İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. İktidarın ekonomi ve dış politika tutumuna yönelik eleştirilerde bulunan Akşener, Suriye politikası üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'a tepki gösterdi.
Öte yandan Irak, Suriye ile Lübnan olmak üzere iki yurt dışına asker gönderme tezkeresinin süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri TBMM'ye sunulmasının ardından Akşener'in Suriye üzerinden tepkide bulunması dikkati çekti.
İktidarın Suriye politikasını eleştiren Akşener, Erdoğan'a şu sözlerle yüklendi: Eğer Afrin’de kalmak için, her iki senede bir Putin’e, 2 buçuk milyar dolar ödeyeceksen; sana, ev sahibi değil, kiracı derler. Toprak bütünlüğünü koruyan bir Suriye, Türkiye’nin lehinedir.
O nedenle, ya Esad’la masaya otur ve Şam Hükûmeti’nin egemenlik tesis etmesine yardımcı ol; ya da, bölgedeki Mehmetçiğimizi korumak için gereken tedbirleri, bir an önce al. Ama sakın, günü kurtarmak ve kamuoyunu oyalamak için, Putin’e o haracı ödemeyi aklından geçirme. Yoksa, milletimizin emeğinin, evlatlarımızın geleceğinin hesabını sormak için, karşında bizi bulursun.
Akşener'in konuşmalarından öne çıkanlar şöyle:
Biliyorsunuz, 3 yıl önce Sayın Erdoğan, âdeta; “Ver yetkiyi, gör etkiyi.” diyerek, bizlere bir söz vermişti. Neydi o söz? Arkadaş bizlere, faizle, enflasyonla, dolarla, nasıl mücadele edilir gösterecekti, değil mi? Nitekim, bugün ülkemizde; Devletin bankaları, onun yetkisinde. Medyanın büyük çoğunluğu, onun kontrolünde.
'İŞTE SİZE, PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI İLE UÇAN TÜRKİYE'
Hazine, maliye, yine onun yetkisinde. Hatta, bağımsız olması gereken Merkez Bankası bile, onun yetkisinde. Yani tüm yetkiler kendisinde. Peki ya etki? Etki ortada. Faizler ve enflasyon tavan, dolar 10 liraya koşuyor. İşsizlik alıp başını gitmiş. Çiftçi, esnaf, emekli, herkes perişan. İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı ile uçan Türkiye.
İşte size, tam yetkili Sayın Erdoğan’ın, 3 yılda ülkemize olan etkisi. Gösterdiği, bu olağanüstü yönetim performansı yetmiyormuş gibi, kendisi bir de adeta dolaptaki yazlıklarla, kışlıkları değiştiriyormuş gibi, Merkez Bankası Başkanlarını değiştirmeyi de, son zamanlarda alışkanlık haline getirdi.
'MERKEZ BANKASI BAŞKANLARI MEVSİMLİK İŞÇİ OLDULAR'
Normalde, görev süreleri, 4 yıl olan Merkez Bankası Başkanları, Sayın Erdoğan sayesinde, artık mevsimlik işçi oldular. Yazlık Merkez Bankası Başkanı ayrı, Kışlık Merkez Bankası Başkanı ayrı. Her sezona, yeni bir başkanla giriyoruz. Nitekim son olarak, geçtiğimiz hafta; faiz indirimine mesafeli duran kurul üyelerine de el attı.
Bunun kaçınılmaz etkisi olarak da; milletimizi dizginlenemeyen bir dolar kuruyla, baş başa bıraktı. Sayın Erdoğan; farkında mısın artık bilmiyorum ama; sen bildiğini okumaya, her şey yolundaymış gibi davranıp, sorumsuzca konuşmaya, ve sorunları çözmek yerine, halının altına süpürmeye devam ettikçe, dolar artıyor.
Dolar arttıkça çiftçinin gübresinin, mazotunun fiyatı artıyor. Milletimiz perişan oluyor. Tüm bunlar olurken Maliye bakanımız ortada yok.
Merkez Bankası da tam takır, kuru bakır kaldı. Şimdi de, ödünç aldıkları dövizler için, alacaklılar kapıda bekliyor. İşte o nedenle, müdahale edemez. Şu anda Merkez Bankası’nın net rezervi, maalesef eksi 43 milyar dolar. Yani Merkez Bankası bugün; “dükkânı kapatacağım” dese, 43 milyar dolar paraya ihtiyacı var.
Her seferinde söyledik, her seferinde uyardık. Bugün burada, yine tekrar ediyorum: Merkez Bankası gücünü, itibarından alır. İtibarı da, bağımsızlığından gelir. Ama Sayın Erdoğan sağ olsun, Türkiye’nin en güzide kurumunda, ne bağımsızlık kaldı, ne de itibar…
Bak sayın Erdoğan; Her sorunun çözümü, önce doğru teşhisle başlar. Milletimizin sana verdiği, tüm bu yetkilerden sonrasında dolar kurunun son 3 yılda, 4 buçuk liradan 9.33 liraya çıkmasının sebebi, sensin, sen. Bunu artık kabul et. Sen, sözüm ona faizleri düşürdün ama, Türkiye’nin risk primi arttı.
Risk primi artınca, tahvil faizleri arttı. Ticari kredilerin faizleri arttı. Döviz cinsinden bulunacak dış kaynak için, ödenecek faiz de arttı. Senin bu beceriksizliğin yüzünden; Devlet bütçesinden sadece bu yıl, 200 milyar lira faiz ödemesi yapılacak.
Bu 200 milyar lira; Türkiye’de kayıtlı, 22 milyon çalışanın vergilerinden daha yüksek. Yani; 22 milyonun ödediği verginin tamamı, faize gidecek. Dahası var. Kurdaki bir liralık artış, dış borcumuzu da, 450 milyar lira artırıyor.
Sayın Erdoğan, Partili Cumhurbaşkanı olarak göreve geldiğinden bu yana, ülkemizin dış borcu, tam 2 trilyon lira arttı. Peki bu borç, nasıl ödenecek biliyor musunuz? Ürün fiyatları artacak, öyle ödenecek. Gıda fiyatları artacak, öyle ödenecek. Doğalgaz ve elektrik fiyatları artacak, öyle ödenecek.
Giyim kuşam fiyatları artacak, öyle ödenecek. Yani; bizlerin cebinden çıkan para ile ödenecek. Onların ceplerinden kuruş çıkmayacak, lüks hayatları tam gaz sürecek, faturayı millet olarak hepimiz ödeyeceğiz.
Aziz milletim; Milletçe bize bu faturayı kesen de, bu hesabı ödeten de, bizzat Sayın Erdoğan’dır. Paramızın pul olmasının sebebi de, borç içinde yüzmemizin nedeni de, bizzat Sayın Erdoğan’dır. Tokatlı gencimize, gece saat 1’e, 2’ye kadar, kurun yükselişini izleten de, Bursalı esnafımıza, yerli ürünü, dolarla aldırtan da, bizzat Sayın Erdoğan’dır. 2018’de aldığı yetkiyle sefa süren de, milletimizin kendisine gösterdiği güveni boşa çıkartan da, bizzat Sayın Erdoğan’dır.
'ARTIK VAKİT, HESAP VAKTİ; ARTIK VAKİT, SANDIK VAKTİ'
İşte o nedenle; “Vakit Türkiye Vakti” diye, iş başına gelenlerin, artık bu milletin yakasından düşme vakti, geldi de çattı. Haydi Sayın Erdoğan, vakit tamam. Çırpınmanın, çamura yatmanın, alemi yok. Milletimizin bu gidişe daha fazla tahammülü kalmadı.
Artık Vakit, Hesap Vakti. Artık Vakit, Sandık Vakti. Artık Vakit, Seçim Vakti. Sayın Erdoğan ve arkadaşları, dış politikayı da, tıpkı ekonomiyi yönettiği gibi yönetiyor. Yani; Akılsız ekonomi politikaları ve keyfi kararlar, nasıl risk primimizi arttırıp, ödediğimiz bedeli yukarı çekiyorsa; benzer bir durumu, dış politikada da yaşıyoruz.
Biz bugün, Suriye’de; Sayın Erdoğan’ın, önce ABD’ye, ardından da Rusya’ya sorumsuzca verdiği, tutulması mümkün olmayan sözlerin, bedelini ödüyoruz. Kendisi Suriye’de, şahsının politikalarını uyguluyor; bedelini de, milletimiz cebiyle, Mehmetçiğimiz ise canıyla ödüyor.
Gelin hep birlikte, yakın geçmişi bir hatırlayalım: Suriye’de iç savaş ilk başladığında; Sayın Erdoğan, Şam’da cuma namazı kılma hayallerinin peşine düştü. Bu hayalini de, ABD’nin desteğiyle gerçekleştirebileceğini düşündü.
Bunun için; Şam hükûmetini, tamamen karşısına aldı. Beraber deniz tatili yaptığı kardeşi Esad’ı, anında Katil Esad yaptı. İstikrarsızlaşan Suriye’yi de, PKK’nın eline bıraktı. Sonra ne oldu? 2015 yılının, Ekim ayında; ABD’nin, Esad’ı devirmek için savaşmaya, hiç de niyetli olmadığını anlayan Rusya, bizzat Suriye’ye asker çıkarınca; Sayın Erdoğan da, kısa bir bocalamanın ardından, bu sefer de dümeni Rusya’ya kırdı.
Bu dönemde, Rusya ile iyi ilişkiler kurmak için, taviz üstüne taviz verdi. Bu dâhiyane, “ne vereyim abime” yaklaşımının sonucunda, bugün başımıza bela olan ve fellik fellik kurtulmanın yollarını aradığımız S-400’ler, 2 buçuk milyar dolar peşin para karşılığında, satın alındı.
Öyle ki; Türkiye, bu alımı yaptığı için, yıllardır yatırım yaptığı, F-35 projesinden çıkartıldı ve yaklaşık 11 milyar dolarlık bir kayba uğradı. Dolayısıyla; S-400 işinin bize maliyeti, 13,5 milyar dolar, yani 120 milyar Türk Lirası oldu. Bunun karşılığında ise, elimizde dekoratif roketlerimiz, F-35’lerin de posterleri kaldı.
Sürecin devamında; İktidar, 2018 yılında imzaladığı Soçi mutabakatında; İdlib’teki radikal unsurların, Şam hükûmetine ve Rus birliklerine, herhangi bir saldırıda bulunmayacağını garanti etti.
Üstelik Sayın Erdoğan, bununla da yetinmedi. Herhangi bir saldırı durumunda, Rusya ile ortak tepki vereceğini de taahhüt etti. Peki sonuç ne oldu? Tüm itirazlarımıza ve uyarılarımıza rağmen; yürütülen bu akıllara zarar diplomasinin ilk acı sonucunda; 2020 yılının Şubat ayında, İdlib’te 33 evladımız şehit oldu.
Soçi mutabakatına uymayan Rusya ve Esad oldu, ama görüşme talep eden, yine biz olduk. Askerimizi şehit eden, Rusya ve Esad oldu, ama Putin’in ayağına gidip, kapılarda bekletilen, yine biz olduk. Moskova’da kazanan, Rusya ve Esad oldu ama geri adım atan, yine biz olduk. Sayın Erdoğan şu ana kadar aldığın tüm yanlış kararlar, ülkemizi bu noktaya getirdi.
Şimdi de çıkmış; “Tehditleri oradan ya etkin güçlerle, ya da kendi imkânlarımızla, bertaraf etmekte kararlıyız.” diyorsun. Ama, kimin elinin, kimin cebinde olduğu belli olmayan bir yerde, bunu neye güvenerek söylüyorsun? Mesela geçtiğimiz günlerde, kankan Putin’le yaptığın gizli görüşmede; Rusya’nın hava sahasını bize açacağının garantisini aldın mı?
'PUTİN’E O HARACI ÖDEMEYİ AKLINDAN GEÇİRME'
Geçmişte, sırf iç politikada rüzgar olsun diye yaptığın, dış politika giderlerinden sonra, her defasında verdiğin, tavizlerden yola çıkarak; seni şimdiden uyarmak istiyorum: Bu milletin parasını, daha fazla sokağa atamazsın. Eğer Afrin’de kalmak için, her iki senede bir Putin’e, 2 buçuk milyar dolar ödeyeceksen; sana, ev sahibi değil, kiracı derler. Toprak bütünlüğünü koruyan bir Suriye, Türkiye’nin lehinedir.
O nedenle, ya Esad’la masaya otur ve Şam Hükûmeti’nin egemenlik tesis etmesine yardımcı ol; ya da, bölgedeki Mehmetçiğimizi korumak için gereken tedbirleri, bir an önce al. Ama sakın, günü kurtarmak ve kamuoyunu oyalamak için, Putin’e o haracı ödemeyi aklından geçirme. Yoksa, milletimizin emeğinin, evlatlarımızın geleceğinin hesabını sormak için, karşında bizi bulursun.
Aziz milletim ne yazık ki, AK Parti iktidarıyla birlikte, siyasetçilerin, milletin derdinin değil, rantın peşinde koştuğu, dertlerimizin değil, dedikoduların gündem olduğu, bir büyük siyasi yozlaşmayla, karşı karşıya kaldık.
27 yıllık siyasi hayatını; “Seçmen velinimettir” anlayışıyla yaşamış biri olarak bu yozlaşmaya son vermek, rekabeti, tıpkı olması gerektiği gibi millete hizmet üzerinden yürütmek ve seçmeni yeniden velinimet yapmak için arkadaşlarımla birlikte 22 aydır ülkemizi karış karış geziyoruz.
“BİZ ÇİFTÇİLER OLARAK, BIRAKIN EMEĞİMİZİ, GÜBREMİZİ DAHİ ALAMIYORUZ''
Bu hafta, Tokat ve Bursa’daydık. Bakın, Tokatlı ve Bursalı vatandaşlarımız ne diyor? Derdini dökerken, sinir krizi geçiren Zileli bir anne; “3 çocuğum atanamadı. Eşim iş kazasında parmaklarını kaybetti ve işsiz. Biz şimdi ne yapacağız?” diyor. Pancar üreticisi bir kardeşim; “Biz çiftçiler olarak, bırakın emeğimizi, gübremizi dahi alamıyoruz. Bir ton pancara, bir çuval gübre gidiyor. Dolayısıyla tarlamızı süremiyoruz. Pancar dahi üretemiyoruz.” diyor.
Çocuklarını okutmak için ayıkladığı cevizlerden, elleri çatlayan, Bursalı bir çiftçi kardeşim; “Biz insanca yaşamayı hak etmiyor muyuz? Benim maaşım 2 bin lira, onlara bir günlük çay parası. İki çocuğum var. Biri, İngilizce öğretmeni oldu. Şimdi otelde, garsonluk yapıyor. Yazık günah değil mi bize?” diyor.
'ÜRETİCİMİZİ BU DURUMA DÜŞÜRMEYE NE HAKKINIZ VAR?'
Gemlik zeytininin yok edilmesine isyan eden, Bursalı zeytin üreticisi kardeşim diyor ki; “Her yıl zeytinimiz 1 lira zamlanıyor. Her yıl gübreye, ilaca yüzde 30-40 zam gelirken, bu yıl yüzde 140, yüzde 150 zam geldi. Artık dayanacak gücümüz kalmadı. Biz bu durumda nasıl üreteceğiz?” Duruma bakar mısınız? Ayıptır, günahtır. Üreticimizi bu duruma düşürmeye ne hakkınız var?
'DİNİMİZDE HARAM AMA YİNE DE FAİZ İŞLETİYORLAR'
Bu vesileyle, buradan dile getirmek istiyorum: Tarım girdi maliyetlerine göre; küçük zeytinin fiyatı, 9 lira 25 kuruş, iri zeytinin fiyatı ise, 25 lira olmalıdır. Zeytin üreticisi kardeşlerim hiç merak etmesin, bu işin peşini bırakmayacağız. Orhangazili bir esnaf kardeşim diyor ki; “Burası Diyanet’in yeri. Kiralarda çok zorlandık. 17 gün dükkânımızı açmasak da kiramızı ödemeye çalıştık. Bir gün geciktiğinde faiz koyuluyor. Diyanet’te bile faiz var. Dinimizde haram ama yine de faiz işletiyorlar.” Diyanet’in haline bakar mısınız? Allah ıslah etsin.
Dava arkadaşlarım; Biliyorsunuz her fırsatta, İktidarın yaptığı projelerin; Milletimize yük, yandaşa da rant olarak dönmesine, karşı olduğumuzu söylüyoruz. Bursa’da bunun bir başka örneğiyle karşılaştık.
Yük değil, âdeta dert taşıyan, Bursalı bir kamyoncu esnafı kardeşim dedi ki; “Vergilerden dolayı, aşırı derecede yük bindi üzerimize. Şu anda matrah artırımı geldi. Peşin olarak 38 bin lira ödedik. Eğer peşin ödemeseydik, 46 bin lira olarak taksitlere bölünecekti. Ücretlerden dolayı köprülerden geçemiyoruz, otobanlardan geçemiyoruz.”
'PROJEYE DEĞİL RANTA KARŞIYIZ'
Sayın Erdoğan; işte durum tam olarak bu. Sen istediğin kadar köprü, yol, tünel yap. Eğer vatandaşlarımız yüksek fiyatlardan dolayı o yoldan, o tünelden geçemiyorsa, O köprüyü kullanamıyorsa; bir de üstüne, ödemek zorunda kaldığı vergilerin altında eziliyorsa; sen millete hizmet etmenin değil, rantın peşindesin demektir. Bu kadar basit.
Biz de işte tam olarak bu nedenle, diyoruz ki; Projeye değil ranta karşıyız. Değerli milletvekilleri; Tokat’ta beni en çok üzen durum, gençlerimizin durumuydu. Üniversiteye başladığı için, mutlu olması gerekirken; “Okul bitince iş bulacak mıyım?” kaygısı yaşayan genç bir kardeşim, dedi ki; “Bu ülkede her gün bir zam geliyor.
Artık gerçekten, gençler olarak hayalimiz, Avrupa’da yaşamak.” Ama dikkat edelim, bu Avrupa’da yaşama hayali anca oturdukları koltuklardan sallamayı bilen, “telefonunu çıkar bakalım”cı tayfanın söylediği gibi, Avrupa’yı keşfetmek için falan değil. Bu oğlumuz, sözlerinin devamında; “Ben çalıştığım parayla, kendime bir şey alamıyorum. Ama Avrupa’daki insanlar araba alıyor, en son model telefon alıyor.
Biz gençler olarak gerçekten ümitsiziz.” dedi. Bir başka genç kardeşimiz; “Yol masrafım, günlük 7 lirayı buluyor. Yemek yesem 10 lira gidiyor. Akşamına param yok. Hiçbir aktivitem yok. Yapabileceğim bir şey yok.” dedi. Ellerini göstererek yanıma gelen, gözündeki yaşlarla yüreğimi parçalayan, bir başka evladımız; “Üniversite okuyorum, ellerime bakın. Hatay’da tarlada çalıştım.” dedi.
Bir tarafta; geleceğe dair, zerre umudu kalmayan bu gençlerimiz, gözünde yaşlarla, hayata tutunmaya çalışırken diğer tarafta bu çaresizliği görmeyen, gençlerimize elini uzatmayan, onları her fırsatta yargılayan, aşağılayan ve suçlayan Sayın Erdoğan ne yapıyor?
Haftada bir gençlerle buluşup, utanmadan şarkı türkü söylüyor. Yazıklar olsun. Gençlerimizi bu duruma düşüren, zihniyetiniz batsın. Gençlerin karnı, o türkülere tok, Sayın Erdoğan. İnanmıyorsan hodri meydan: Git o türküleri, bir de işsiz, umutsuz gençlerimizin yanında söyle bakalım.
Eşlik mi edecekler, alkış mı tutacaklar, işte o zaman anlarsın. Ama artık milletinden o kadar koptun ki; bırak gençlerimizi; senin artık geçmişte sana oy veren hatta AK Parti teşkilatlarında emek vermiş kardeşlerimizin, durumundan bile haberin yok. Ziyaret ettiğim yerlerde, geçen seçimlerde, AK Parti’ye oy vermiş kardeşlerimizle de karşılaşıyoruz.
Elbette, onların da durumlarını soruyorum. Onlarla da dertleşip, sohbet ediyorum. Nasıl olduklarını, neler hissettiklerini öğreniyorum. Eskiden sana toz kondurmazlardı. Sonra, “Reis’e yardım et, onun yanında dur” demeye başladılar. Peki şimdi durum nasıl, biliyor musun? Bilmiyorsun, o nedenle ben söyleyeyim. Artık onlara sırtını döndüğünü ve sıkıntılarını umursamadığını düşünüyorlar.
Bugüne kadar, köylerinde, mahallelerinde, aile ve arkadaş ortamlarında, seni karşılıksız savunan, ve geçen seçimlerde sana son bir şans verenler, şimdi neredeyse, AK Parti’ye oy verdiklerini gizleyecek durumdalar.
Kendi iç dünyalarında bu sıkıntı, hüzün ve sıkışmışlıkla yaşıyorlar. AK Parti teşkilatlarında görev yapan kardeşlerim bile, artık bir araya geldiklerinde, bu gidişatın hayra alamet olmadığını, bu kafayla sonuç alınamayacağını konuşuyorlar.
'İKTİDARA TEDBİLİ KIYAFET TEPKİSİ'
AK Parti teşkilat mensupları bile, artık iyi bir habere hasret kalmış. Ama nerede…Gerçekleri görmelerine rağmen, saraydaki 5 maaşlı utanmazlardan, “her şeyin iyi gittiği, milletin bir elinin yağda, bir elinin balda olduğu, bolluk, bereket ve huzur içinde, mutlu bir hayat sürdüğü” masallarını, onlar da dinliyor. Ve daha da ötesi, onlardan bu masalları, milletimize aynen aktarmaları bekleniyor. Bu düpedüz zulümdür onun için tebdili kıyafet yapılıyor onun için AK Partili kimliğiyle sokakta gezilemiyor.
İşte o nedenle; Sen artık; geçmişte sana güvenip, oy verenleri bile umursamayacak kadar, milletinden kopmuş olsan da ben milletin meclisinde, milletimizin dertlerini konuşmaya devam edeceğim. Sen ve yancıların; milletimizin feryadına bile, tiyatro deyip geçseniz de ben memleketi, il il, ilçe ilçe dolaşıp, milletimizle buluşmaya devam edeceğim.''