Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı konuşmada Cengiz Dağcı'nın naaşının taşınmasına ayrıca vurgu yaparak şunlara değindi:
Yüreğinden kalemine dökülen kelimelerle korkunç yılları hafızamıza kaydeden bizim olan ve hep bizim olacak toprakları, yüreğinden yine sözlerine, kelimelerine nakşeden edebiyatıyla gelecek nesillere aktaran bugün vefatının 10. yılında rahmetle andığımız Cengiz Dağcı’nın değerli dostları: Çok değerli Kırım’ın, ey güzel Kırım’ın Türkiye’deki temsilcileri. Edebiyat ve kültür dünyamızda Cengiz Dağcı’nın mirasını bize yansıtan değerli yazarlar, değerli gelecek yöneticileri hepinizi sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum.
‘Gözümün Önünden Okuduğum Romanlar Geçti’
İnsanoğlunun hayatında belli anları vardır ki her an yaşar ve tekrar tekrar yaşar. Her yaşadığında da o anı gururla, hüzünle ama hep hafızasından silinmeyecek bir hatıra olarak muhafaza eder.
İşte öyle anlardan bir andı. Birleşmiş Milletler toplantılarındaydık; uzun, çok taraflı toplantılar, ikili toplantılar arasında çok taraflı bir toplantıda konuşmamı yapmak üzere hazırlanırken bir mesaj geldi önüme. Tarih 22 Eylül 2011 saat 12.30’da vefat etmiş Cengiz Dağcı. Kırımlı bir dostumdan, Fikri Bey’den bir mesaj; ‘Cengiz Dağcı Londra’da vefat etti.' Toplantı sırasını beklemeden, toplantı salonundan ayrıldım. Gözümün önünde bir anda ortaokul yıllarında, lise yıllarında okuduğum romanlar geçti.
O romanların bütün şahsiyetleri Kırım’dan belirdi. Onlarda İnsandır; Bekir, eşi Esma, kızı Ayşe. 'O Topraklar Bizim'di. Selim büyük bir kimlik, aidiyet problemi çeken Selim Çilingrov’dan Çilingiroğlu’na kendisini keşfeden Selim. Ruslaştırıldığı zannedilen, o toprağa döndüğünde o toprağı keşfeden ve tabi Yurdunu Kaybeden Adam’da bütün o acıları yaşayan ve o acılarla birlikte korkunç yılları yaşayanların sembolize ettiği Sadık Dora. Tabi kolhozlaştırma esnasında kendi bahçesinin asmalarına sarılıp ağladığı için tutuklanan, o asmada bütün bir Kırım ve bizim medeniyetimizi gören ve o asma dalıyla birlikte bütün o hafızayı yaşatmaya çalışan Cengiz Dağcı’nın babasının silueti gözlerimin önünden geçti.'
‘Talimat Telgrafı Gönderilmesini İstedim’
Bizim Ankara’da tam da mücadelemizin başladığı yıllarda doğmuştu: 3 Mart 1919. Anadolu tarihini Kırım tarihine bağlayan, Kırım’ın acısını Anadolu’yla pekiştiren, bütünleştiren bir abide şahsiyet. Bütün o Kırım’ın manzaraları ve Bahçesaray’a ilk gittiğinde hissettiklerim bir anda gözlerimde canlandı ve dışarı çıktım, iki talimat telgrafı gönderilmesini istedim.
Birisi Londra Büyükelçimize, rahmetli Cengiz Dağcı’nın ailesiyle görüşülerek, İngiliz makamlarından izin alınarak Cengiz Dağcı’nın mübarek naaşının önce Türkiye oradan da Kırım’a intikalinin sağlanması talimatı.
İkincisi Kiev Büyükelçiliğimize, mübarek naaşı Ukrayna yetkililerince Kırım’a, Kızıltaş’a anlattığı köye defnedilmesi için gerekli işlemlerin yapılması talimatı.
Yüreğim yaralı bir şekilde toplantı salonuna geri döndüm ve arkadaşlarına talimatları takip etmelerini söyledim.
Birkaç saat sonra bilgiler gelmeye başladı. Aile ve İngiliz yetkililerinin Cengiz Dağcı’nın naklinde bir sorun olmayacağını ifade ettiler. İçim huzur doldu. Ancak Kiev’den bir cevap gelmedi. Daha sonra Kiev’den gelen telgrafta Cengiz Dağcı’nın cenazesinin Kırım’a getirilmesinin doğurabileceği riskler, oradaki Ruslarla, Tatarların arasında gerilim çıkabileceği, dolayısıyla bu naklin uygun olmayacağı yönünde Ukrayna yetkililerinin bilgisi bize aktarıldı.
‘Garantisini Ben Veriyorum’
Döndüm ve Ukrayna Dışişleri Bakanı Grişenko’nun Türk Evi’ne davet edilmesi talimatını verdim. O sırada, O da oradaydı. Grişenko anlayışlı ve ilişkilerimizin iyi olduğu bir bakandı. Oturduk, şöyle söyledim O’na; Ben Ukrayna’ya geleceğim. Ama dedim ‘Kırım’a da geleceğim. ‘Her zaman geliyorsun zaten’ dedi. ‘Yalnız yanımda bir Kırımlı olacak’ dedim. ruhuyla, kalemiyle Kırım’ı yaşamış ve yaşatmış birisi ve O benim şahsen belki doğrudan hukukumun olmadığı ama şahsiyetimi belirlemiş insanlardan biridir. bir anlamda edebi bir şahsiyet olarak babamız hükmündedir. O’nu da yanımda getireceğim. Ne kastettiğimi anladı. Sonra, ‘Çok kaygılıyız. Kırım’da şartlar çok gergin. O yüzden mümkünse naaşı başka bir yere defnedilsin.’ Dedim ki, ‘Ben geliyorum ve yanımda Cengiz Dağcı’nın mübarek naaşı da olacak. Kırım’a ineceğim ve Kızıltaş’a, doğduğu evin önüne defnedeceğiz. ama sana şu sözü veriyorum. Ben Kırım Tatar Türklerini tanırım hiçbir gerginlik olmayacak. Biz Türkler, Tatarlar bir talimat aldığımızda onun gereğini yaparız. Bunun garantisini ben sana veriyorum’ dedim.
Odadan çıkarken, ‘Sen nezaret ediyorsan buna hayır deme şansımız yok ama ben hükümetten gerekli izinleri alayım’ dedi ve izinler alındı.
‘Kırım Tatar Türklerinin Sözcüsü Oldu’
2 Ekim’de dostlarımızın olduğu heyetle Kırım’a gittik ve mübarek naaşını babasının evinin önündeki alana defnettik. O zaman toprak nedir, vatan nedir, Cengiz Dağcı’nın ne anlam ifade ettiğini bir kez daha idrak ettim. Cengiz Dağcı’yı herhangi bir edebi şahsiyet olarak görmeyin. Öyle şahıslar vardır ki kendi şahıslarında kendi halklarının, kendi milletlerinin bütün çilesini, umudunu yansıtır. Halkıyla birlikte yaşar, halkıyla birlikte her şeyi hisseder. Öyle insanlar vardır ki mekânı, toprağı vatanı doğrudan temsil eder. O şahıslar olmazsa bir kimlik bilincinin oluşması ve aktarılmasının imkânı da yoktur. Cengiz Dağcı Kırım Tatar Türklerinin asırlarca süren ızdırabının sözcüsü oldu.
Burada siyasi bir şey olmadığı için isim zikretmek istemiyorum Ankara’da oturanlara söylüyorum; Ben, Toroslarda Yörük Ahmet’im, Kırım’da ve Eskişehir’de Tatar Ahmet’im, Evlad-ı Fatih’in olduğu yerde Boşnak Ahmet’im, Arnavut Ahmet’im, Diyarbakır’da Serok Ahmet’im, Erzurum’da Dadaş Ahmet’im, Şeyh Şamil’in izinde Çerkes Ahmet’im. Ben buyum, bütün bunlar bizim asli unsurumuzdur. Bir kimliği dışlayan tüm kimlikleri dışlar.
Sema Silkin: “Cengiz Dağcı’nın tarihi bütün Kırım’ın tarihidir”
Cengiz Dağcı’yı anma etkinliğinde açılış konuşması yapan Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sema Silkin, “Cengiz Dağcı’nın tarihi bütün Kırım’ın tarihidir” diyerek sözlerine başladı ve şöyle sürdürdü:
Ata topraklarına hasret giden bir sürgün. O sürgünü kendi sürgünü bilen bir ülke. Ve o ülkede ‘düşünmeden bir günüm, bir gecem geçmedi’ dediği Kızıltaş’a hasretini vuslata çeviren bir Bakan.
Topraklarının kokusunu toprağımıza katan kıymetli Kırımlı dostlar. Cengiz Dağcı’yı vefatının 10. Yılında anma etkinliğimize hepiniz hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz.
Cengiz Dağcı gerçek tarihi tarihçiler değil ressamlar, şairler, edebiyatçılar yazar derken sanatçıların tarihe tanıklıklarının, yaşadıkları çağa şahitliklerinin ne kadar önemli olduğunu vurgular. Onun tarihi şahsi bir tarih değildir. Onun tarihi bütün Kırım’ın tarihidir.
Bütün dünya kültür endüstrisine baktığımızda, o dönemin belgesellerine baktığımızda. Maalesef Kırım Türklerinin yaşadığı acıları biz göremiyoruz. İnşallah bundan sonra bizler bu açıkları kapatmak için el birliğiyle mücadele edeceğiz.
Aslında Cengiz Dağcı, resmi ideolojilerin yok saydıkları, kaybolması için uğraştıkları bir tarihi bize anlatmıştır. Onun anlattıkları bizler için o dönemin gerçek tanıklığıdır.
Selçuk Özdağ: Cengiz Dağcı sen o kahramanların en önde giden adamısın
Anma töreninde konuşan Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, Cengiz Dağcı’nın kendi fikir yaşamında çok önemli bir yeri olduğuna vurgu yaparak şunları dile getirdi:
Gençlik yıllarımdan itibaren Türk dünyasına gönül verdim. Türk dünyası işgal altındaydı. 17 Ekim 1917’de bir devrim olmuştu Rusya’da. Stalin, Lenin ve Sultan Galiyev. Galiyev bir Türk’tü.
Ona dediler ki sınırsız ve sınıfsız bir toplum inşa edeceğiz. Onlara inandı ve onlarla bir yolculuğa çıktı.
Zaten Rusya’nın bütün zenginlikleri Türk dünyasında. Kafkaslar’da, Kırım’da, Orta Asya’da, Özbekistan’ta, Kırgızistan’da, Azerbaycan’da. Ta ki bizim sınırlarımıza kadar olan topraklarda.
Önce Sultan Galiyev’i öldürdüler. Soydaşlarımız, dindaşlarımızı yok etmek istediler. Ama onlar hep direndiler. Bulundukları yerlerde hep var olmaya çalıştılar.
Bir iki anekdotla tarihe bir mesaj vermek istiyorum. Hem dünü hatırlatmak hem de Türk dünyasını yok etmek isteyenlere karşı.
“Bu Türkler asla dinlerinden vazgeçmezler. Ve bir gün Rusya, Türklerle yıkılır.”
AlexandreBennigsen Fransız yazar ve ajandır. Rusya’da devrim olunca Fransızlar Rusya’ya gönderirler onu. Sadece Türkleri incelemek üzere. Acaba Türkler komünist olacaklar mı olmayacaklar mı? Merak ettikleri şey şu Türkler Rus rejimini destekleyecekler mi?
Bennigsen Sibirya’ya kadar çok sayıda tren yolculuğu yapar. Bir gece yarısı trende yaşlı bir Türk’e soru sorar. Durmadan sorar. Ta ki cevap alana kadar. Dakikalarca konuşmaz önce. Bennigsen Rusça, İngilizce, Fransızca, Türkçe konuşur ama yarım saat o yaşlı Türk’ü konuşturamaz.
Sonunda yaşlı Türk der ki ‘sorularını şimdi sor’. Ve Bennigsen başlar anlatmaya. “Stalin, Lenin şöyle büyük adamdır. Sultan Galiyev şöyle büyüktür. Marx çok büyüktür” diyerek. -Biraz affınıza sığınacağım ama- O yaşlı amca ona bir soru sorar.
“Siz koyunları ve inekleri bilir misiniz?” der. “Bilirim” cevabını alır.
Ne yerler?
-Onların hepsi ot yerler, arpa yerler.
Peki dışkılarını nasıl yaparlar?
-Koyunlar pıt pıt diye yaparlar inekler pat pat diye yaparlar.
Yaşlı Türk “Neden?” diye sorar.
Bennigsen bu soruya cevap veremez. Yaşlı Türk durur ve “Afedersin ama sen bir şeyden anlamıyorsun kalkmışsın bana Lenin’i, Stalin’i, Sultan Galiyev’i anlatıyorsun” der.
Bu konuşmanın ardından Bennigsen o gece Fransa’ya mesaj yazar. “Bu Türkler asla dinlerinden vazgeçmezler. Ve bir gün Rusya bunlarla yıkılır” der.
Değerli arkadaşlar. Kırım ile de hep ilgilendim. Hem sosyal bilimci olduğum için hem de milliyetçi duygularla yetiştiği için. Hep Kırım’ı da merak ettim. Oradaki mücadeleleri, Osmanlı ile münasebetlerini. Sonraki kopuşlarla hep ilgilendim.
Mustafa Cemiloğlu benim için önemliydi. 1979 yılında gençlik lideriydim. Cemiloğlu öldü dediler. Cemiloğlu orada işkencelerle öldürüldü dediklerinde sokaklara çıkmıştım. Bir çelişkiyi, tenakuzu anlatıyorum. Sokaklarda nümayişlere katıldım. Eklemler yaptım. Bildiriler dağıttım. Hapishane yıllarımda da bildiriler dağıtıyordum. Her milli bayram günü hücremden hep bildiriler okudum. Bir delilikti belki de. Ama kimse beni dinlemiyordu. Ruhaniler dinlesin istiyordum. Şehitler dinlesin, taşlar, Nebahat dinlesin istiyordum. Bir gün oralarda yeniden bir uyanış başlasın istiyordum.
“Kırımoğlu ne işkence gördüyse ben de cezaevinde o işkenceyi gördüm”
Şimdi soyadı Kırımoğlu oldu. Cemiloğlu’nu Türkiye’ye davet ettik ama malum nedenlerle gelemedi. Mustafa Cemiloğlu’nun Türkiye’deki herkese selamları var. Selamlarını iletti.
Cezaevinde Mustafa Cemiloğlu için nümayiş yaptığım için büyük işkencelerden geçtim. Bu bir çelişkiydi, tezattı. Türkiye’yi yönetenlerin alkışlaması lazımdı. Aldılar, götürdüler. Kırım’da Cemiloğlu nasıl işkence gördüyse ben de Türkiye’de işkence gördüm.
Şimdi Kırım birileri tarafından yutuldu. Ama bir gün yine Allah nasip ederse kendi kültürel değerleriyle ayakta kalacaktır.
Cengiz Dağcı ve arkadaşları bize hep ayakta kalın, ayakta durun diye mesajlar veriyorlar. O sanatçılar, edebiyatçılar, o müzisyenler Kırım’dan Kazakistan’a, Çeçenistan’a, Borna Hersek’e kadar hep bizi terennüm ettiler.
Ama Türk dünyası bunlarla çok ilgilenmedi. Türkiye ilgilenmedi. Nerede Türk siyasetçileri. Nerede hükümet. Nerede Türkiye’nin sanatçıları, edebiyatçıları, sivil toplum kuruluşları. Nerede Kültür ve Turizm Bakanlığı. Binlerce derneğe işe yaramaz projeler karşılığında milyon dolarlar verenler. Neden Kırım dernekleriyle ilgilenmiyorsunuz?
Soydaşlarımızla, dindaşlarımızla ve kültürdaşlarımızla ilgileneceğiz. Hep o tarihi, kültürü yaşatacağız. Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi, romanlarımızı yaşatacağız.
Cengiz Dağcı sürgündeyken hayatını kaybetti. Kendi topraklarına bir dönemedi. Çünkü kanun böyleydi. Ölseler bile topraklarına dönüş yasaktı.
Cengiz Dağcı Londra’da hayatını kaybettiğinde Sayın Davutoğlu Dışişleri Bakanı’ydı. O zaman hem Ukrayna ile hem Rus yetkililerle görüşerek çok önemli bir işe imza attı. Onun sayesinde Cengiz Dağcı doğduğu topraklarda yaşıyor.
Cengiz Dağcı o belgeselde bizim kahramanlarımız kimlerdir sorusunu yanıtlıyordu.
Kırım’dan 1944’te 500 bine yakın insan vagonlara doldurularak gönderildiler. Hayvan muamelesi bile görmediler. Yıllar sonra tekrar topraklarına döndüler. O dönenler için dedi ki Cengiz Dağcı. ‘Geri döndüler ya topraklarına onlar bizim kahramanlarımızdır.’
Cengiz Dağcı sen o kahramanların en önde giden adamısın. Sen toprağına döndün, naaşınla döndün. Sayın Davutoğlu’na teşekkür ediyoruz.
Yaşasın Türkiye, yaşasın Kırım, yaşasın Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
haber: enpolitik