Erol Dok Geniş Katılımlı Bir Törenle Son Yolculuğuna Uğurlandı

Erol Dok Geniş Katılımlı Bir Törenle Son Yolculuğuna Uğurlandı

Ülkücü hareketin önde gelen simalarından, Muhsin Yazıcıoğlu’yla çıktığı yolda dik duruşundan asla ödün vermeyen, ömrünü Türk milletine adamış dava adamı Erol Dok, Ankara Kitap Fuarında katılmış olduğu etkinlikte geçirmiş ol

Cenaze namazına, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Feramuz Üstün ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş da katıldı.

Erol Dok, 12 Eylül Darbesi’nin ardından Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nda idamla yargılandı. Ankara Ulucanlar ve Mamak Askerî Ceza ve Tutukevinde 5 yıla yakın cezaevinde kaldı.

Erol Dok, son olarak Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ve Sözcü gazetesinin Meclis muhabiri Veli Toprak tarafından hazırlanan “Son Alperen Muhsin Yazıcığlu’nun Sır Görüşmeleri” adlı kitaba röportaj vermiştir. Enpolitik ekibi olarak Selçuk Özdağ’dan müsaade alarak kitabın ilgili bölümünü aynen yayınlıyoruz:

YAKIN ÇALIŞMA ARKADAŞI EROL DOK:

“ABDULLAH ÇATLI İÇİN AĞAR’A RİCA ETTİ.”

Yazıcıoğlu ile tanışıklığınız ne zaman başladı?

Aslen Trabzonlu ama 1957 Ankara doğumluyum. Ziraat Fakültesinde okurken rahmetli başkanı tanıdım, 1976’lı yıllar. Onun vesilesi ile de Ülkü Ocaklarına girdim. 77-78’li yıllarda yanında oldum. Sonra Ülkü Ocakları Genel Merkez yönetiminde bulundum. 1980 darbesini yaşadık, aynı evde darbeye yakalandık. Evi 3-5 kişi biliyordu. O benden önce yakalandığı için Allah’a şükrettim çünkü evin adresini ben vermemiştim. Onun yakalandığı eve ben düştüm. C-5’te beraber olduk. Sonra Mamak yılları. Birçok hatıra ve değerlendirmeler. Ben kendisinden 1 yıl önce tahliye oldum. Cezaevinden kendisi çıktıktan sonra da siyasi hayata atıldığı gün, rahmetli başkan milletvekili adayı olmuştu. 1991 yılında. “Başkan ne yapıyoruz?” diye sorduğumda “Hazırız, Sivas’a gidiyoruz.” dedi. “Dur eve geleyim dedim” ve Dikmen’de eve gittim. “Nasıl gidiyorsun?” diye sorduğumda Şahin marka bir arabası vardı. “Benzini dolu, 1000 lira da param var.” dedi. Başkana “1-2 gün erteleyelim.” dedim ve bizim arkadaşlarla değerlendirme yaptık. “O, inançlarımızı Meclise taşıyacak.” sloganını bulduk. Arkasından ilk Sivas’a gittiğinde “O kim?” diye afiş astık. Sivas adayı olduğumuzda, diğer arkadaşlarına da destek olmamızı istedi. Destek olduk, Kavaklıdere’de ona bir büro oluşturduk. O zaman MÇP milletvekili idi. Sonrası MÇP’den bir vesile ile ayrıldık…

“TÜRKEŞ SALONA GELSE NE YAPACAĞIZ!..”

MÇP’den ayrılma gerekçeniz size göre nelerdi?

Ayrılmamızın gerekçeleri çok uzun olmakla beraber, aslı şu idi; “Her şey devlet için.” derken, bir anda “Her şey insan için.” oldu. Temel sorun burada idi. İkincisi de “Allah’ın kabul etmediği hiçbir şeyi bundan sonra yapmayacağız.” diye ortak bir söz vardı. Bunlar bizim düşüncelerimizdi, tartışılır. Biz mi MÇP’den ayrıldık, rahmetli Türkeş mi bizi kovdu, onu bilmiyorum. Bunlar derin. İstifa günü geldi. Maltepe’de bir düğün salonu tutmuştuk. Ben o zaman MÇP’ninGYK’sındayım. Beni çağırdı, “Hayırdır başkanım?” dedim. “Çabuk bir an önce başlat, şu işi bitirelim.” dedi. “Niye başkanım?” diye sordum. ”Şimdi Türkeş kapıdan içeri girse, ‘Ne yapıyorsunuz lan burada, hadi bakayım!’ dese ne yapacağız?” dedi. Bu başkanın, aynı zamanda Türkeş’e olan saygısının bir ifadesi idi.

Millî Mutabakat Çağrısı’nın hazırlanmasında katkınız var, nasıl oldu?

Büyük Birlik çalışmaları içinde iken, tüzük çalışmaları benimbaşkanlığımda, program çalışmaları benim organizem ile gitti. Şimdiye kadar bakanlık, rektörlük, milletvekilliği ve danışmanlık yapan 100’e yakın isim o çalışmaların içinde idi. Bir Millî Mutabakat Çağrısı yayınladık. Bu çağrıyı Mümtaz’erTürköne’nin evinde Muhsin Başkan’la beraber, eşi Mualla Türköne de vardı, onun daktilosu ile hazırladık. Çağrıyı aldım elime, akademik komisyon dediğimiz arkadaşlara teker teker gösterip “İfadelerden girsin/ çıksın dediğiniz var mı?” diye sordum. Katkıları olanları topladım. Ana metin Bahçelievler’deki Türköne’nin evinde yazıldı. Metin içerisindeki açılım bana göre hâlâ geçerlidir. Türkiye’nin temel taşıdır.

“ ‘İSLAMİ’ DEDİK, PARTİNİN KAPATILMASINI BEKLEDİK!”

Millî Mutabakat Çağrısı bize büyük bir açılım alanı sağladı. Bir profesör arkadaşa anket yaptırdık. Sonuç şu idi; siz bu şekilde Türkiye nüfusunun ancak %20’sine hitap edersiniz. O da eğitim seviyesi belli düzeyde olanlara, aşağıdakilerden bir sonuç almanız mümkün değil diye. Siyasal Bilgilerden solcu bir profesör geldi. Bu çalışmaların üzerine, solda bile olmayan bir anlayış getirdiğimizi söyledi. İlk sözlerimiz “Hadim Devlet” anlayışı. Sivil İtaatsizlik Eylem Planı, Sivil İnisiyatif Grubu. Partiyi kurarken “Millî, İslami, sivil ve katılımcı.” dedik. İslami demenin Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyorduk, parti kapatılsın diye çok uğraştık ama beceremedik. Parti çalışmalarına başladık. Söğütözü’nde büyük kurultaya hazırlandık. Divanın en önemli özelliklerinden biri, “Masraflar nereden karşılanıyor?” diye gelip cebime para koyanlar oldu. “Katkımız olsun.” diye yardım edenleri o gün de bugün de unutmadım, unutmayacağım.

“İNANMADIĞINIZI YAPMAYIN, YAPMAYACAĞINIZI SÖYLEMEYİN”

Rahmetli bize bir tavsiyede bulunmuştu; “İnanmadığınız hiçbir şeyi yapmayın, yapamayacağınız hiçbir şeyi söylemeyin.”dedi. Sonra istişareye çok önem verdik. Rahmetli ile “kentli Müslüman” tipi oluşturmak için yoğun gayret gösterdik. Kendi çevremize bile anlatmakta zorlandık. Parti kurulurken, kurucuları 99 diye düşündük. Allah’ın 99 ismini esas alarak yaptık. Kurucular Kurulu değerlendirmeleri oldu. Liste tamamlandı, rahmetli başkana götürdüm. Kâğıtları uzattım, lambayı söndür dedi. Lambayı söndürdüm, karanlık odası. Elini kâğıtların üzerinde gezdirdi, “Şunu çıkart.” dedi. Parmağımla orayı tuttum, dışarı çıktım orayı karaladım. Kimi karaladığımı bilmiyorum. Yerine başkan koydu. Bu arkadaşı geçirebilirsen, morali düzelir dedi. Yazdım, kurucular arasında yer aldı. O tarihte aranıyordu.

“FETİH OLACAKTI, BBP’YE DÖNÜŞTÜ”

Partinin ismi nasıl oluştu? Başka isimler de vardı…

Partinin isim arayışında sona gelindi. Son gün Fetih Partisidiye karar kılındı. Ancak o gece biraz komitacılık yaptım, telefon mesajlarıyla “İstemiyoruz.” diye Büyük Birliğe dönüş noktasında kulis attık. Amblemi Sivaslı bir arkadaş çizdi. Hilal içinde gül. Ayrıca Allah lafzı. Parti kurulurken Nevzat Köseoğlu Ağabey ile bir görüşme oldu. “Sen partinin başına gel, ben de başkan yardımcısı olayım.” dedi. Nevzat Ağabey bunu kabullenmedi. O zaman başkanda illa “Ben olayım.” düşüncesi yok idi.

Türkeş’ten ayrıldıktan sonra bazı sıkıntılar yaşandı.

Rahmetli Türkeş’ten ayrılmamıza siyasi yorumlar olabilir ama bir cesaret işi idi. O dönemler bir hayli sıkıntılı ve stresli günler yaşadık. Biz ayrılırken de güzel şeyler söylenmedi. Ama biz hep rahmetli Türkeş’in sayesinde milliyetçi olduk, onun sayesinde vatan/millet sevgisini bulmuştuk. Saygısızlık edemezdik. Ama siyasi açılım diyorduk. Milletin %85’i Türk, %99’u Müslüman, niye oy vermiyor diye düşünüyorduk. İnsanlarda sevgi ve sempati alanı iyice oluşmaya başlamıştı. Hareketin içinde Ülkü Ocaklarının belli seviyede yöneticiliğini yapmış, içinde bulunmuş arkadaşların tamamının sempati alanı içinde idik. Parti kurma aşamasında bazı hatalarımızla herkese ulaşamadık.

“ÖZAL ‘BİRLİKTE OLALIM’ DEDİ, BAŞKAN KABUL ETMEDİ”

O tarihlerde Turgut Özal’la bir görüşmeniz oldu, ne önerdi?

O günlerde gidişatı gören Cumhurbaşkanı Özal bizi Çankaya Köşkü’ne davet etti. Ben, Mustafa Çalık, başkan ve ismini hatırlamadığım 4 isim gittik. Biz bir odada ağırlandık. Başkan ile Özal baş başa görüştüler. Bir müddet görüştükten sonra çıktı. Başkanın bir huyu var. Görünene değil, gerçeğe göre hareket et esprisinden yola çıkarak yakın arkadaşlarından hiçbir şeyi saklamazdı. Başkan açık, düzdü. Tabiri caizse yatak odası hariç her şeyimiz birbirimize açıktı.

Ne konuşulduğunun özeti; “Parti kuruyormuşsun, partiye gerek yok. Ben de kurmayı düşünüyorum. Burada ağırlığımız yok. Birlikte olalım…” Başkan özetle şöyle dedi: “Aşağılar, yukarıdan sizin baktığınız gibi değil… Aşağıda sizin için bir parti kuracak aşama yok. Bizim ise partide iktidar diye bir derdimiz yok. Biz partiyi bir mücadele diye açmak, bu açılan mücadelede nereye kadar gidebilirizin bir ölçüsündeyiz.” Kendisi çok ısrarcı olmasına rağmen başkan kabul etmedi. O görüşmeden sonra Divanda bu bilgileri anlattı.

“1994’TE ERDOĞAN’IN ERBAKAN’DAN AYRILMA İSTEĞİ”

Daha sonra İBB’de Tayyip Bey’i ziyaret ettiniz, hatıranız var mı bu görüşmeye ilişkin?

Tayyip Bey İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olmuştu. Kendisini ziyarete gittik. Bir araba kadar kişi. Bir salonda hoş sohbet, değerlendirme. Daha sonra fotoğraf çekinildi. Orada 4-5 kişi idik. Sayın Cumhurbaşkanı “Ya siz Türkeş gibi bir adamdan ayrıldınız, biz Erbakan’dan nasıl ayrılacağız? Artık yenilenmemiz lazım, bizlere bırakmaları lazım.” dedi. Şahit olduğumuz sözler. Yıllar, sonra onu Erbakan’a galip getirdi.

“AĞAR’A ÇATLI RİCASI…”

REFAHYOL koalisyon görüşmelerinde siz de vardınız, neler yaşandı?

Bizim hükûmete girmemiz için REFAHYOL ekibi bize geldi. Cinnah’ta benim ofiste. Mehmet Ağar, Ayvaz Gökdemir DYP adına, Abdullah Gül, Abdulkadir Aksu ve Fehim Adak RP’den geldiler. Uzun görüşme yapıldı. Buraya Divandan sonra geldik. Orada arkadaşlardan “Bakanlık teklif edilirse kabul et.” diyenler oldu. “Etme.” diyenlerimiz vardı, ben onlardandım. İkna etmek için 2 bakanlık, 3-4 genel müdürlük pozisyonu dendi. Başkan, “Ben size güvenoyu vereceğim ama hiçbirini istemiyorum. Pazarlık gibi değerlendirmeyin.” dedi. Mecliste “Müslümanların iktidarını engelleyenlerden olmadığımı göstereceğim.” dedi. Mehmet Ağar’dan bir talepte bulundu: “Mehmet Ağabey senden bir talebim var.” deyince Ağar “Buyur başkan, nedir?” dedi. Başkan “Burada söylemem.” dedi, küçük odaya geçerken, ben de yanında gittim. “Bizim arkadaşın işini halledin, başka bir şey istemiyorum.” dedi. Kastettiği Abdullah Çatlı idi…

“MESUT YILMAZ ‘NE CÜRETLE BUNU SÖYLERSİN!’ DİYE UYARDI”

ANAP ile BBP ittifak kararı aldı 1995’te, ben karşı idim. Bu ittifaktan sonra BBP özelliğini kaybetmeye başlamıştı. Şahsi düşüncem. Ben aday olmayacağımı açıkladım. Beni görüşmeleri not tutmak üzere başkan görevlendirmişti. İttifakın ilk görüşmesinde Dedeman Oteli’nde bir toplantı düzenledik. Mesut Yılmaz da gelmişti. Orada Yılmaz konuştu, mikrofonu elime aldım: “Muhsin Başkanım, doğru yolda olduğun müddetçe arkandayız ama en ufak bir sapma olursa ilk terk eden olacağım.” diye bir ifade kullanmıştım. Mesut Yılmaz beni yanına çağırdı, başkan da yanında, “Sen ne cüretle bunu söylersin!” dedi. Başkanın dediği ifade: “Biz birbirimize böyleyiz! Böyle olmak zorundayız…

İttifak çalışmaları yapıldı. Milletvekili listesi hazırlandı. Daktilo edip listeyi ANAP’a bıraktık. Antep’te 4. sıra bizimdi fakat bize gelen listede Ülkü Ocakları Eski Başkanı Fevzi Koçoğlu’ya yanlışlıkla ikinci sırayı vermişler. Başkana götürdüm, Fevzi vekil oldu diye. “Şimdi ararlar.” dedi. Antep karışmış. Mesut Yılmaz aradı, başkan “Ben hallederim.” dedi. Fevzi’yi arayın dedi, bana. Cep telefonu arıyoruz, ulaşamıyoruz. Muziplik yapıp “Tamam Fevzi kaçtı.” diyoruz. İstifasını vermezse vekil olacak diye yorumlar yapıyoruz. Başkan da çok rahattı. Süre geliyor, Taşar arıyor. Kapı çaldı, Fevzi içeri girdi. “Hayırdır Fevzi?”, “Yav başkan dedi, beni yanlışlıkla ikinci sıraya yazmışlar, Yüksek Seçim Kuruluna gitmezsem olmazmış, YSK’ya gittim, istifa ettim, oradan geliyorum.” dedi. Başkan, Mesut Yılmaz’ı aradı, “O arkadaşımız gereğini yaptı.” diye.

“ALKOLE BULAŞMIŞA YETKİ BELGESİ”

Başkan gani gönüllü bir adamdı. Parti kurarken bir vilayete gittik. Yetki belgesi benim elimde. Başkan “Şuna yetki ver.” diyor, veriyoruz. İsmi önemli değil, bir vilayetteyiz. Başkan kürsüde konuşma yapıyor. Birileri geldi, yetki kime verilecek, onu soruyorlar. Ben de istişare edeceğiz dedim. O arada birisi geldi, dedi ki, “Yetki belgesini ben istiyorum.” O arkadaşımız da 12 Eylül’den sonra biraz bunalıma girmiş, alkole bulaşmıştı. Yanında olanlar “Ovv, onun ne işi var!” filan diyorlardı. Birkaç kişiye sordum “Aman ha, olmaz!” dediler. Olayı aynen başkana anlattım. Çağır dedi, yanına getirdim. “Niye istiyorsun?” dedi. “Başkanım kendimi kurtarmak için istiyorum.” dedi. “Tekrar hareketin içinde yer alırsam belki kötü huylarımdan vazgeçerim ama söylenenlerin hepsi doğru.” dedi. Başkan “Çıkart yetki belgesini, bu arkadaşa verelim.” dedi.

“ÜLKÜCÜ MAFYA MI OLUR?”

Ukalalık olmazsa başkanın vakanüvisi gibiydim. Bazı olayları değerlendirme şansına sahiptim. Başkan, cenazelerde insanlara karşı birtakım görev hatırlatmaları yapmıştı. Örneğin rahmetli Ertuğrul Alpaslan. Bizim Ülkü Ocaklarından arkadaşımız, cezaevi arkadaşımız. Antalya’dan gelirken, şüpheli bir trafik kazasıyla rahmetli oldu. Onun cenazesini Karşıyaka’dan kaldırmaya giderken, Hacı Bayram’da cenazesini kılacaktık. Hacı Bayram’ın kavşağına geldiğimizde, özellikle İstanbul’dan Ertuğrul Alpaslan’ı kendilerine yakın, sempatik buldukları için, delikanlılığından, cesaretinden bazı konularda ara buluculuğundan diye... Ertuğrul’a sahip çıkmak istediler. Hacı Bayram’ın kavşağında birkaç kişinin kafasını cenaze arabasına vurarak cenaze arabası kanlı gitti Karşıyaka’ya. Defnedileceği zaman duvar dibinde duran, adlarına mafya denilen büyük bir grup da gelmiş, siyah elbiseler filan. Rahmetli başkan “Duvar dibinde duranlar şunlar değiller mi?” dedi. “Evet.” deyince, “Ne işleri var bizim cenazemizde!” diyerek, bağırarak üzerlerine doğru yürüdü. “Ulan ne işiniz var burada,ülkücünün mafyası mı olur, ülkücünün adını kirletiyorsunuz! Defolun gidin buradan!” diye… Başlarındaki adama tokat atmaya giderken, kendisini zor tuttuk. Karşısındakilerin hepsi başlarınıyere eğdiler, hiçbir saygısızlık yapmadılar. Belki bir tokat atsa ülkücü mafya adında kimse olmazdı!

Cesaretli davranır, sonucunu düşünmezdi. “Biz doğru olanı yapacağız, her şeyin sonucunu burada mı alacağız? Öteki dünya var, bizim hayalimiz orada netice almak.” derdi. Çekinmezdi hiçbir şeyden.

“ASKERE FIRÇA ATTI, AKŞAM GENELKURMAYA DAVET EDİLDİ”

Şehit cenazesinde askere kızarken çekilmiş bir fotoğrafı var, anlatır mısınız, ne oldu?

Şehit asker cenazesi için Kocatepe Camisi’ne gitmiştik. O zamanlar, güneş için bir tente oluşturulur, oraya şehit aileleri otururdu. Yanında da tüm askerî erkân bekler, cami cemaati şehidin cenazesini kılar giderdi. Başkan tam askeri erkânın önüne geldi, “Bu cenaze kimin cenazesi?” diye sordu. “Şehit cenazesi, askerin cenazesi değil mi?” diye kendi cevap verdi. “Siz niye kılmıyorsunuz da burada bekliyorsunuz?” dedi. “Siz Türk askeri değil misiniz?” Bir tek kişi cevap vermedi. Hepsi böyle kafalarını eğdi.

Akşam saatlerinde Genelkurmaydan 2. başkan düzeyinde bir davet oldu. Davete gitti. Orada kendisine “Başkanı ne kadar sevdiklerini, Türkiye için çok önemli olduğunu, milliyetçi camiaya hizmet ettiğini, herkesin onu sevdiğini ama milletin içinde askere o şekilde söylemesinden dolayı rencide olduklarını fakat bir hatırlatma olarak kabul ettiklerini, bundan sonra belli düzeyde cenaze namazlarına katılma kararı aldıklarını.” söylemişler. Bunun da şahidi Muzaffer Özdoğan. O da orada imiş. Başkanı tanır diye onu da çağırmışlar.

“İŞKENCECİ POLİS CENAZESİNE GELDİ”

Rahmetlinin cenazesinde bütün askerî erkân Kocatepe’de var idi. Genelkurmay Başkanı’ndan kuvvet komutanlarına kadar. Cenazesinde, kendisine işkence eden polislerden biri de vardı. “Ne işin var burada?” dediğimde, “O delikanlı adamdı, helalleşmeye geldim.” demişti. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun.