Dr. Yusuf Kızıltaş; Orantısız Öğretmen Hareketliliği Engellenmelidir…(1)

Sitemiz köşe yazarı Dr. Göktan Ay’ın, Dr. Öğr. Üyesi Yusuf Kızıltaş (Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi) ile “eğitim” üzerine yaptığı söyleşiyi yayımlıyoruz..

Ropörtaj 14.12.2021 09:13:33 0
Dr. Yusuf Kızıltaş; Orantısız Öğretmen Hareketliliği Engellenmelidir…(1)

AY: Hocam merhabalar..Nasılsınız? Pandemi döneminin sizde etkisi oldu mu?

KIZILTAŞ: Merhabalar, teşekkür ederim. Pandeminin etkilerini elbette çok boyutlu düşünmeye muhtacız. Çünkü, birçok ülke gibi biz de hazırlıksız yakalandık. Ve bir anda farklı alanlarda pandemiye esir düşmemek için yoğun ama çoğu zaman kırılgan bir mücadele içinde bulduk kendimizi. Kırılgan diyorum çünkü insan olarak böyle bir tabiata zaten sahibiz. Ancak salt insanın yaradılışı bağlamında değil; pandemi, sorumluluk sahibi bir fert olarak bizlerin çeşitli alanlardaki varlığını, mücadelesini, istikrarını da akamete uğrattı. Şüphesiz sağlık ve eğitim bu alanların  başında geliyor. Eğitim konusuna yoğunlaşırsak      “ülke olarak belki de dünyada en çabuk refleks gösteren bizdik”  diyebiliriz.

AY: 20. Milli Eğitim Şûra kararlarını inceleyebildiniz mi? Görüşleriniz nedir?

KIZILTAŞ: Milli Eğitim Şûra’sında tavsiye edilen kararların çoğunu okuma imkanım oldu. Erken çocukluk eğitiminin daha evvel  Milli Eğitim Bakanımız Sn. Prof. Dr. Mahmut ÖZER’in söylemlerinde çok önemsendiğini duymuştuk, izlemiştik. Şûra’da bu durumun karşılığını gördüğümüzü düşünüyorum. Okul öncesi eğitimin ne kadar önemsendiğini ve beşeri sermayemiz olan çocuklarımıza yapılması gereken yatırımın ne denli ciddiye alındığını görebilmek çok değerlidir. Kapsayıcı eğitim çerçevesinde özel eğitime ihtiyaç duyan, dezavantajlı ve risk altında bulunan çocukların eğitime erişimleri noktasında engellerin ortadan kaldırılarak, bu bireyler için olanakların daha da zenginleştirilmesine vurgu yapan kararlar da çok önemlidir. Yine psikolojik danışma ve rehberlik hizmetleri konusunda da önemli kararlar alındığını görmekteyiz. Malumunuz ilk/ortaokulların, ortaöğretim kurumları gibi doğrudan bir bütçesi yoktur. Bütçe daha ziyade okul-aile birliği aracılığıyla yapılan bağışlarla oluşturulmaktadır. Bu anlamda okullarda bütçe oluşturulmasına dikkat çeken kararlar var. Benzeri kararlar 2023 eğitim vizyonunda da yer almaktadır. Ancak bunların uygulamaya geçirilmesi ne kadar mümkün olur bunu zamanla hep beraber görme imkanımız olacaktır. Çok gerekli ve yerinde bir tavsiye karar olarak görüyorum. Bu arada meslek liselerine yönelik çok değerli kararların da alındığını görebilmekteyiz. Ve öğretmen yetiştirme sistemi. Günümüzde en çok tartışılan kavramlardan bir tanesi de öğretmen yetiştirme sistemidir. Bu doğrultuda da bazı önemli tavsiye kararlar göze çarpmaktadır. Özellikle her zaman dillendirmeye çalıştığım eğitim fakültelerinin kontenjanlarının “azaltılmasına çanak tutan” kararların da olduğunu görebilmekteyiz. Öğretmen yetiştirmede kaliteyi artırmanın yollarından birisi de kontenjanları azaltıp “niteliğe yoğunlaşmak” ve KPSS mağduru adayların sayısını azaltmakla mümkün olabilir. Adaylık Kaldırma Sınavının (AKS) kaldırılması yönündeki kararı anlamlı ve yerinde buluyorum. Okulların denetimi okul müdürleri tarafından yapılmaktaydı. “Denetim işinin” yeniden müfettişlere verilmesi yönünde alınan tavsiye karar da önemlidir. Ancak bunun artıları ve eksileri var. Bu ayrı bir tartışma konusudur. “Sözleşmeli öğretmenliğin kaldırılması gerektiği” yönündeki tavsiye kararlar da gerekliydi. Özellikle doğu bölgelerinde öğretmen tutabilmek ve öğretmen hareketliliğine sınırlama getirmek amacıyla bu uygulama ikinci kez 2016 yılında getirilmişti. Ancak doğuda bunun çok da işe yaramadığını görüyoruz. Sözleşmeli öğretmenlik il içi görevlendirme kavramını özellikle de doğuda bir gelenek haline getirdi maalesef. Bu da ücretli öğretmenliği yaygınlaştıran en büyük nedenlerden biri oldu. TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Tutanak Dergisi’nde (2019) yer alan Milli Eğitim eski Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un görüşlerinde bile “bu uygulamanın kaldırılmaması” yönündeki görüşleri her ne kadar ciddi ve haklı olsa da, uygulamanın farklı olumsuzlukları beslediği de gözardı edilemez. O bakımdan bu uygulamanın kaldırılması ve “kapsamlı bir teşvik modelinin getirilmesi” yönündeki kararları her zaman daha yararlı gören birisiyim. Bu hususla ilgili tavsiye kararlarının hayata geçirilmesi elzemdir. “Öğretmenlerin taltif edilmesi” yönünde alınan kararlar da dikkatimi çekti. Bugün, özellikle idareci atamalarında ek puan getiren taltif belgelerinin dağıtımında maalesef zaman zaman adil olmayan uygulamalara da denk gelinebilmektedir. Bu noktada daha adil ve şeffaf bir değerlendirme ile öğretmenlerin ödüllendirilmesi de gözardı edilemeyecek kadar ciddi bir tavsiye karardır. Ve okul öncesi eğitim kurumlarına  din, ahlak ve değerler eğitiminin verilmesi kararı. Bu karar ciddi bir şekilde hala tartışılmaktadır. Açıkçası eğitim hatta siyaset dünyası bu konuda ikiye ayrıldı. Bir kesim şiddetle karşı çıkarken bir kesim de aynı nispette oy çokluğu ile alınan bu kararı yerinde buldu. Konuya hakim olan ve olmayan herkesin bir desteği veya tepkisi oldu. Okul öncesi eğitim uzmanlık alanım değildir. Okul öncesi eğitim kurumunda da yöneticilik yaptım. Ancak bu mütevazı tecrübem bile yorum yapma noktasında bana göre alan uzmanlarına haksızlık yapmama neden olabilir. Fakat kararın uygulanabilirliği noktasında etraflıca tartışılma ihtiyacı hasıl olmuştur. Ayrıca bu eğitimin “kimler tarafından, nasıl ve ne şekilde verileceğini” görmek iyi olur. İçeriği bilmeden yorum yapmayı şahsen ben doğru bulmuyorum. Çünkü ortada sadece tavsiye bir karar var. Kararın ve kararın getireceği programın içeriği hakkında birçoğumuz yeterince bilgiye vakıf değiliz. Önyargılı davranmamak gerekir. Fakat kararın oy çokluğu ile alındığını da gözardı edemeyiz. Neticede oy kullanan kişilerin de bu konuda yetkin kişiler olduğunu unutmamak gerekir. Ama dediğim gibi tartışacaksak, “eğitimin/programın içeriği netleştikten sonra tartışmak” daha yerinde olur. En azından eleştirilerimizde ya da desteklerimizde, elimizde kaynaklar, örnekler ve dayanaklar olur. Son olarak şunu belirtmek isterim ki; henüz atlatamadığımız Covid-19 pandemisinin yarattığı uzaktan eğitimle ilgili kararların Şûra’daki azlığı bir eksiklik olarak değerlendirilebilir. Gelecekte bu tarz sorunların yaşanmayacağının garantisi yoktur.

AY: Sn. Cumhurbaşkanı; 'Öğretmenlikte 10 yılını doldurmuş öğretmenlerimize uzman öğretmenlik imkânını getiriyoruz. Eğitimlerini tamamlayan ve yapılan sınavdan başarıyla geçen uzman öğretmenlerimiz, hem bir derece alacaklar, hem de maaşlarında 1000 lira artış olacak.10 yıllık uzman öğretmenler, eğitimlerini tamamlayıp sınavda başarılı oldukları takdirde başöğretmen unvanı ile görev yapacaklar. Bu öğretmenlerimize ilave bir derece verecek, ayrıca maaşlarında da 2000 lira artışa gideceğiz.'  dedi. Yararı olacak mı?

KIZILTAŞ: Hatırladığım kadarı ile en son, Milli Eğitim eski Bakanı Sn. Prof. Dr. Hüseyin ÇELİK döneminde “lisansüstü eğitim yapan öğretmenlerin teşvik edilmesi” yönünde uygulamalar vardı. Lisansüstü eğitim yapan öğretmenlere ek ders konusunda günümüzden daha iyi bir kat sayı uygulanıyordu. Günümüzde öğretmenlerimiz ya idarecilik yolunda puan biriktirmek ya da kişisel gelişimleri için lisansüstü eğitime yönelmektedirler. Yakın tarihte lisansüstü eğitim yapan/yapacak öğretmenlere hizmet puanına ilave puanlar ekleneceği uygulaması getirilince özellikle doğudaki üniversitelerde lisansüstü eğitim başvurularında patlama yaşanmıştı. Ancak bu uygulama Danıştay kararı ile durdurulunca birçok öğretmenimiz yüksek lisansı bıraktılar. Bunu niye anlatıyorum? Çünkü bu, sizin sorduğunuz soruyu etraflıca tartışmamız için iyi bir örnek ve referanstır. Sn Cumhurbaşkanımızın bu sözlerini ve uygulamayı çok yerinde, değerli görüyorum. Ancak benim farklı endişelerim var. Özellikle bazı vakıf üniversitelerinde ‘lisansüstü kontenjan enflasyonu’ haberlerine umarım tanık olmayız. Kaldı ki yakın zamanda bir devlet üniversitesinde bile infial yaratan böyle bir habere denk gelmiştik ki tepkiler sonrası kontenjanlar azaltıldı. Açıkçası lisansüstü eğitim koşulunun mükafatlandırılacak olması beni, verilecek eğitimin kalitesi noktasında ve birçok konuda ciddi manada endişelendirmektedir. Bu konuda üniversitelere özellikle de tezsiz yüksek lisans programlarında belirli kontenjan verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Öte yandan 10 yılını dolduran öğretmenlerin de uzman öğretmenlik için sınava tabi tutulmasını doğru buluyorum. Uygulamanın yararlı olacağı kanaatine sahip olsam da yoğun düzeyde endişelerimin varlığını da ifade etmek isterim.

 

AY: MEB’in  “Yaklaşık bir ayda, ülke genelinde 4 bin 3 yeni ana sınıfını açtık” açıklaması oldu.. Bu doğru mu? Ana sınıfı öğretmeni yeterli mi?

KIZILTAŞ: Daha evvel de söylediğim gibi Milli Eğitim Bakanımız Sn. Prof. Dr. Mahmut ÖZER’in erken çocukluk eğitimi noktasındaki düşünceleri, isteği ve mücadelesi çok değerlidir.Bakanlığımızın paylaştığı istatistiklere itibar ediyorum. Ancak burada sorgulanması gereken başka bir husustur. Bu okullara yani “ana sınıflarına söz konusu öğretmenler” hangi ara atandı? Bir merkezi atama olmadığını biliyoruz. Muhtemeldir ki ücretli öğretmenler görevlendirildi. Ücretli öğretmenler görevlendirildiyse bunların branşları neydi? Elbette “kamuoyu ile bu bilgilerin ve istatistiklerin paylaşılmamış olması” ister istemez bizlere sorgulama fırsatı sunmaktadır. Merak duygumuz da bu belirsizliğin üzerine gitmektedir. Çünkü son derece samimi ve yerinde düşüncelerle ana sınıflara yönelik ciddi bir yatırıma yoğunlaşan samimi bir bakanımız var. Ancak böyle bir yatırımın anlamlı hale gelmesi için “söz konusu sınıflara okul öncesi branşından öğretmenlerin atanması” çok anlamlı ve yerinde olacaktır. Bakanlığımızın bununla ilgili planlaması ne olacak bilmiyoruz. Ama ara/acil bir atama ile sadece okul öncesi öğretmenlerini kapsayan bir uygulama ihtiyacı hissediliyor. Acil atamalara, yakın eğitim tarihimizde rastladık. 2010 Van depreminden sonra sadece Van iline has bir öğretmen ataması yapılmıştı. Dolayısıyla ana sınıfları konusuna ve geleceğimizi imar edecek nesillerimize, beşeri sermayemize yapılacak bu yatırımın daha da anlamlı olması için acil bir atamanın yapılması çok yerinde olacaktır. Bu atama, kamuoyunun ciddi manada desteğini ve övgüsünü alacaktır. Böylesine güzel bir projenin ücretli öğretmenlerle akamete uğramaması için yerinde kararların alınacağı ümidini taşıyorum.

AY: “Kamu harcamalarının ve nesillerin nasıl heba edildiğini, sadece doğuya öğretmen atamakla bölgedeki eğitim sorunlarının çözülemeyeceğini” iddia ediyorsunuz. Açar mısınız?

KIZILTAŞ: 2016 yılında ikinci kez sözleşmeli öğretmenlik uygulaması getirildi. Bu uygulamanın en büyük amacı doğu bölgelerinde yoğun öğretmen hareketliliğini azaltmaktı. Bunu, önceki bakanlarımızın itirafları doğrultusunda yukarıda dile getirdim. Yıllardır en çok öğretmen kontenjanı doğu bölgelerine atanıyor olmasına rağmen nasıl oluyor da bu açık kapanmıyor sorusunu hepimizin ama en başta da bakanlığımızın sorgulaması lazım. Bunun birçok nedeni var. Her ne kadar yakın tarihte sayısı azaldıysa da bazı öğretmenlerimizin özellikle geçmiş yıllarda sahte evlilikler, sahte sağlık raporları vb. yollarla (Uçar, 2016) batı illerine tayin istediklerini biliyoruz. Bu yollardan bir sonuç elde edemeyen bazı öğretmenlerimizin de bulundukları köy okullarından merkeze ‘il içi görevlendirme’ yoluyla çekildiklerini biliyoruz. Bunu, 2021 yılı Kasım ayı sonunda yayımlanan, Orantısız öğretmen hareketliliği: İki dilli öğrencilerin ağırlıkta olduğu kırsal bölgelerdeki okullarda yaşanan bir sorunun anatomisi adlı çalışmamda eğitim paydaşlarının itiraflarından da görebiliyoruz. Öğretmensiniz, atanmak için canla başla çabalıyorsunuz. 41. tercihi seçip, “ben ülkemin her yerinde görev yapmayı kabul ediyorum” diyorsunuz. Herhangi bir köye atanıyorsunuz. Ama sonra “ben burada yapamam, edemem” diyorsunuz. Sonra bürokrasiden/siyasilerden medet umarak merkezdeki iyi okullardan birine ‘il içi görevlendirme’ yoluyla çekiliyorsunuz (bazı öğretmenlerimiz için geçerlidir). Bu arada siz, merkezdeki okula görevlendirilince merkezdeki okulda görev yapan ücretli öğretmenin görevine son verilip SGK giriş/çıkış işlemleri iptal ediliyor. Sonra ayrıldığınız köy okuluna da sizin yerinize bir başka ücretli öğretmen görevlendiriliyor ve onun için de yeni bir SGK işlemi başlatılıyor. Biz sözleşmeli öğretmenliği bu hareketlilik bitsin diye değiştirdik değil mi? Evet. Peki işe yaradı mı? İşte yaramıyor bazen. Şimdi burada “ücretli öğretmenlerin kamu harcamalarının israfının” en güzel örneğini teşkil ettiğini daha iyi görebiliyor muyuz? Evet. Daha da acı ve gerçeği konuşalım. Ücretli öğretmenlerimizin birçoğu ikinci dönem KPSS’ye çalışma bahanesi ile istifa ediyorlar. Onların da yerine fakülte mezunu değil de bazen yüksekokul mezunları atanıyor. Nihayetinde bir öğretim yılında bir sınıf minimum 3 öğretmen görebiliyor. Ki, bazı çalışmalarda ve haberlerde bunun 4-5 olduğu da ifade ediliyor (Kaplan, 2016). Öte yandan merkeze görevlendirme yapan öğretmenimiz bir sonraki yıl da muhtemelen görevlendirme yapıyor. Ve aynı okul görevlendirilemiyor çoğu zaman. Çünkü o okula ya kadrolu atama yapılmıştır ya da izne ayrılan öğretmen, izinden dönmüştür vb. Böyle bir durumda o sınıftaki öğrencilerde heba oluyor mu? Evet. Bu  görevlendirmeleri yapanların birçoğu da genellikle sınıf öğretmenleri bu arada. Peki bu görevlendirmelerle öğrenci ne durumda? Onları neden düşünmüyoruz? Öğretmenlik “vicdan ve merhametlik” mesleği değil miydi? Böyle bir durumda birçoğu henüz yeterince Türkçe bilmeyen öğrencilerimiz heba oluyor mu? Uyum sorunu yaşıyorlar mı? Erken okul terki yaşanıyor mu? Maalesef bu soruların cevaplarını hepimiz biliyoruz. Erken okul terkinin, ulusal/uluslararası sınavlarda akademik başarısızlığın en fazla olduğu iller (Kızıltaş, 2021) işte bu orantısız öğretmen hareketliliğinin yaşandığı iller.  Ücretli öğretmen yerine ücretli öğretmen ataması yapıyoruz. Bunun topluma ve devlete maliyeti; sigortasız çocuk işçiliğidir, suça bulaşan çocuktur, madde kullanan öğrencidir de. O yüzden “çok ciddi ve  meşru gerekçelere dayanmayan” il içi görevlendirmeler asla yapılmamalıdır. Yapılanlar da kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Kapsamlı bir teşvik modeli getirilmelidir. Sözleşmeli öğretmenlik kaldırılmalıdır. Ücretli öğretmenlerin keyfi istifaları önlenmelidir, katı tedbirler getirilmelidir ve özlük hakları ciddi manada iyileştirilmelidir. En azından ücretli öğretmenlik kaldırılarak vekil öğretmenlik uygulaması yeniden getirilebilir. Çünkü vekil öğretmenlerin özlük hakları daha iyiydi.

AY: Sınıf Öğretmenliğinin en büyük sorunu nedir?

KIZILTAŞ: Sınıf öğretmenlerinin sorunları çeşitlilik göstermektedir. Şüphesiz her branşın kendine göre sorunları bulunmaktadır. Ama yıllarca sınıf öğretmenliği yapmış biri olarak şunları söyleyebilirim: Ortaokul ve ortaöğretim kurumlarında uygulanan DYK’larda (Destekleme ve Yetiştirme Kursu) görev alan öğretmenlerin ek dersleri artırımlıdır. Hafta içi ek derslerin iki katından fazladır neredeyse. Ama ilkokullarda uygulanan İYEP’te (İlkokullarda Yetiştirme Programı) ise artırımlı ek ders söz konusu değildir. Ek ders kat sayıları düşüktür. Bu uygulama sınıf öğretmenlerinin İYEP’e başvurularını olumsuz etkilemektedir. Motivasyonlarını olumsuz etkilemektedir. Lisansüstü eğitim yapan sınıf öğretmenlerinin günlerinin boşaltılması ve esneklik sağlanması noktasında yaşadıkları mağduriyet daha büyüktür. Çünkü bir sınıf öğretmeninin gününü boşaltmak zordur. Hele de söz konusu sınıf öğretmeninin okuttuğu sınıfa bir branş öğretmeni girmiyorsa. Köyde görev yapan ve birleştirilmiş sınıf okutan sınıf öğretmenlerinin sorunları daha büyüktür. Genellikle müdür yetkili öğretmen olan bu kapsamdaki öğretmenlerin en büyük zorlukları temizlik, bakım, onarım ve ısınma konusunda ihtiyaç duyulan personel ihtiyacıdır. Ayrıca bu kapsamdaki okullara ödenek tahsisine ihtiyaç duyulduğunu ifade etmek gerekir. Sınıf öğretmenlerinin en önemli hatta kronikleşen sorunlarından bir diğeri de yoğun düzeyde evrak hazırlama külfetidir. Bunu birçok branş için var olduğu iddia edilebilir. Ama ilk/ortaokulda müdürlük yapmış biri olarak şunu diyebilirim ki, “sınıf öğretmenlerinin bu konudaki külfeti” daha fazladır. Bu evraklar konusunda öğretmenlerimizin mustarip olduklarını ifade etmek gerekir. Sınıf öğretmenlerinin en büyük hatta ciddi sorunlarından bir diğeri de doğudan batıya gitmek isteyenlerin çok yüksek hizmet puanı biriktirmesi gerektiğidir. Maalesef batının en güzel illerinde ve okullarında yoğunlaşan sınıf öğretmenlerinin çoğunluğu, bu illerin hizmet puanlarını çok yükseğe çıkarmıştır. Bu da rotasyon ihtiyacını doğurmaktadır. Bu gerekli midir? Eğer bu soruna farklı bir çözüm üretilmezse sanırım rotasyon kaçınılmazdır. Çünkü doğu şartlarında yıllarca emek vermiş binlerce sınıf öğretmenimiz de haklı olarak batıda, ailelerinin yanında ya da daha iyi iklime,şartlara sahip illerde çalışmak isteme hakkına sahiptirler.

AY: Yeni bir terim ortaya attınız;İlk kez tüm boyutları ile tartışılan farklı bir kavram: ORANTISIZ ÖĞRETMEN HAREKETLİLİĞİ.” Ne demek istiyorsunuz?

KIZILTAŞ: Biz yıllarca bir kavram duyduk: “öğretmen sirkülasyonu.” Bu kavrama o kadar odaklandık ki; işin diğer boyutlarını, iç yüzünü yeterince okuyamadık ya da okuduklarımızı, gördüklerimizi dillendiremedik. Öğretmen sirkülasyonunu daha ziyade “doğudan batıya tayin isteyen öğretmen hareketliliği” olarak biliriz. Nitekim bu Özoğlu’nun (2015) çalışmasında da bu şekilde ifade edilmiştir. Ama ben diyorum ki öğretmen sirkülasyonu, benim tartışmaya açtığım “orantısız öğretmen hareketliliğinin” yanında çok masum. Düşünün! Doğuda aynı il hatta ilçe içinde sürekli yer değiştiren öğretmenlerden bahsediyorum. Hareketlilik sadece doğudan batıya değil yani. Doğunun içindeki hareketlilik daha yoğun ve sert. İl içi görevlendirme ile yer değiştiren öğretmenlerin bazen yer beğenmeyip başka/yeni okullara yönlendirildiğine de tanık oluyoruz. Her bir “sözleşmeli/kadrolu öğretmenin bu kontrolsüz ve orantısız hareketi” demek, öğrencileri “bir ücretli öğretmene mahkum etmek” demektir. Yukarıda da ifade edildiği üzere; biz bir ücretli öğretmeni daha tasviye etmek ve alan uzmanı bir kadrolu/sözleşmeli öğretmen atamak için merkezi atama yapıyoruz. Ama o atanan öğretmenlerden bazılarını tekrar “merkeze çekip yerine ücretli öğretmen” atıyoruz. Dünyada ücretli öğretmen yerine ücretli öğretmen ataması yapan başka ülke var mı açıkçası duymadım. Bu tablo öğretmen hareketliliğini rutin olmaktan çıkarıp orantısız hale getiriyor. Rutine, yani meşru gerekçeler üzerinde ve olgunlaşan şartlar dahilinde zaten herkesin tayin hakkı doğuyor. Ama bunun dışına çıkılınca orantı da denge de bozuluyor. Evet bu kavram, bu boyutta daha evvel hiç tartışılmadı. Çünkü il içi görevlendirmeler konusu hassas ve tepki çekecek bir kavram. İl içi görevlendirmeler sorunu bugünün sorunu değil. Çok uzun yıllardan beri de vardır. Hatta geçmiş yıllarda il dışı görevlendirmeler de vardı. Milli Eğitim eski Bakanı Sn. Prof.Dr. Ömer DİNÇER’in ‘şu an 70 bin öğretmenimiz bulundukları görev yerlerinin dışında’ ifadesi (Kaya, 2012) orantısız öğretmen hareketliliğinin, il içi/il dışı öğretmen görevlendirilmesinin bürokratik ilk çığlığıdır, itirafıdır.  Ben bu kavramı akademik bir zeminde tartışmaya çalıştım. Umarım bu bir farkındalık yaratır da bu konulara radikal sınırlamalar getirilir.

Devam edeceğiz…


Cuma 15.6 ° / 10 °
Cumartesi 16.1 ° / 9.6 °
Pazar 13.7 ° / 2.7 °