Tarih: 16.03.2022 17:14

Akşener: Onlar Geldikleri Gibi Tıpış Tıpış Gidecekler. Kaçırdıkları Yetişmiş İnsanlar Da Gittikleri Gibi Dönecekler

Facebook Twitter Linked-in

Meral Akşener, bugün partisinin TBMM grup toplantısında konuştu. Akşener’in konuşmasından satır başları şöyle:

KAHRAMANIMIZI NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ’NE BİZ DE ADAY GÖSTERELİM: “Polonya Parlamentosu, dünya Türklüğünün ve Kırım’ın sembol ismi, ömrü sürgünlerde, zindanlarda, mücadeleyle geçmiş değerli büyüğüm Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi için karar aldı. Polonya Parlamentosu’nun aldığı kararı İYİ Parti olarak büyük memnuniyetle karşılıyoruz. İstiyoruz ki biz de Türk Milleti’nin yegâne hafızası, milletimizin kutsal çatısı TBMM’de alacağımız benzer bir kararla destek olalım. Kahramanımızı Nobel Barış Ödülü’ne biz de aday gösterelim. Bu vesileyle bizim için siyaset üstü olan böyle özel bir konuda tüm siyasi partilerin desteklerini bekliyor, grup başkanvekilliklerini, grup başkanlıklarını, gerekli adımları ivedilikle atmaya davet ediyorum.

KURTULUŞ SAVAŞI'MIZIN TOHUMLARI ÇANAKKALE’DE EKİLMİŞTİR: İki gün sonra, yani 18 Mart, muhteşem tarihimizin destansı bir durağı olan Çanakkale Zaferi’mizin yıldönümü. Çanakkale bir ruhtur. Birliğin, dirliğin, inanmışlığın, kahramanlığın, bağımsızlığın vücut bulduğu bir ruhtur. Çünkü Kurtuluş Savaşı’mızın tohumları Çanakkale’de ekilmiştir. Çünkü tarihin akışını değiştirecek bir kahramanı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Türk Milleti’ne Çanakkale armağan etmiştir. Çünkü Çanakkale, Cumhuriyet’imize giden yolda döşenen ilk taştır. Hep söylediğim gibi, medeniyet yolunun taşlarını yalnızca cesurlar döşer. Ve Çanakkale, işte o cesaretin ta kendisidir. Başta Cumhuriyet’imizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarını, şehit ve gazilerimizi rahmet ve şükranla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

BEŞTEPE SOKAĞI’NDA KÂBUS: AK Parti iktidarının akıl ve bilimden uzak, Cumhuriyet değerlerimizle de sorunu olan yönetim anlayışı, -hele Atatürk ile sorunlarını da bir türlü çözemediler- artık iyice hastalıklı bir hâl aldı. Makyavel’i gururlandıracak ya da adamı yattığı yerde döndürecek, ‘benim aklıma bunlar niye gelmedi’ dedirtecek türden bir bakış açısına sahip üstün liyakatli AK Parti kadrolarının elinde ekonomimiz can çekişiyor. Altı aydır öve öve bitiremedikleri rekabetçi kur masalı, gelinen noktada âdeta bir korku filmine dönüştü. ‘Beştepe Sokağı’nda Kâbus’ ya da ‘Beştepe Sokağı’nda Kabus.’

BIRAKIN CARİ FAZLAYI, SON 4 YILIN EN YÜKSEK CARİ AÇIĞINI VERDİK: Gelin, hafızamızı birlikte tazeleyelim: Sayın Kruger ve arkadaşlarının ‘yeni ekonomi modeli’ neydi? ‘Politika faizini düşür, Türk lirasının değerini düşür, ihracatı arttır, cari fazla oluştur ve bu şekilde enflasyonu düşür.’ Model buydu değil mi? Üstelik Bay Kriz’in Nobellik teorisini temel alan bu model hem Nas ile hem de ittifakın minik minik ortağının hayallerini süsleyen Çin görünümlü Bangladeş modeliyle de uyumluydu değil mi? Peki ne oldu? Milletimize kurtuluş reçetesi olarak pazarlanan bu sözüm ona modele geçişin üzerinden 6 ay geçti. Faizler düştü mü? Düşmedi. Bir tek Merkez Bankası faizleri düştü, diğer tüm faizler göklere çıktı. Faiz lobileri bayram etti. Peki Türk lirası değersiz hâle gelince ihracatımız arttı mı? Doğrudur, arttı. Ama ithalatımız daha da fazla arttığı için bu hiçbir işe yaramadı. Üstelik daha az miktarda malı daha fazla para ödeyerek ithal ettik. Peki cari fazla verip enflasyonu düşürdük mü? Bırakın cari fazlayı, son 4 yılın en yüksek cari açığını verdik. Peki enflasyon düştü mü? Maalesef o da hayır. Hatta AK Parti’nin iktidarı devraldığı zamankinden daha yüksek bir enflasyonla karşı karşıyayız. Üretici fiyat enflasyonu yüzde 100’ün üzerinde. Tüketici enflasyonu da yüzde 50’nin üzerinde. Üstelik bunların tamamı TÜİK raporuna göre. Peki ekonomik büyümeye ne oldu? Yavaşlama sinyalleri veriyor. Yani hem cari açık yükseldi hem enflasyon arttı hem de büyüme yavaşladı. Maşallah üçü bir arada.

EKONOMİK MODELLER GELİP GEÇİYOR AMA İKNA SİYASETİ TAM GAZ SÜRÜYOR: Ez cümle; Bay Kriz ve arkadaşlarının bu dahiyane ekonomik modelleri sonucunda iyiye giden tek bir ekonomik gösterge bile yok. Ama ilginçtir; milletimiz böyle ibretlik bir tabloyla karşı karşıyayken bu arkadaşlar, hala bizleri ısrarla, her geçen gün ağırlaşan sorunlarımızın aslında var olmadığına ikna etmek için uğraşıyorlar. Yani ekonomik modeller gelip geçiyor ama ikna siyaseti tam gaz sürüyor.

TÜRKİYE’DE HİÇBİR SORUN YOK, MİLLETÇE ŞİRİNLER KÖYÜ’NDE YAŞIYORUZ ELHAMDÜLİLLAH: Nitekim geçtiğimiz günlerde Bay Kriz çıktı, ‘Bizim ayçiçeği yağı, zeytin yağı gibi sorunlarımız yok’ dedi. Şaşırdık mı? Şaşırmadık. Çünkü kendisine göre, ülkemizde zaten evine ekmek götüremeyen de yok. Akaryakıt kuyruğu da yok. Ekmek kuyruğu da yok. İşsizlik de yok. Yoksulluk da yok. Yolsuzluk da yok. Hatta Türkiye’de hiçbir sorun yok. Milletçe Şirinler Köyü’nde yaşıyoruz Elhamdülillah.

HERKES ÇOK MUTLU AMA SIRF ONU GICIK VE UYUZ ETMEK İÇİN MİLLETÇE MUTSUZMUŞ GİBİ YAPIYORUZ: Bu arkadaşımıza göre bizler nankörlük ediyoruz. Milletçe toplanmışız, kafamızdan sorun uyduruyoruz. Hiç sorunumuz olmamasına rağmen sırf üşendiğimizden evimize ekmek götürmek istemiyoruz. Her şey güllük gülistanlık olmasına rağmen biz tembeliz, milletçe iş beğenmiyoruz. Aslında herkes çok mutlu ama sırf onu gıcık ve uyuz etmek için milletçe mutsuzmuş gibi yapıyoruz. İşte Sayın Erdoğan’ın fantastik dünyasında her şey bu sistemle işliyor. Yani bırakın sorunlarımızı çözmeyi, daha sorunlarımızın varlığını bile kabul etmiş değiller. Bu kafayla attıkları her adım da maalesef milletimizin ve memleketimizin zararına sonuçlanıyor.

VARLIK FONUNA ÇAKTILAR, YANİ MİLLETİN KESESİNDEN 24,5 MİLYAR LİRAYI DAHA ZARAR HANESİNE YAZDILAR: Nitekim bunun son örneğini, Cumhuriyet tarihinin en büyük vurgunlarından biri olan Türk Telekom’da gördük. 90’lı yılların ortasında 25-30 milyar dolar arasında değer biçilen Türk Telekom’un yüzde 55’ini, ailece muhabbet kurdukları, -onlarla da tatil yapmışlar mıydı ben hatırlamıyorum, en son bildiğim ‘kardeşim Esad’ ile bir tatil yapılmıştı, sonra ‘katil Esed’ olduydu da demek ki bunlar hala dostluğu devam ettiriyor- ailecek ahbaplık kurdukları Lübnanlı Hariri’ye, ‘özelleştirme yapıyoruz, yabancı sermaye giriyor’ tezahüratları eşliğinde 6,5 milyar dolara Telekom’u sattılar. Hariri, gözlerinin önünde Türk bankalarından kredi kullandı. Yani bu 6,5 milyar doların finansı için hepimizin vergilerinden oluşan kredileri aldı. Gıklarını çıkarmadılar, çıkaramadılar. Sözleşme gereği söz verdiği hiçbir yatırımı Hariri yapmadı. Dönüp tek bir laf etmediler, edemediler. Türk Telekom’un kârını adamlar ceplerine indirip götürdüler. ‘Sen ne yapıyorsun’ demediler, diyemediler. Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununa bilerek ve isteyerek göz yumdular. En sonunda Hariri cebine indirdiği kâr dışında her şeyi bırakıp gidince de hisseler kredi aldığı bankalara devroldu. Bu bankalar da Türk bankaları. Peki soygun burada bitti mi? Hayır bitmedi. Sözleşme 2026’da sona ereceği için hisseler 2026 yılında zaten ücretsiz olarak devlete geçecekti. Onlar ne yaptı? 2026’yı beklemediler, Varlık Fonu’na 1 milyar 650 milyon dolara, tabiri caizse çaktılar. Yani milletin kesesinden 24,5 milyar lirayı daha zarar hanesine yazdılar.

BAY KRİZ ESKİ DOSTU MÖSYÖ HARİRİ İÇİN 24,5 MİLYAR LİRAYI BİR ÇIRPIDA ŞİMDİ HARCADI: Pandemide vatandaşına ancak 10 milyar liralık nakit desteği verebilen Bay Kriz, eski dostu Mösyö Hariri için 24,5 milyar lirayı bir çırpıda şimdi harcadı. Dile kolay; 24,5 milyar lira. Hani ‘kaynak kaynak’ diye geziyorlar ya… Bu parayla bir yıl boyunca ilköğretimdeki çocuklarımıza bedava kahvaltı ve öğle yemeği verebilirdik. Bütün çocuklarımıza okul öncesi eğitim sağlayabilirdik. Çiftçilerimize verilen desteği iki katına çıkarabilirdik. Tüm öğrencilerimize bir yıl boyunca bedava internet verebilirdik. Derin yoksullukla mücadele eden 4 milyon kadına bir yıl boyunca ayda 500 lira gelir desteği sağlayabilirdik. Şu vicdansızlığa bakar mısınız?

ÖZDEN TOKER’İN AYAKKABISININ ALTI: Hani ‘iki ayyaş’ diye hakaret ettikleri, iftira ettikleri bu ülkenin kurucu lideri Atatürk ve onun yakın arkadaşı İnönü var ya… Cumhuriyet yeni kurulmuş, -şimdi bir bugüne bakın bir de o güne bakın- Cumhuriyet yeni kurulmuş, fabrikalar yapmaya çalışıyorlar. Her şeyi gıdım gıdım arttırıp yatırım yapmaya çalışıyorlar. Fakirliği ortadan kaldırmaya gayret ediyorlar. Tarımı kalkındırmaya çalışıyorlar. Üretimi artırmaya çalışıyorlar. Ama elbette savaştan çıkmış bir ülkede yokluk var. O yokluğun nasıl paylaşıldığını söyleyeyim size. O devrin bakanlarının çocuklarına, -şimdi hatırlamıyorum- 5 metre, 3 metre neyse, Amerikan bezi verilirmiş. O Amerikan bezinden boyanmış elbiseyi giyen ablam sağ benim. Amcamın kızı sağ. O anlattı. Zerrin Abla’m anlattı. İnönü’nün ailesine de tabii veriliyor. Hepsine veriliyor. Bu bakanların eşlerinin bir kısmı bu beyaz, düz Amerikan bezi denilen kumaşı boyamakta usta. Bir kısmı da onları dikmekte usta. Bir araya gelip çocuklarının elbiselerinin o bezini boyayan, sonra da onu kendi aralarında diken, çocuklarına giydiren ve okula giderken mesela Özden Toker’in ayakkabısının altının tam bu kadar pençe ile kalın bir şekilde olduğunu söylüyorlar. Ama aynı şekilde Zerrin Abla’mın da ayakkabısını altı bu kadar. Bu ne biliyor musunuz; yokluğu paylaşmak. ‘Vatandaşımda ne eksikse ben de o olamaz. O bende fazla olamaz’ demek. O okunan okullarda, parlak zeki genç kızların, genç delikanlı çocukların, Gazi’nin maaşından ayırdığı para ile okutulduğunu biliyor musunuz? Buna karşılık 5 maaş, 15 maaş, 11 maaş, 6 maaş alanlar ve 500 milyon dolarlık uçaklarla gezenler; sarayda sefa sürenler… 18 yaşındaki oğlunu bali içmesin, uyuşturucuya bulaşmasın için dershaneye gönderebilmek için gayret eden kadınlar, ev kadınları... Günahtır günah. Kul hakkıdır. Haramdır haram.

MİLLETİMİZ, NEREDEN NEREYE GELİP ŞİMDİ NEREYE GÖTÜRÜLDÜĞÜMÜZÜ BUNLARLA ANLAYACAK: Her hafta burada yakın tarihimizden olmuş bir anekdotu anlatacağım. Bunlar ders alır mı bilmem ama milletimiz, nereden nereye gelip şimdi nereye götürüldüğümüzü bunlarla anlayacak.

TARİH BİLGİSİNDEN YOKSUN TİPLER, HER BİRİNİZE 100 SAYFA TARİH OKUMANIZI ÖNERİYORUM: Çok hoş gördük. Canlarının istediklerini hoş gördük. Canları ne istiyorsa onları söylediler, hoş gördük. Atatürk ile Sultan Abdülhamit Han’ı karşı karşıya getirdiler. Her ikisi de Türkiye’nin, bu milletin modernleşmesi için en önemli kurumları açmış iki kişi. İkisi arasında onları dövüştürerek, birinin birine üstün olduğunu iddia ederek elinize ne geçti muhteremler? Yaptığınız o iğrenç dizilerle Abdülhamit Han’ı ne hallere düşürdünüz. Tarih bilgisinden yoksun tipler, her birinize 100 sayfa tarih okumanızı öneriyorum. 100 sayfa Türkçe okumanızı öneriyorum. 100 sayfa coğrafya okumanızı öneriyorum. Felsefeyi, mantığı söyleyemem, akılları yetmez.

ŞANLI MÜCADELEMİZE BAYRAM OLDULAR: Geçtiğimiz pazartesi günü, Tıp Bayramı’ydı. 14 Mart’ta biz aslında neyi kutladık biliyor musunuz? Söke söke aldığımız, Türk milletinin bağımsızlığını kutladık. Vatanımız için verdiğimiz şanlı mücadeleyi kutladık. Aslında biz, 14 Mart’ta, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'den yükselen cesareti kutladık. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'yi kuran kim; Abdülhamit Han. Gelin, Türk doktorlarının bağımsızlık aşkının sembolü olan Tıp Bayramı’nın hikâyesini bir kez daha hatırlayalım. 1919 yılında, İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde İngilizler, dönemin tıp fakültesi olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasına el koymuştu. Tıbbiye öğrencileri, bu duruma sessiz kalmamak için aralarından Hikmet Boran’ı önder seçerek işgali protesto etmeye karar verdiler. Bu ne demek biliyor musunuz? Canınız cepte, protesto etmek için o okula gitmeniz demek. Öyle basit bir şey değil. Yani ‘ecel ne bir nefes evvel ne bir nefes sonradır’a iman etmek demek. Bunun için de dev bir Türk bayrağı hazırladılar. 14 Mart sabahında, İngiliz nöbetçileri atlatıp Tıbbiye binasının kuleleri arasından al bayrağımızı dalgalandırdılar. İşte Tıbbiyeli Hikmet’in etrafında birleşen o gençler, karanlık işgal günlerimize umut oldular. Bağımsızlık hikâyemize nefes oldular. Şanlı mücadelemize bayram oldular.

PAROLAMIZ TEKTİR VE DEĞİŞMEZ ‘YA İSTİKLAL YA ÖLÜM’: Ama hikâye burada bitmedi. Biliyorsunuz 1919 yılı, aynı zamanda Atatürk’ümüzün milletimizi kurtuluşa hazırladığı yıldı. Samsun’dan başlattığı o kutlu yürüyüşte Sivas’a geldiğinde, tıbbiyelilerin temsilcisi olarak seçilen henüz 19 yaşındaki Hikmet Boran da oradaydı. Sivas Kongresi’nde manda ve himaye fikrini savunanlarla tam bağımsızlığımızı savunanların tartıştığı sırada Tıbbiyeli Hikmet, coşkuyla Mustafa Kemal Atatürk’e seslendi. Dedi ki ‘Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya bağımsızlık davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa bunlar her kim olursa olsun şiddetle reddeder ve kınarız. Farzı muhal, bizi gizli gizli izleyen bazı muhteremler için muhalin manası söyleyeyim, imkansız demektir. Mahal olabilir, muhal imkansız demektir.  Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleniriz’. Tıbbiyeli Hikmet’in yüreğinden kopan bu sözler karşısında Mustafa Kemal Atatürk ne dedi biliyor musunuz? ‘Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum.’ Onun için 19 Mayıs gençliğe emanet edilip, Cumhuriyet gençliğe emanet edilmiştir. Kadınlara emanet edilmiştir. ‘Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm.’

NİÇİN ‘GİDERLERSE GİTSİNLER, DEFOLUP GİTSİNLER’ DENDİĞİNİ ANLADINIZ MI:: İşte Ata’mız, vatanımızın kurtuluş parolasını ilk kez burada, Tıbbiyeli Hikmet’e söyledi. İşte Ata’mız, memleketimizin aydınlık geleceğini ilk kez burada, Türk gençliğinin anlayışına ve enerjisine bağladı. İşte Ata’mız, kurtuluş mücadelemizdeki gücü, tam olarak buradaki cesaret ve kararlılıktan aldı. Bundan 103 yıl önce, 19 yaşındaki Hikmet Boran ve tıbbiyeliler, milli mücadelemize işte böyle bir aşkla inandı. Başta vatanımızın kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, cesaretin sesi olan Doktor Hikmet Boran’ı, cesaretin yüreği olan tıbbiyelilerimizi ve cesaretiyle destan yazan tüm istiklal kahramanlarımızı saygı, rahmet ve minnetle anıyorum. Yürüdüğümüz bu çetin ve tuzaklı yolda cesaretleriyle bize rehber oldukları için Allah onlardan razı olsun. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Bu vesileyle bir kez daha ülkemizin bağımsızlık ateşine har olan, kendini mesleğine, vatanına ve milletine adayan Tıbbiyeli Hikmet’in açtığı bayrağı bugün devralan, fedakârlığın ve özverinin simgesi tüm hekimlerimizin 14 Mart Tıp Bayramı’nı yürekten kutluyorum. İyi ki varsınız. Niçin ‘giderlerse gitsinler, defolup gitsinler’ dendiğini anladınız mı? Bütün mesele Tıbbiyeli Hikmet Boran’dır.

BU KONUYU DOKTORLARIN AZ MAAŞ-ÇOK MAAŞ MESELESİ OLARAK GÖRÜRSEK GERÇEKTEN BU ARKADAŞA HİZMET ETMİŞ OLURUZ: Anlaşılmayan şey şu. Bu bakış açısında, demin söyledim, bu doktorlara dair alerjinin arkasında biri Hikmet Boran. O anlayışa duyulan öfke var. İkincisi ise unuttuk. 2003 yılıydı, Bay Kriz, çıktı bir toplantıda, -o zamanlar muhtarlar toplantısı yapılmıyordu, başka bir toplantı muhtemelen- 'Doktorlarıma iğne miğne olmuyorum. Hemşirelere oluyorum. Doktorların o yanı zayıf' demişti. Bu, tıp mezunu bir doktorla sağlık okullarından mezun olmuş birbiriyle çalışmak durumunda, birbiriyle mütemmim cüz gibi olmak durumunda olan iki çalışanı, -birini kaldırın öbürü zor, öbürünü kaldırın öbürü zor- dolayısıyla beraber yürümek zorunda olan ve birbirine güvenmek durumunda olan doktorla hemşirenin arasında fitne koymak ve ikisini birbirinin karşısına dikmek. Hemşireyi gariban safında tarifleyip sizi de 'asortikler' tarafında tarifleyip o günlerde size karşı bakış açısı oluşturmuştu, oluşturmaya çalışmıştı. Bu iki meseleyi doğru görmezsek maaşlar üzerinden başlatılan bu konunun, doktorların az maaş-çok maaş alma meselesi olarak görürsek gerçekten bu arkadaşa hizmet etmiş oluruz. Bunu doğru anladığımız, deşifre ettiğimiz taktirde bütün bu kutuplaştırma, bedavadan düşman yaratma, o düşmanlaştırdığı insanların arasından elini yıkayarak çıkma eylemlerinin önüne geçeceğiz. Ben, bunu ömrüm yettikçe, inşallah seçim gelip helal oylarla, demokrasiyle, sandıkla bu arkadaşları gönderinceye kadar yapmaya devam edeceğim.

MİLLETÇE ADETA DOKTOR JEKYLL İLE BAY HYDE’IN HİKAYESİNİ YAŞIYOR GİBİYİZ: Sayın Erdoğan, Kadınlar Günü’nde kadın muhtarlara jurnalcilik teklif ettiği toplantının bir bölümünde, marabası gördüğü doktorlarımıza hitaben ‘Giderlerse gitsinler’ dedi. Peki sonra ne oldu? Aldığı tepkilerden sonra, son dönemde sıklıkla yaptığı üzere geri vites yaptı ve 14 Mart’taki konuşmasında, daha bir hafta önce kapıyı gösterdiği doktorlarımız için ‘Rabbim onlardan razı olsun. Eksikliklerini göstermesin’ dedi. Sayın Erdoğan’ın duygu dünyasındaki dalgalanmalara inanın ne biz ne de kendi partilileri, artık ayak uyduramıyoruz. Milletçe, ben en azından onu yaşıyorum, adeta Doktor Jekyll ile Bay Hyde’ın hikayesini yaşıyor gibiyiz. Sayın Erdoğan ve Bay Kriz, birlikte ülke yönetmeye çalışıyorlar. Bay Kriz öfkeleniyor, ertesi gün Sayın Erdoğan geri vites yapıyor. Bay Kriz kovuyor, ertesi hafta Sayın Erdoğan hayır dua okuyor. Bay Kriz kırıp döküyor, Sayın Erdoğan günü kurtarmaya çalışıyor. Memleketi kim yönetiyor belli değil. Tüm bu şizofrenik türbülansın içinde ise olan bize, milletimize oluyor. Allah sonumuzu hayreylesin.

İNSANLARIMIZ YABANCI TEKELLERİN ELİNDE OLAN İLAÇ FİRMALARININ KÂRI İÇİN ADETA KURBAN EDİLDİ: Bağımsızlık, hakikatin dile geldiği yerde başlar. Bay Kriz’in doktorlarımıza haksız ve mesnetsiz saldırısının temelinde, aslında sağlık sektörünü yabancılara ve rantçılara peşkeş çekmiş olduğu gerçeğini saklama çabası var. Bugün milletimiz, eczaneye gittiğinde ya ilaç bulamıyor ya da fahiş zamlarla karşılaşıyor. Bunun başlıca nedeni de ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelmemiz. Çünkü AK Parti iktidarı, Cumhuriyet’in kurduğu ve Türk Milleti’ne ait olan bütün değerleri elden çıkardığı gibi, geçmiş hükümetlerin 1979 yılında açtığı SSK İlaç Fabrikası’nı da 2005 yılında kapattı. Bu fabrika, ağrı kesiciler, ateş düşürücüler, antibiyotikler ve antiseptikler gibi memlekete en çok ve en sık tüketilen ilaçların kendi bünyesinde üretimine önem veriyordu. Kapatılmasıyla da vatandaşlarımız, yabancı ilaç üreticilerinin insafına mahkum oldu. Yani insanlarımız, yabancı tekellerin elinde olan ilaç firmalarının kârı için adeta kurban edildiler.             

TÜRK MİLLETİ’NİN İLAÇ HARCAMALARINI DESTEKLEMEK İÇİN KULLANACAĞIMIZ BÜTÇEYİ SAYIN ERDOĞAN’IN RANTÇILARINI ZENGİN ETMEK İÇİN KULLANIYORUZ: Bir diğer gudubet uygulama da şehir hastaneleri. Şehir hastanelerini inşa eden ve işleten yandaş şirketlere her yıl milyarlarca lira kira ödüyoruz. 2021 yılında 14,3 milyar lira ödendi. Ayrıca bu hastanelere tam 25 yıl garanti verildi. Üstelik bu garanti ödemeleri döviz kurundaki değişikliklere göre güncelleniyor. Yani Türk lirasında bu sene yaşanan ciddi değer kaybıyla birlikte kira ödemeleri birkaç kat artacak. İşin acı tarafı da ne biliyor musunuz? Şehir hastanelerinin 3 yıllık kiralarıyla yatırım maliyetleri karşılanabiliyor. 22 yıl boyunca ödenen kiralar da şehir hastanelerini yapan ve işleten şirketlerin kârı oluyor. Yani Türk doktorunun özlük hakları için kullanacağımız kaynağı, Türk Milleti’nin ilaç harcamalarını desteklemek için kullanacağımız bütçeyi, Sayın Erdoğan’ın rantçılarını zengin etmek için kullanıyoruz.

YOLSUZLUĞU DA SİGORTALAMAK MÜMKÜNMÜŞ, ONU DA GÖRDÜK: Rantın 5 atlısı, bir de gidip utanmadan, Dünya Bankası’nın yatırım sigortası birimi MIGA’ya, sözüm ona yatırımları için siyasi risk sigortası yaptırmışlar. Bu vesileyle yolsuzluğu da sigortalamak mümkünmüş, onu da gördük. Sigortada tarif edilen siyasi risklerden biri de kamulaştırma. Yani bu fevkalade zeki arkadaşlar, AK Parti iktidarı sona erdiğinde, muhtemelen sona erdiğini gördüler, yaptıkları onca usulsüzlük ve yolsuzluk açığa çıktığında, yeni gelen hükümet kamulaştırmaya başvurmasın diye bu yola başvurmuşlar. Yalnız maalesef kendilerine kötü bir haberim var. İstediğiniz sigortayı yaptırın, bizim için hiç fark etmez. Yolsuzluk, her yerde yolsuzluktur. Usulsüzlük, her yerde usulsüzlüktür. Hırsızlık, her yerde hırsızlıktır. Hiç kusura bakmayın. İktidar geldiğimizde, ki aslanlar gibi geliyoruz, o hastanelerin sözleşmelerini tek tek inceleteceğiz. İhalelerdeki usulsüzlükleri, sözleşmelerdeki hukuka aykırılıkları, şirketlerin sözleşmelere uymayan işlemlerini birer birer tespit edeceğiz. Ve uluslararası hukuku kullanıp, gerekirse tek taraflı olarak feshedeceğiz. Ondan sonrası, sizinle yolsuzluklarınızı finanse ettirdiğiniz kredi kuruluşları arasında. Bizi ilgilendirmez.

O SANDIK GELECEK VE BAY KRİZ, OTURDUĞU O BOL VARAKLI KOLTUKTAN İNECEK: Varsın onlar, siyasi güçlerini muhafaza etmek için her türlü dümeni çevirsinler. Varsın onlar, alıştıkları lüks hayatları sürdürmek için her türlü çirkinliği yapsınlar. Varsın onlar, kurdukları bu eğri düzeni sürdürmek için her türlü yalanı söylesinler. Yılmayacağız. Yorulmayacağız. Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Çoğu gitti, azı kaldı. O sandık milletimizin önüne elbet gelecek. O sandık gelecek ve bu arkadaşlar, milletimizin çelikten iradesiyle yüzleşecek. O sandık gelecek ve Bay Kriz, oturduğu o bol varaklı koltuktan inecek. İnanın, Türkiye’yi muazzam bir gelecek bekliyor. Bunu, bu ülkenin gerçek potansiyelini bilerek söylüyorum. Avrupa’da peşinden koşulan şartları bu topraklara getireceğiz. Orada özenilen hayatları bu topraklara getireceğiz. Oradaki satın alma gücünü bu topraklara getireceğiz.

ONLAR GELDİKLERİ GİBİ TIPIŞ TIPIŞ GİDECEKLER: İYİ Parti iktidarında, insanlarımızın memleketten ayrılmak için nedeni kalmayacak. Ama dönmek için çok fazla sebebi olacak. Üstelik uzak bir gelecekten de söz etmiyorum. İktidara geldiğimizin ertesi günü, artık işlerin iyiye gittiğini herkes hissedecek. İster çiftçi olsun ister yazılımcı ister mühendis ister öğretmen ister sanatçı olsun, herkes hak ettiği değeri bu topraklarda bulacak. Hak ettiği fırsatları bu topraklarda bulacak. Hak ettiği özgürlüğü bu topraklarda yaşayacak. Onlar, geldikleri gibi tıpış tıpış gidecekler. Devri iktidarlarında kaçırdıkları bu ülkenin yetişmiş insanları da gittikleri gibi dönecekler.

KANDEMİR: 'BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ’ DİYEN BİR LİDERİN VİZYONUNDAN ‘GİDERLERSE GİTSİNLER’ DİYEN ANLAYIŞA GELDİĞİMİZ İÇİN ÜZGÜNÜZ '

Akşener, konuşmasının bir bölümünde kürsüyü bu hafta da Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası ve İzmir Aile Hekimleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ahmet Kandemir’e bıraktı. Kandemir, şunları söyledi:

“Bu sistem, kamuda görev yapan doktorların aldığı maaşı söyleyerek nankör muamelesi yapan bir sistem. Bu sistem, ‘bir hastaya 5 dakika içinde teşhis koyup tedaviye başlayacaksın’ diyen bir sistem. Bu sistem, pandemide canla başla çalışan sağlık personelini alkışlarken işler normale döndüğünde ‘giderseniz gidin’ diyebilen bir sistem. Bu sistem, vatanında gelecek kuramayacağını anlayan hekimleri göç etmek zorunda bırakan bir sistem. Aynı zamanda bizler gibi vatanında kalıp mücadele eden hekimleri de cezalandıran bir sistem.

‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ diyen bir liderin vizyonundan ‘giderlerse gitsinler’ diyen bir anlayışa geldiğimiz için üzgünüz ve kırgınız. Doktor düşmanlığı algısı ve ‘3. dünya ülkelerinin hekimlerini getiririz’ tehdidi, sadece elimizdeki yetişmiş iyi eğitimli doktorları küstürmeye ve halkın alacağı hizmetin kalitesinin düşmesine sebep olacaktır. Şüphesiz ki dışarıdan gelen doktorların milletimizi bizler kadar iyi anlaması kolay bir iş değildir.

Devletimizin temel sorumluklarından birisi koruyucu sağlık hizmetleridir. Ve bu hizmetler, büyük oranda aile hekimliği sistemi üzerinden yürütülmektedir. Sadece aşı ile bile bir hastalıktan koruma sağladığınızda, sağlık giderlerini 10’da 1’e düşürebiliyoruz. Bizler, aile hekimliği sisteminde yaşlılarımızın tedavilerini yapıyoruz.

Tam da pandeminin ortasında bir ceza yönetmeliği ile karşı karşıya kaldık. İş güvencemiz azaldı. Ücretlerimiz kesildi. Ve söz verilen hakkediş, özlük hakkı düzenlememiz yapılmadı.”

Aile sağlığı merkezilerinde (ASM) tüm masrafların aile hekimlerinin cebinden çıktığını belirten Kandemir, “Bu ASM’lerin giderleri yüzde 100’ün üzerinde varan oranlarda artmışken hak edişlerimiz sadece memur zammı oranlarında artmıştır… Bizim talebimiz, yalnızca itibar, maddiyat ve özlük hakları değildir. Bizim talebimiz, aynı zamanda çocuklarımızın, gençlerimizin ve vatandaşlarımızın daha sağlıklı hizmet alabilmesi için gerekli şartların sağlanmasıdır. Bu da ancak bizler gibi sahada aktif çalışan hekimlerin dinlenmesi ile olur.”




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —