Habertürk’ten Nihal Bengisu Karaca dün kaleme aldığı “Muhalefete 'Cumhurbaşkanı adayını netleştir' baskısı iktidarın ihtilaf beklentisinin ürünü' başlıklı yazısında Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun üç gün süren Bingöl ve Diyarbakır gezilerini konu aldı.
Nihal Bengisu Karaca’nın izlenimleri ve yazısının tamamı şu şekilde:
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'nun üç gün süren Bingöl ve Diyarbakır temaslarının son gününü takip etmek için Diyarbakır’a giderken en çok merak ettiğim şey Davutoğlu’nun şehirdeki algısıydı. Zira gerek 7 Haziran-1 Kasım arasında seçim hükümetini kalıcı bir hükümete dönüştürme çalışmaları sürerken gerek 1 Kasım seçiminden sonra yaşanan gelişmeler, hendek terörüne karşı terörle mücadelenin başlaması Diyarbakır insanını çetin bir sürecin içinde bırakmıştı. Özellikle Sur darmadağın olmuş, dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun insanları yüreklendirmek amacıyla sarfettiği 'Sur’u Toledo yapacağız' cümlesi PKK’ya müzahir hesaplar tarafından çarpıtılmış ve hakaret vesilesine dönüştürülmüştü. Davutoğlu, çözüm sürecinin bittiği bir dönemde başbakanlık yapmıştı özetle ve çözüm sürecine büyük anlam yükleyen Kürtlerde iki duygu belirmişti, PKK’ya karşı tepki, hükümete karşı hayal kırıklığı.
Ancak şaşırtıcı biçimde Davutoğlu’nun kent merkezinde en çok rağbet gördüğü yer Sur’du. Evet Sur Toledo olamamıştı. Başbakanlığı erken biçimde sona eren Davutoğlu’nun projeleri hayata geçmemişti. Ama insanların aklında bir yandan terörle mücadele ederken bir yandan Sur’un ihtiyaçlarını ve geleceğini dert eden Davutoğlu hakkında olumlu bir yargı kaldığı gözlemlenebiliyordu.
Kulp, Lice ve Hani’de ilçe binası açılışlarına katılan GP Genel Başkanı yığma değil organik kalabalıkların gelmesi nedeniyle Emniyet’in uyarılarına rağmen otobüs üzerine çıkarak spontane miting yapmak durumunda kaldı, basına yansımadı ama sosyal medya sağ olsun.
Sadece Lice, Hani, Kulp gibi nispeten daha çok bilinen yerleri değil Oltu, Evren, Adaklı, Sancak gibi siyasetçilerin en son Özal zamanında ya da Ecevit’in başbakan olduğu yıllarda gittiği yerleri de ziyaret etti. Sancak’a en son elli yıl önce Bülent Ecevit geçerken uğramış.
Gerek bu yerlerde gerekse Diyarbakır’da insanların ihtiyaç ve keder sıralamaları da değişmiş. Elbette gerek STK gerek meslek odaları toplantılarında özgürlük talebi ve ayrımcılık şikayetleri sık sık dile getiriliyor. Ancak çevreden merkeze en çok işitilen ses yem ve mazot fiyatlarının, kısaca üretim maliyetlerinin nasıl bu kadar artabildiği, elektrik faturalarının yüksekliği yüzünden kepenk indirmek zorunda kalan esnaf. Diyarbakır’da son bir yılda binin üzerinde esnaf, giderleri karşılayamadığı için işyerini kapatmış durumda.
Gençlerde öne çıkan şikayet işe alımlarda uygulanan mülakatın içerdiği ayrımcılık potansiyeli ve adam kayırma yolu olarak kullanılmasından duyulan bıkkınlık.
Gezi sırasında en çok duyduğum ifade “Serok Ahmet” nidası oldu. Davutoğlu her defasında bu seslenişe 'Başım gözüm üstüne' anlamına gelen 'Ser seran ser çavan' ifadesiyle karşılık verdi. “Bana bugüne kadar pek çok unvanla hitap ettiler ama aralarında en çok gurur duyduğum hitap ‘serok Ahmet’ hitabı olmuştur” diye de ekledi.
O ANNEYE ÖYLE BİR CÜMLE SARFEDİLMEDİ, GÖZ GÖRE GÖRE YALAN HABER YAPILIYOR
Yazacak aktaracak çok şey var. Ancak bu ziyaretler zincirinden ulusal medyaya yansıyanın sadece Diyarbakır Anneleri çadırında yaşanan gerilim olması talihsiz ve bir bakıma hiç şaşırtıcı olmayan bir gelişme oldu.
Diyarbakır Anneleri yerleşkesine Davutoğlu çifti ve heyetinden daha önce gittiğim ve olay esnasında tam olarak orada bulunduğum için hadiseye ilişkin birkaç kelam etmek isterim.
Nihal Olçok’un tavsiyesi ve eşliğiyle heyetten yaklaşık yarım saat önce yerleşke alanındaydım. Güvenlik amiri, bizi annelerin yanına hemen almadı, 'Durun biz önce anneleri bir ayarlayalım' dedi.
Çadırın dışında on, on beş dakika bekledik. Kahve ikram edildi, ikide bir kalkıp çadıra girmek istedik, ama önce kahvenizi için sözünü duyduk.
Nihayet heyetten sadece 5 dk önce annelerin yanına girebildim. Kısa da olsa bir selamlaşma hal hatır sorma imkanım oldu. Beraber fotoğraf çektirdik, her şey yolundaydı.
Sare ve Ahmet Davutoğlu çifti ve heyet çadıra girdiğinde ise birkaç anne başbakanlık yaptığı dönemdeki çabalarından dolayı Davutoğlu’na teşekkür etti.
Sonra birdenbire oğlu Kocaeli’deyken dağa götürülen bir anne ağlamaya başladı. Ardından oğullarının dağda olduğunu söyleyen iki baba el birliğiyle Davutoğlu’nu HDP’ye destek vermekle suçlamaya başladı, adım adım tansiyonu yükselttiler. Sonra Ulusal Kanal ve bir başka medya grubu aynı anda aynı cümlelerle Davutoğlu’nun söylemediği bir cümleyi söylediğini iddia eden bu kişilere referansla yayın yaptılar.
Ben oradaydım. Ne söylendiğini, ne söylenmediğini, ne yapıldığını duydum, gördüm; zaten ajansların çektiği kamera kayıtları ortada.
Davutoğlu iddia edildiği gibi annelerden birine 'Siz de çocuklarınıza sahip çıksaydınız' gibi bir ifade kullanmadı.
“Biz herkesten önce sahip çıktık” dedi.
Türkiye'deyiz, haliyle çok ilginç oyunlara dümenlere tanıklık ediyoruz. Ama şahsen aksi bu kadar kolay kanıtlanabilecek bir kurmaca 'gerekçe' üretilmesine ilk kez bu kadar yakından tanıklık ettim.
Ziyaretin bitiminde Davutoğlu’na hem bu gerginliği hem ittifakları ve ülke gündemindeki diğer meseleleri sordum.
ÇOCUĞU DAĞA GÖTÜRÜLEN ANNELERLE İLK TEMAS KURAN BENİM
Diyarbakır Annelerinin bulunduğu yerde tam olarak ne oldu sizce? “Daha önce neredeydiniz?” diyen bir anne birden sinir krizi geçirmeye başladı, diğer iki kişi de devam ettirdi ve sonra tansiyon giderek yükseldi
Diyarbakır annelerini, çocukları dağa götürülmüş ebeveynleri dinlemek için makamına kabul etmiş ilk başbakan benim desem abartı olmaz. 11 Eylül’de 2014’te, yeni başbakan iken daha ortada bu oluşum yokken, ben dinledim onları.
O tarihte henüz adları ‘Diyarbakır Anneleri’ diye anılmıyordu ve henüz HDP il binası önünde oturmaya başlamamışlardı.
Başka bir isimlendirme vardı ama aynı anneler, aynı ebeyveynlerdi, çaba aynı çabaydı. Tek tek görüştüm hepsiyle, tanırım çoğunu. Dikkat ederseniz alana girdiğimizde bize teşekkür etmek için gelen birkaç anne oldu. Kenarda yaşlı bir hanım “Bizimle ilk ilgilenen siz olmuştunuz Allah razı olsun” dedi. Ama onlar sakindi. Bakın daha dün Bingöl Adaklı’da bilinen isimlerden biri geldi herkesin önünde ‘Sayın başbakanım size teşekkür borçluyum çünkü benim oğlumu siz getirdiniz, siz kurtardınız' dedi. Sadece kabul etme, dinleme değildi yani yaptığım. İsmi Ramazan Ayaz isterseniz telefonunu da veririm ararsınız. Oğlunun adı Salih’ti. Sonra, HDP önünde oturmaya başladıklarında şimdiki il başkanımız Aydın Altaç'ı gönderdim görüntülü olarak yanınızdayım dedim. Daha sonra kongre için gelmiştim ve hiç kalmadan geri dönmek durumundaydım o gelişimde. Burada açık bilinçli bir tansiyonu yükseltme girişimi vardı.
Ben böyle bir cümle söylediğinizi duymadım ama 'Siz de çocuğunuza sahip çıksadınız” dediğiniz iddia edildi, bir iki medya grubu da bu iddiaya aynı anda yer verdi.
Duymadınız çünkü öyle bir cümlem yok. Bütün basın orada çekiyor. Çıkarsınlar kamera kayıtlarını. Benim söylediğim aksine “Bu çocuklar bizim çocuklarımız, tabii ki bulacağız” Orayı ziyaret eden aklı başında hiç kimse 'Siz de çocuklarınıza sahip çıksaydınız” demez zaten.
Peki nasıl görüyorsunuz bu olayı, bir kurmaca kokusu aldınız mı?
Elbette. Benim söylemediğim, söylemediğim rahatlıkla ispat edilebilecek bir cümleyi ısrarla benim ağzıma yakıştırma çabası var bazı kanallarda haberlerde. Biz oraya bir acıyı paylaşmaya gitmişiz, destek beyan etmeye gitmişiz. “Çocuklarınıza sahip çıksaydınız” diyecek olsam o kafada olsam destek vermeye gitmem, niye gideyim? Anlaşılıyor ki orada bu işi siyasallaştırmaya çalışan bir akıl var ve muhtemeldir ki talimat var. Diğer anneleri tenzih ederim. Benim de Sare hanımın da tek istediği acıları paylaşmaktı. İşin ilginci daha önce de niye gitmediniz deniliyordu. Destek vermeye giden insanlara böyle bir tavır sergilenir mi?
'Daha önce neredeydiniz' üzerinden tartışma çıktığı için soruyorum, misal geçen yıl gitseydiniz de aynı şey olur muydı sizce?
Hiç şüpheniz olmasın. Kaldı ki ben anlattım öncesinde bu insanlarla görüştüm 11 Eylül 2014’te, temas kurdum bir genci kurtardık, ilk o oturumu başlattıklarında daha ortada Gelecek Partisi bile yokken görüntülü konuşma yaptım. O zamanlar ortada bir siyasi rekabet olmadığı için minnet duyguları ifade ediliyordu. Şimdi parti var, bu oluyor.
Sare Davutoğlu: Böyle bir tepki sadece HDP’ye gösterilebilirdi ancak.
Sizin açınızdan Diyarbakır gezisi tatmin edici miydi?
Elbette öyleydi, sadece Diyarbakır değil, Kulp, Lice, Hani… Buralara siyasi liderler gitmemiş daha önce özellikle Kulp ve Lice’ye. Hakeza Adaklı’nın Sancak’ın da bir siyasetçi görülmeyeli elli yıl olmuş. “İlk defa siz geldiniz” diyerek karşıladılar bizi. İlgi ve katılım son derece iyiydi.
Seçim barajının %7’ye indirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu hamlenin küçük partilerin önünü kesecek bir ittifak içi baraja, dar /daraltılmış seçim bölgesi ilanına doğru genişleyeceğini düşünüyor musunuz mesela? Hatta 'Belli ki muhalefetin parlemento seçimine dağınık halde gideceği varsayılmış o halde şimdiden muhalefet strateji belirlemeli, birbirleri lehine geri çekilecekleri yerler konusunda anlaşmalı' gibi önerilerde bulunanlar oldu. Sizce ittifakların geleceği nasıl etkilenir bu regülasyonlardan?
Bir mühendislik çalışması bu. Birilerinin engellenmesi için matematiksel bir dizayn yapılıyor. Daha önce HDP’yi engellemek için hatta Refah Partisi’ni engellemek için %10 barajı getirilmişti. Sadeec HDP çizgisi değil Refah’ın da %5, %6 bandında olduğu dönem vardı. Ama engelleyemediler. Aksine daha büyük motivasyon oluştu halkta. Burada %7 barajı MHP’nin talebi çünkü oylarının daha aşağı bir trend yönünde olduğunu görüyorlar. Bizim için barajın bir anlamı yok. Biz daha yüksek oy alacağımızdan eminiz. Ama onlar yaptıkları siyaset mühendisliğinin altında kalacaklar. Kim siyaset mühendisliği yaparsa onun altında kalmıştır. Bizim gücümüzü müzakere marjımızı herhangi bir siyasi denklemde azaltmaz bu.
EVREN’İN DARBECİLİĞİNİ KEMALİZME MALETMEK NE KADAR YANLIŞSA, İKTİDARIN HATALARINDAN DA DİNDARLIĞI SORUMLU TUTMAK DA O DERECE YANLIŞ
Son dönemde Balıkesir Edremit’te yapılan çarşaflı kadını zincirden çözdük içinden çağdaş kadın çıkardık gösterisi konuşuldu. Ayrıca daha önceki yıllarda, askeri vesayet üzerinden sık sık Kemalizm eleştirisi yapan kanaat önderleri Atatürkçü tınılar içeren yazılar yazdılar. Burada ne oluyor sizce? Bu trendi iktidarın hatalarına mı bağlarsınız? Bu kez resmi ideoloji tarafından değil gönüllü olarak yükselen bir eğilim var, buradan İslamcıların da alması gereken bir ders var mı?
Belli dönemlerde tepkisel trendler ortaya çıkar bunlar da başka eğilimlere hatta bazen gerilimlere yol açar. AK Parti iktidarının yanlışlıklarına duyulan tepki bir kesimde jakoben Kemalizmin tekrar uyanışına yol açabilir, jakoben Kemalizme duyulan tepki de geleneksel muhafazakar kesimde tepkiselliğe yol açabilir. Cumhuriyet'in 100 yıllık tarihinde önemli üç fay hattı var. Biri Kürt-Türk ekseninde etnik, biri Sünni-Alevi ekseninde mezhepsel, diğeri laik-dindar ekseninde dünya görüşü fay hattı. Makul siyasetçilerin geçmiş tecrübelerden ders almış insanların bu fay hatlarını doğru yönetmesi ve aşırı uçlardan kaçınmayı sağlamaları gerekir. Son Edremit olayı çok çarpıcı ve herkesin dikkat etmesi gereken bir olay. Rasyonel bir siyasi tavırla açıklanabilir bir şey değil o. Kadın onuruna bir saldırı var her şeyden önce sadece inanca değil. İktidarın yanlışlıkları nuhafazakar değerlerlerde bir yıpranmaya yol açtı. Aynı zamanda daha önce bu değerlere saygı duyan insanlarda da bir refleks oluştu. Bu refleks de doğru bir refleks değil. İktidarın yanlışlıklarını dine maletme hatasına kimsenin düşmemesi lazım
Neden ve nasıl düşmemeliler? Dünya görüşlerinin, ideolojilerin, öğretilerin test edilmesi, bunlarla aidiyet bağı olan insanlar üzerinden olur genelde. Testi kaybedenler bu ideoloji ya da hayat görüşlerinin de zemin kaybetmesine neden olur. Hep böyle olmuştur.
Doğru ama sınavı doğru vermeye çalışan dindar ya da muhafazakar siyasetçiler de var. Sadece yanlışları olanlar mı referans teşkil etmeli? Hem de şu var bakın, 12 Eylül’ün sene-i devriyesindeyiz. Kenan Evren’in yaptığı bütün hataları sergilediği jakobenizmi Kemalizme maledip Mustafa Kemal karşıtlığı yapılabilir mi? 12 Eylül ya da 28 Şubat da Kemalizme sadakat duyanlar tarafından yapılmıştı, bu böyle diye darbeciliğe duyduğumuz tepkileri Atatürk’e mi maledeceğiz?
Geçmişte malettik. Yapıldı bu.
Genelde doğrudan Atatürk’e maletmedik, bir Kemalizm yorumuna malettik. Ben ona jakoben Kemalizm diyorum. Dolayısıyla yapılanları bir Kemalizm yorumuna maletmek ayrı şey, bir tarihi lider olarak Atatürk’ü sevmek ayrı bir şey. Aynı durum dini ve muhafazakar kavramlar için de geçerli. Kalıplaştıran, kutuplaştıran bir ideolojik tutumdan her halukarda uzak durmak lazım.
İKİ PARTİNİN TABANI DA İTTİFAKTAN RAHATSIZ
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakı’nın daha da genişleyerek tek bir ortak adayla seçime gitmesinin olabilecek en iyi formül olduğu konuşuluyor. Ancak bir tarafta da muhalefetin büyük partilerinin kurumlarında ve tabanlarında sığınmacılara karşı son derece galiz bir dil kullanılması, az önce bahsettiğim yükselen Kemalizm trendi gibi olgular var, bunlar geniş bir Millet İttifakı tablosunun oluşmasını engeller mi?
Özellikle yılbaşına kadar siyasi hareketlilik çok yüksek olacak. Ocak ayına kadar. Çünkü meclis denklemi, seçim yasası, bütçe görüşmeleri... Siyaset ciddi şekilde tıkandı. Bu tıkanmanın önünü açacak gelişmeler yaşanabilir. Cumhurbaşkanlığı seçimi, ortak aday meselesi elbette gündemde kalacaktır ama seçim atmosferine girmeden herhangi bir sonuç alınacağını düşünmüyorum. Cumhur İttifakı’nın adayı net olduğu için muhalefetin de hemen kendi adayını açıklaması isteniyor. Ama daha bunun için erken. Çünkü biz daha acaba MHP Cumhur İttifakı’nın adayını desteklemeye devam edecek mi sorusuna bile şimdiden cevap veremeyiz.
Bu seçim barajını %7’ye indirme işine biraz da o cihetten mi bakıyorsunuz?
Elbette. Kendi aralarında neyin müzakare edildiğini bilmiyoruz ama her iki partinin tabanında da çok fazla rahatsızlık olduğunu biliyoruz. AK Parti tabanında az bir oyla MHP’nin bu kadar etkin olmasından rahatsızlık duyuluyor. MHP tabanında da AK Parti’nin yolsuzluk algısı bize yapışıyor şeklinde bir rahatsızlık var. Muhalefetin Cumhurbaşkanı kim olacak meselesinin ısrarla gündemde tutulmasının nedeni muhalefet tarafındaki ihtilafların artmasını sağlamak yolundaki bir hesap.
Sistemik Deprem kitabınızda pandeminin mevcut rejimlerin daha da otorierleşmesi toplumlarda ise sisteme güvensizlik doğuracağını yazmıştınız. Ülkemizde de giderek artan aşı karşıtlığı konusunu bu çerçevede görmek mümkün mü?
Fransa’da aşı karşıtları ve aşı yanlıları sokakta çatıştılar. Her yerde bu tepkisellikler var, doğru görmüşsünüz. Sisteme olan güvensizliğin artmasıyla ilgili bir durum. Dünyada böyle. Türkiye’de ise ulusal sisteme bir güvensizlik var. Devlet bu konuda yeterli taminat gösterecek bir performans gösteremedi.