Dr.Yusuf Kızıltaş; “Eğitim hakkından mahrumiyeti önlemek şarttır…(2)”

Dr.Yusuf  Kızıltaş; “Eğitim hakkından mahrumiyeti önlemek şarttır…(2)”

Dr. Öğr. Üyesi Yusuf Kızıltaş (Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi) ile “eğitim” üzerine yaptığımız söyleşiye devam ediyoruz..

AY: MEB, açıklama yaptı ve okul öncesi için 10 olan sınıf açma sayısını 5’e çekti. Siz de; “ Köy okullarında dil ve daha birçok sorunun çözümünde okul öncesi eğitim çok önemlidir” diyorsunuz.. Neden?

KIZILTAŞ: Köy okulunda beş yıl çalışma imkanım oldu. Köy okullarındaki öğrencilerin içerisinde okul öncesi eğitim alan öğrencilerin okuma-yazma, dil becerileri noktasında daha başarılı olduklarını birçok çalışma sonucu bizlere sunuyor. Susar Kırmızı ve arkadaşlarının (2019) da çalışması bunun en güzel örneklerinden birisidir. Batıda sınıf öğretmenleri yetiştiren bazı akademisyenlerimizde hala şu algı var: ‘2021 yılındayız. Bu zamanda dil sorunu yaşayan öğrenci kalmamıştır. Zaten kitle iletişim araçları da hayatımızın merkezinde’ vb. Hayır! Bu bir yanılgıdır. Hala doğunun uzak ilçelerinin köylerinde bu sorun  ciddi düzeyde var. Ailede yoğun düzeyde ilk dil kullanılıyor (Kürtçe). Bu çocuklar okul öncesi eğitim almadan ilkokula başlayınca ilk dilden yoğun düzeyde kelime kullanıyorlar. Böyle olunca da öğretmen tepkisi ile karşılaşıyorlar. Bunun en güzel örneği ‘İki Dil Bir Bavul’  (2008) filminde görünüyor. Çocuk bu durumda alaya maruz kalmamak için Kürtçe kelime kullanmaktansa “susmayı, içine kapanmayı” tercih ediyor. Öğretmenlerimizden bazıları da maalesef bu çocuk sorunlu deyip RAM’a (Rehberlik Araştırma Merkezi) yönlendiriyor (Susar Kırmızı ve ark., 2016). Bu çocuklar “okul öncesi eğitim alınca” dil bariyerini önemli oranda aşıyorlar. En azından ikinci dile yani Türkçeye daha yoğun düzeyde maruz kalıyorlar. Bu da öğrencilerin dil çatışması yaşamasını en aza indiriyor. İkinci dile yoğun düzeyde maruz bırakmaya Stephen Krashen (2009) de dikkat çeker. Dolayısıyla Türkçeye en yoğun ve iyi düzeyde maruz bırakmanın (Krashen, maruz bırakmak kelimesini kullanır) yolu da okul öncesi eğitimden geçer. Öte yandan YÖK, bu sorunu kabul etmiş olsa gerek ki, sınıf öğretmenlerine ‘Kapsayıcı Dil Öğretimi’ dersini seçmeli olarak getirdi. Dersin içeriği de “bu kapsamdaki iki dilli öğrencilere” yöneliktir. Yani YÖK, bu sorun hala var diyor. Bu dersi sınıf öğretmenlerine getirdi, okul öncesine değil. Esasında YÖK şunu da demiş oluyor: “Bu çocuklara kapsamlı bir dil öğretimi vermeye yönelik sınıf öğretmenlerimizin yetiştirilmesi ihtiyacı doğmuştur” (Bu ders aynı zamanda Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen yabancı uyruklu öğrencileri, diğer dezavantajlı bireyleri de kapsamaktadır). Yani okul öncesi eğitim “zorunlu olmadığı için” ya da okul öncesine “devamlılık istenen düzeyde olmadığı için” sınıf öğretmenlerine bu ders elzemdir. Dolayısıyla okul öncesi eğitim çok önemsenmelidir.

AY: “Köy okullarının yeniden açılması, taşımalı sistemden vazgeçilmesi” görüşü dillendiriliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

KIZILTAŞ: Taşımalı eğitim yapan köy okulunda çalışma imkanım oldu. Taşımalı eğitim coğrafi koşullardan dolayı doğan/doğacak eğitim hakkından mahrumiyeti önlemek adına kaçınılmaz bir uygulamadır. Fırsat ve imkan eşitliğinin en iyi örneklerinden ve tezahürlerinden biridir. Ama özellikle de taşımalı eğitim yapan doğudaki köy okullarında kız çocuklarının bu anlamdaki eğitimlerinde istenen düzeyde olmadığını düşünüyorum. Çünkü muhafazakar aile yapısı veya ailedeki iş bölümünde kızlara yüklenen sorumluluklar, kızların devamlılığını sabote etmektedir. Ümit veren gelişme ise kız çocuklarının okula devam oranlarının artırılmasına yönelik projelerin yavaş yavaş meyve veriyor olmasıdır. Ülkemizin coğrafi koşulları, iklimi ortadadır. Özellikle de kız çocuklarımızın devamlılığını sağlama noktasında desteklerimizde kararlılık göstermek ve bunda istikrarlı olmak bence daha değerli olacaktır.Kız çocuklarımızın “okul terkine sebebiyet veren” ebeveynlere ve sorumlulara caydırıcı cezalar verilmelidir. Biz ancak bu şekilde “çocuk gelinlerin önüne, mevsimlik tarım işçisi çocukların önüne” geçebiliriz. Ama dediğim gibi bu çocukları desteklemek tüm köy okullarının açılmasından bence daha yararlı ve etkili olur.Ayrıca her köyde bir ortaokul, ortaöğretim kurumu da açamayacağımız için (öğrenci sayısının azlığından dolayı özellikle) birleştirilmiş sınıf gibi taşımalı eğitim de kaçınılmaz bir gerçeğimizdir.

AY: Şura’da, “liyakatlı; öğretmen, öğrenci, yöneticiler, sistem, donanımlı bina  v.b.” gerektiği  dile getirildi. Sizin;Okul yöneticiliği çok meşakkatli bir iştir. Binlerce öğrenci,çok sayıda öğretmen ve onların sorunları ile yakından ilgilenmek. Öbür yandan, okulun  fiziksel sorunları. Ve en önemlisi veli faktörü. Tabi okula geç gelip erken çıkan ve patron idareciler için demiyorum.”  görüşünüz ile eşleşiyor. Ne dersiniz?

KIZILTAŞ: Okul yöneticiliğinin meslekleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü öğretmenlikten çok farklı ve zor bir alandır. Bir yandan okulun fiziksel sorunları, bir yandan öğrenci problemleri öbür yandan veliler ve öğretmenler. Bir dinamik döngünün merkezinde yer alıyor okul yöneticisi. Ayrıca bir yandan da çeşitli ve rutin toplantılara katılmak zorunda. Okul-aile birliği, kantin, kazan daireleri, okulun çatısı-boyası-tadilatı, disiplin sorunları, temizlik, öğrenci başarı takibi, veli toplantıları, ek dersler, maaşlar, CİMER şikayetleri, kayıt/not işlemlerinde ve süreçlerinde çeşitli makamlardan/kişilerden gelen ‘VIP’ telefonlar ve sayısı daha da artırılacak birçok konu okul müdürünün etrafında ve kontrolünde yer almaktadır. O yüzden ben başarıyı da başarısızlığı da okul müdürüne bağlarım Okuldaki öğretmenlerin derslerine gülerek mutlu bir şekilde girmesi de, aksi durum da okul müdürünün etkisi ile olur. Ancak bazı okul müdürlerimizin bu donanımda olmadığına şahit oldum. Sabah öğretmenlerden sonra okula gelen, odasından çıkmayan, öğretmenler odasına neredeyse uğramayan, öğle arası okuldan ayrılan çoğu zaman okula gelmeyen birçok okul müdürüne tanık oldum. Öğretmenlere karşı patronluk kimliğine bürünen, aday öğretmenler üzerinde adaylığın kaldırılmayacağı tehdidinde (mobbing uygulayan) bulunan müdürlere de denk geldim. Okul müdürleri sınavla alınmalıdır. Yazılı sınavdan sonra da mülakata tabi tutulmalıdırlar. Bu mülakatlarda adil ve şeffaf olunmalıdır. Yazılı puanın ağırlığı daha çok olmalıdır. Yapılan müdür atamalarından sonra ‘aday müdürlük’ uygulaması da getirilmelidir. Bir öğretmen nasıl aday öğretmen olabiliyorsa, müdür de aday olmalıdır. Bunu zaten ‘Orantısız öğretmen hareketliliği: İki dilli öğrencilerin ağırlıkta olduğu kırsal bölgelerdeki okullarda yaşanan bir sorunun anatomisi’ adlı çalışmamda da belirttim. Müdürlerin adaylığı da öğretmenlerin ve okul-aile birliği yönetiminin değerlendirilmesi ile kaldırılmalıdır. Ancak o zaman daha samimi ve “liyakat sahibi idarecilerimiz” olacaktır. Şüphesiz sayısı çok olan; “donanımlı, liyakat sahibi, kaliteli idarecilerimizi” tenzih ediyoruz. “Aday müdürlük” kavramı ile en azından birçok anlamda idarecilerimizde kalite de artacaktır.

 

AY: Sn. Cumhurbaşkanı, Şura açış konuşmasında; Liselerde Prof’ların Müdür olmasını istediğini, çok yakışacağını” söyledi. Ben bu görüşe katılmıyorum, sadece makam vermiş olunur, “akademisyen üniversitesinde derse girsin, idareciliğini doğru yapsın” derim. Prof.Dr. Necati Cemaloğlu bu konuda; “Üniversite hocaları üfürükten bir anabilim dalını bile yönetemiyor, bir de okulu yönet demek, okulu, öğretmeni, öğrenciyi heba etmektir. (İyileri tenzih ederim) diye yazmış. Ne dersiniz?

KIZILTAŞ: Sn. Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU’nun sözlerini anlamlı ve yerinde buluyorum. Katılıyorum. “Okul idareciliği” ile “akademisyenliği” mukayese etmek için mütevazı bir tecrübem olduğunu düşünüyorum. 12 yıllık MEB tecrübemde yedi yıl okul müdürlüğü, bir yılda müdür yetkili öğretmenlik yaptım. Okul müdürlüğü farklı bir alan ve yukarıda da ifade ettiğim üzere, herkesin yapabileceği bir meslek değildir. Akademisyenlik de keza öyle. Ben isteyerek ve zevkle; “çizmelerimle foseptik çukuruna girip lağım temizlediğimi, kazan dairesi yaktığımı, okul boyadığımı, köyde rutin baca temizliği yaptığımı, kömür poşetlediğimi, burnu kanayan öğrencinin burnunu kravatımla sardığımı, ailemi ihmal edip hastanede öğrencilerimin başında sabahladığımı, öğretmenlerimin kahrı ile kahırlandığımı” bilirim. Bunları herkes yapabilir mi bilmiyorum. Mesele ben değilim, yanlış anlaşılmak istemem. Bazen bir iş okul müdürüne tamamen kalabiliyor. Bir yardımcı/temizlik personelinin olmadığı dönemlerde de çok çalıştım. Şimdi okullarda belki imkanlar biraz daha iyi olabilir ama “maddi-manevi ciddi fedakarlık gerektiren bir meslektir” okul yöneticiliği. Okul yöneticiliği okulun manevi babasıdır da. Okul bir aile ise müdür o evin cefakar, vefakar reisidir. Çok ciddi sorumluluk gerektirir. Taşın altına elini değil gövdeyi koymayı gerektiren ciddi ve zor bir işten bahsediyorum. Ciddi anlamda da sabır gerektiren bir meslektir. Özellikle fiziksel sorunlarla ilgilenmek çok yorar. Bunları hesaba katmamız lazım.

AY: R.G.’de yayımlandı ve Şura’da Sn. Bakan “Maarif yani eğitim müfettişleri eskisi gibi öğretmene rehberlik ve teftiş yapacaklar” kararını açıklayınca alkışlarla karşılandı. Bu kararın iyi-kötü yanları var mı?

KIZILTAŞ: Bu önemli bir karar. Ancak bu kararın bana göre artıları da eksileri de var. Bazı okul müdürleri iş yoğunluğundan gerçekten sınıfların denetimlerini yetiştiremiyorlar. Bazıları ise işgüzar davranıp, öğretmenleri odasına davet edip 3-4 dosyayı kontrol etmekle sınırlı tutuyor denetimi. Yine bazı okul müdürleri bunları da yapmıyor. Bazıları da hakikaten bu işi çok ciddiye alarak aşkla ve şevkle yapıyor. Öğretmen için de iyi bir dönüt oluyor. Kısacası bir istikrar, düzen yok. Maarif yani eğitim müfettişlerinin denetimlere verilmesi bence çok değerli olur. Ama benim farklı bir önerim var: Görevden alınıp havuza dahil edilen ve ‘eğitim uzmanı’ adı altında “pasifize edilen il milli eğitim müdür yardımcıları, ilçe milli eğitim müdürleri de” bu teftişlerde görevlendirilmelidir. Çünkü bu havuzda yer alanların çoğunun deneyimleri öğretmenlere iyi bir kılavuzluk yapabilir. Öte yandan eğitim müfettişlerinin yeniden denetim sürecine başlamalarının endişe verici bir boyutundan da bahsetmek isterim. Bu teftişleri defalarca görmüş biri olarak şunu demek isterim: Müfettişler denetim ve kılavuzluk olarak kontrolü ellerine alırsalar çok iyi olacaktır. Ancak istinai olarak yaşansa da; öğretmeni azarlamak, öğretmen üzerinde tahakküm göstermek gibi durumları yaşayan biri olarak bu sorunların yaşanmamasını da ümit ederim.

AY: YÖK, Öğretmen Yetiştirme konusunda üzerine düşeni yapabiliyor mu?

KIZILTAŞ: Öğretmen yetiştirme noktasında “bir revizyona ihtiyaç olduğunu” düşünüyorum. Maarif eski Nazırı Emrullah Efendi’nin ‘Tuba Ağacı Nazariyesi’ne (2020) bakıldığında değişime yükseköğretimde başlamanın öneminin ne denli önemli gerekçelerle tartışıldığı anlaşılmaktadır. Bir değişim başlatılacaksa buradan başlanmalı. Bugün, “saha deneyimi olmayan ve sınıfa girmemiş bir çok akademisyenimiz” öğretmen yetiştiriyor. Sınıf yönetmemiş bir akademisyenin “sınıf yönetimi dersine girmesi” bana garip geliyor. İdarecilik deneyim olmayan bir akademisyenin yönetim derslerine girmesi de keza. Her akademisyenden bu koşulu sağlamasını bekleyemeyiz. Akademisyenlik; “makale-kitap bölümü yazmakla, kongrelere katılmakla ve atıf almak ile” sınırlı bir meslek değildir. Sahaya sürekli inmek bu mesleğin bir parçası haline gelmelidir.  Sahadaki değişimleri ve gelişmeleri takip etmelidir. YÖK, buna teşvik etmelidir ve bu durumu desteklemelidir. Özellikle de okul öncesi, sınıf öğretmenliği gibi bölümlerdeki akademisyenlerin, bu anlamda “saha deneyimine sahip olmaları gerektiğini” düşünüyorum. Yine özellikle de bu bölümlerde “alan derslerine girecek akademisyenlerin” saha deneyimi daha çok önem arz etmektedir. Evvela bunu belirtmek isterim. Bir diğer husus da, sahada öğretmenlerin işlerine yaramayacak içerikteki dersler yerine “daha işlevsel derslerin ağırlıkta olması gerektiğini” düşünüyorum. MEB’de birçok dijital platform vardır (DYS, E-Okul, EBA, MEBBİS, TEFBİS, KBS, E-Kurs vb. ). Bunlarla ilgili bir dersin açılması çok yararlı olabilir. Ayrıca öğretmenlik uygulaması dersi kapsamında staj uygulamasının özellikle okul öncesi ve sınıf öğretmenleri için köylerde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmenlik uygulamasında diğer branşlarda yapılacak stajların da “merkezdeki en iyi/gözde okullardan” ziyade “dezavantajlı okullarda yapılması” daha iyi olacaktır. Çünkü, öğretmenlerimizin büyük bir çoğunluğu söz konusu okullara atanacaklar. Eğitim fakültelerinde ciddi manada “kontenjan kısıtlamasına” gidilmelidir. Aynı şekilde eğitim fakültelerinin öğrenim sürelerinin beş yıla çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Bu durumlar hem kaliteyi artırır hem de atama bekleyen öğretmen sayısını eritir. Dördüncü sınıflar, öğretmen adaylarının üniversiteyi ikinci plana atıp KPSS düşündükleri sınıflar haline gelmiş durumda. Bunun etkisini kırmak için beş yıl çıkarılacak fakültelerde son sınıfta dershane mahiyetinde/içeriğinde eğitimler verilmesi birçok anlamda sorunları çözecektir. Bu da öğretmen yetiştirme noktasında fakülteleri tatlı bir  rekabet içerisine koyacaktır. Aynı zamanda sosyoekonomik düzeyi düşük öğretmen adayları için de iyi bir fırsat olacaktır. Fakülteler ve İl Milli Eğitim Müdürlükleri arasında işbirliği artırılmalıdır. Kuru bilgilerin aktarıldığı seminerler yerine işlevsel çalışmalar yapılmalıdır.

 

AY: Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz…

KIZILTAŞ: Ben teşekkür ederim, saygılarımı sunuyorum.