede?
DEMİR: Çocuklarla ebeveynleri arasında tarih boyunca sürekli kuşak farkından ve karşılıklı beklenti farklıklarından kaynaklı memnuniyetsizlikler olmaktadır. Onbinlerce üniversiteli mezunumuz iş arayışında, bu döneminde çeşitli sınavlara hazırlanıyor, zamanı değerlendirmek için lisansüstü eğitimlere devam ediyorlar. İŞKUR kurslarına katılarak yeni beceri ve yeterlilikler kazanarak iş bulmaya çalışmaktalar. Biz onları teçhiz etmek yerine kendimizi onların olmasını istediğimiz şekilde yaşayabilirsek örnek rol model oluruz. Buna rağmen maddi-manevi çift kanatlı, aklı-kalbi-zevki selim iyi insan yetiştirme çabamız devam edecek.
AY:Öğretmen; alanında eğitim almış ve mesleğini profesyonel sürdüren kişidir. Eğitim Fakülteleri’nin “nitelikli öğretmen” yetiştirilmesi konusunda yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
DEMİR: Öğretmenler eğitim sistemlerinin en kritik öğeleridir. Eğitim fakülteleri başta olmak üzere öğretmenliğe taban teşkil eden bölümlere girişte “nitelikli öğretmen” sıfatlarına, ilgi, yetenek, kabiliyetlere sahip olmak şartı getirilebilir. Bu sayede herkes sınavı kazanıp atama beklemez. Öğretmenlik eğitim meslek kanunu çıkarılarak bu nitelikler yasal düzenlemeye kavuşmalıdır. İnsan kaynakları havuzumuz büyük ve geniş elimizde yeteri kadar genç var. Bunlar içinden öğretmenliğe en uygun olanları seçerek mesleğe almalı, hizmetiçi eğitime dahil etmeli ve sürekli kendini yenilemesi geliştirmesi için desteklemeli, hakettiği değeri de vermeliyiz. “Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır. Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Çok şeyi özetlemektedir.
AY: “Mesleğim Hayatım” da; “Bir insanın hukuka, toplumsal kurallara ve insana yakışır şekilde davranması için okul bitirip diploma almış olması yetmiyor.” diyorsunuz…Neden?
DEMİR:Bir öğrenciye, oniki yıllık zorunlu eğitim boyunca, sosyal yaşamda nasıl davranması gerektiği konusunda ihtiyacı olan tüm bilgiler öğretilmektedir. Buna rağmen lise hatta üniversite mezunu insanlar da toplumda hoş karşılanmayan davranışlar sergileyebilmektedir. Öyleyse bir insanın hukuka, toplumsal kurallara ve insana yakışır şekilde davranması için okul bitirip diploma almış olması yetmiyor. Vergisini ödemeyen bir insan, bu davranışı hukuken bir suç ve toplumsal bir ödev ve diğer insanlarının hakkına girmek olduğunu bilmediğinden değil nefsine ve şeytana uyarak bencilce davranmaktadır. Bu gibi davranışların sergilenmemesi için oniki yıllık eğitim hayatına vergi adıyla bir ders koymaya gerek olmadığı gibi konulsa da bir faydası olmayacaktır.
Devlet, özellikle Pandemide vatandaşlarının sağlığını korumak amaçlı yasalara dayanarak çeşitli tedbirler, kısıtlamalar ve yasaklamalarla bulaşımı azaltmaya virüsle mücadele etmeye çalışırken birileri cezai müeyyidelere rağmen ihlal edebilmektedir. Bu mecburiyetten öte toplumsal duyarlılık gerektiren hayati bir tavır olmalıdır. Eğitim okulda değil aile de başlamaktadır. Birçok toplumsal kural ders adıyla olmasa da müfredat içinde konu olarak yer almasa da çeşitli sosyal etkinlik ve projelerde gündeme getirilmektedir. Kaldı ki hayatımıza sonradan giren tüm yeniliklerin derslerle öğretilmesi gerekmiyor. İnformal öğrenmeyle Tv seyrederken-internette haber okurken ve hayatın doğal akışı içinde neyi nasıl yapacağımızı biz farkında olmasak da öğrenmiş oluyoruz.
AY: Gençliğimizde, aileler çocuklarını üniversitede okutup, bir mesleğe atanınca “Artık Altın Bileziğin Kolunda” derlerdi. Altın Bilezik” adlı eserinizde bundan mı yola çıktınız? Ne anlattınız?
DEMİR:Evet bu çağrışımı yapmasını istedim.Kültürlere göre farklılık gösterse de takı ve mücevher olarak kullanılan altından milletimiz başta düğünlerde geline olmak üzere önemli günlerde hediye olarak da bilezik haline getirilmiş halde bileğine takılmaktadır. İhtiyaç halinde kolundan çıkarıp bozdurularak her an her yerde paraya çevrilebilmektedir. Atasözlerimiz içinde; “Altın bilezik: Para getirir meslek. Altın yumurtlayan tavuk: Mesleği, sanatı, parası, pulu olan, geliri yerinde kimse. Altın yere düşmekle pul olmaz: Üstün yetenekli insanın değeri, mevkiini, makamını yitirmekle azalmaz.” Şeklinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Sanat bir kimsenin bir işi en iyi bir biçimde her yerde ve şartta yapmasıdır. Bir sanata sahip kimse, sanatını uygulama alanına sokarak ondan geçimi için kazanç sağlar, yararlanır. Dolayısıyla sanat, altın gibi değerini hiçbir zaman kaybetmez. Aynı atasözü zanaat için de söylenmektedir. Her ikisinde de bir becerisi ve mahareti olanların her zaman değerli olduğu ve gelirini temin ederek kimseye muhtaç kalmadan geçimini sürdürebileceği kabul edilmektedir.Atasözlerinden hareketle insanı da altın gibi kıymetli kılan diğer tüm özellikler yanında yegâne şeyin mesleği olduğu anlaşılmaktadır.
Meslek sahibi olmanın bir insana geçim sağlama dışında başkaca faydaları da bulunmaktadır. Bir meslekle uğraşan kişi boş vaktini en iyi şekilde değerlendirmiş olur. Bir işi başarma ve ortaya işe yarar bir ürün çıkarma duygusunu yaşar. Bir başka insanın bir ihtiyacını gidermesini temin etmiş olur. Bir uğraşla meşgul olurken vücudun, aklın ve duyguların harekete geçmesiyle oluşan sağlıklı duruma kavuşur. Mesleği olan bir kişi yaşamak için başkasına muhtaç olmaz. Meslek sahibi olanın kendine güveni artar. Toplumda saygın bir yeri ve itibarı olur. Sahip olduğu meslek grubunun bir üyesi olarak aidiyet duygusu oluşur. Bireysel ve toplumsal huzura katkı sağlamış olur. Faydalı bir vatandaş olarak devlete karşı sorumluluklarını yerine getirebilir.
AY: Toplumda “Ahilik Kültürü Anlayışı Devam Ediyor mu?” desem, neler söylemek istersiniz?
DEMİR:Ülkemiz de kaçınılmaz olarak modernizmden nasibini almış olmasına rağmen hala bazı gelenek ve göreneklerimiz yaşatılmaya çalışılmaktadır. Esnafın hala sabah ilk alışverişine “siftah sizden bereketi Allah’tan” demesi bunun küçük bir işaretidir. Bazıları geçmiş ve geleceğimizle bir bağ ve denge kurarak değişime uğrasa bile güzel geleneklerin yaşatılması toplumun ihtiyacıdır. Şimdilerde adına etik dediğimiz ahlaki davranış ve mesleklerin kanunlarda yer almayan kurallarına olan ihtiyacımız her geçen gün daha da artmaktadır. Buradan geçmişte varolan tüm gelenek ve göreneklerin yeniden birebir uygulamaya konulmasını anlayamayız. Ancak her ikisinin sentezi pekâlâ mümkün olabilir. Bazen nostalji olsun diye sergilenen bir takım ritüelleri seyretmek hangimizin hoşuna gitmiyor ki?
O günkü koşullar bugün yok diyerek baştan bu değerlere karşı çıkmak, aslında değişmeyenin insan olduğunu unutmaktır.Ahilik bizim kültürümüzün temel değerlerinden biridir. Ahilik sadece esnaf ve zanaatkâr kurumu değildir, bir medeniyet projesidir ve manevi boyut içerir. Değerlerin bizden sonraki kuşaklara aktarılmasını sadece okuldan beklemek yerine aileden başlayarak toplumun her kesiminden çaba göstermek gerekmektedir.Doğumunun 850. Yılında UNESCO tarafından 2021 yılın anma ve kutlama yıl dönümleri arasında alınan Ahi Evran’ı ve yüzlerce yıldır bu topraklarda Ahilik geleneğini yaşatmış tüm esnaf ve sanatkarlarımızı yad etmek; bilginin hikmetle, ticaretin ahlakla buluştuğu Ahilik müessesini dünya milletlerine en doğru şekilde anlatmak, bu kutsal emaneti sonraki nesillere aktarmak hepimizin görevi olmalıdır.
AY: “Z Kuşağı” diye bir kuşak var mı? “Vatan sevgisi, milli eğerlere hassasiyet, çalışmak, saygı, sevgi, sadakat, üretmek,ezan,bayrak” vb. konulara hâkim bir gençlik mi?
DEMİR:Çocuğun korunması ve sağlıkla yetişkinliğe erişebilmesi için okulun ve eğitimin şüphesiz önemli etkisi vardır. Bu sorumluluklara bu süreçte öğretmen ve eğitimciler de dâhil olmaktadır. İçinde bulunduğumuz zamanda çocukları ve gençleri x, y, z ve alfa kuşağı gibi kavramlarla betimleyip onlara yeni davranış kalıpları yazarak gerçeküstü sınırlar çizmeyi şahsen çok doğru bulmuyorum. İnsan olmak temelinde aile ve toplum içinde temel fizyolojik, psikolojik ve ruhsal ihtiyaçların değişmeden devam ettiğini düşünüyorum.Günümüz çocukları konuşmalarına, davranışlarına, hayal ve taleplerine bakarak çeşitli sıfatlar ve kuşaklar ismiyle tanımlanmaya çalışılmaktadır.
Her kuşağın farklı ihtiyaçları olduğunu ileri sürerek anne-babalara ve öğretmenlere yeni tavır ve yöntemler önermek toplumun yaşayan torun-baba-oğul arasında ortak noktaların azalmasını hızlandırır ve toplumsal çözülmeye doğru bir istenmeyen bir gidişe yol açabiliriz. Öte yandan bu yeni davranış kalıpları kültürel kodların bilerek isteyerek değişmesine de hizmet edecektir. Her insanın ve çocuğun nevi şahsına münhasır özellikleri olduğunu da düşündüğümüzde bu farklı tutum ve davranışların sınırsız olacağını öngörebiliriz.
İnsan ve insanlık için teknoloji geliştiren, insani değerleri unutmadan ve aileyi yok saymadan, toplumsal ihtiyaçlar haritasını ve ülkemiz insanının kendine has özelliklerini dikkate alan bir anlayışla eğitime yön verilmelidir.Hiçbir anne baba çocuğunun kötülüğünü istemeyeceği gerçeğinden hareketle dönemlerinde, bildikleri ve ellerinden geldikleri kadar hepsinin en iyisini yapmaya çalıştığını kabul etmeliyiz. Son cümle eğitim doğumdan itibaren anneyle, ailede başlar ve temel olan terbiye ailede kazanılır. O zaman annelerin eğitimi, desteklenmesi ve güçlendirilmesi öğretmenler kadar stratejik bir önemdedir.
Türk gençlerinin; vatan sevgisi, saygı, sevgi, sadakat, ezan ve bayrak gibi milli değerlere hassasiyetlerinin ölçülmesi bilimsel bir konudur. Ancak 15 Temmuz gibi olaylarda gösterdiği refleksler bir ölçü kabul edilebilir.
AY: Çok üretkensiniz. Tebrik ediyoruz. “Kitap/Makale Yazmak” nasıl bir duygu?!
DEMİR:Teşekkür ederim. İnsanımıza ve ülkemize faydalı olmaya gayret ediyorum. Yazmak için düşünmek, gözlem yapmak, okumak, hangi konuda yazacaksanız o konuda dertlenmek lazım. Yazmanın arkasında duygusal ve zihinsel bir süreç ve emek var. Yazara göre ihtiyaç olduğunu düşündüğü konuda yazdıktan sonra bu yazma isteği geçmiyor.Siz düzenli yazmaya başlamışsanız size yazma virüsü bulaşmıştır. Artık kurtuluşunuz yok, yazmadan duramazsınız. Yazmak için sürekli bir şeyler bulursunuz.
Her mesleğin olduğu gibi yazarlığın da etik kuralları vardır. Bunları öğrenmeli ve dikkat etmelisiniz. Doğrudan bir kimseyi ve kitleyi hedef almadan ortaya yazın söyleyeceklerinizi, alan alır hissesini. Yazdıklarınız insanlığın hayrına ve faydasına olsun. Hani derler ya, “Ya hayır söyle ya da sus”. Sanat adına yazarım, beni kimse anlamasa da olur mu diyorsunuz? Bu da mümkün tabi tercih sizin. Eğitim adına konuşacak, tartışacak ve yazacak çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Bunu da yine en iyi eğitim sistemi içinde çalışanların, öğretmenlerin ve akademisyenlerin yapacağına inanıyorum. Bizim dışımızdakilerin anne-baba, veli ve bu alanda söyleyecek sözü olanların yazacaklarına da kulak kabartmalıyız, buna da ihtiyacımız var. Dışarıdan nasıl görünüyor ve anlaşılıyoruz? Bunun da eğitim sistemine ve biz eğitimcilere olan güven ve algının bilinmesi adına önemli olduğunu düşünüyorum.
AY: Teşekkürler.
DEMİR: Öncelikle bana değer verip bu fırsatı tanıdığınız için ben teşekkür ederim. Paylaştığım fikirler eğitimci-yazar olarak şahsıma ait olup resmi-kurumsal değildir.